Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə85/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   81   82   83   84   85   86   87   88   ...   134

Bibi. M. T. Gökbilgin, "Cafer Çelebi", lA, III, 8-10; Ergun, Türk Şairleri, II, 882-890; î. Erünsal, The Life and Works of Tâcî-zâde Ca'fer Çelebi with a Critical Edition of His Divan, ist., 1980, 15-31; Çelebi, Divan Şiirinde istanbul, 15-31.

İSKENDER PALA



CAFER PAŞA KÜLLİYESİ

Eyüp İlçesi'nin Merkez Mahallesi'nde, Kalenderhane Caddesi ile Kızıl Değirmen Sokağı'nın kavşağında bulunmaktadır.

Medrese, tekke ve türbeden oluşan bu küçük külliye, 16. yy vezirlerinden Cafer Paşa (ö. 1587) tarafından yaptırılmıştır. Külliyenin bölümlerinden yalnızca tekkede kitabe bulunmakta, bu manzum 'kitabenin son mısraı da ebcedle 983/1575 tarihini vermektedir. Diğer bölümlerin de bu yılda veya buna yakın bir tarihte inşa edilmiş oldukları söylenebilir.

18. yy'm ortalarında kaleme alınmış

1. Mescit-dershane

2. Hücreler

3. Hela

4. Türbe-tevhidhane



5. Türbe ve tekke girişi

6. Medrese girişi

1. CAFER PAŞA KÜLLİYESİ

368

369

CAFFI, IPPOOTO

olan Hadîka'da tekkenin Halvetî tarikatına "meşrut" olduğu ve külliyenin harap durumda bulunduğu belirtilmekte, buna karşılık BOA'da bulunan ve A. Çetin tarafından yayımlanan 1199/1784 tarihli istanbul tekkeleri listesinde, külliyenin bünyesindeki tekke "Eyüp'te Cafer Paşa Türbesi'nde Hacı Yahya-i Kadirî Tekkesi" olarak zikredilmektedir. Bu ipuçlarından hareketle söz konusu tekkenin 18. yy'ın üçüncü çeyreğinde, muhtemelen Hacı Yahya Efendi adında bir Kadirî şeyhi tarafından tekrar canlandırıldı-ğı ileri sürülebilir. II. Mahmud'un kızlarından Saliha Sultan (ö. 1843) ile Tophane Müşiri Halil Rıfat Paşa'nın (ö. 1855) 1249/1834 tarihindeki düğününe davet edilen Kadirî şeyhleri arasında "Eyüp'te Cafer Paşa Tekkesi Şeyhi el-Seyyid el-Hac Hasan Efendi'nin" adı verilmektedir. 19- yy'm ikinci çeyreğinden sonra yine bir durgunluk devresi geçirdiği anlaşılan Cafer Paşa Tekkesi, bu sefer Sa'dî tarikatından Şeyh el-Hac Mehmed Salih Sırrı Efendi (ö. 1869) tarafından ihya e-dilmiş ve 1925'e kadar bu tarikata bağlı olarak faaliyetini sürdürmüştür. Cafer Paşa Türbesi'nde gömülü olan M. Salih Sırrı Efendi'den sonra tekkenin postuna geçen şeyhler şunlardır: Kırımî Şeyh el-Hac Süleyman Avni Efendi (ö. 1871); Kırım! Seyyid el-Hac Mustafa Efendi; "Kırımî Hacı Hafız Efendi" olarak tanınan Şeyh İsmail Hakkı Efendi (ö. 1911), Şeyh Mustafa Efendi'nin oğlu, Eyüp-Bahariye' deki Taşlıburun Tekkesi Postnişini Şeyh el-Hac Süleyman Sıdkı Efendi'nin (ö. 1890) halifesidir. Son .devrin, çok sayıda ilahi ve şuul (Arapça sözlü ve Arap tarzında bestelenmiş ilahi) bilen ünlü zâ-kirbaşılarından olduğu, Cafer Paşa Tekkesi şeyhliğinin yanısıra Dolmabahçe Ca-mii'nde de başmüezzin olarak görev yaptığı bilinmektedir. Yetiştirdiği öğrencileri arasında Kasımpaşalı Halim, Eyüplü Şükrü, Haydarhane Tekkesi Şeyhi Hafız Ah-med Efendi, Yahya Efendi Tekkesi Zâ-kirbaşısı Hattat Nuri (Korman) Efendi ve Eğrikapılı Kenan bulunmaktadır; Şeyh Mustafa İzzet Efendi (ö. 1933), Şeyh İsmail Hakkı Efendi'nin oğludur. Babası gibi zâkirlik yaptığı, vefatında Eyüp-Ba-

Cafer Paşa Külliyesi'nde bugün Eyüp Merkez Kız Kuran Kursu olarak kullanılan medresenin avludan görünümü. Yavuz Çelenk, 1994

hariye'deki sabık 16 Mart Şehitleri naziresinin arkasına' gömüldüğü tespit edilmektedir. Cafer Paşa Tekkesi bu son dönemde "Kırımî" veya "Kırımı Hacı Hafız Efendi" adlarıyla da anılmıştır. Dahiliye Nezareti'nin hazırlattığı 1301/1885 tarihli istatistik cetvelinde tekkede iki erkek ile iki kadının ikamet ettiği belirtilmektedir.

1925'ten sonra terk edilen yapıların 1970'lerde Vakıflar İdaresi tarafından o-nanmına başlanmış, günümüzde Eyüp Merkez Kız Kuran Kursu olarak kullanılan medrese bölümünün onarımı bitirilmiş, türbeninki ise yarım bırakılmıştır. Tekkelerin kapatılmasından sonra bir müddet son şeyhin ikametgâhı olarak kullanılan ahşap harem binası sonra ortadan kalkmıştır.

Başından beri Cafer Paşa Külliyesi'nin mimari programı içinde yer aldığı anlaşılan tekkenin fonksiyon şeması tam olarak açıklık kazanmamakta, özellikle ayinlerin hangi mekânda icra edildiği, daha doğrusu külliye tasarlanırken hangi mekânın bu fonksiyona tahsis edildiği hususunda şüpheler bulunmaktadır. Ancak tekkenin son dönemine ait bazı belgeler ve türbenin özelliklerine ilişkin bazı gözlemler konuya bir ölçüde ışık tutmaktadır. Şöyle ki; tekkenin son banisi olan Şeyh M. Salih Sırrı Efendi'nin, Cafer Paşa Türbesi'nde yer alan mezar taşında, kendisinin, Sütlüce'deki Hasırîzade Tekkesi postnişinlerinden "Şeyh Sülün" lakaplı Süleyman Sıdkı Efendi'nin (ö. 1837) halifesi olduğu ve "bu makama tarik-i Sa-adiyye üzere meşihat vaz'ına muvaffak olduğu" ifade edilmektedir. Bu kitabede kastedilen "makamın" Cafer Paşa Türbesi olduğu tahmin edilebilir. Nitekim 1325/1910 tarihli Maliye Nezareti İstanbul Tekkeleri Taamiye ve Tahsisat Defte-n'nde Cafer Paşa Tekkesi'nin senelik tahsisatı 624 kuruş olarak belirtilmiş, ayrıca o tarihteki postnişini Şeyh İsmail Hakkı Efendi'nin cuma namazlarından sonra Cafer Paşa Türbesi'nde ayin icra ettirmek ve mevlit okutmakla görevli olduğu yolunda bir şerh düşülmüştür. Diğer taraftan İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü nezdinde bulunan 1341/1925 tarihli Tekkeler Defteri'nden A. B. Turnalı ile E.

Yücel'in naklettikleri vakfiye özetinde M. Salih Sırrı Efendi'nin "Cafer Paşa Türbesi'nde kâin hücre derûnunda Saadiyye ayini icra etmek üzere nukud vakfettiği" belirtilmektedir. Bu arada türbenin tasarımı ve barındırdığı mezarların dağılımı incelendiğinde ilginç tespitler yapılabilmektedir: Dikdörtgen planlı türbenin batı kesimi, ilk inşa dönemine ait bir mihrapla donatılmış, tekkenin Sa'dî tarikatına bağlı olarak faaliyet gösterdiği son döneme ait şeyh mezarları yine bu kesime, cadde üzerindeki batı duvarı boyunca yerleştirilmiştir. Yukarıda değinilen belgelere ve bu gözlemlere dayanak söz konusu yapının bir türbe-tevhidhane olarak tasarlandığı ileri sürülebilir. Gerçekten de pek çok tarikat yapısında türbeler ile ayin mekânları aynı hacmin içinde yer aldığı gibi, sandukaların ya da lahit-lerin çevresinde dervişlerin halka teşkil etmeleri suretiyle içinde ayin icra edilen türbeler de teşhis edilmektedir. Günümüze intikal etmemiş olan harem dairesinin türbenin yakınında bulunması da bu varsayımı güçlendirmektedir.

Tekkenin son günlerinde, türbenin harap durumda bulunmasından veya Sa'dî şeyhlerinin buraya gömülmesinden sonra ayin alanının eskisine göre daralmış olmasından dolayı ayinler, epeydir özgün kullanımını yitirmiş olduğu anlaşılan medresenin mescit-dershanesinde icra edilir olmuştur. Bu arada medrese bölümünün, Osmanlı mimarisinde birtakım başka örneklerde görüldüğü üzere, mes-cit-dershanenin aynı zamanda tevhidha-ne olarak kullanıldığı, hücrelerin bir kısmının medrese öğrencilerine, bir kısmının da dervişlere tahsis edildiği çift fonksiyonlu bir kuruluş (medrese-tekke) olarak tasarlanmış olması da muhtemeldir. Bu hususun tam olarak aydınlanması ancak Cafer Paşa vakfiyesinin araştırılması ile mümkün olabilecektir.

Külliyenin arsası batıda Kalenderha-ne Caddesi, güneyde Kızıl Değirmen Sokağı, diğer yönlerde komşu parsellerle çevrilidir. Türbe-tevhidhane, arsanın batı sınırında cadde üzerindedir. Günümüze intikal etmemiş olan harem binasının arsanın güneybatısını işgal ettiği anlaşılmaktadır. Medrese ise kuzeydoğu kesiminde bulunur.

Kalenderhane Caddesi üzerinde, kü-feki taşı ile örülmüş, basık kemerli iki a-det cümle kapısı sıralanır. Bunlardan soldaki (kuzeydeki) türbenin arka cephesi ile çevre duvarı arasında uzanan bir geçit aracılığıyla medresenin avlusuna bağlanır. "U" biçiminde bir kitle oluşturan on adet hücre, medrese avlusunu üç yönde (güney, doğu ve kuzey) kuşatmakta, bu kitlenin bir ucunda mescit-dershane, diğer ucunda bir hela bulunmaktadır. Söz konusu mekânların avluya bakan cephelerinde almaşık örgü tercih edilmiş, arka cephelerinde ise moloz taş örgü ile yetinilmiştir. Kare planlı olan hücreler pandantifi! kubbelerle örtülmüş, avluya açılan bir kapı ile bir pencereden başka -kuzey kanadındakiler dışında- ar-

kaya açılan ikişer pencere ile donatılmıştır. Dikdörtgen açıklıklı olan bütün bu kapı ve pencereler kesme küfeki taşından sövelerle çerçevelenmiş, demir par-maklıklr pencereler ayrıca tuğladan basık hafifletme kemerleri ile taçlandırıl-mıştır. Bunlardan başka her hücrede avlu yönüne bakan sivri kemerli ve alçı rev-zenli birer tepe penceresi bulunmaktadır. Köşelerde yer alan hücrelere verev geçitler açılmış, her birimde birer ocak ile çeşitli dolap nişleri tasarlanmıştır. Hücrelerin önünde uzanan arnavutkaldı-rımının vaktiyle ahşap direkli bir sundurma ile örtülü olduğu anlaşılmaktadır.

Hücrelerin kitlesinden düşeyde ve yataya taşkınlık yapan mescit-dershane, kare planlı ve kubbelidir. Kuzey ve batı duvarlarının alt kesimlerinde ikişer pencere, diğer iki duvarda ise ikişer dolap nişi vardır. Pencereler hücrelerdekilerin biraz daha büyüğü olup aynı özelliklere sahiptir. Kuzey duvarındaki pencerelerin arasında basık kemerli giriş, güney duvarındaki nişlerin arasında da mihrap yer alır. Her duvarda, saçak altında, sivri kemerli ve alçı revzenli birer tepe penceresi yer alır. Mekânı örten kubbe içeriden pandantiflere, dışarıdan on kenarlı bir kasnağa oturmaktadır. Mescit-dershane girişinin yer aldığı kuzey cephesinin önünde zamanında bir ahşap sundurmanın bulunduğu muhakkaktır.

Cafer Paşa Türbesi'nde Derviş Mehmed Bey'in kızı Hatice Hamm'm (ö. 1604) mezar taşı. M. Baha Tanman, 1982

Türbe ve Tekke: Kalenderhane Caddesi üzerinde, güney yönünde bulunan diğer cümle kapısı türbenin önündeki küçük avluya açılmaktadır. Tekkelerin kapatılmasından bir müddet sonra tarihe karışmış olan ahşap harem dairesinin de aynı avlunun üzerinde bulunduğu anlaşılmaktadır.

Kısmen tekkenin tevhidhanesi olarak kullanıldığı anlaşılan türbe dikdörtgen (16,50x10,50 m) bir alam kaplar. Almaşık duvarlar üç sıra tuğla ve bir sıra kesme küfeki taşı ile örülmüş, cadde üzerindeki batı cephesi düzgün kesme taşla kaplanmış, medresenin giriş koridoru boyunca uzanan kuzey cephesinde de kesme taş sıraları yerlerini moloz taş sıralarına terk etmiştir. Günümüzde üstü açık olan yapının aslında ahşap çatı ile örtülü olduğu anlaşılmaktadır.

Türbenin girişi güney cephesinin ekseninde bulunmaktadır. Cephe boyunca yükselen kaval silmeli çerçevenin içindeki sivri kemerin alt kesiminde basık kemerli kapı açıklığı, sivri kemerin aynasında da kitabe levhası yer alır. Kapının söveleri ve geçmeli kemer taşları gibi sivri kemerin aynası da beyaz mermerdendir. İstifli sülüsle yazılmış olan ve son mısraı ebcedle 983/1575 tarihini veren manzum kitabenin metni "Niha-dî" mahlaslı bir şaire aittir. Kapının iç yüzünde dilimli bir kemer ile bunun üzerinde, içi boş bırakılmış, enine dikdörtgen bir kitabe levhası görülür.

Türbenin güneydoğu köşesi pahlan-mış, pahlı yüzey mukarnaslarla taçlandırılmışım Beşi güney, üçü batı, üçü de doğu duvarında olmak üzere, toplam on çift pencere tasarlanmış, bu pencereler, aynı külliyenin medresesinde de görülen, klasik Osmanlı düzenine uygun biçimde teşkilatlandırılmıştır. İçeri girildiğinde kapının solunda, iki pencerenin arasına küçük bir mihrap yerleştirilmiştir. Sağır olan kuzey duvarında ise üç a-det dolap nişi sıralanır. Bunlardan ortadaki sonradan kapıya dönüştürülerek türbe ile medresenin kısa yoldan bağlantısı sağlanmıştır.

Türbenin barındırdığı mezarları iki grupta ele almak gerekmektedir. Cafer Paşa ile neslinden gelenlere ait çoğunluğu lahitli mezarlar, türbenin orta ve doğu kesimlerinde bulunmakta, mihrabın bulunduğu batı kesiminde ise tekkenin son banisi Şeyh Mehmed Salih Sırrı Efendi ile haleflerine, ayrıca Hasırîzade ailesinden Şeyh el-Hac İbrahim Ataullah Efendi'nin eşi Fatma Hanım'a (ö. 1872) ait dört adet mezar sıralanmaktadır. Yoğun bitki örtüsü ve çöp yığınları arasında kalmış olan mezarların içinde süsleme ve hat sanatı bakımından çok değişik örnekler göze çarpar. Özellikle Derviş Mehmed Bey'in kızı Hatice Hanım'ın 1013/1604 tarihli lahtinde yer alan, taş süslemede pek görülmeyen ve daha ziyade kumaş desenlerini hatırlatan bezeme ayrıntıları dikkati çekmektedir.

Bibi. Evliya, Seyahatname, ty, I, 283; Ayvan-sarayî, Hadîka, I, 278; Ayvansarayî, Vefeyât-ı

Selâtin, 29; Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevârih, 129, 302-303; Çetin, Tekkeler, 587; Aynur, Saliha Sultan, 34, no. 41; Münib, Mecmua-i Te-kâyâ, 3; Sicill-i Osmanî, II, 70-71; İhsaiyatll, 21; Vassaf, Sefine, V, 270; Ergun, Antoloji, II, 658; Baltacı, Osmanh Medreseleri, 585; "Cafer Paşa Dârü'l-Hadîsi ve Medresesi", 1KSA. III, 1315; Demiriz, Türbeler, 24-25; A. B. Tur-nalı-E. Yücel, "istanbul'da Az Bilinen Bazı Tekkelerin Yerlerine Dâir Bir Araştırma (II)", Türk Dünyası Araştırmaları, 70 (Şubat 1991) 17/-191; A. B. Turnalı, "Cafer Paşa Tekkesi", DlA, VI, 555; Haskan, Eyüp Tarihi, I 116-117, 168-169, II, 7.

M. BAHA TANMAN



CAFERAĞA

Kadıköy İlçesi'nin mahallelerinden biridir. Kapladığı alan, Moda semtinin alanıyla aşağı yukarı örtüşür. Deniz kenarı ile Osman Ağa Mahallesi arasında yer alır. Bahariye semtinin bir kısmı da Ca-ferağa sınırları içine girer.

Mahallenin adının bâbüssaade ağalarının birinden geldiği sanılıyor. Cafer Ağa' mn Kadıköy İskelesi yakınlarında yaptırdığı Cafer Ağa Mescidi geçen yüzyılın son çeyreğinde yanarak ortadan kalkmıştır.

Cafer Ağa muhtarlığının kısa tarihçesi, bir bakıma, yakın dönemin toplumsal ve siyasi tarihini de yansıtır. 1950'lere kadar muhtar, Korutürk ailesindendi. 1950-1960 arasında, Koço'nun altındaki kayıkhaneyi işleten Karadenizli Yusuf Bey muhtarlık yaptı. 1960'tan sonra ise genellikle emekli subaylar muhtar seçilmiştir.

İstanbul'un karışık nüfuslu yerleşim alanlarından biriydi. Şimdi azınlık nüfus iyice azalmış olmakla birlikte, Moda Ca-mii'nin yanısıra bir Rum Ortodoks, bir Ermeni Katolik ile bir Fransız Katolik kilisesi ve rahibe manastırı, bir de Anglikan şapeli vardır.

İstanbul'un iki ünlü kulübü olan Moda Deniz Kulübü ile Lozan Kulübü Cafer Ağa Mahallesi'ndedir. Modaspor kulübü bir dönemde önemli ve başarılı bir basketbol takımı yetiştirmişti ve su sporlarında da iddialı olmuştu.

Önemli yabancı okullardan St. Jo-seph de Caferağa'dadır. Ondan başka Moda Koleji, Kadıköy Kız Lisesi, Kadıköy Kız Sanat Enstitüsü gibi okullar, üç ilkokul, ayrıca Aramyan Ermeni Ortaokulu ve artık kapanmış olan Caferağa Rum İlkokulu vardır.

1960'lara kadar genellikle bahçe içinde ve ikişer katlı evleriyle tanınan bu bölge, daha sonra yoğun apartmanlaş-manın etkisi altına girmiş, böylece nüfusu da bir hayli yoğunlaşmıştır.

İstanbul'un en eski plajlarından biri olan Moda Plajı da buradaydı.

MURAT BELGE



CAFFI, IPPOOTO

(1809, Bellano - 13 Mayıs 1866, Lissa yakınları) İtalyan ressam.

Belluno'da Prof. Antonio'dan resim dersleri aldı. 1827-1831 arasında Venedik Güzel Sanatlar Akademisi'ne devam etti. Prof. Tarquinio Orsi'nin perspektif ders-



CAĞAIAZADELER

370


377

CAĞALOĞLU HAMAMI

lerini izledi. 1832'de Roma'ya yerleşti. Dönemin tanınmış sanatçılarıyla dostluklar kurdu, eserleri sanat ortamında ilgi çekmeye başladı. 1838'de Milano'da sergilediği 12 tablosu olumlu eleştiriler aldı. 1843'te Yunanistan, Anadolu ve Ortadoğu'yu kapsayan uzun bir yolculuğa çıktı. Yunanistan'la ilgili 16 tablosu daha sonra bir kitapta yayımlandı. İstanbul, İzmir ve Efes'e giden Caffi, bu yerlerle ilgili çok sayıda desen ve tablo yapmıştır.

1844'te.Roma'ya dönüşünde, Papa XVI. Gregoire'm siparişi üzerine, çok tanınan "San Pietro Meydanı" ve "San Marco Meydanı" adlı tablolarını yaptı. 1848'de Venedik'in Avusturya'ya karşı ayaklanması üzerine Venedik'e giderek savaşa katıldı. Savaşın kaybedilmesi üzerine tutuklandı ve daha sonra İtalya ve Fransa' nın çeşitli şehirlerinde yıllar süren sürgün hayatına başladı. 1858'de Venedik'e döndü. Venedik Adliyesi için Roma ve Mısır'la ilgili duvar resimleri yaptı. İtalya' nın Avusturya'ya savaş açması üzerine donanmaya katılan Caffi, Lissa açıklarında yapılan deniz savaşında öldü. İtalyan peyzaj resmi geleneği içinde değerlendirilen Caffi, mimari ve arkeolojik yapılara ilgi duymuş, tabiat ressamı olmaktan çok bir mimari görünümler ressamı olarak tanınmıştır. Coşkulu ve perspektifin önem kazandığı kompozisyonlarında yer yer Caneletto çizgisine yakınlık görülür.

Caffi'nin günümüze İstanbul ile ilgili pek az eseri kalmıştır. "Ayasofya Yakınlarından İki Manzara", "Sultan Ahmed Camii", "Hipodrom", "Haliç", "Esirler Pazarı" ve "Kapalıçarşı" en önemlileridir.



Bibi. G. Perocco, Ippolito Caffi Resim Sergisi Broşürü, ist., 1980; Dictionnire deş peintres, sclupteurs, dessinateurs et graveurs, Paris, 1948-1955.

AHMET ÖZEL



CAĞALA2ADELER

"Ciğalazadeler", "Cağaloğulları" da denir. İstanbul'da bir semte ad veren İtalyan a-sıllı Osmanlı ailesi. Ailenin atası olan Yusuf Sinan Paşa (ö. 1605) ile oğlu Mahmud Paşa (ö. 1643) Cağalazadelerin ünlüleridir.

Sicilya'da Messina kentinde doğan ve Cigala adlı bir amiralin oğlu olan Don Scipione, 156l'deki Cerbe Deniz Sava-şı'nda babasıyla birlikte esir düştü. Kap-tan-ı Derya Piyâle Paşa, 14-15 yaşlarındaki Don Scipione'u, Enderun'a verdi. Müslüman olan ve Yusuf Sinan adını alan genç, kısa sürede göze girdi ve hasoda-ya geçti. Tarihçi İbrahim Peçevi'nin "bed renkli Frenk kibarı" diye nitelendirdiği Sinan, silahdar, mir-i alem, yeniçeri ağası oldu.

Diyarbekir, Budin, Van, Erzurum, Bağdat'ta beylerbeyilik (1579-1585) yaptı. • Lala Mehmed Paşa'nın önerisiyle vezirliğe yükseltildi. Revan beylerbeyi iken Öz-demiroğlu Osman Paşa'nın ölümü üzerine serdar-ı ekrem kaymakamı (vekili) oldu. İki kez kaptan-ı deryalık (1591-1595 ve 1599-1604), kubbe vezirliği (1595-1598), arada iki ay kadar vezirazamlık

(25 Ekim 1596-18 Aralık 1596) yaptı. Hoca Sadeddin Efendi'nin tavsiyesiyle elde ettiği bu görevde bir varlık gösteremedi. Cephede başlayan sadareti İstanbul'a dönmeden Harmanlı Konağı'n-da sona erdi. 1598'de bir yıl Şam valiliğinde bulundu. 1604'te şark seraskeri oldu. Doğu ordusunun disiplinini sağlayamadığı gibi İran cephesinde bozguna uğradı ve kışladığı Diyarbekir'de öldü.

Sert, geçimsiz, kırıcı bir vezirdi. Döneminin politik gruplarından Koca Sinan Paşa ekibine mensuptu. Karşıt grubun lideri de Ferhad Paşa'ydı.

Sinan Paşa'nın İstanbul'daki sarayı, günümüzde Türbe'den Nuruosmaniye' ye kadar uzanan alandaydı. Buraya "Cı-ğalazade Sarayı" deniyordu. Evliya Çele-bi'nin İstanbul sarayları arasında sözünü etmediği bu bina, 18. yy başına kadar ayaktaydı. Saray 1708 ve 1724'teki iki ayrı Hocapaşa yangınında zarar gördü. Sinan Paşa, Beşiktaş'ta mescit, hamam, medrese, mektep, Debbağ Yunus Mahal-lesi'nde mescit, Fethiye Camii yanında medrese ve mektep yaptırmıştı. Adını taşıyan semtteki hamamı, 18. yy'da yıkılmış, I. Mahmud tarafından yeni Cağa-loğlu Hamamı(->) yaptırılmıştır. Mihrü-mah Sultan'ın torunu ile evli olan Sinan Paşa'nın soyundan gelenler, Osmanlı hanedanı ile akrabalık ilişkilerini uzun zaman sürdürmüşlerdir.

Sinan Paşa'nın oğlu Mahmud Paşa, 1004-1614 arasında Rakka, Diyarbekir, Bağdat valiliklerinde bulundu. İstanbul' da kubbe vezirliği (1614-1635) yaptı. l623'te Anadolu'da ayaklanan sipahilere karşı gönderildi ise de bozguna uğrayıp Bursa'ya çekildi. III. Mehmed'in (hd 1595-1603) adı bilinmeyen bir kızıyla evli olan Mahmud Paşa'nın oğulları "sultanzade" sanını taşıyan Mustafa Bey, Karahoca İbrahim Kethüda ve Mehmed Paşa'dır. Mehmed Paşa'nın soyundan gelenler "Ciğalazade", "Cağaloğlu" önadlarını taşıyarak 18. ve 19. yy'larda İstanbul'un seçkin ve saygın bir ailesini temsil etmişlerdir. Bunlar arasında ilmiye ve ka-lemiye sınıflarında önemli görevler alanlar ve aile vakıflarına mütevellilik edenler olmuştur.

Yeni iş

merkezleriyle



eski yapıların

iç içe olduğu

Cağaloğlu'ndan

bir görünüm.



Hazıyn Okurer,

1993

Tire'deki Cağaloğlu Ali Paşa Türbesi'n-de yatan ve mezar taşında Cağalazade Ali Paşa adı okunan (ö. 1620) zatın İstanbul'daki Cağaloğulları ile ilgisi saptanamamıştır.

Türbe-Nuruosmaniye arasında kalan ve uzun süre İstanbul'un merkezi olan semt, günümüzde de Cağaloğlu adını taşımaktadır.

Bibi. Mustafa Nuri Paşa, Netayicü'l-Vukuat, I-II, Ankara, 1987, s. 116-122, 191-198, 208; Ataî, Hadaiku'l Hakaik, 474-479, 482, 610; Şeyhî, Vekayiu'l-Fuzalâ, I, 131, II-III, 689, 705, 716; Hadikatü'l-Vüzerâ, 47-48; Tarih-i Peçevî, II, (haz. M. Uraz), İst., 1969, s. 325-332, 380-381, 420, 468-469; Y. Öztuna, Devletler ve Hanedanlar, II, Ankara, 1969, s. 593_594; h. Önkal, Tire Türbeleri, Ankara, 1991, s. 48-56.

NECDET SAKAOĞLU



CAĞALOĞLU

Tarihi yarımadada vilayet binasından başlayarak II. Mahmud Türbesi köşesine kadar uzanan yolun iki tarafında kurulu semt.

Cağaloğlu semti, Eminönü İlçesi'ne(-») bağlı Hobyar Mahallesi ile Alemdar Mahallesi sınırlan içindedir. Batı ve güney yönlerden Çemberlitaş, doğudan Sultanahmet, kuzeyden de Sirkeci semtleri ile çevrilidir.

Cağaloğlu'nun Bizans devrinde de bir yerleşim yeri olduğunu 1935'te Ankara Caddesi'nden Ayasofya'ya doğru uzanan bölgede yol genişletme amacıyla yapılan kazılar sırasında bulunan mozaikler kanıtlamaktadır. Bu mozaikler İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde korunmaktadır.

Evliya Çelebi'nin de yazdığı gibi, Cağaloğlu, Osmanlı döneminde ekâbir saraylarının bulunduğu bir semtti. Bunda sarayın yakınlığının önemli payı olmalıdır. 16. yy'ın son çeyreğinde sadrazamlık yapan Ciğalazade Sinan Paşa'nın sarayının ve yaptırdığı hamamın bu bölgede bulunması, semtin "Ciğalaoğlu" ismini almasına neden olmuş, Cigala adlı bir İtalyan babadan olan Yusuf Sinan Paşa, sonraları "Ciğalazade" namıyla anılmış, semtin adı da halk ağzında "Ciğala-oğlu"ndan Cağaloğlu'na dönmüştür.

Osmanlı Devleti'nin sadaret makamı

ve devletin yönetim merkezi olan Babıâli'nin^) varlığı semte daha 18. yy'dan itibaren özellik kazandırmış, Osmanlı bürokrasisinin, Müslüman seçkinlerin yaşadığı bir bölge halini almıştır. Semtte yaşayanların toplumsal düzeyinin yansıması sayılabilecek ilginç bir olay, Cağaloğlu sakinlerinin semtlerinin temizliğine ve aydınlatılmasına yönelik girişimleridir. İstanbul'un fethinden 19. yy'ın ortalarına kadar, İstanbul sokaklarında aydınlatma olmadığından akşam ezanından sonra, hava karardığında sokağa fenersiz çıkmak yasaktı. Genellikle yatsı namazından sonra fener ile de sokağa çıkılmazdı. Cağaloğlu halkı, 1860'larda, semtin sokaklarını kendi imkânları ile aydınlatmaya karar vermiştir. R. E. Koçu'nun "Cağaloğlu İttifakı" dediği, bir semt halkının herkese açık bir toplantıda ilk defa sokaklarının temizliği ve aydınlatılması konusunda karar vermesi olayı, 21 Şevval 1280 tarihli Tercüman-ı Ahval gazetesinde haber olmuştur.

Sadaret mensuplarının, paşaların, yüksek bürokrasinin yaşadığı Cağaloğlu, 1870'lerden sonra Türkçe basının merkezi haline gelmeye başlamış, bu dönemden sonra Cağaloğlu ve Babıâli sözcükleri, devlet yönetimiyle birlikte basm-yaym çağrışımını da yaptırmıştır. Cum-huriyet'in ilanından sonra ise semt siyasal nitelik ve ağırlığım kaybederken basın merkezi olma özelliği öne çıkmıştır (bak. Babıâli Caddesi). Sirkeci'den Cağaloğlu'na doğru tırmanan dik yokuş da eskiden Babıâli Yokuşu diye anılırken, 1923'lerden sonra daha çok Cağaloğlu Yokuşu diye anılmaya başlamıştır.

Toplumsal, tarihsel konumu gereği, Cağaloğlu'nda yüzyıllar boyunca, kimisi günümüze kadar kalmış, kimisi ise çoktan yok olmuş önemli yapılar vardır.

Bugüne kadar gelemeyen yapılar Cağaloğlu Meydanı'nm köşesinde ünlü Cağaloğlu Fırını, Cağaloğlu Hamamı yanındaki bir börekçi fırını ile bir helvacı dükkânı, çeşitli konaklar, bazı tarihi mabetler, okullar, tekkeler ve çeşmelerdir. Bunların bazıları ya yangınlar ya da yol düzenleme çalışmaları sonunda yok olmuştur. Bu eserlerin en önemlileri arasında, I. Süleyman (Kanuni) dönemi eserlerinden Hoca Kasım Efendi'nin yaptırdığı, minberini Rüstem Paşa'nın koydurduğu Tekke Mescidi, Sahaf Süleyman Efendi Mescidi ve Sarraf İskender Mescidi sayılabilir. İstanbul Şehremini Operatör Cemil Paşa'nın Edebiyat-ı Cedidecilerin sık sık bir araya geldikleri konağı da eskiden bu semtteydi.

Babıâli Caddesi ile Hükümet Konağı Sokağı'nın kesiştiği yerde ve kapısı sokağa bakan bugünkü Vilayet Konağı (İstanbul Valiliği), Osmanlı döneminde, Babıâli'nin Sadaret Dairesi'dir (bak. Babıâli). Cumhuriyet Türkiye'sinde İstanbul İli valilik makamı ve il bürosu olarak kullanılan Babıâli müştemilatının bir parçasında İstanbul Defterdarlığı bir di-- gerinde Başbakanlık Osmanlı Arşivi vardı. Bugün Defterdarlık'ın bulunduğu böl-

geye İstanbul Emniyet Müdürlüğü yerleşmiştir. Vilayet Konağı'nın yanında ve Babıâli Caddesi'ne bakan Naili Mes-cit(-+), II. Mehmed (Fatih) döneminde (1451-1481) yapılmış, 1868 ve 1902'de tamir görmüştür. Ciğalazade Sinan Paşa' nın sarayının ve hamamının bulunduğu yerdeki Düyun-ı Umumiye binası(->), bugün İstanbul Erkek Lisesi'dir.

İran Konsolosluğu (bak. İran Elçiliği binası) Türkocağı Caddesi ile Babıâli Caddesi'nin kesiştiği köşededir. Yine Türkocağı Caddesi'nde, bu binaların karşısında, bir zamanlar İttihat ve Terakki'nin merkezi olarak kullanılan, bugün harap durumda olan Kırmızı Konak ve bahçesinde Cumhuriyet gazetesi binası ile caddenin köşesinde, İran Konsolosluğu' nün karşısında Gazeteciler Cemiyeti binası vardır. 1741'de yapımı tamamlanan ve İstanbul'un en büyük çifte hamamlarından olan Cağaloğlu Hamamı(~»), eski adı Hilal-i Ahmer, yeni adı Prof. Kazım İsmail Gürkan olan cadde üzerinde bulunmaktadır. Fatma Sultan Sarayı'mn bulunduğu yerde yapılan hamamın erkekler kısmının kapısı bu cadde üzerinde iken, kadınlar kısmının kapısı Cağaloğlu Hamamı Sokağı'na açılır. Ankara Caddesi (Babıâli Caddesi) ile Nuruosmaniye Caddesi'nin kesiştiği yerdeki Gezeri Kasım Paşa tarafından yaptırılmış Gezeri Kasım Paşa Camii, 1957'de yıktırılıp yeri dolmuş durağı olmuş. Ancak cami, 1989' da, aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiştir. Köklü eğitim kurumlarından olan ve Ankara Caddesi'nde II. Mahmud Türbesi yanında bulunan İstanbul Kız Lisesi, 1983-1984 eğitim yılında Almanca öğretim yapan bir Anadolu lisesine dönüştürülerek Cağaloğlu Anadolu Lisesi a-dını almıştır. 19H'de kurulan okul, Mülkiye Mektebi ve İstanbul Erkek Sultanisi olarak kullanılan binaya 1915'te yerleşmiştir. L Dünya Savaşı sırasında birçok okul hastane haline getirildiğinden, bu bina da kısa bir süre için hastane olarak kullanılmıştır. Çatalçeşme Sokağı ile Hacı Rüstem Sokağı ve Başmusahip Sokağı kavşakları köşesindeki, eskiden Cağaloğlu Kız Enstitüsü olan binada, bugün Cağaloğlu Kız Meslek Lisesi ile Cağaloğlu Büro Yönetimi ve Sekreterlik Kız Meslek Lisesi bulunmaktadır. Hemen yanında Cağaloğlu Akşam Kız Sanat Enstitüsü o-larak kullanılan bina, günümüzde restore edilmektedir. Kızlarağası Rüstem Ağa Medresesi ile Molla Fenari Camii de semtte sayılması gereken önemli yapılardır.

Günümüzde konut yerleşim bölgesi olmaktan çıkan Cağaloğlu, basın-yayın hayatının kalbinin attığı bir merkez iken önce Tercüman sonra Hürriyet, Milliyet, Sabah, Türkiye gibi gazetelerin İkitel-li'ye taşınmasından sonra şimdi de büyük gündelik basının merkezi olmaktan çıkma sürecine girmiştir. Defterdarlık, Milli Eğitim Müdürlüğü, İstanbul Eğitim Müdürlüğü, Halk Eğitim Başkanlığı, Eminönü Halk Eğitim Merkezi ve Akşam Sanat Okulu Müdürlüğü, SSK Bölge Müdürlüğü vb devlet daireleri yanında,

Emniyet Sandığı'nm yerine yerleşen Ziraat Bankası, İş Bankası gibi bankalar, önemli iş merkezleri de semtte bulunmaktadır. Turizm yönünden canlı ve ö-nemli merkezlerin Kapalıçarşı, Ayasofya, Sultanahmet arasında olması, bölgede Cağaloğlu Hamamı gibi turistlerce oldukça iyi tanınan bir yerin bulunması, semtin turistik bir çekim alanı haline gelmesini de sağlamaktadır.

1993 İstanbul'unda Cağaloğlu, Eminö-nü-Sirkeci bölgesini Sultanahmet ve Be-yazıt'a bağlayan bir geçiş semtidir. Basın-yayın merkezi işlevi gitgide azalırken turizm işlevinin ağırlık kazandığı; öte yandan çeşitli eğitim kurumları ve devlet daireleri nedeniyle de eğitim ve yönetim işlevini koruduğu gözlenmektedir.

FİGEN TAŞKIN


Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   81   82   83   84   85   86   87   88   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin