Bibi. G. Schlumberger, İstanbul Adaları, İst., 1937; E. Mamboury, Leş iles deş princes, ist., 1943; Erdenen, Adalar; E. Çelebi, Seyahatname, İst., 1976; Tuğlacı, istanbul Adaları, II; R. E. Koçu, "Burgazadası", İA, VI; "Burgaz Adası", TA, VIII.
NEJAT GÜLEN
BURHAN FELEK SPOR SİTESİ
Altunizade ile Karacaahmet arasında, Zeynep Kâmil Hastanesi'nin karşısındaki geniş çukur alanda bulunan spor kompleksi. Daha sonra atletizm sahası haline getirilen küçük bir stadyum, tribünsüz bir küçük futbol sahası, tek taraflı tribünü bulunan küçük bir spor salonu ve bir kapalı yüzme havuzundan ibaret kompleks, Anadolu Spor Sitesi adı altında hizmete girdi. Bir semt spor kompleksi olmasına rağmen önemli spor karşılaşmalarına da sahne oldu. Küçük salonunda
Burmalı Han'ın
avlusundan
bir görünüm.
Yavuz Çelenk,
1994
basketbol lig maçları, basketbol ve voleybolda Avrupa kupaları maçları oynandığı gibi atletizm sahasında da Balkan şampiyonası yapıldı. Spor sitesine 1982' de ölümünden sonra ünlü spor adamı ve Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Başkanı Burhan Felek'in adı verildi.
CEM ATABEYOĞLU
BURMALIHAN
Eminönü'nde, Rüstem Paşa Külliyesi'nin bulunduğu alanda, Rüstem Paşa Ca-mü(-0 ile Büyük Rüstem Paşa Ham ve Çukur Ham'nın (Küçük Rüstem Paşa Hanı) bulunduğu kareye yakın bir ada üzerinde, Hasırcılar Caddesi ile Kızıl Han Sokağı köşesinde yer alan Burmalı Han, Rüstem Paşa Camii'ne "U" şeklindeki planın iki kolu ile sınırlanan avlusu ile açılır.
Kitabesi olmayan yapı, mimari özellikleriyle 16. yy'ın ortalarına tarihlenebilir.
Yapının "U" şeklindeki planının kollarını oluşturan bölümleri, iki sokaktan cephelere açılan iki giriş koridoruyla zeminde kesilmiş, bunlardan Hasırcılar girişi önündeki bir merdivenle üst kata çıkış sağlanmıştır. Böylece iki katlı olarak düzenlenen planda, zemin katta taş payeler üzerindeki üç açıklık halinde, yuvarlak şekilli tuğla-derz kemerlerle oluşturulan revak sjstemi gerisindeki mekânların birer kapı ile revak altına açıldıkları görülür. Üst katta da revak sistemi gerisinde bir sıra mekân inşa edilmiştir. Bu mekânlar, birer kapı ve birer pencere ile revak altına açılırken birer pencere ile de dışa açılırlar.
Yapının dışında yer alan bir sıra dükkân, orijinal cephelerin alt kat cephesini belirlediğinden, dükkânlar üzerinde kesme taş ve tuğla-derz olarak devam eden cephe yüzeyi de pencerelerle hareket kazanmıştır. Bu pencereler dikdörtgen taş söveli olup, üstten tuğla, yüzeysel bir sivri kemerle kavranmıştır.
Yapıda avlu cephesini oluşturan iki katlı revak sisteminde, taş taşıyıcı sistem de kullanılmış, tuğla-derz kemerlerde ve kemerler üstündeki yüzeylerde taş, tuğ-
BURMAI1 MESCİT
340
341
BURSALI, ŞEFİK
la-derz doku yer almıştır. Yapıda, zemin kat revakları ve mekânları beşik tonoz, üst katta ise revaklar beşik tonoz, mekânlar kubbe ile örtülmüştür. Hanın iki kapısı da taş örgülü yuvarlak kemer ve sövelerle belirginlik kazanmıştır.
Yapıda, zaman içinde yapılan onarımlar bazı görsel bozukluklar yaratmıştır. Buna rağmen bir 16. yy yapısı olarak Rüstem Paşa Külliyesi ile organik bağ kurması yönünden önemlidir.
Bibi. A. Saim Ülgen, "Rüstem Paşa Heyeti", Mimarlık, S. 1-2 (1952), s. 23-28.
GÖNÜL CANTAY
BURMAII MESCİT
Şehzade Camii'nin kuzeyinde, avlu kapısının önündedir.
Vakfiye tarihi 902/1497 olan mescidin banisi Mevlana Emin Nureddin Osman, mescidin yanındaki hazirede gömülüdür. Kabir taşında 96l/1533'te öldüğü yazılıdır. Kare planlı ve düz çatıyla örtülü yapının son cemaat yeri bir sıra kesme taş ve üç sıra tuğla, harimin yan duvarları kesme taş, avlu duvarları ise moloz taş örgüyle inşa edilmiştir. Önünde, devşirme başlıklı dört mermer sütun üzerine atılmış, iki yana açılan, sivri kemerli bir son cemaat yeri vardır. 1958' den sonra yapılan onarımlar neticesinde, son cemaat yerinin üzeri çıtalı düz, ahşap bir tavan ile örtülmüştür. Son cemaat yerinin duvarındaki iki kemer bingisi, bu bölümün daha önce üç adet tonoz ile örtülü olduğuna işaret eder. Aynı şekilde, ana mekânın ölçüleri de, mescidin restitüsyondan önce kubbeyle örtülü olduğunu akla getirir. Son cemaat yerinin sağındaki basık kemerli mermer kapının üzerinde pembe mermerle çerçeve içine alınmış kitabe boşluğu bulunmaktadır. Bu kapıdan, sonradan fevkani bir mahfil eklenmiş olan harim bö-
Burmalı Mescit
Hazım Okurer, 1993
lümüne girilir. Harim, son cemaat yeri gibi çıtalı, düz bir ahşap tavanla örtülüdür. Mukarnas dolgulu mihrabının altı mermer, üstü alçıdır. Minberi ve vaaz kürsüsü ahşap ve yenidir.
Yapı, her duvarında, altta mermer sö-veli dikdörtgen, üstte ise daha küçük boyutlarda yuvarlak kemerli ve revzenli pencerelerle donatılmıştır. Cepheler iki sıra kiıpi saçakla son bulmaktadır.
Mescide ismini veren burmalı minaresi, değişik tasarımı ve istanbul'da tek örnek olmasıyla dikkat çekicidir. Çokgen kesitli kaide ile bundan taşan pabuç kısmı kesme taş ile örtülüdür. Pabuç kısmında düşey konumda olan, alt uçları palmetli kaval silmeler, tuğla örgülü, silindir biçimli gövdede burmalı olarak devam etmekte, şerefe altında tekrar, kesme taştan düşey silmelerle son bulmaktadır.
Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 237-238; Ayvansarayî, Hadîka, I, 65; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 18-19, no. 93; S. Eyice, "istanbul'da Bazı Cami ve Mescit Minareleri", Türkiyat Mecmuası, 1953, s. 247-248; Eyice, istanbul, 56; Öz, İstanbul Camileri, I, 37; Yüksel, Bayezid-Yavuz, 245-247; 1KSA, III, 1293-1294; Eminönü Camileri, 46-47.
TARKAN OKÇUOĞLU
BURMALI SÜTUN
Sultanahmet Meydanı'nda, Bizans Hip-podrom'undan günümüze ulaşabilmiş, Yılanlı Sütun ismiyle de tanınmış tunç anıt.
Bizanslılar, Romalıların izinden yürüyerek İstanbul'u dikilitaşlarla süslemişlerdi. Bunlardan birisi de Hippodrom' da(->) yarış alanını ikiye ayıran spina üzerinde I. Thedosius ile Constantinus Porphyroginitus dikilitaşları arasına yerleştirilen Burmalı Sütun'dur.
I. Constantinus (hd 324-337), imparatorluğun çeşitli yerlerinden bazı anıtları sökerek İstanbul'a getirtmişti. Delp-hi'de Apollon Mabedi önünde bulunan Burmalı Sütun da bu arada İstanbul'a getirilmişti.
Yunan mitolojisine göre, kuvvet, kudret ve güzellik tanrısı Apollon, kötülükleri simgeleyen "Piton" isimli yılanı boğarak öldürmüştür. 31 Yunan kolonisi, memleketlerini istila eden Perslere karşı kazandıkları Salamis (MÖ 480) ve Platea (MÖ 479) zaferlerinden sonra ellerine geçirdikleri savaş ganimetlerini eriterek büyük bir tütsü sehpası ile altından kazan yapmışlardı. Sonra da bunu Delphi' deki Apollon Mabedi'ne sunmuşlardı. Bu anıt birbirlerine sarılmış, 8 m yüksekliğinde, 29 boğumlu üç yılanın taşıdığı, üç ayaklı altın bir kazandan meydana gelmiştir. Burada yılanların başları birbirlerinden ayrılarak üç ayrı yöne bakmaktadır. Ayrıca yılan gövdelerinin üzerine de savaşa katılmış 31 Yunan sitesinin isimleri yazılmıştır. Bu anıt İstanbul'a getirilirken taşıdıkları üç ayaklı altın kazan kaybolmuştur. Hünernam^deki minyatürlerden 16. yy'a kadar bu anıtın tamam olduğu görülebilmektedir. Bunu
Burmalı Sütun
Nazım Timuroğlu, 1993
izleyen zaman süreci içerisinde yılan başları kaybolmuştur. Ancak 19. yy sonlarındaki bir araştırmada bunlara ait bir üstçene parçası bulunmuş olup bugün İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ndedir. Evliya Çelebi, bu yılanların İstanbul'u yılan, çıyan ve akreplerden koruduğunu yazmıştır. Öte yandan söylentiye göre bir yeniçeri bu yılanların başlarını koparmış ve o zamandan beri de İstanbul'da bu tür hayvanlar çoğalmıştır.
Burmalı Sütun, Sultanahmet Meyda-nı'nı süsleyen anıtlardan biridir. Günümüze ancak 5,30 m'lik bir kısmı ulaşabilmiştir. Söylentiye göre Osmanlı döneminde yılan başları ok ve mızrak oyunlarında hedef olmuş, tarihindeki ilk rejim uygulaması da yine bu anıtın önünde olmuştur. İstanbul'da Latin istilasına karşı varlığını koruyabilmiş ender eserlerden birisidir.
BibL G. Bruns, "Der Obelisk und seine basis Hippodrom zu Konstantinople", Istanbuler Forschungen, İst., 1937, s. 33-68.
ERDEM YÜCEL
BURSA TEKKESİ MESCİDİ
Eminönü İlçesi'nde, Bahçekapı'da Hob-yar Mahallesi'nde, Arpacılar Caddesi'nde, Yeni Cami'nin yakınında yer almaktadır.
İstanbul'un kuşatmasına katılmış olan Şeyh Mehmed Geylanî ile kardeşi Şeyh Ali Geylanî tarafından fetihten az sonra bir mescit-zaviye olarak tesis edilmiştir. Bu iki kardeşin Kadirîliğin piri Seyyid Abdülkadir Geylanî'nin (1078-1166) neslinden ve tarikatından oldukları, İstanbul'un fethinden önce Bursa'da yaşadıkları anlaşılmaktadır. T. Öz, istanbul Camileri'nde, hayrat kayıtlarına göre, yapının içinde bulunan türbenin 1453'te yapılmış olduğunu söylemektedir. Yapının girişi üzerinde bulunan 1246/1830 tarihli ihya kitabesinde, "şeyheyn-i ke-rubi-sıfat" olarak anılan kardeşlerin, bu mevkideki Haliç surlarının önünde ku-
satmaya katıldıkları, "Fatih'le etmişler sebat tutup bu mevzi'de mekân" mısraı ile ifade edilmiştir. Diğer taraftan Mehmed Ziya, istanbul ve Boğaziçi adlı eserinde, ayan azasından olup evkaf nazırlığı da yapmış olan Bursalı Rıza Efendi' nin, II. Mehmed'in (Fatih) bizzat kaleme aldığı bir temliknameyi Abdülmecid' e gönderdiğini nakletmekte ve bu belgenin metnini vermektedir. Burada, Fatih'in "şeyh-i azizim" diye hitap ettiği Şeyh Mehmed Geylanî'ye Bahçekapı ve civarını temlik ettiği kayıtlıdır. E. H. Ay-verdi, Osmanlı Mimarisinde Fatih Dev-rz'nin III. cildinde, bu belgenin büyük bir ihtimalle mevcut olduğunu, ancak metinde görülen üslubun ve kelimelerin 15. yy'a ait olamayacağını, söz konusu temliknanıenin 19. yy'da aslından istinsah edildiğini iddia etmektedir. Adı geçen şeyhlerin vefat tarihleri ile mescit-zaviyenin tesis tarihi tam olarak tespit edilememektedir. 134i/ 1925 tarihli Esâ-mi-i Tekâyâ Defteri'ndeki kayıtta bani olarak Şeyh Ali Efendi'nin adı verilmektedir. Ağabey olduğu anlaşılan Şeyh Mehmed Geylanî'nin daha önce -muhtemelen T. Öz'ün türbenin yapım tarihi olarak verdiği 1453'te, fetihten az sonra-vefat ettiği, kardeşinin inşaatı tamamlattığı, vakfiyeyi de düzenlediği tahmin edilebilir.
Söz konusu yapı, banisinden ötürü "Şeyh Mehmed Geylanî Mescidi", ayrıca 1850'lere kadar etrafını saran ve buradaki caddeye de adını vermiş olan arpacı dükkânlarından dolayı "Arpacılar Mescidi" adlarıyla da anılmaktadır. Çeşitli tarihlerde bu çevreyi etkileyen yangınlarda ortadan kalkıp tekrar ihya edildiği bilinmektedir. Bugünkü yapı II. Mah-mud (hd 1808-1839) tarafından 12467 1830'da inşa ettirilmiş, 1970'lerde de e-saslı bir onarım geçirmiştir. Halen cami olarak kullanılmaktadır.
Kurulduğu yıllarda Kadirîliğe bağlı olduğu tahmin edilebilen bu mescit-za-viyenin daha sonraki dönemlerde tarikat faaliyetine ilişkin yönü karanlıkta kalmaktadır. Hadîka'da "...imameti ve hitabeti ve meşihatı evladına neslen ba' de nesi meşruttur" denilmekte, banilerin vefatından sonra bir müddet onların neslinden gelen ve imam-hatiplik görevini de üstlenen şeyhlerin burada hizmet ettiği anlaşılmaktadır. İstanbul tekkelerinin dökümünü içeren belgeler arasında yalnızca BOA'da. bulunan ve A. Çetin tarafından yayımlanmış olan 11997 1784 tarihli listede "Bahçekapısı haricinde Bursa Tekkesi Şeyhi Mustafa Efendi" kaydına rastlanmaktadır. Buradan 18. yy' m son çeyreğinde tekkenin faal olduğu anlaşılmakta, şeyhinin adı öğrenilmekte, ancak hangi tarikata bağlı olduğu açıklık kazanmamaktadır. II. Mahmud'un ihyası ile tekkelerin kapatılması arasında geçen yaklaşık yüz yıllık süre içinde hiçbir belgede bu tekkenin zikredilme-mesi 1830-1831'den itibaren yapının yalnızca cami olarak kullanıldığım kanıtlamaktadır.
Bursa Tekkesi
Mescidi'nde
girişin
bulunduğu
doğu
cephesinden
bir görünüm.
M. Baha Tanman,
1985
Halen binanın arsası, doğuda Arpacılar Caddesi, diğer yönlerde de üzerlerinde işhanlannın bulunduğu parsellerle kuşatılmıştır. İki katlı ve dikdörtgen tabanlı (16x17,50 m) olan yapı arsanın tamamını işgal eder. Kuzey yönünde yapıya bitişik olan ve son onarımda ortadan kaldırılan imam meşrutasının yerinde önceleri tekkenin selamlık ve harem birimlerinin bulunduğu tahmin edilebilir. Aslında zemin kat kagir, üst kat ahşap olarak inşa edilmiştir. Son onarımda üst kat duvarları da kagire dönüştürülmüş, ancak caddeye bakan cephe yine ahşap malzeme ile kaplanmış, bu arada zemin katın cadde üzerindeki duvarlarına traver-ten taşından bir kaplama yapılmıştır.
Zemin katın Arpacılar Caddesi üzerindeki kesiminde, güneyden kuzeye doğru üç adet dükkân, cümle kapısı ve banilerin sandukalarını barındıran küçük türbe bölümü yer alır. Bursa Tekkesi Mescidi'nin en ilginç yönü zemin kattaki bu türbenin üzerinde binanın devam etmesidir. Hemen daima tarikat yapılarında karşılaşılan, cami ve mescit tasarımında hiç alışılmamış olan bu yerleşim, binanın tekke olarak da kullanıldığı dönemden günümüze intikal edebilmiş yegâne özelliğini oluşturur. Türbe, basık kemerli ve demir parmaklıklı bir niyaz penceresi ile caddeye, bir kapı ve küçük bir pencere ile de giriş bölümüne açılmaktadır.
Dikdörtgen açıklıklı cümle kapısının üzerinde 1246/1830 tarihli ihya kitabesi bulunur. Manzum kitabenin, Şair Rasih'e ait olan on beyitlik metni Yesarîzade Mustafa İzzet Efendi'nin (ö. 1849) nefis ta'liki ile yazılmıştır. Cümle kapısından küçük bir taşlığa girilmekte, buradan hem türbeye geçilmekte hem de fevkani mescide çıkılmaktadır. Mescidin, sağır olan kuzey duvarı boyunca iki katlı mahfiller uzanmaktadır. Batı duvarında sekiz, mihrap duvarında da iki pencere vardır. Caddeye bakan doğu duvarında ise üç adet, basık kemerli büyük pencere ile daha küçük boyutlu üç tane dikdörtgen pencere sıralanır. Bu duvarın kuzey kesiminde, fevkani mahfili aydınlatan iki ufak pencere ile "mükebbire" niteliğindeki ezan okuma balkonu yer alır. Ahşap mescitlerin ve tekkelerin bir-
çoğunda görülen ve bu yapıların kendilerine özgü tasarım unsurlarından olan söz konusu balkon son onarım sırasında iptal edilmiştir. Diğer taraftan mescit tavanının merkezindeki beyzi göbek, mihrabı çevreleyen defne yapraklı süsleme kuşağı, doğu cephesi üzerindeki yivli pilastrlar gibi, II. Mahmud dönemi ampir üslubunu(-») yansıtan bütün ayrıntılar da bu arada tarihe karışmıştır. Günümüzde bu üsluptan geriye kalmış tek ayrıntı doğu cephesini taçlandıran üçgen alınlıktır.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 240; Çetin, Tekkeler, 584; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 118-119, no. 172; Ziya, İstanbul ve Boğaziçi, I, 326-327; İSTA, II, 1052-1053; Öz, istanbul Camileri, I, 3; Ayverdi, Fatih III, 501; M. O. Bayrak, İstanbul'da Gömülü Meşhur Adamlar, ist., 1979, s. 119
M. BAHA TANMAN
BURSALI, ŞEFİK
(Bursa, 1903 - Ankara, 20 Nisan 1990) Ressam. İlk ve orta öğrenimini Bursa'da tamamladı. Zor şartlar altında geçen ilk-gençlik yıllarında çeşitli işlerde çalıştı, resimle ilgilendi. İlk ürünleri olan suluboya çalışmalarını bu dönemde üretti. 1921' de Yunan işgali altındaki Bursa'dan İstanbul'a geldi. Güzel Sanatlar Akademisi' nin giriş sınavını kazanarak İbrahim Çallı Atölyesi'nde eğitim görmeye başladı. 1921-1930 arasındaki öğrencilik döneminde sıkça gittiği Bursa'dan gerçekleştirdiği peyzajları dikkati çekti. 1930'da açılan Avrupa sınavını kazanmasına karşın ödenek yokluğu nedeniyle yurtdışına gönderilemedi. Bursalı, üyesi olduğu Güzel Sanatlar Birliği'nin düzenlediği Galatasaray sergilerine, 1923'ten başlayarak düzenli olarak katıldı. Daha sonraki yıllarda (1934-1936) öğretmen olarak görev yaptığı Konya'dan gerçekleştirdiği peyzajları ile sanat .ortamında tanındı. 1936'da Güzel Sanatlar Akademisi'ne hoca olarak atandı ve bu kurumda 30 yıl görev yaptı. Sanatçı İstanbul peyzajlarını ağırlıklı olarak bu dönemde gerçekleştirmiştir. Portre ve natürmort türünde eserler vermiş olmasına karşın, daha çok peyzaj ressamı olarak tanınır.
Şefik Bursalı'nın resminde izler aranırsa, son dönem Fransız resminin farklı
BUSBECQ, AUGffiR GfflSLAIN 342
343
BÜYÜCÜLÜK
Bizanslılar, savaşmayı sevmedikleri için putperest topluluklardan gelen ve barbar dedikleri kişileri paralı asker olarak Türkmenlerin hükümdarı Sultan Me-sud'a (Anadolu Selçuklu Hükümdarı I. Gıyaseddin Mesud) (hd 1116-1156) karşı savaştırıyorlardı.
Konstantinopolis'ten sonra denizyoluyla Haçlıların elindeki Antiokheia'ya (Antakya) giden Bünyamin, Suriye, Irak, İran ve Mısır'ı gezdikten sonra ülkesine dönmüştür. Seferha (Gezi Kitabı) adlı eseri ilk defa 1543'te İstanbul'daki Yahudi matbaasında basılmış ve böylece bu kentte basılmış ilk kitaplardan biri olmuştur.
STEFANOS YERASİMOS
BÜYÜCÜLÜK
Her yerde olduğu gibi İstanbul'da da büyücülük yaygın bir meslekti. Şehir halkı arasında büyü için "Büyüye inanmak hak, yapan da yaptıran da kâfirdir." sözü yaygındı. Ancak, kendisi için iyi olacağına inandığından ya da başkasına kötü niyetle büyü yaptıranlar, yapılmış
IV- Dil bağı için. Bir pare kâğı-. da yaza. Andan mezar taşı altında göme. Diye ki "Kabirde meyyit nice yatırsa o dahi dili bağlana." kim o kimse meyyit gibi ola:
eğilimlerinin etkileri görülebilir. Yapısalcı, izlenimci ve akademik etkilerin özgün bir bileşimi söz konusudur. Salt gözleme dayalı, belgeci doğa yorumuna karşı çıkar. Yalın, abartısız peyzajlarında derin, dramatik anlamlar yüklüdür.
Yaşamının son dönemine kadar üretkenliğini sürdüren sanatçıya, 1986'da Kültür ve Turizm Bakanlığı kültür ve sanat büyük ödülü verildi.
Bibi. K. Giray, Yeni Boyut, S. 18 (1978); Boyar, Türk Ressamları; Ş. Erdiren, Ankara Sanat, S. 14 (1972); N. Islimyeli, Türk Plastik Sanatçıları Ansiklopedisi, Ankara, 1967.
AHMET ÖZEL
BUSBECQ, AUGIER GHISLAIN de
(1522, Komen - 28 Kasım 1592, Maillot Şatosu, St. Germain yakınları) Flaman kökenli diplomat. Adı Flamanca Ootge-er Giselijn van Bosbeke olarak yazılır.
Bugün Fransa'nın kuzeyinde Lille yakınlarında bulunan Bousbecque Köyü' nün senyörü II. Georges (Joris) Ghiselin' in gayrimeşra çocuğudur. Louvain ve Paris'te okudu. 1549'da Kutsal Roma-Ger-men imparatoru V. Kari (Charles-Quint) tarafından meşrulaştırılarak onun maiyetine girdi. 1554'te Avusturya Arşidükü Ferdinand'ın elçisi olarak ingiltere Kraliçesi Maıy'nin düğününde hazır bulunmak üzere gitmiş olduğu Londra'dan döndüğünde, o dönemde istanbul'daki imparatorluk elçisi Anton Wrancic'in (Ve-rantius) yanına olağanüstü görevle gönderildi. Amacı 1547'de imzalanan ama ispanyolların 1550'de Tunus'taki Mehdiye kentini almaları, Osmanlıların da 1551-1552'de Erdel'e (Transilvanya) sefer düzenlemeleriyle bozulan antlaşmanın yeniden imzalanmasını sağlamaktı. Kasım 1554'te Lille'den ayrılan Busbecq, Brüksel ve Viyana'ya uğradıktan sonra Budapeşte, Belgrad, Niş ve Sofya yoluyla 20 Ocak 1555'te İstanbul'a vardı. Ancak o sırada Nahçıvan seferinden dönen I. Süleyman (Kanuni) Amasya'da kışlamaktaydı. Bunun üzerine Busbecq 9 Mart'ta yola çıktı ve İznik-Bozüyük-Polatlı-Anka-
Şefik
Bursalı'mn Baitalimam'ndan bir peyzajı, tuval üzerine yağlıboya, 66x50 cm. Nazım Timuroğlu fotoğraf arşivi
ra-Çorum yoluyla 7 Nisan'da Amasya'ya vardı. Burada, Kanuni ile görüştükten sonra 24 Haziran'da istanbul'a döndü. Görüşmelerin sonucunu bildirmek için 3 Temmuz'da İstanbul'dan Viyana'ya doğru yola çıktı.
11 Ağustos'ta varmış olduğu bu kentten kasım ayında, bu defa elçi olarak İstanbul'un yolunu tuttu. Osmanlı başkentine Ocak 1556'da vardı. Ertesi yıl Wran-cic'in geri dönmesiyle tek elçi olarak antlaşmanın imza edildiği 1562'ye kadar İstanbul'da kaldı. Ağustos 1562'de İstanbul'dan son defa ayrıldı.
İstanbul'da yedi yıla yakın bir zaman kalan Busbecq, elçiliğinin anılarını Latince dört uzun mektup halinde yazmıştır. Bunların ilk ikisi 1582'de Anvers'te basıldı. 1589'da ise tamamı yine aynı kentte basıldı. Aynı zamanda bir Rönesans hümanisti olan Busbecq'in bu yapıtı Osmanlılar hakkında o dönemde yazılmış en önemli ve en çok okunan kitaplardan biridir. Hepsi 16. ve 17. yy'a ait 32 Latince baskısı, birincisi Leipzig'de (1596) olmak üzere 7 Almanca çevirisi, 7 İngilizce, 3 Felemenkçe, 2 İspanyolca, 2 Fransızca, l Çekçe (1594), l Lehçe (1597) çevirileri vardır. Türkçeye Türk Mektup-
Behzat Butak
(solda) Muhsin
Ertuğrul ile.
Gökhan Akçura
arşivi
ları (İst., 1939), Kanuni Devrinde Bir Sefirin Hatıratı (Ankara, 1953) ve Türkiye'yi Böyle Gördüm (İst., ty) adlarıyla üç kez kısmen çevrilmiştir.
Busbecq'in mektuplarında İstanbul'a ait izlenimler çok önemli bir yer tutmaz. Herhalde bunun başlıca nedeni elçinin bu kentte kalış süresinin büyük bir kısmını, resmi ikametgâhı olan Çenıberli-taş'taki Elçi Hanı'nda kapalı, hattâ hapsedilmiş olarak geçirmesidir. Osmanlı-Avusturya ilişkilerinin bir sonucu olan bu durumdan dolayı Busbecq en çok Elçi Hanı'm ve bu handan gördüklerim anlatmıştır. İstanbul'a ilk gelişinde kenti biraz daha çok gezmiş olmalı ki, bu münasebetle Atmeydanı'nı, Kulaksız Avrat Pazan'm ve oradaki Arkadios Sütunu'nu anlatır. Bundan başka bayramlarda Edirne Kapısı dışında ve Okmeydam'nda yapılan gösterilerden söz edilir. Ayrıca, 1561 yazında, İstanbul'daki veba salgınından kaçan Busbecq Heybeliada'daki Rum manastırına sığınır ve burası hakkında bazı bilgiler verir.
STEFANOS YERASİMOS
BUTAK, BEHZAT
(16 Ekim 1891, Bursa - 27 Ekim 1963, İstanbul) Tiyatro ve sinema oyuncusu. Bursa'ya sürgün olarak giden babasının 1906'da ölmesi üzerine ailesiyle İstanbul'a geldi. Girdiği Ticaret Mektebi'nden ayrılarak Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi) Resim Bölümü'nde öğrenime başladı. İlk kez 1908'de Sahne-i Heves topluluğunda Beyimin Tiyatro Merakı oyunuyla sahneye çıktı. Ardından Mürebbi-i Hissiyat, Darü't-Temsil-i Osma-nî gibi toplulukların oyunlarında oynadı. 1910-1914 arasında başta Şark Dram Kumpanyası olmak üzere birçok toplulukta sahneye çıktıktan sonra, 19l4'te sınavı kazanarak Darülbedayi'ye girdi. Ancak, I. Dünya Savaşı'nın çıkması üzerine askere alındı. 1918'de Rakibe adlı oyunla Darülbedayi'ye döndü. Yine aynı yıl sahnelenen Kayseri Gülleri'tideki Bodos Ağa rolüyle geniş ilgi topladı. Daha sonraki yıllarda Darülbedayi'deki birtakım iç sorunlar nedeniyle, zaman zaman bu kurumdan ayrılmak zorunda kaldı. Bu ara-
da Yeni Sahne, Türk Tiyatrosu, Ertuğrul Muhsin ve Arkadaşları, Ferah Tiyatrosu topluluklarında sahneye çıkan Butak, 1927'de Muhsin Ertuğrul'un yöneticiliğe atanmasıyla yeniden Darülbedayi'ye (1934'ten sonra Şehir Tiyatroları) döndü ve ölümüne değin hiç ayrılmadan bu kurumda çalıştı. Sanatçı, görev aldığı oyunların birçoğunun sahne tasarımını da gerçekleştirmiştir. Butak'ın oynadığı piyeslerden bazıları, Yorgaki Dandini (1924), Hamlet (1927) Venedik Taciri (1930), Fermanlı Deli Hazretleri (1931), Lüküs Hayat (1933), Saz-Caz (1937), Wind-sor'un Şen Kadınları (1938), Şamdancı (1942), Vişne Bahçesi (1943), Müfettiş (1945), Ceza Kanunu (1947), Bir Kavuk Devrildi (1952), Hisse-i Şayia (1953), Meraki (1955), Fettan Kız (1959), Üçüncü Selim (1961), Göp'tür (1962). Sinemada da roller alan Butak'ın oynadığı filmlerden bazıları, Himmet Ağa'.nm İzdivacı (1918), Ateşten Gömlek (1923), istanbul Sokaklarında (1931), Aynaroz Kadısı (1938), Kahveci Güzeli'âü (1945).
HİLMİ ZAFER ŞAHİN
BÜLBÜLDERESİ TEKKESİ
bak. SELAMİ ALİ EFENDİ TEKKESİ
BÜNYAMİN (Tudelalı)
(12. yy) Ortaçağ Yahudi gezginlerinin en önemlisi diye bilinen Bünyamin bin Yo-na, 1130 dolaylarında, İspanya'nın kuzeyinde, 1114'te Araplardan alınıp Navarra Krallığı'na katılmış olan Tudela (Tuteyla) kentinde doğdu. 1159-1167 arasında başlayan Doğu Akdeniz'e ve Ortadoğu'ya yolculuğu, 1172-1173'te bitti. Ölüm yılı bilinmemektedir.
Tudela'dan Barselona'ya gelen Bünyamin, buradan Marsilya, Cenova ve Pi-sa yoluyla Roma'ya varmış ve sonra Ot-ranto'dan karşıya geçerek, Tessalya, Makedonya ve Trakya yoluyla Kostantino-polis'e ulaşmıştır. Geçmiş olduğu yerlere ait bilgiler özellikle oralarda bulunan Yahudi cemaatleriyle ilgilidir.
Bünyamin Konstantinopolis'e geldiğinde Bizans tahtında I. Manuel Komne-nos (hd 1143-1180) vardı. Bünyamin'e göre o dönemde Bizans başkenti dünyanın en önemli ve en zengin kenti olup, ancak Bağdat'la kıyaslanabilirdi. Oraya Bağdat'tan, İran'dan, Mısır'dan, Filistin' den, Rusya'dan, Macaristan'dan, Peçe-nek ve Hazar ülkesinden, Lombardiya ve İspanya'dan tüccarlar ve mallar geliyordu. Ayasofya ve Hippodrom'u gören gezgin Blahernai Sarayı'nı da anlatır.
Bünyamin'e göre, Konstantinopolis' teki Yahudiler kentte barındırılmaz, Halic'in ötesinde Pera (bugünkü Galata) denilen bölgeye yerleştirilirdi. Burada 2.000 kadar Rabbani (Doğulu), 500 Karay Yahudi ailesi vardır ve mahalleleri bir duvarla birbirlerinden ayrılmıştır. Bunların arasında ipek işleyen ustalar, tüccarlar ve zengin kişiler bulunmaktaydı. Ata binmelerine izin verilmezdi, ancak imparatorun hekimi Mısırlı Salamon'a bu konuda ayrıcalık tanınmıştı.
olduğuna inanılan bir büyüyü bozdurmak isteyenler eksik olmazdı.
Bu işle uğraşanların elinde, başkalarından büyük bir özenle gizledikleri, yazarı bilinmeyen büyü kitapları vardı. istanbul Folkloru adlı eserinde bunlardan birini tanıtan M. Halit Bayrı, "Aşka Ait Büyüler", "Kaçağı Tutmak, Uzaktaki Bir Kimseyi Geri Getirmek İçin Yapılan Büyüler", "Dil ve Uyku Bağlamak İçin Yapılan Büyüler", "Muhtelif Büyüler" başlığı altında sınıflandırılmış yüzden fazla büyü yayımlamıştır.
İstanbul halkı arasındaki yaygın bir eski inanışa göre herhangi bir büyüyü yapan Müslüman ise bir yolu bulunarak büyü çözülebilir; büyücü Hıristiyan ise çözülmesi ancak ölüp de eli çürüdükten sonra mümkün olabilirdi.
Her büyünün özel olarak hazırlanan koruyucu ve bozucu dua, eylem ve malzemeleri bulunduğu gibi genel olarak bütün büyülerden korunmak için çeşitli yollar da vardı: Çingeneler tarafından satılan kurt kıçını üstünde bulundurmanın; boyunda içi cıva dolu fındık taşımanın;
Dostları ilə paylaş: |