Bariş ve demokrasi partiSİ 2014 merkezi YÖnetim büTÇe yasa tasarisi muhalefet şerhi



Yüklə 1,11 Mb.
səhifə14/19
tarix28.07.2018
ölçüsü1,11 Mb.
#61441
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   19

Roboski Katliamı

Milli savunma adı altında halkın verdiği vergiler sonucu, milli savunma bakanlığına verilen milyarlarca lira, yapılan bu harcamaların halkı öldürme, katletme gibi sonuçlar çıkmaktadır. Bunun en açık örneği 34 yurttaşın savaş uçakları ile katledildiği Roboski katliamıdır. Aradan geçen bunca zamana rağmen failler açıklanmamıştır. Başbakanın ‘’olayın takipçisiyiz’’ ‘’talimatı ben vermedim, sabredin’’ demesine rağmen olayın takibi olmadığı ve talimatın kimin verdiği kamuoyundan saklanmakta ve olayla ilgili hiçbir açıklamanın olmadığı ve hala örtbas edildiği açıkça ortadadır. Ancak Roboski katliamını unutmadık unutturmayacağız.



Kimyasal Silahlar ve Necdet Özel

Bir diğer konuda TSK’nın kullandığı kimyasal silahlarla ilgilidir. 24 Ekim 2011 yılında Hakkâri Kazan Vadisinde 36 PKK’linin hayatını kaybettiği çatışmalardır. Çatışmalarda kimyasal silah kullanıldığına ilişkin iddia ve kanıtlar olmasına rağmen bu konuda bakanlık herhangi bir soruşturma başlatmamıştır. Şu an Genelkurmay başkanı ORG. Necdet Özel’in 11 Mayıs 1999’da Şırnak Silopi’de ARGK gerillalarına karşı kimyasal silah kullandığı ve 20 ARGK’linin hayatını kaybettiği iddiaları vardır. Ama şu an Necdet Özel Genelkurmay Başkanı ve bu konuda açıldığını bildiğimiz herhangi bir soruşturma yoktur. Toplumsal hafıza asla unutmaz.



Ergenekon Davaları

Milli Savunma Bakanlığı’nın bütçesi görüşülürken elbette ki, ana tartışma konularından bir tanesi de Ergenekon Davaları olmalıdır. Bilindiği üzere, 1990-2000 yılları arasında Kürdistan coğrafyasında siyasi hak talepleri, devlet güçleri tarafından zor yoluyla bastırılmak istenmiştir. Bu zor ve baskı aygıtlarının devreye girmesi beraberinde insanların yerinden edilmesini, insan hak ihlallerini ve binlerce insanın yaşamını yitirmesini toplumumuzun önüne koymuştur. Söz konusu dönemde 6 milyon yerinden edilen yurttaş, 17000 faili meçhul, 40000 insan yaşamını yitirmiştir. Ergenekon davalarında yargılanan birçok askeri amirin, söz konusu dönemde Kürdistan’da görev aldığı bilinmekte olmasına rağmen, deyim yerindeyse Ergenekon Davaları Fırat’ın Doğusunu es geçmiştir. Yüz yıllık bir vesayet geleneği olan ordu kurumu ile yüzleşme diye 1997 yılından bu yana ortaya konan vesayet pratikleri cezalara konu olmuştur. Bu da göstermektedir ki, sistemin kendi içindeki iktidar kavgalarının bir sonucu olarak Ergenekon Davaları işletilmiştir. Ki hazırlanan iddianamelerde Kürdistan’da işlenen suçlar yer almamakta, Kürdistan’da mağdur olanların davaya müdahil olma talepleri de ret edilmiştir. Ergenekon Davaları sonuçlanan haliyle, bir yüzleşmeden çok iki iktidar grubunun düellosunu yansıtan bir arena olarak vücut bulmuştur.



