BÜYÜKDERE CAMÖ
"Kara Kethüda Camii" olarak da anılan yapı Büyükdere'de, Çayırbaşı Caddesi ü-zerindedir.
Cami, III. Mustafa döneminde (1757-1774) sadaret kethüdası olan Mehmed Ağa tarafından yaptırılmıştır. 18. yy'da inşa edilen fevkani yapının duvarları kagir, çatısı ahşaptır.
Cami sonradan birçok değişikliğe uğramıştır. Harim mekânı üç adet betonar-
Büyükdere Camii
Yavuz Çelenk, 1994
me sütunla kuzeye doğru genişletilmiş ve doğu duvarına kadınlar mahfili eklenmiştir. Son cemaat yerinden bir merdivenle mahfile çıkılmaktadır. Harim, önde enine dikdörtgen bir alan ve buna üç sütunla bağlanan dik bir dikdörtgen alandan oluşmaktadır. Ana mekânın doğu ve batısında, üstte revzenli olarak üç, altta da ikişer adet olmak üzere pencereler açılmıştır. Mihrap duvarında ise, iki sıra halinde dört pencere bulunur. Mihrap tamamen Kütahya çinileriyle kaplanmıştır. Minber ahşaptan mamul olup basit bir görünüme sahiptir. Kuzeybatıda yer alan minarenin kaidesi yapı kitlesine bağlıdır. Ana mekândan ğirilebilen minarenin silindir gövdesi, tuğlaların ziğzag dizilmesiyle süslenmiş fakat günümüzde üzeri sıvayla kaplanmıştır. Caminin doğusunda küçük bir hazire yer alır.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 142; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 50-51, no. 215; Öz, İstanbul Camileri, II, 36.
TARKAN OKÇUOĞLU
BÜYÜKDERE ÇAYIRI
İstanbul'a 19 km uzaklıkta olan Büyükdere, Bizanslılar döneminde "Derin Vadi" anlamına gelen "Vatikolpos" ismini taşıyan, küçük kilise ile manastırların toplandığı bir balıkçı köyü idi. İstanbul' un fethinden sonra, 18. yy'ın ortalarına kadar fazla rağbet görmeyen bu yer, o zamanlar balıkçıların barınağı bir köy olmaktan ileri gidememişti. Buna karşılık, Büyükdere Çayırı (Sultan Çayırı) ve Korusu İstanbul mesireleri arasında en ziyade sözü edilenlerin başında geliyordu. Büyükdere Çaym'nda mevcut yaşlı çınarlardan birisi ilginçti; 1096'da Haçlı Ordusu kumandanlarından Godefroy de Bouillon'un bu çınar ağacının gölgesi altında karargâh kurduğu rivayet edilir. Dokuz gövdenin birleşmesinden oluşan bu çınarın (Yedi Kardeşler Çınarı) çevresinin 32 m, boyunun ise 60 m olduğu söylenir. Bir söylentiye göre üzerine düşen yıldırımdan; bir diğer söylentiye gö-
BÜYÜKDERE VAPURU
364
365
CAFER AĞA MEDRESESİ
re de, kovuk gövdesi içersinde hizmet veren kahvecinin ocağının tutuşması sonucu yanmıştır.
II. Mahmud sık sık bu çayıra gelir, sözü edilen çınarın altında oturup yeniçerilerin tokmak oyununu seyredermiş; ayrıca, zamanın ünlü musikişinaslarına burada konserler verdirirmiş. Evliya Çelebi, II. Selim'in de Büyükdere Çayırı'm sık sık ziyaret ettiğini; buradaki çınar, kavak, servi, salkımsöğüt ve diğer ağaçların her birisinin gökyüzüne ulaşmış ulu ağaçlar olduğunu belirtmektedir. II. Abdülhamid zamanında bir kolağası olan Tayfur Ağa el yazısı olarak bıraktığı hatıra defterinde, Büyükdere Çayırı'nda bir kır kahvesinden söz eder. Ünlü mesirenin şehre uzaklığı nedeniyle burada birkaç gün dinlenmek için gelenlere, kahvecinin hasırlar üzerine gayet temiz yer yatakları sererek bir çeşit "açık hava otelciliği" yaptığını anlatır.
Büyükdere Korusu ve Çayırı tarihte bazı önemli olaylara sahne olmuştur. Bunlardan en önemlisi III. Selim'in (hd 1789-1807) tahttan indirilmesiyle sonuçlanan yeniçeri ayaklanmasıdır (bak. Kabakçı Mustafa Ayaklanması). II. Mahmud ise, Yeniçeri Ocağı'nı kaldırarak "Asâkir-i Mansure-i Muhammediye"yi kurduğunda, yeni ordunun başında önce Rami kışlasında kalmış, sonra da Büyükdere Çayırı'nda kurulan ordugâha gelmiştir.
Eremya Çelebi Kömürciyan, Büyükdere Çayırı'nın nihayetinde büyük çınarların gölgelediği ağaç topluluklarından ötürü "Kırkağaç" ismi verilen bir yerden bahsetmektedir. Güzel bir mesire olan bu yerin bir başka adı da "Vadi-i Büzürk" idi.
Padişahlar Kırkağaç'ta avlanır, yerli ve yabancı varlıklı kişiler, çevresinde gezinti yaparlardı. I. Abdülhamid (hd 1774-1789) saltanatının ilk yıllarında, yazlık yer olarak seçilen bu mevkiye, sahildeki ağaçları kestirerek araba yolu açtırmıştır.
19. yy'ın ikinci yarısında, Büyükdere Boğaziçi'nin rağbet gören bir sayfiyesi durumundaydı. Çevrede Büyükdere Çayırı dışında birçok mesire yeri vardı. Meh-med Ağa Bahçesi veya Karakâhya Bahçesi bunlar arasındaydı.
Abraham Paşa'mn(-») babası, İstanbul sarraflarından Kevork Eramyan (Karakâhya), bugünkü Büyükdere veya Çayır-başı meyve ve süs bitkileri fidanlığının (Büyükdere Bahçe Kültürleri istasyonu) yerinde, kendi adını taşıyan meyve bahçesini kurmuştu. Süveyş Kanalı işlerinden servet yaparak saraya nüfuz eden, Sultan Abdülaziz'in dostluğunu kazanmış olan Abraham Paşa babasının meyve bahçesini daha da genişletmiş; bu arada, padişahların içinde avlandıkları Kırkağac'ı mülküne katmakla kalmamış, Bilezikçi-yan'dan Bilezikçi Çiftliği(->) Ormanı'nı satın almıştır. Beykoz ve Büyükdere'de geniş arazilere sahip olmuş, çiftlikler kur-
muştur. 1908'de, II. Abdülhamid, paşanın bu kadar geniş koruluklara sahip olmasını istememiş, keşif yaptırarak, parasını ödemek suretiyle arazileri hazineye devretmiştir. 1926'da, İstanbul İli'nde modern bir fidanlık kurulması kararlaştırılmış, uygun yer olarak, daha önce üzerinde meyve yetiştirildiği bilinen, hazineye devredilmiş "Büyükdere Sultan Çayırı" seçilmiştir. Türkiye'de meyveciliğin kurulması ve gelişmesini sağlayanlardan birisi olan İbrahim Fuat Tezcan, İtalya' dan davet edilerek getirtilen meyvecilik uzmanı Leopold Bologna ile birlikte, 1930'da, 80 dekarlık arazi üzerinde "Büyükdere Meyve Islah Enstitüsü"nü kurmuştur. Halen bölgede Büyükdere veya Çayırbaşı Fidanlığı olarak bilinen bu fidanlık bulunmaktadır.
Bibi. M. Eser, "Büyükdere Çınarı", İSTA, VI, 3250; G. A. Evyapan, Eski Türk Bahçeleri ve Özellikle Eski istanbul Bahçeleri, Ankara, 1972; M. T. Gökbilgin, "Boğaziçi", 1A, II, 680; Ç. Gülersoy, Boğaziçinin Yeşilörtüsü, Geçmişte ve Busun, 1972.
FAİK YALTIRIK
BÜYÜKDERE VAPURU
Şehir Hatları İşletmesi vapuru. 1948'de Hollanda'nın Den Haag şehrindeki In-dustrieele Handels Combinatie tezgâhlarında inşa edildi. Beş eşi daha vardı. İki buhar makineli, çift uskurluydu. 562 grostonluk olup 54,4 m boyunda, 11 m genişliğindeydi. Kazanı sonradan akaryakıtla ısıtılır duruma getirildi. 1985'te kadro dışı bırakıldı.
Şirket-i Hayriye'nin 14 baca numaralı vapuru da Büyükdere. adını taşıyordu. 1860'ta İngiltere'de inşa edilmişti. 170 grostonluk olup yandan çarklıydı.
ESER TUTEL
BÜYÜKOTLUKÇU YOKUŞU SARNICI
Bu sarnıç Fatih Camii Külliyesi ile Sultan Selim Camii arasındaki mıntıkada, çarşamba günleri kurulan pazarın bu bölgede bulunmasından dolayı halkın "Çar-şambapazarı" diye adlandırdığı yerdedir. Söz konusu yer Şeyh Resmî Mahallesi içinde kalmakta, sarnıç ise Haliç Cad-desi'ne dik olarak inen Otlukçu Yokuşu Sokağı'nın bitimine yakın ve onun sağ yanındaki arsada bulunmaktadır.
Bizans döneminde bu sarnıcın, arazinin eğimini düzleyen ve üzerindeki binaya altyapı teşkil eden bir sarnıç olması gerekir. Mevcut kaynaklarda hakkında herhangi bir bilgi bulunmayan bu yapı herhalde fetihten önce tamamen yıkılmıştı. Şehrin Türklerin eline geçmesinden kısa bir süre sonra ise, sarnıcın hemen önüne ve onun kuzeyinde bulunan bir yere Şeyh Resmî Mahmud Efendi tarafından 1471'de bir mescit yapılmıştır. II. Abdülhamid döneminde (1876-1909), Şeyhülislam Cemaleddin Efendi tarafından ihya edilen bu yapı 13 Haziran 1918
tarihindeki büyük yangında tamamen yanmıştır. Bugün bu yapıdan, alçak seviyede bazı duvar parçaları kalmıştır. Sarnıcın üzerini ise gecekondular işgal etmiş durumdadır. Zaten bu yapı 19. yy sonlarında da bakımsız ve içi 4 m yüksekliğinde çöple doluymuş. Bugün içini görmeye dahi imkân yoktur. Bu nedenle sarnıcı Strzygowski ve Forchheimer'ın notlarını değerlendirerek anlatıyoruz.
Büyükotlukçu Sarnıcı, düzgün dikdörtgen planlı bir yapıdır. Dört köşesi içten silindirik bir şekilde pahlanmış, uzun duvarlardan güneydekine dikdörtgen kesitli beş adet niş açılmıştır. Sarnıç 26,80x 21 m boyutlarındadır. Kuzey duvarında ana eksen üzerinde olmayan bir yere açılmış olan menfezden yapının içine girilmekte idi. Giriş duvarına dik vaziyette, dörderli altı sütun sırasından meydana gelen destek sistemini yirmi dört tane granit sütun oluşturmaktadır. Sütunların birbirinden uzaklıkları sabit olmayıp, bir yönde 2,90-4 m, buna dik gelen yönde ise 4,20-4,50 m olarak değişmektedir. Aynı şekilde sütun gövdesi, başlığı ve kaidelerinin de birbirlerinden farklı oldukları görülür. Bunun nedeni, bu mimari elemanların özel olarak bu yapı i-çin yapılmamış olmasından ileri gelir. Bundan dolayı boyu kısa gelen bazı sütun gövdelerinin altına çan şeklinde pos-tamentlerin koyulduğu, bazılarının üzerine impost blokların yerleştirildiği görülür. Sütun başlıkları mermerden olup, bunlardan bazıları çok sade, hattâ kimisinin üzeri hiç işlenmemiş kesik piramidal biçimli başlıklar iken, bazılarının üzeri üç tane geniş yapraklı akantus ile süslüdür. Bunlar korint nizamında ve oldukça dekoratif örneklerdir. Sütun başlıklarının bazılarının üzerinde bulunan Yunan harflerinin taşçı işaretleri olması gerekir.
Sütunlara dayanan kemerler bir nevi yalancı kubbe durumundaki otuz beş tane kubbeli tonozu taşımakta, esas kubbeler bunların üzerinde bir kılıf gibi yer almaktadır. Tonoz ve kubbeler arasında bırakılmış olan boşluk altyapının direncini pekiştirmek içindir.
Mamboury, sarnıcı 6. yy'a tarihlemek-te, Erdem Yücel ise taş işçiliğini değerlendirerek, sarnıcın Komnenoslar dönemine (1057-1185) ait olması gerektiğini belirtmektedir.
Bibi. Strzygowski-Forchheimer, Byzantini-schen Wasserbehâlter, 69; Janin, Constanti-nople byzantine, 206; E. Mamboury, istanbul Touristique, ist., 1951, s. 258; E. Yücel, "İstanbul'da Bizans Sarnıçları II", Arkitekt, S. 326 (1967), s. 65; Müller-Wiener, Bildlexi-kon, D/4-3; Ö. Ertuğrul, "İstanbul'da Bizans Devri Su Mimarisi", (İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Bölümü yayımlanmamış doktora tezi), 1989, s. 374.
ENİS KARAKAYA
BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ
bak. BELEDİYE
CABİR TÜRBESİ
bak. ATİK MUSTAFA PAŞA CAMİİ
CADDEBOSTAN
Kadıköy yakasında bir mahalle. Bugün Bağdat Caddesi adım alan Bağdat yolu, Anadolu'ya veya daha uzağa giden kervanların, hacı kafilelerinin, diğer yolcu gruplarının ve orduların güzergâhı idi. Yolun güneyine düşen ve bugünkü Göztepe, Erenköy, Fenerbahçe semtleri arasına rastlayan bölge büyük bir bostanla, tarla ve ağaçlarla kaplı olduğundan, 18. yy ortalarına değin asker kaçaklarının, hırsızların ve diğer kanundışı unsurların saklandıkları, bostancı devriyelerinin ise kol gezdiği bir yerdi. Bu niteliğinden ö-türü "Cadı Bostanı" diye adlandırılan bostan ve çevresinde, önce Bağdat yolunu koya bağlayan Cadıbostanı yolu (Bugünkü Caddebostan Caddesi) açıldı, sonra tarlalar şahıslara bağışlandı ya da satıldı ve yavaş yavaş yerleşime açıldı, evlerin, köşklerin yapımına başlandı. 1819'da II. Mahmud'un isteğiyle Mösyö Barbie tarafından yapılan İstanbul'un ikinci haritasına semt olarak ve "Caddebostanı" adıyla geçen yörede, II. Abdülhamid döneminde (876-909) Babıâli muhafızlığı, bir ara sadaret başyaverliği yapan piyade feriki (orgeneral) Cemal Paşa, henüz paşa olmadan geniş bir arazi satın alır, livalığm-da (tümgenerallik) Çiftehavuzlu Köşk'ü yaptırır, bostanı kaldırır, daha sonra o-nun gayretleriyle semt ıslah edilir. Zamanla, İdare-i Mahsusa vapurları Anadolu yakasına işlemeye başlayınca, bir de Caddebostanı Vapur İskelesi yapılır. Böylece zamanın ileri gelenlerinden birçoğunun yazlık köşklerinin, konaklarının bulunduğu, mesirelerin yer aldığı Göztepe, Erenköy, Suadiye, Fenerbahçe semtlerine Caddebostan da eklenmiş olur. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde Caddebostan artık kentin en mutena yazlık semtlerinden birisidir. 1926'da iskelenin bitişiğine geniş bir kır kahvesi açılır, gelen müşterilerin denize girmeleri için kadınlara ve erkeklere ait olmak üzere iki ayrı deniz banyosu mahalli hazırlanır. Daha sonraki yıllarda, bu kır kahvesi gazinoya, sadece kumluktan ibaret deniz hamamları ise kabinli plaja dönüştürülür. 1970'lerin sonlarına gelindiğinde, biri
300, diğeri 360 kahinlik mı bitişik plajdan oluşan Caddebostan Plajı (veya plajları) denizin aşırı kirlenmesinden dolayı kapanmış, sonra da 1980'lerin ikinci yarısında sahil yolu inşaatı sırasında denizin doldurulmasıyla tümüyle silinmiş, gazino ise yeniden düzenlenmiştir. 1934'te müstakil muhtarlık statüsüne getirilmiş olan mahallenin resmi adı olan "Caddebostanı" sözcüğünün sonundaki "ı" harfi halk dilinde düşmüştür. 1950 sonları ve 1960 başlarında Bağdat Caddesi'nin bugünkü durumuna imkân veren değişimi sırasında yöre artık yazlık değil sürekli yerleşim mahalli olurken Caddebostan da hızla yüksek apartmanlarla dolmuştur. Plajın kapanması, açık ve kapalı kı-sımlarıyla ve çay bahçesiyle birlikte gazinonun da değişip, başka bir hale dönüşmesi, motor ve kayık iskelesinin de ortadan kalkması sonucunda Caddebostan'ın sahil kesiminin canlılığı artık kalmamıştır; buna karşılık, Bağdat Caddesi'ne ve hemen güneyine rastlayan kesimleri gelişmesini sürdürmektedir.
İSTANBUL
CADDEBOSTAN VAPURU
Şehir Hatları İşletmesi vapuru. 1987'de Haliç Tersanesi'nde inşa edildi. 456 grostonluktur. 58,2 m boyunda, 10,6 m ge-nişliğindedir. Her biri 750 beygirgücün-de iki adet motoru olup çift uskurludur. 14 mil hız yapabilmektedir. Yazları 1.450, kışları 1.340 yolcu kapasitesi vardır.
Caddebostan Vapuru
Hazmı Okurer, 1994
1956'da İstinye Tersanesi'nde inşa edilen birbirinin eşi iki deniz otobüsünden biri de Caddebostan adını taşıyordu. 32 m boyunda, 6,6 m genişliğindeki bu küçük tekne, o zamana kadarki vapurlara hiç benzemediği için ilgi çekti. İçi bir şehir hattı vapurundan çok, büyükçe bir otobüsü andırıyordu. 190 kişilikti, ama 250 kadar yolcu alabiliyordu. Daha çok Köp-rü-Moda-Kalamış-Caddebostan, Suadiye-Bostancı ya da Büyükada-Yörükali Plajı, daha sonraları da Köprü-Harem-Salacak hatlarında çalıştı. Eşi Bostancı gibi o da
fazla uzun ömürlü olmadı.
ESER TUTEL
CADDE-İ KEBİR
bak. İSTİKLAL CADDESİ
f
Cafer Ağa Camii
Hazan Okurer, 1994
CAFER AĞA CAMİİ
Kadıköy'de, Moda Caddesi üzerinde, kendi adını verdiği sokağın içindedir.
Hadîka'da banisinin bâbüssaade ağalarından Cafer Ağa olduğu bildirilmektedir. Yapının 1760-1773 arasında yaptırıldığı tahmin edilir. 1298/1881'de yanan cami, 1900'de Vakıflar Müdürlüğü'n-ce tamir ettirilmiştir.
Küçük bir avlunun içine çapraz bir konumda oturtulan cami kagir duvarlı ve ahşap çatılıdır. Caminin güney, doğu ve batı duvarına ikişer adet, ince uzun ve sivri kemerli, neogotik tarzda pencere açılmıştır. Kuzeydoğuda sonradan a-çılmış sundurmak bir kapı ile içeri girilir. Aslı kare olan harim mekânı kuzey yönden genişletilmiş ve fevkani bir mahfil eklenmiştir. Kuzeybatıdan bir merdivenle çıkılan ahşap mahfil; kuzeye doğru dikdörtgen kesitli bir sütun, iki duvar payesi ve en arkada üç adet sütunla taşınır. Ahşap tavan, çıtaların kareler oluşturacak şekilde birbirlerini kesmeleriyle hareketlendirilmiştir. Tavanın etrafını alçıdan prizmatik üçgenler kuşağı dolaşır. Mihrap, iki yanını gülçelerin süslediği mu-karnaslı niş ve bunları sınırlayan iki zarif sütunçeyle klasik üslubu taklit eder. Vaaz kürsüsü ve minberi basittir.
Silindir gövdeli ve sade bir şerefe bölümü olan minare, sıvalı ve basit bir görünümdedir. Kurşun kaplı külahını çift boğumlu, yarım ay şeklinde bir alem tamamlar.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 255; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 74-75, no. 319; Raif, Mir'at, 22; Öz, İstanbul Camileri II 14-İSTA, VI, 3332; 1KSA, III, 1311.
TARKAN OKÇUOĞLU
CAFER AĞA MEDRESESİ
I. Süleyman (Kanuni) dönemi (1520-1566) bâbüssaade ağalarından Cafer Ağa tarafından, Ayasofya'nm kuzeyindeki Soğuk-kuyu Sokağı ile Alemdar Caddesi arasındaki dik yamaç üzerine yaptırılmıştır.
Medrese, Tezkiretü'l-Ebniye, Tezkire-tü'l-Bünyan ve Tuhfetü'l-Mimaririe göre Mimar Sinan'ın eseridir. Yapımına Ca fer Ağa tarafından, muhtemelen bâbüs saade ağalığı görevinde bulunduğu yıl larda (1554-1557) başlanan medrese, ağa
CAFER AĞA MESCtoİ
366
367
CAFER PAŞA KÜLLİYESİ
Cafer Ağa Medresesi'nin güneydoğudan görünümü.
Vakıf inşaat Arşivi
nin 1557'de ölümünden sonra, kardeşi Gazanfer Ağa tarafından tamamlatılarak, 967/1559 tarihinde eğitime başlanmıştır.
Cafer Ağa Medresesi bir külliyeye bağlı olmayan bağımsız medreseler grubuna girmektedir. Yerleştiği arsanın eğimi dolayısıyla, Alemdar Caddesi yönünde bir bodrum kat üzerinde yükseltilmiştir. Yol üzerinde yer alan dört hücrenin üst katla bağlantıları bulunmamaktadır. Alt kat muhtemelen vakfa gelir sağlamak amacıyla kiraya verilen ayrı bir bölümdür. Alemdar Caddesi'ne açılan birer kapısı ile bir alt, iki üst penceresi ve ocağı o-lan alt kat odaları, basık beşik tonozla örtülüdür.
Medrese girişi, Soğukkuyu Sokağı'na bağlı Soğukkuyu Çıkmazı'nın sonunda yer almaktadır. Basık kemerli bir kapıdan, dikdörtgen planlı bir avlu ve onu çevreleyen hücreler ile dershaneye ulaşılmaktadır. Uzun ekseni kuzey-güney doğrultusunda uzanan medrese avlusuna giriş, arsa koşullarının zorlamasıyla, dershane ile hücrelerin doğu kolu arasında sağlanmıştır. Sonuç olarak, doğu yönündeki hücre sayısı azalmış; kolları eşit uzunlukta olmayan bir "U" plan düzeni ortaya çıkmıştır. Dershane "U"nun açık ucu üzerinde, tek başına yer almaktadır. Dershanenin önünde, yalnızca girişi koruyan bir saçak bulunmaktadır. Giriş cephesinde, biri kapı üstünde, ikisi yanlarda üç kitabe vardır. Mermer söve-li kapı üzerindeki 967/1560 tarihli kitabe Bodrum (Yerebatan Sarnıcı ?) suyundan medreseye bir masura su bağlanması için padişahın izin verdiği belirtilmiştir. 1845-1847 tarihli diğer iki kitabe, medrese kandillerine zeytinyağı satın alınması için hayırsever kişilerce yapılan bağışlarla ilgilidir.
Kare planlı (iç ölçüleri 6x6 m) dershaneye basık kemerli bir kapıdan girilmekte; girişteki pabuçluktan bir basamakla dershane döşemesine çıkılmaktadır. Giriş duvarında, kapının iki yanında birer dolap bulunmaktadır. Diğer kenar-
larda yer alan iki alt, iki üst pencere ile mekân aydınlanmaktadır. Örtü, geçiş ö-ğeleri küresel üçgen olan bir kubbedir. Özgün bezemesinden ancak kubbe ortasında, lacivert zemin üzerine beyaz renkli, geometrik desenli bir parça ko-runabilmiştir.
Kare planlı taş ayaklar ve onları birbirine ve hücre duvarlarına bağlayan kaş kemerlerle oluşturulan revak, sivri çapraz tonozlarla örtülüdür. On beş hücrenin tümü aynı boyutta değildir. Doğuda-kiler kareye yakın, batıdakiler dikdörtgen planlıdır. Hücreler genelde revakla-ra açılan pencerelerle aydınlatılmaktadır. Ayrıca dış cephelere açılan üst pencereler bulunmaktadır. Her hücrenin bir ocağı ve nişi vardır. Hücrelerin çoğu küresel bingili kubbe ile örtülüdür. Özel durumlar olarak, kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerdeki dikdörtgen planlı hücrelerde tekne tonoz, hela biriminde aynalı tonoz kullanılmıştır.
Zaman içinde değişikliğe uğrayan medresenin özgün ocakları yok olmakla birlikte, bacaları korunmuştur. Özellikle batı cephesinde, alt kattaki hücrelere ait bacalar ile üst katın bitişik iki hücresinin bacalarının üçlü kümeler oluşturacak biçimde dizilmesi özel bir ritim yaratmaktadır. Kurşunla örtülü olan baca biçimleri de dönemin diğer bacaları arasında tek uygulamadır.
Avluda bir kuyu ve üstü kırma çatılı bir kapakla örtülen mermer bir su haznesi vardır. Haznenin özgün muslukları korunmamıştır; iki yüzünde üç musluk çıkış deliği saptanabilmektedir.
Medresenin avlu cephesinde, revak-larda ve dershanede özenli bir kesme küfeki taşı işçiliği gözlenmektedir. Daha az önemli görülen arka cephelerde ve Alemdar Caddesi cephesinde ise almaşık örgü (bir taş/üç tuğla) ve geniş derzli kaba yönü taş örgü teknikleri uygulanmıştır.
Mimar Sinan'ın 16. yy ortalarında yaptığı Süleymaniye Evvel ve Sani, Semiz
Ali Paşa, Sultan Selim medreseleriyle benzer özellikler gösteren Cafer Ağa Medresesi, günümüze değişik tarihlerde geçirdiği onarımlarla ulaşmıştır. Son o-larâk, 1989'da Türk Kültürüne Hizmet Vakfı tarafından Vakıf İnşaat'a yaptırılan onarım sonrasında medrese, Cafer Ağa Medresesi Kültür Merkezi adı altında, geleneksel Türk el sanatlarının öğretildiği, üretildiği ve satıldığı bir turistik merkeze dönüştürülmüştür. Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 7-8; Sicill-i Os-manî, II, 69; Baltacı, Osmanlı Medreseleri, 173-174; Demircanlı, Evliya Çelebi, 328-329; Kütükoğlu, Darü'l-Hilafe, 33-34; Kütükoğlu, İstanbul Medreseleri, 305-306.
ZEYNEP AHUNBAY
CAFER AĞA MESCİDİ
Fatih îlçesi'nde, Şehremini'de, İbrahim Çavuş Mahallesi'nde, Ayık Fırını Soka-ğı'nda bulunmaktadır.
Banisi II. Mehmed (Fatih) döneminin (1451-1481) ileri gelenlerinden Yusuf Fa-kih'tir. Banisinin adıyla da anılan ve zamanla harap olan mescidi Yayabaşı Cafer Ağa yeniden yaptırmış, 922/15l6'da da vakfını ihya etmiştir. Hamamî Halil Ağa 1090/l679'da minber koydurarak mescidi camiye dönüştürmüştür. Girişin üzerinde yer alan, ilk satırı sülüsle, alttaki beş satırı talikle yazılmış olan kitabede yapıyı, 1317/1899'da, II. Abdülha-mid'in yakınlarından olan, Rıfaî tarikatının Sayyadî kolundan "Ebü'1-Hüdâ" lakaplı Şeyh Seyyid Ahmed Safi Efendi' nin, vefat eden kardeşi Seyyid Mehmed Nureddin Bey'in adına yeniden inşa ettirdiği ve "Hüdâiyye Tekkesi" adını verdiği belirtilmektedir. Cafer Ağa Mescidi' nin, son şeklini aldığı bu yenilemeyi müteakip Rıfaîliğin Sayyadî koluna bağlı bir mescit-tekke niteliği kazandığı anlaşılmaktadır.
Mescit 1970'te betonarme olarak yenilenmiştir. Çatısı kiremit örtülüdür. Doğu ve batı cephelerinde sivri kemerli büyük pencereler yer almaktadır. Mihrap duvarının önünde, on kadar mezarı barındıran küçük bir hazire mevcuttur. Giriş cephesi iki katlı olarak düzenlenmiş, alt ve üst kısımların köşelerine, iki sıralı ikişer pencere konmuştur. Üsttekiler sivri kemerli, alttakiler dikdörtgen açıklık-lıdır. Kuzeydoğu köşesinde, II. Mah-mud'un tuğrasını taşıyan küçük bir çeşme, demir doğrama bir camekânla çev-
Cafer Ağa Mescidi'nin giriş cephesi. Yavuz Çelenk, 1994
relenmiş olan girişin üzerinde 1317/1899 tarihli ihya kitabesi ile II. Abdülhamid' in tuğrası bulunmaktadır.
Kapalı son cemaat yerinden, dikdörtgen planlı harim kısmına geçilmektedir. Buradaki ahşap korkuluktu fevkani kadınlar mahfilini iki tane betonarme sütun taşımaktadır. Yapının içini, klasik üslupta yapılmış kalem işleri süslemektedir. Duvarların alt kesimi kahverengi fayanslarla, mihrap ise sıraltı tekniğinde Kütahya çinileriyle kaplanmıştır. Ahşap minber sade görünümlüdür. Yapının kuzeybatı köşesinde, betonarmeden, ince uzun gövdeli minare yükselmektedir. Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Deften, 388; Ayvansarayî, Hadîka, I, 80; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 24-25, no. 123; Öz, İstanbul Camileri, I, 38; Yüksel, Bâyezid-Ya-vuz, 438; Fatih Camileri, 73.
EMiNE NAZA
CAFER ÇELEBİ (Tacizade)
(1452, Amasya - 13 Ağustos 1515, İstanbul) Divan şairi.
II. Bayezid'in şehzadeliğinde onun şehreminliğini yapan Taci Bey'in oğludur. Devrin ünlü hocalarından ders gördü. Hat hocası ünlü hattat Şeyh Hamdullah'tır. Medrese öğreniminden sonra çeşitli yerlerde müderrislik ve kadılık yaptı. Çaldıran seferinde (1514) Şah İsmail' in esir alınan eşi ile evlendirildi. 15l4'te Anadolu kazaskeri oldu. Ancak çok geçmeden patlak veren yeniçeri ayaklanmasında önce evi yağmalandı ve bir müddet sonra haksız yere suçlanarak I. Se-lim'in (Yavuz) emri ile öldürüldü. Mezarı İstanbul Balat'taki, adını taşıyan mescidinin haziresindedir.
Şiir ve düzyazı sahasında oldukça önemli eserler vermiş olan Cafer Çelebi' nin bilinen 6 kitabı vardır. Divan (3.000 beyit kadar tutar), Münşeat (tarihi önemi olan nesirler), Mahrûsa-i istanbul Fetihnamesi (İstanbul'un fethine dair küçük bir risale), Enîsü'l-Ârifîn Tercümesi (Farsçadan tercüme ahlak kitabı), Kûs-name (hicivler) ve Hevesname. Edebi eserlerinde dili oldukça yalın olan Cafer Çelebi'nin en önemli eseri Hevesname' dir (yazılışı: 1493). II. Bayezid'e sunulan eser, 15. yy'da Türk edebiyatım istila etmiş olan tercüme hareketinin dışında orijinal bir mesnevidir. 3.750 beyitlik Hevesname'nin en önemli yanı da istanbul'un ilk defa bir mesnevide geniş çaplı anlatılmış olmasıdır.
Kitabın baş kısımlarında yer alan İstanbul anlatımları, 15. yy için şehrin bir aynası sayılır. Cafer Çelebi'nin Mahrûse-i İstanbul Fetihnamesi 'nde anlattığı İstanbul'a ait tarihi bilgiler, coğrafi, sosyolojik, toplumsal ve çevresel bilgilerle adeta pekiştirilmiştir. İstanbul'un pek çok semtinin ve kurumunun ayrıntılarıyla ve canlı tablolar halinde sunulduğu bu eserdeki genel İstanbul tasvirleri ile Galata' daki ticaret hayatının anlatıldığı bölümler oldukça önemlidir. Galata için, De-rûnun cây-gâh-ı işret etmiş / Frengin bütleriyle ziynet etmiş övgüsüne karşın
oranın İstanbul'a nispetle fazla bir değeri olmadığı, Ana sen karşı durmak böyle her gah /Ne haddindür deyû kesmiş deniz râh beytiyle ifade edilir. Burada şairin İstanbul hakkındaki sözleri ise sanatın doruğuna ulaşır: Eder rüc-hânını Firdevs teslim / Sığar bir kuşesine yedi iklîm. Eserde Topkapı Sarayı, kubbeleri, mermer havuzu ve bahçeleriyle ihtişamlı bir mekân olarak zikredilir. Saraydaki hamam için de ayrıca bir bölüm açılmıştır. Burada devrin hamam âdetleri ve padişahın hamama gidişleri zengin motiflerle canlandırılır.
Cafer Çelebi Hevesname'nin sonraki bölümlerinde İstanbul'daki önemli mekânları tanıtır. 17 beyitlik Ayasofya bahsinde buranın ihtişamını mimari ve tarihi değeri ile Türk İstanbul için önemim vurgular: Cihan mülküne vüs'atde müsavi / Muallâ kubbesi eflâka havî / Mülevven câ-be-câ a'mâd u lâkı / Yeşil mermer kimi, kimi somaki. Yedikule hakkında yazdığı 4 beyitte surları ve kuleleri tanıtır. Eserin en uzun mekân tasviri Fatih Camii hakkındadır (54 beyit). Bu bölümde Fatih'in İstanbul'da pek çok imar hareketine giriştiği, eserler yaptırdığı, caminin de bunlardan biri olduğu, sanat şaheseri olmak yanında İstanbul için bir sembol telakki edildiği anlatılıp kapısı ve pencereleriyle, minareler ve şadırva-nıyla, müştemilat ve bahçesiyle, süslemesi ve hatlarıyla gerçekten övülecek bir mekân olarak gösterilir. Anâsır ner-dübândır kapısında / Zühal bir kara taşdır yapısında denilerek tasvir edilen Semâniye Medresesi hakkında da 19 güzel beyit yazılmış olup o devir ilim hayatı ve Fatih medreseleri müderrisleri hakkında bilgi verilir. İmaret ve darüşşi-fa tasvirinde ise hastaların ne yolla tedavi edildikleri ve fakir-fukaranın imaret-lerdeki hayatları ele alınır. Sırada Eyüb
Cafer Paşa Külliyesi'nin vaziyet planı. ibrahim Rıfat Erkoğlu, 1970/Vakıflar Arşivi
Sultan adına kurulan cami ve semt vardır. Daha sonra Fatih'in kabri ile 15. yy devlet büyüklerinin yaptırdıkları eserlerden de kısa kısa bahsedilmektedir.
Cafer Çelebi, eserinin asıl mesnevi bölümünde öncelikle İstanbul'un bahar tasvirlerini yapar ve Kâğıthane hakkında geniş anlatımlara yer verir. Onun Kâğıthane'de gördüğü eğlenceler, zevk ve safa âlemi, gündelik mesire hayatı vb hakkında değerli epizotları da yine bu bölümde anlatır. Hevesname'nin tamamı göz önüne getirildiğinde 15. yy İstanbul' unu bu denli berrak anlatabilen ikinci bir esere rastlamak zorlaşır. Nitekim Cafer Çelebi'deki İstanbul sevgisi, onun diğer eserlerine de yansımıştır. Divaridaki pek çok gazelde, güzellerden, güzelliklerden, aşktan, kadından ve içkiden söz e-dilirken onun hemen daima İstanbul' daki hayatı terennüm ettiği sezilir.
Dostları ilə paylaş: |