Helikopter & Füze İhalesi

2013 yılı içerisinde milli ssvunma konusunda yapılan füze ihalesi ve atak saldırı helikopteri tam bir skandala niteliğindedir. Yazılı ve görsel basının yanı sıra, Milli savunma bakanlığının yaptığı açıklamalar atak saldırı helikopterinin hem ülke içinde kullanarak hem de ihraç edilerek savunma sanayisinde kar edeceklerini açıklamışlardı. Ancak %100 yerli malı olduğu söylenen atak helikopterin özellikle motorunun ABD’den ithal edilmesi, ihracatının ABD’ye bağlı olması tamamen bir utançtır. Hiçbir zaman denetlenemeyen Milli Savunma Bakanlığı bütçesi bunun yanı sıra örtülü ödenekten ve birçok dernek, vakıf, kamu kurum ve kuruluşundan ödenek almasına karşın ürettiği bir malzeme bulunmamaktadır. Bu ve bunun gibi sorunların çözümü adına MSB herhangi bir çözme girişiminde bulunmaması nedeniyle güven verici bir kurum olmaktan oldukça uzaktır. Bu kadar çok bilinmezliğin olduğu bir kurumda soruşturma yapılmıyor, kamuoyuna hesap verilemiyorsa söyleyecek bir şey de yoktur.



RAPORLAR

İHD Barış Sürecinde Çekilmeyi İzleme Komisyonu Raporu

İnsan Hakları Derneği (İHD), PKK’nin 8 Mayıs 2013’te Türkiye sınırları dışına çekileceği yönünde verdiği karardan sonra, “Geri Çekilmeyi İzleme Komisyonu” kurarak, 25 kişilik bir komisyonla, aktif şekilde yerel izlemeleri gerçekleştirmiş, yaptığı çalışmalar çerçevesinde sınır illeri başta olmak üzere çeşitli illerde il valilikleriyle görüşmeler yapmış; yine bölgene yaptığı incelemeler sonucu gözlem ve değerlendirmelerini “Barış Sürecinde Çekilmeyi İzleme Komisyonu Raporu” adı altında yayınlamıştır.



İHD raporuna göre, bölgede çatışmasızlık durumu genel olarak sorunsuz devam etse de, bölgede yapılan gözlemler sonucu çekilmeyi zora sokan birçok sorundan raporda bahsedilmiştir. Bu sorunlardan öne çıkanları, çekilmeyi zora sokan askeri faaliyetler, hali hazırda yapımı süren ve yeni yapılacak karakol/kalekol projeleri, korucu sayılarının arttırılması, güvenlik barajları ve mayınlı araziler olarak sıralanabilir. İHD raporundan veriler ve özet alıntılarla raporda bahsedilen sorunlar aşağıda sıralanmıştır.

1) Askeri Faaliyetler:

  • Özellikle çekilme yapan grupların takibi için sürekli olarak Heronların uçurulması, bazı alanlarda pusulama faaliyetlerinin olması, savaş uçaklarının sürekli olarak kritik alanlarda uçması ve zaman zaman bazı grupların helikopterlerle taciz edilmesi, çekilme sürecinde yaşanan sorunların başında gelmiştir.

2) Karakol-Kalekol ve Askeri Üs İnşaatları:

  • Bölge genelinde ciddi oranda karakol ve askeri üs yapımının olduğunu gözlemlenmiştir. Öte yandan bazı bölgelerde işlevsiz kalan jandarma karakollarının kapatılmaya başlandığını söyleyebiliriz. Örneğin Siirt’te 3 karakolun kapatıldığını tespit edilmiştir.

  • Hakkâri’de, Hakkâri merkez, ilçe, köy ve sınır boylarında olmak üzere TOKİ tarafından yeni 189 adet karakol ihalesi yapılmıştır.

  • Şırnak’ta toplamda 10 yeni karakol yapımı sürerken, bazı karakollarda da yenileme çalışmaları devam etmektedir. Ek olarak, Beytüşşebap’ta merkez karakolu büyütülmekte, Mezra Beldesi’nde de tabur büyütülmektedir.

  • Uludere ilçesine bağlı Uzungeçit beldesinde mahalle içinde ve tapusu mahalle sakinlerine ait arsa üzerinde yeni bir karakol yapımına başlanmış olup, konu yargıya intikal ettirilmiştir.

  • Dersim’de 5'i kale, 16'sı mobil karakol ve 31 tanesi de askeri kule olmak üzere toplamda 52 askeri üssün 22’sinin yapımına başlanmıştır. Bunun yanında daha önce Dersim'de yapılan karakollar ise daha stratejik tepelere taşınmaktadır. Stratejik tepelere taşınan karakollar için ormanlar seyreltilmektedir. Özellikle Nazimiye yolu, Ovacık yolu, Pertek'in bazı noktalarında, Dersim merkeze bağlı Çiçekli köyü kırsalında ve birçok noktada ormanlar seyreltilmektedir. Yeni karakol yapımları için ise İl Jandarma Komutanlığı’nın Orman İşletme Müdürlüğü’nden ormanlık bölgelerin tahsis edilmesi için talepte bulunduğu da İHD’nin aldığı bilgiler arasındadır.

  • Dersim'de yapılmak istenen karakolların en fazla yoğunlaştığı yerlerin başında Pülümür Vadisi gelmektedir.

3) Güvenlik Barajları:

  • Dersim’de Munzur Vadisi üzerinde yapımı devam eden 4 güvenlik barajı olduğu bilinmektedir. Yine Çemişgezek ilçesinde Tagar Suyu üzerinde yapılan baraj ve Aliboğazı’nda yapımı devam eden barajlar bulunmaktadır. Ancak şu sıralar sınır hattında yapılan barajlar dikkat çekmektedir.

  • Şırnak’ta 11 adet güvenlik barajının yapımı devam etmektedir.

  • Siirt’te Botan çayı üzerinde yapılan baraj dikkat çekmektedir.

4) Korucular Ve Koruculuk Sistemi:

  • Korucuların etkin olduğu bazı alanlarda gerek PKK militanlarının geri çekilmesini tehdit eden, gerekse sivil halka yönelik bazı olumsuz gelişmelere tanıklık etmiş bulunulmaktadır. Korucuların bazı alanlarda pusulama yöntemiyle, gerillanın geçişlerini zorlaştırdığı görülmektedir. Örneğin, Bitlis’te 2000 civarında korucunun Valiliğin emriyle aktif göreve çağırıldığı ve bu korucuların gerillanın geçiş güzergâhlarında görevlendirildikleri yönünde bilgiler mevcuttur.

  • Şemdinli’de köy korucularının Haruna bölgesinde sivil halka yönelik baskılar yaptığı, bazı vatandaşları darp ettikleri ve köylere giriş çıkışları engellediklerini öğrenmiş bulunmaktadır.

  • PKK militanlarının çekilmesiyle birlikte kesimi yasak olan ormanlık alanlarda korucuların ağaçları pervasızca kestikleri görülmektedir. Muş’un Şenyayla bölgesinde onlarca hektarlık ormanlık alanın korucular tarafından talan edildiği belirtilmektedir.

  • Şırnak bölgesinde 215 civarında yeni korucu alımı gerçekleştirildiği belirtilmektedir.

  • Van’ın Çatak ilçesi Övecek Köyü’nde var olan 70 korucu kadrosuna ek 40 korucu kadrosu daha verilmek istendiği, Başkale İlçesi’ne bağlı Albayrak köyüne 100 yeni korucu kadrosu verilmek istendiği ancak köylülerin henüz kabul etmediği, Özalp İlçesi’nde İlçe Kaymakamının beraberindeki diğer yetkililerle köyleri gezerek, 1000 civarında yeni korucu kadrosu verebileceklerini söylediği, Çaldıran İlçesi’ne bağlı Yaşkütük (Pirabinerd) köyüne korucu olmaları yönünde teklifler götürdüğü tespit edilmiştir.

  • Bitlis’te 600 yeni korucu kadrosu verildiği, 600 yeni korucu alımı daha yapılacağı şeklinde tespitlerimiz bulunmaktadır.

5) Mayınlı Araziler:

  • Bölgenin birçok alanında halen var olan mayınlı araziler, başta hayvancılık olmak üzere kırsal kesimde yaşayan halkın çalışmasını engellemektedir. Mayınlı bölgelerin olduğu gibi bırakılması, arazilerden verim elde edilmesini engellediği gibi, insan yaşamı üzerinde de ciddi tehditler oluşturmaktadır.”

İHD ve Mardin Barosu, Utanç Duvarı Raporu

  • Nusaybin ilçesi ile Qamışlo sınırı arasında bulunan ve Mitanni Kültür Merkezi'nin yaklaşık 500 metre mesafesinde bulunan sınır hattında, dikenli tellerin arkasında, askerlerin patika yol olarak kullandığı alanda takriben 12 milimetrelik demir çubukların yükseldiği bir beton temelin atıldığı, temele ait demirlerin 3 metre civarında yükseldiği görülmüştür.

  • Başlangıç noktasından itibaren yaklaşık olarak 1000 metre uzunluğunda temel çukurlarının kazıldığı tespit edilmiştir. Ancak heyetimizin incelemesi sırasında herhangi bir çalışmanın yapılmadığı görülmüştür.

  • Yapılmak istenen duvarın bölgede ciddi bir huzursuzluk yarattığı, özellikle duvarın örüldüğü bölgede sınırın her iki yakasında yaşayan halkın, büyük öfke ve tepki duyduğu incelemelerimiz sırasında yöre halkıyla yaptığımız görüşmelerde de ortaya çıkmıştır. Ayrıca bu duvarın ilçede ve bölge genelinde gerginliklere de kapı araladığı tespit edilmiştir."

Raporun kanaat ve sonuç kısmında ise, şunlar ortaya konuldu:

  • Konuya ilişkin resmi makamların açıklama yapmaktan kaçınmaları, yapılmak istenen duvarın farklı emeller içerdiği sonucuna varılmıştır.

  • Yapılmak istenilen duvarın, savaş koşullarının yaşandığı Suriye ve Rojava'daki durum da dikkate alındığında, uluslararası alanda meşruiyeti olmadığı açıktır.

  • Söz konusu duvarın Türkiye'de halen devam eden 'Demokratik çözüm' sürecine de ciddi anlamda zarar vereceği kanaatine varılmıştır. 'Güvenlik' gerekçesinin insani gerekçelerden üstün tutulmaması gerektiği bilinmelidir.

  • İnşa edilmek istenen bu duvarın daha önce dikta rejimler tarafından yönetilen bazı ülkelerde yapılan ve halkları birbirinden ayırmayı amaçlayan bir yapı olduğu kanaatine varılmıştır.

  • Türkiye'nin saldırıların pençesindeki Rojava halkına sıkı bir ambargo uygulaması ve Kürtlere karşı çetelere destek vermesinin çok yoğun bir kamuoyu tepkisine yol açtığı bir dönemde, bu girişimlerine bir de güvenlik duvarı gibi insanlık tarafından mahkûm edilmiş bir olayı eklemesi anlaşılır bir durum değildir. Bu girişim Türkiye hükümetine yönelik tepkilerin daha da artmasına neden olmuştur.

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKNALIĞI

Kentleşme olgusu Türkiye kapitalizminin çarpık gelişmesinin bir tezahürü olarak “çarpık” bir seyir izledi hep. Toplumsal dinamiklerden yoksun gelişen “Türk” tipi kapitalizme eşlik eden “Türk” tipi şehircilik anlayışı da alt yapıdan yoksun, talancı, fırsatçı bir karaktere sahip oldu. Yerleşik bir kent kültürünün olmaması zorlama bir “bayındırlaşma ve muasırlaşma” retoriğini mukim kıldı. Estetik duyguya bigane, kentin dokusuna karşı umursamaz bir ruh haliyle beton ve demirin ayağa kaldırdığı “amorf” binalardan ibaret sanıldı kentleşme. Kentlerin doğal ve tarihsel dokusu düzensiz ve kontrolsüz kentleşmeye kurban edildi. Alt yapısız binalar, yasalara uydurulan ama aslında hiçte uygun olmayan imar planlarıyla gelinebilecek son nokta “tünel kalıplarla” inşa edilen “Toki” evlerinden ibaret olacaktı elbette.

Türkiye’deki kitlesel göç Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük kentlere yönelmiştir. Kente ve konuta kaynak ayırmayan bir ülke olan Türkiye’de kente göçenler kendi barınma gereksinimlerini karşılamak için de “gecekondu” adıyla yine bu ülkeye özgü bir çözüm modeli geliştirmişlerdir.

Gecekondu kırsal alanlardan kentlere göç edenler için barınma gereksinimlerini karşılayabilecekleri uygun bir barınma yöntemi olarak ortaya çıkmıştır.Gecekondu denilen yerleşim biçimi kırdan kente göç ile beslenerek kendine özgü dinamikler yaratmıştır. Devlet, Anayasanın 57. maddesinde belirtilmiş olan konut ihtiyacını karşılamaya yönelik tedbirleri almada etkin olmamıştır. Yasal konut sunumunun sayısal olarak yetersiz kalması ve mevcut konut sunum biçimlerinin de konut talep eden göç etmiş nüfusa uygun olmaması, yasal olmayan bu yerleşme biçimini yaygınlaştırmıştır. Tüm kentlerde göç ile beslenerek yaygınlaşan gecekondular ,bugün büyük kentlerin %60’ından fazlasını oluşturmaktadır.

Dinamik ve kendiliğinden oluşmuş yerleşme düzenleri ile gecekondu bölgeleri -yasalara uygunsuz- ama yerel yönetimler ve siyasi iktidarlar tarafından, sosyal ve fiziksel hizmet götürme zorunluluğundan dolayı bir sorun olarak kabul edilmiştir.Ve gecekondu sorununu çözmeyen iktidarlar imar affıyla mevcut gecekonduları yasallaştırarak sorunu daha da işin içinden çıkılmaz hale getirmişlerdir.
Kaçak yapılaşma ve imar afları kentlerin adeta kaderi olmuş, siyasi iktidarlar tarafından çizilen bu kader, kentlerin bugünkü halinin başlıca müsebbibi olmuştur.

Köyden kente doğru başlayan göçlerle kırların hızla boşalmasıyla başlayan ve kentlerin var oluşlarının istilasına siyasi kaygılarla göz yuman iktidarların, kentlerde oluşan bu alanları kendi iktidarlarının idamesi açısından birer “oy deposu” olarak düşünmesi mevcut çarpıklaşmayı kronik hale getiren başlıca sebebe dönüşecekti. Kırdan kente doğru akış hızlandıkça, kentlerdeki barınma sorununu “iki göz” odadan ibaret şipşak halleden “köylü kunazlığı”nın önce “oy” veren kesimler olarak kodlanması gelen her hükümetin olağan refleksi haline dönüşüyordu. Bu durum yağma ve talanın meşrulaşması anlamına geliyordu. Bir gecede çatılan kaçak evlerde olağanüstü kötü koşullarda “beterin beteri var” betere şükür itikadıyla yaşamayı öğrenen kitleler “imar aflarıyla” mülkiyet ilişkilerine dahil ediliyordu. Yaratılan çarpık kentleşme ve yarattığı sorunlar göz ardı ediliyordu. Siyasi iktidarlar seçim ve oy kaygısıyla hem oylarını garantiye alıyorlar hem de yeni rant alanları oluşturarak ciddi ekonomik çıkarlar elde ediyordular.

Türkiye’de 1948 yılında ilan edilen edilen ilk imar affından sonra rutin bir döngü oluşmuş ve bu döngü istinasız bir şekilde günümüze kadar tam 11 kez tekrar edilerek süregelmiştir. 1949 yılından bu yana kaçak yapılaşmayı tercih eden ve böylece haksız kazanç sağlayan kişi ve kesimlerde’ imar affı’ çıkacak beklentisi hakim kılınarak oy verme tercih ve davranışları kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. .bu döngü şöyle işlemektedir:

seçim öncesi kaçak yapılaşmalar artar. Her seçim öncesi bunun emareleri görülmeye başlanır. Her seçim döneminde, şahıslara, hazineye ve yerel yönetimlere ait arsalar adeta talan edilir. imarlı bölgelerdeki yapılarda ise projeye uygun olmayan çıkmalar, genişletmeler hızla artar, ne ilginçtir ki bir süre sonra bütün bu yasal olmayan düzenlemeler yasal dayanağa kavuşmakla kalmaz, hatta elektrik, su gibi altyapı hizmetleri dahi götürülür.

Kentler kaçak yapılaşma, çarpık ve sağlıksız büyüme girdabında boğulmaya yüz tutmuştur. Özellikle metropol kentlerdeki kaçak yapılaşma oranı ürkütücü boyutlara ulaşmıştır

Bugün ülkemizde, TÜİK verilerine göre konutların yüzde 40’ı kaçak ya da ruhsatsızdır; yapı kullanma izin belgesi baz alınırsa bu oran yüzde 67’e çıkmaktadır. 15 milyon civarında olduğu tahmin edilen bina stokunun yüzde 10’unun yenilenmesi, yüzde 30’unun onarılması gerekmektedir ki, bu, konutların yüzde 40’ı oturulamaz durumdadır. Bütün bu oranlar göstermektedir ki, olası bir depremin büyük bir felakete dönüşmesi şaşırtıcı olmayacaktır."

“Gecekondu”lar kent yoksullarının yaşama katılmalarının en olası yolu olarak önce meşrulaşmış sonra da yasal bir statüye kavuşmuştur. Cumhuriyet modernizminin anıtları olan apartmanlara karşıt bir kutup oluşturan ve kentlerde yaşayan “alt kültür” ü temsil eden sınıfların simgesi haline gelmişlerdir.

Gecekondularda yaşayan insanların bir adım ötelerinde yükselen “modern” zamanların beton şatolarında yaşamak isteği en naif haliyle sınıf atlama hayallerini de içeriyordu. Apartmanlar sadece barınak anlamında değil, gelişmişliğin göstergesi olarak sunuluyordu yoksul insanlara. Bu sunum bir yanıyla bir adım ötede içinde yaşayanlara karşı biriktirilen bir öfkeyi mayalarken öte yanda öykünülen yaşam alanları olarak aynı zamanda“kalkınmacı idelojilerin” sermaye biriktirmelerinin de en önemli payandası haline geliyordu.



SERMAYE BİRİKTİRMENİN KURAMSAL ÇERÇEVESİ VE YAPILI ÇEVRE ÜRETİMİ

Kapitalist bir sistemde artı-değere el koyarak zen­ginlik üretmenin ve sermaye biriktirmenin te­mel yolları kâr, faiz ve rant olarak ifade edilebilir [Marx] Buna göre kabaca reel üretim ve ticaret yolu ile elde edilen artı değer kâr ile, finansal sermayenin kullanılmasıyla elde edilen artı değer faiz, kıt kaynakların mülkiyeti yoluyla elde edilen artı değer ise rant kavramıyla ifade edilebi­lir. Kıt bir kaynak olan toprağın mülk edinilmesi mutlak bir rant yaratırken, toprağın barındırdığı ya da ürettiği yeraltı ve yerüstü metaların miktarı da bir farklılık rantı yaratmaktadır.



Sermaye Çevrimleri kentsel yapılı çevre­nin üretilmesi

"sermayenin ilk çevrimi" olarak tanım­lanabilecek endüstriyel üretimin karşılaştığı "aşırı-birikim krizi"nin sermayenin ikinci ve üçüncü çevrime aktarılmasıyla geçici olarak nasıl üstesin­den gelindiğini ortaya koyar (Harvey, 1985; 1989).

"Sermayenin ikinci çevrimi" kentsel yapılı çevre­nin üretilmesini içeren sabit sermaye yatırımları­dır. İkinci çevrime aktarılan sermaye mekansal ola­rak sabit bir yatırım haline gelir ve üretim ve tüke­tim için gerekli olan yapılı çevreyi oluşturur. Fabri­kalar, altyapı sistemleri, okullar, hastaneler, konut alanları, alışveriş merkezleri kentsel yapılı çevrenin farklı bileşenleridir ve sermaye birikiminin kârlılı­ğı için sürekli olarak yeniden üretilirler.

Serma­yenin üçüncü çevrime aktarılmasıyla devlet, eme­ğin ve sermayenin yeniden üretimine ilişkin faali­yetlere doğrudan katılır. Bu faaliyetler; bilimsel ve teknolojik araştırmalara yatırımlar gerçekleştirerek sermayenin yeniden üretilmesini sağlamak ve eme­ği yeniden üreten kolektif tüketim araçlarını çalı­şan sınıflara sunan sosyal harcamalarda bulunmak­tır (Harvey).

Harvey'e göre "sınırsız kâr güdüsü" sermayenin ikinci ve üçün­cü çevrime aktarılmasını, dolayısıyla yapılı çevre­nin üretilmesini ve devletinde bu süreçte düzen­leyici bir rol almasını gerekli kılar. Daha kârlı bir "yer seçim" veya "mekan üretim pratiği" buluna­na kadar sermaye belirli bir mekanda sabitleşmiş bir yatırım halini alır. Ancak sermaye bir yandan mekanda sabitleşirken diğer yandan sürekli hare­ket etme, akış içerisinde olma eğilimindedir. Ka­pitalist toplumda kentsel mekan sermaye birikimi için üretilen ve yeniden üretilen, teritoryalleşen (belli sınırları olan bir bölge) ve yeniden teritoryalleşen bir meta haline gelmiş­tir (Brenner; Harvey,).

Çevre ve Ekoloji

Çevre; insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamdır. Bir başka ifade ile çevre, bir organizmanın var olduğu ortam yada şartlardır ve yeryüzünde ilk canlı ile birlikte var olmuştur. Sağlıklı bir yaşamın sürdürülmesi ancak sağlıklı bir çevre ile mümkündür.

Çevre, insanların ve diğer canlıların yaşama ortamını oluşturan hava, su ve topraktır. Denizler, göller, akarsular, bataklıkları, kumsallar, ormanlar, tarım alanları, dalyanlar, kırlar, dağlar, korunması lazım çevreyi oluşturan alanlardır. Bu alanlar bütün canlıların üreme ve beslenme ortamlarını sağlar.

Bir ilişkiler sistemi olan çevrenin bozulması ve çevre sorunlarının ortaya çıkması, genellikle insan kaynaklı etkenlerin doğal dengeleri bozmasıyla başlamıştır.

İnsan yaşamı çeşitli dengeler üzerine kurulmuştur. İnsanın çevresiyle oluşturduğu doğal dengeyi meydana getiren zincirin halkalarında meydana gelen kopmalar, zincirin tümünü etkileyip, bu dengenin bozulmasına sebep olmakta ve çevre sorunlarını oluşturmaktadır.

Çevre kirliliği ise insanların bütün türlü faaliyetleri sonucu havada, suda ve toprakta meydana gelen olumsuz gelişmelerle doğal dengenin bozulmasıdır. Zararlı etkinlikler sonucunda ortaya çıkan koku, gürültü ve atıklardır.



Ekosistem ve Çevre

Belirli bir alanda bulunan canlılar ile bunları saran cansız çevrelerinin karşılıklı ilişkileri ile meydana gelen ve süreklilik arz eden ekolojik sistemlere ekosistem adı verilmektedir. Doğal çevre ekosistemdir. Doğal çevre insan eliyle oluşmamış kendiliğinden meydana gelmiş olan çevredir.

 Canlılar ile cansız çevre elementleri birbirleriye sıkı ilişki halindedir. Biri olmadan diğerinin düşünülmesi imkansızdır. Karşılıklı olarak madde alışverişi yapacak biçimde birbirlerine etki yapan organizmalarla, cansız maddelerin bulunduğu herhangi bir doğa parçası bir ekosistem olarak adlandırılmaktadır.

Bir ekosistem, temel olarak abiyotik maddeler, üreticiler, tüketiciler ve ayrıştırıcılardan oluşur. Ekosistemlerde yaşam, enerji akışı ve besin döngüleriyle sürer. Açık bir sistem olan ekosistemde, enerji ve besin giriş-çıkışı devamlıdır.

Bir ekosistemin dört temel bileşeni vardır.

1-Cansız varlıklar. (inorganik ve organik maddeler)

2-Primer üreticiler. (yeşil bitkiler - ototroflar)

3-Tüketiciler (bitkisel ve hayvansal maddeleri yiyenler - hetotroflar)

4-Ayrıştıcılar (bakteri ve mantarlar - saprofitler)

Cansız doğal çevre ile bu çevre içinde yaşamlarını sürdüren canlılar arasındaki ilişkileri, yaşam biçimlerini ve etkileşimleri inceleyen bilim dalına ekoloji bilimi adı verilmektedir



Ekosistemlerin Belirgin Özelikleri

Bir ekosistem biyosferin, bir bölümü ya da parçasıdır ; büyüklüğü ya da genişliği çok değişik olabilir. Bir Su birikintisi, bir Buğday tarlası birer ekosistemdir. Ama kısıtlı ekosistemelerin genellikle zaman içinde sınırlı bir yaşamı vardır. Bunun tam tersine Afrika savanaları ya da Avrupa’nın geniş yapraklı ormanları gibi, kimi Ekosistemler çok geniş bölgeleri kaplar.



Ekosistemdeki Bozulmaların Çevreye Etkileri

Ekosistemdeki bozulma bir bütün olan çevrenin yapı ve işleyişini olumsuz etkiler Bazı varlıkların azalması diğer bazı varlıkların azalmasına yada artmasına neden olur. Madde döngülerinin gerçekleşmesi zorlaşır. Sonuçta doğadaki enerji tükenmeye doğru gider.

 1.Dünya Coğrafyasının Değişmesi: Ekosistemin temel unsurlarını oluşturan iklim, toprak, hava, bitki hayvan gibi faktörlerin olumsuz yönde değişmesi çevrenin ekolojik özelliklerini de değiştirmektedir. Uzun süren kuraklıklar sonucu bir ekosistemdeki bitki ve hayvan sayısı hızla azalır suların kirlenmesi sonucu suya ışık girişi azalır, suyun hava oranı düşer. Toprakta oluşan tahribat ve kirlenmeler önce bitkilerin sonrada diğer canlıların zamanla ölmesine neden olur Ormanların kesilmesi ve yanması çevrenin çölleşmesine ve sonrasında küresel ısınmaya etkide bulunur

 2.İklimin Değişmesi: İklim şartlarının değişmesi ekosistemdeki canlı yaşam ve dağılışını olumsuz oranda etkiler. İklimi değişen bir bölgede bazı Canlılar göç ederken, bazı canlılar ölür veya şartlara uymaya çalışır. Küresel ısınmaya bağlı olarak ozon tabakasının incelmesi, ormanların azalması, havanın kirlenmesi, yağışların azalması, çölleşmenin başlaması bir bölgedeki iklimin ve coğrafik yapının değişmesine etkide bulunur

 3.Erozyonların Oluşması: Toprağın su ve rüzgar etkisiyle aşınıp taşınması çevredeki bitki örtüsünün azalması şiddetli yağmurların yağması, karların kısa sürede erimesi, fırtınaların oluşması, toprağın yanlış sürülmesi, eğimli alanlardaki ormanların yanması gibi etkenler erozyonların oluşmasına neden olur

 4.Su Kaynaklarının Azalması: Suların kirlenmesi ve kuruması sonucu çevredeki kullanılabilir su oranı azalır çevredeki su kaynaklarının azalmasına, yağışların düşmesine, tarımsal verimin düşmesine ve hidroelektrik santrallerdeki enerji üretiminin kısılmasına neden olur. Bu durum canlıların beslenmesini olumsuz olarak etkiler.

 5.Enerji Kıtlığının Başlaması: Madenlerin azalması sonucu termik santraller, su kaynaklarının azalması sonucu hidroelektrik santralleri, petrolün azalması sonucuda ulaştırma araçlarının kullanım oran ve verimi azalır. Enerji kıtlığının başlaması durumunda insanların sosyal yaşamı felç olur.

 6.Canlı Çeşitliliğinin Azalması: Ekosistemdeki fiziksel ve kimyasal şartların değişmesi canlıların yaşama, yayılış ve üramesini etkiler Bozulan şartlara uyanlar yaşarken diğerleri yok olur. Çevredeki bitki sayısının azalması besin zincirindeki canlı tür ve sayısının azalmasına neden olmaktadır.



Yüklə 1,11 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   19




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin