Be gibi şehir ve kaleleri kendisine bırakması şartıyla Haiep'i Mahmûd'a testim etti



Yüklə 1,09 Mb.
səhifə19/26
tarix15.09.2018
ölçüsü1,09 Mb.
#82133
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   26

323


HASAN HABENNEKE el-MEYDÂNÎ

Hasan Habenneke'yi hapse atarak mal­larına el koydu.

Geleneksel ilimlerde dirayetli bir âlim olmasına rağmen faaliyetlerinin yoğun­luğu sebebiyle eser yazmaya imkân bu­lamayan Hasan Habenneke, 14 Zilkade 1398 (16 Ekim 1978) tarihinde Râbıta-tü'1-âlemi'l-İslâmrnin toplantısına katıl­maya hazırlandığı bir sırada vefat etti. Çok kalabalık bir cemaatin katıldığı Eme-viyye Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından Hasan Camii civarına defnedil­di, i—i

İm Abdurrahman Hasan Habenneke el-Meydânî

HASAN b. HASAN b. ALİ

Ebû Muhammed el-Hasen b. el-Hasen b. Alîb. EbîTâlib (ö. 97/715-16)

Hz. Hasan"in oğlu.

Muhtemelen 37 (657-58) yılında Me­dine'de doğdu. Hz. Hasan'ın Havle bint Manzûr'dan olan oğludur. Babası ile aynı adı taşıdığı için çoğunlukla Hasan el-Mü-sennâ diye anılır.

Çocukluğu ve gençliği hakkında kay­naklarda bilgi yoktur. Evlenme isteğini amcası Hz. Hüseyin'e açınca Hüseyin kız­larından Fâtıma veya Sekîne'den birini almasını tavsiye etti, o da Fâtıma ile ev­lendi. Kerbelâ Vak'ası'nda (61/680) Hz. Hüseyin'in oğlu Ali el-Asgar'la birlikte katliamdan kurtulan Hasan esir edilip ha­nımı Fâtıma ile birlikte Kûfe'ye götürül­dü. Fâtıma'nm I. Yezîd'e müracaatı üze­rine ellerinden alınan mallan iade edile­rek Medine'de ikametlerine izin verildi. Emevî Halifesi Abdülmelik b. Mervân ta­rafından, Irak halkıyla iş birliği yaparak hilâfeti ele geçirmeye teşebbüs etmekle suçlanıp sürekli baskı altında tutuldu. Biat etmek için Dımaşk'a gitmesinden sonra Abdülmelik, Hz. Peygamber'in Ha-san'ın elinde bulunan kılıcını tehditle alan Hicaz Valisi Haccâc b. Yûsuf es-SekafTye bir mektup göndererek onu rahat bırak­masını bildirdi. Sünnî kaynaklarında, Ehl-i beyt'in ileri gelenlerinden olmasına rağ­men İraklı Şiîler'in yaptığı daveti reddet­tiği, hatta onlarla mücadeleyi Allah'a yak-laştırıcı bir amel olarak kabul ettiği (Ze­hebî, Actâmü'n-nübe!â\ IV, 486), kendi­sine Resûlullah'ın neslinden olması dola­yısıyla hürmet eden bir Râfizî"yi azarladı­ğı, başka bir Râfizî'ye de, "Eğer Resûl-r Ekrem'e olan yakınlığımdan dolayı emir-

324


lige daha lâyık olduğumu zannediyorsan yanılıyorsun. Çünkü onun için namaz, ze­kât, oruç gibi İbadetler emirlikten daha efdaldi" dediği (İbn Sa'd, V, 319-320), Ebû Bekir ve Ömer'e lanet okuyan Mugi-re b. Saîd el-İclî'yi huzurundan kovduğu ve Hz. Peygamber'in, "Ben kimin mevlâ-sı isem Ali de onun mevlâsıdir" hadisin­de halifeliğin kastedilmediğini söylediği rivayet edilir.

Hasan b. Hasan 97 (715-16) yılında alt­mış yaşlarında Medine'de vefat etti. 99'-da (717-18) öldüğüne dair rivayetler de vardır. İbnü'l-Cevzî ise onun 91 (710) yı­lında vefat ettiğini söyler {el-Muntazam, VI, 301). Bazı kaynaklarda otuz beş yaşın­da öldüğünden bahsediliyorsa da bu doğ­ru değildir. Eşi Fâtıma kabri üzerine bir mescid yaptırmış, fakat bir süre sonra kabirlere mescid yapılmayacağına dair hadis kendisine bildirilince yıktırmıştır. Zeyneb adındaki kızı Emevî Halifesi Velîd b. Abdülmelik'le evlenmiş, ancak kardeş­lerine yapılan kötü muameleden dolayı üzüntüsünü dile getirdiği için kocası ile araları açılmış ve boşanmışlardır. Hasan b. Hasan'ın çocuklarından Abdullah, Ha­san ve İbrahim, Abbasî Halifesi Ebû Ca'-fer el-Mansûr tarafından isyan hazırlıkla­rı içinde oldukları gerekçesiyle Hâşimiy-ye'de ömürlerinin sonuna kadar hapiste tutulmuşlardır.

Hasan'ın çocuklarından İbrahim ve Dâ-vûd'un nesli Yemen'de İmâmîler ve Sü-leymânîler; Abdullah'ın nesli Kuzey Afri­ka'da Süleymânîler, İdrîsîler, Sa'dîler, Fi-lâlîler; Endülüs'te Hammûdîler; Gana'da Benî Salih; Mekke'de Benî Katâde, Benî Uhaydir ve Benî Füleyte adlarıyla hüküm sürmüş ve tarihte önemli rol oynamışlar­dır. İbn Fazlullah el-ömerî bunları "Düve-lü'1-Hasaniyyîn" başlığı altında ele almak­tadır (Mesâltk, XXIV, 2 vd.). Zeydîler ve bazı Şiî grupları imametin Hasan b. Ha­san ile Ali b. Hüseyin (Zeynelâbidîn) ve ev­lâtlarından başkasına intikal etmeyeceği görüşünü benimsemişlerdir IRiyâd M. Nâsırî, 1, 61).

Şiî ve Sünnî muhaddislerin "sadûk" ol­duğu konusunda ittifak ettikleri Hasan b. Hasan babasından, hanımı Fâtıma1-dan ve Abdullah b. Ca'fer'den hadis riva­yet etmiştir. Oğulları Abdullah ve Hasan, amcasının oğlu Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye, Süheyl b. Ebû Salih gibi kişiler de ondan rivayette bulunmuşlardır.

Babasından kalan Medine'deki hurma­lıkların yıllık gelirinden ihtiyacı kadarını alıp geri kalanını sadaka olarak dağıtan, pek az kimseyle görüşen, vaktinin çoğu-

nu ibadetle geçiren Hasan İslâmiyet'i ya­şamadaki hassasiyetiyle tanınmıştır.

BİBLİYOGRAFYA :

Buhârî, "Cenâ'iz", 62, "Meğazî", 14; a.mlf.. et-Târîhu!-kebîr, II, 289; İbn Sa'd, et,-Tabakât, V, 319-320; Zübeyrî, Nesebü Kureyş, s. 51-53; Halîfe b. Hayyât. et-Tabakât (Zekkâr), II, 598; Taberi. Târih (Ebü'l-Fazl). V, 469; Ebü'1-Arab et-Temîmî. Kİtâbü'l-Mihan (nşr. Yahya Vâhid), Beyrut 1988, s. 313; Hatib, Târihu Bağdâd, IV, 430-436; İbn Asâkir, Târihu Dtmaşk (Amrevî). XIII, 61-71; İbnû'l-Cevzî, el-Munlazam, VI, 301; VII. 183, 212-214; Ali b . Muhammed el-Ömerî, et-Mecdî (nşr. Ahmed ed-Dâmgânîl. Kum 1409, s. 36; Zehebî, A'lâmü 'n-nübelâ\ IV, 483-487; a.mlf.. Târihu'l-Islâm: sene 81 -100, s. 328-330; İbn Fazlullah el-Ömerî. Mesâiik, XXIV. 2 vd.; İbn İnebe, 'Umdetü't-tâlib, Beyrut, ts. (Dârül-Mek-tebil-Hayât), s. 117-120; Meclisi. Bihârû'l-en-uâr, Beyrut 1983, XLIV, 166-170; Muhammed Sirâceddin el-Mahzûmî, Sıhâhu'l-ahbâr, İstan­bul 1306, s. 11, 12; Bedrân. Tehzîbü Târihi Dı-maşk, IV, 165-169; Bakır Şerif el-Kureşî, Hayâ-tü'l-İmâmi't-Hasan b. cAll, Beyrut 1403/1983, II, 464; Riyâd M. Nâsırî, el-Vâktfiuye, Meşhed 1988,1, 61; Ebü'l-Kasımel-Hûyî, Mu'cemu ricâ-ti'1-hadîş. Kum 1409/1989, IV, 301; Abdülceb-bâr er-Rifâî, Mu'cem mâ küübe Cani'r-Resül oe ehli't-beyt. Tahran, ts. (Vezâret-i Ferheng), VII, 5-60; B. Lewis. "'Alids", EF (İng.), I, 401. 402.

İMİ Recep Uslu

r n


HASAN HUKMI

J

(ö. 1048/1638'den sonra) Osmanlı retsülküttâbı, münşi.



Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Ol­dukça genç bir yaşta Dîvân-ı Hümâyun kâtipleri zümresine dahil olduğu ve kırk yıldan fazla burada görev yaptığı bilin­mektedir. Hükmî lakabının hüküm yaz­madaki kabiliyetinden gelmiş olması muhtemeldir.

1006 (1597-98) yılında divanın kırk kı­demli kâtibinden biri olan Hasan Hükmî, aynı zamanda Vezîriâzam Hadım Hasan Paşa'nın tezkireciliğini de yapmaktaydı. 1604-1605 te reîsülküttâb makamına ve­kâlet etti; hemen ardından 1606'da önce reîsülküttâblığa, birkaç ay sonra da ni­şancılığa getirildi. 1614 yılında tekrar re­îsülküttâblığa yükseltildi. 1618'de nişan­cı, 1621'de yeniden reîsülküttâb oldu. Bu dönemde reîsülküttâblık görevi nişancılı­ğa göre giderek önem kazanmaya başla­mıştı. Hasan Hükmî'nin meslek hayatı bu değişikliği gözler önüne seren bir ör­nektir. Hükmî sonraki yıllarda çeşitli ki­tabet görevlerinde bulundu; 1638'de si­pahi mukabelecisi iken son defa reîsül­küttâblığa getirildi. Ölüm tarihi kesin ola­rak bilinmemektedir.

Hasan Hükmî, XVII. yüzyılın ilk yarısı­nın meşhur Osmanlı münşilerinden biri sayılır. 1601'de divan kâtipliğini sürdü­rürken aynı zamanda bir önceki şehna­meci olan Lokman'ın ricasıyla Tâlikîzâde Mehmed Subhi'nin yerine şehnameci ta­yin edildi. Bu göreve tayiniyle ilgili Cemâ-ziyelâhir 1010 (Aralık 1601) tarihli hük­mün sureti Âyîne-i Zurefâ'da verilmiş­tir (s. 41-43). Hükmî, Cigalazâde Sinan Paşa'nın 1604-1605 İran seferine şehna­meci olarak katılmışsa da gerek bu olay­lar gerekse başka konular hakkında her­hangi bir şehname veya inşâ eseri mey­dana getirmemiştir. İnşâsına dair birkaç örneğe münşeat mecmualarında rastlan­maktadır.

BİBLİYOGRAFYA :

BA. KK, nr. 7530; Selânikî. Târih (İpşirli), II, 739; Sarı Abdullah, Düstûru'l-İnşâ, İÜ Ktp., TY, nr. 3110, vr. 280b-282°; Resmî Ahmed Efendi. Sertnetü'r-rüesâ, İstanbul 1269, s. 28-30; Ce-mâleddin, Osmanlı Tarih ueMüverrihleri:Âyt-ne-iZurefâ, İstanbul 1314, s. 40-43; Babinger (Ûçok). s. 185-186; Necib Âsim. "Osmanlı Ta-rihnüvisleri ve Müverrihleri: Şehnameciler", TOEM. I (1911), s. 434-435; Christine Wood-head. "'An Experiment in Officİal Hİstoriogra-phy: the Post of Şehnameci İn the Ottoman Empire.c. 1555-1605", WZKM, LXXV (İ983), s. 176-178; Feridun M. Emecen. "Ali'nin 'Ayn'i: XVII. Yüzyıl Başlarında Osmanlı Bürokrasi­sinde Kâtib Rumuzları", TD, XXXV (1994), s.

140. m


İJJN Christine Woodhead

HASAN HÜSÂMEDDtN UŞŞÂKİ

(bk. HÜSÂMEDDtN UŞŞÂKİ).

r HASAN HÜSNİ ABDÜLVEHHÂB ^

(bk. ABDÜLVEHHÂB, Hasan Hüsni).

L J


r .... i

HASAN HUSNU PAŞA

(bk. TOYRÂNÎ).

L J


HASAN el-İDRÎSÎ

Hasen b. Kasım Kennûn {Cennûn)

b. Muhammed b. Kasım b. İdrîs el-Hasenî

(ö. 375/985)

İdrîsîlcr'in son hükümdan (954-974, 984-985).

Hayatının ilk dönemi hakkında bilgi yoktur. Kardeşi Ebü'l-Ayş Ahmed b. Kâ-sım'dan sonra tahta geçti (343/954). En­dülüs Emevî halifesine tâbi olarak hüküm

süren Hasan, Fâtımîler'in meşhur ku­mandanı Cevher es-Sıkillî 347'de (958) Tanca ve Sebte (Ceuta) hariç bütün Mağ-rib'i hâkimiyeti altına alınca Fâtımîler'e bağlılık arzetmek zorunda kaldı (349/ 960). Sıkıllî'nin 349 yılı sonunda (Şubat 961) İfrîkıye'den ayrılmasının ardından yi­ne eskiden olduğu gibi Endülüs Emevî-leri adına hutbe okutmaya başladıysa da Bulukkîn b. Zîrî'nin Mağrib'de gerçek­leştirdiği başarılı seferden sonra tekrar Fâtımîler'e biat etti ve hatta onlarla iş birliği yaptı. Buna çok öfkelenen Endülüs Emevî Halifesi 11. Hakem veziri Muham­med b. Kâsım'ı Afrika'ya gönderdi. Ta­raflar arasında Tanca'da Fahsumehrân denilen yerde meydana gelen savaş Mu­hammed b. Kâsım'm mağlûbiyeti ve ölü­müyle sonuçlandı (21 Rebîülevveî 362/30 Aralık 972). Bunun üzerine halife meş­hur kumandanı Gâlib b. Abdurrahman'ı büyük bir orduyla yola çıkardı (30 Şevval 362/3 Ağustos 973)- Hasan korkup bulun­duğu Basra şehrini terketti ve Hacerün-nesr Kalesi'ne çekildi. Kasrımasmûde ya­kınlarında cereyan eden savaş sırasında Gâlib Berberî kumandanlarını çeşitli va-adlerle kendi tarafına çekti. Yalnız kalan Hasan savaşı bırakıp Hacerünnesr Kale-si'ne sığındı ve kalenin kuşatılmasıyla da eman dileyerek teslim oldu; böylece bü­tün Mağrib yeniden Endülüs Emevî Dev-leti'nin hâkimiyeti altına girdi. II. Hakem. 1 Muharrem 364'te (21 Eylül 974) muh­teşem bir törenle karşıladığı Gâlib'in Kur-tuba'ya getirdiği Hasan'ı ve maiyeti erkâ­nını affetti ve kendilerine hü'at giydirip maaş bağladı. Ancak ertesi yıl istediği de­ğerli bir mücevheri vermeyince Hasan'ı adamlarıyla birlikte ülkesinden sürdü.

Meriye'den (Almeria) Tunus'a, oradan da Mısır'a giden Hasan, Fatımî Halifesi Azîz-Billâh tarafından çok iyi karşılandı ve kendisine intikamının alınacağına dair söz verildi. Sekiz yıl kadar Mısır'da kalan Hasan, 373'te (983-84) Fâtımîler'e tâbi İfrîkıye Valisi Bulukkîn b. Zîrî'nin yardı­mıyla Mağrib'e geçti; Berberîler de ken­disine katıldılar. Bunu haber alan Endü­lüs Emevî Halifesi II. Hişâm'ın hâcibi İbn Ebû Âmir el-Mansûr, amcazadesi Ebü'l-Hakem Amr b. Abdullah'ı büyük bir or­duyla gönderip hükümdarlarını ortadan kaldırarak İdrisîler meselesini kökünden çözmesini istedi. Ebü'l-Hakem de donan­ma ile Sebte'ye geçti ve Hasan'ı muha­sara etti. Ebû Âmir, daha sonra oğlu Abdülmelik'i de büyük bir ordu ile yardı­ma gönderdi. Zor durumda kalan Hasan eman diledi ve Endülüs'e geçmesine izin

HASAN İLMİ BEY

verilmesini istedi. Ebü'l-Hakem ona eman verip durumu Mansûr'a bildirdi; ancak Mansûr bunu onaylamadı ve Hasan'ı yol­ladığı adamlarına öldürttü (Cemâziye-levvel 375/Eylül-Ekim 985). Böylece İdrî-sîler hanedanı yıkılmış oldu. Kaynaklar Hasan'ı katı kalpli ve kaba bir insan ola­rak tanıtırlar.

BİBLİYOGRAFYA :

Selâvî, el-İsttkşâ, I, 201-205; İbn Ebû Zer. et-Enîsü'l-mutrib, Rabat 1972, s. 89, 91-95; E. Levi-Provençal, Histoire de l'Espagne musul-mane, Paris-Leiden 1950, II, 190-196, 263-264; Abdallah Laroui. The Hİstory of the Maghrib (tre. R. Manheim), Princeton - New Jersey 1977, s. 140; İsmail el-Arabî. Deuletü't-Edârise: mü-lûkü Titemsân ve Fas veKurtuba, Beyrut 1403/ 1983, s. 181-183, 186-197, 204-210, 213-214, 225, 294, 309; Ziriklî. el-A'lâm, II, 227; M. Ab­dullah İnan. Devletü'I-lslâm ft'l-Endelüs, Kahi­re 1408/1988, II, 492, 494, 495-499, 544-545; R. Basset. "Hacerünnesr", İA, V/l, s. 25; et-Kâ-mûsü'l-lslâmt, II, 78; D. Eustache, "Idrislds", £/2(lng.).III, 1036-1037. j—ı

İKİ Atilla Çetin

P HASAN İLMÎ BEY ^

(1846-1900'den sonra)

Giritli mülkiye memuru, şair ve sözlük yazarı.

J

22 Ağustos 1846'da Kandiye'de doğdu. Kandiye âşâr ve ağnam mültezimi Ali Hilmi Efendi'nin oğludur. İlk öğrenimini burada Turşucu Yûsuf Efendi Medrese-si'nde yaptı. Matematik, coğrafya, fizik, jeoloji dersleri aldı; ayrıca Mesnevi, Dî-vân-ı Hafız ve Gülistan okudu. Bir yıl kadar da Rum mektebine devam etti. 1863'te Menteşe Şerl Mahkeme mukay-yitliğiyle memuriyete başladı. 1866 -1900 yılları arasında İstanköy, Aydın, Kasta­monu. Lice. Yemen'de Tâiz, Ânis, Harâz, Lühayye, Basra'da Sûkuşşüyûh. Trablus-garp'ta Garyân, Misrâta, Zaviye vilâyet, sancak ve kazalarında rüsumat memuri­yeti kitabeti, cinayet kitabeti. Tahrirat Kalemi mukayyitliği, Meclis-i İdâre-i Vilâ­yet başkitâbeti. Tahrirat Kalemi müdüri­yeti, Mektupçu Kalemi müsevvitliği ve kaymakamlık gibi görevlerde bulundu. Son memuriyeti Garyân kazası kayma­kamlığıdır. Ölüm tarihi bilinmemekte, an­cak sözlük çalışmasının mukavelesine ve şiir kitabının basım tarihine göre 1900yı-lında hayatta olduğu anlaşılmaktadır.



Arapça, Farsça ve Rumca bilen, Kasta­monu'daki memuriyeti sırasında bir sü­re vilâyet gazetesinin muharrirliğini de yapan Hasan İlmî'nin bilinen iki eseri var­dır. Bunlardan Osmanlı DiJiadlı eseri.

325


HASAN İLMÎ BEY

İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırma­ları Merkezi Kütüphanesi'nde mevcut bir sözlük çalışmasıdır. 1305 sayfalık dokuz defter halindeki eserin basılmasıyla ilgili iki adet mukavelename müsveddesi de aynı yerde bulunmaktadır. Hasan İlmî Bey'le, İran uyruklu Tahranlı tüccar Ab-durrahman Şîr Mirza arasında imzalan­mış olan ilk mukavelenameye göre Os­manlı Dilinin müsveddesine müellif ta­rafından. Mütercim Âsim Efendi'nin Ka­mus Tercümesi ve Burhân-ı Kâtı' Ter-cûmesi'ndeki kelimelerden Osmanlıca'­da yaygın olarak kullanılanları ilâve edile­rek "Burhân-ı Lugât-ı Osmâniyye" adı al­tında yeni bir sözlük hazırlanacaktır. Bu sözlüğün Kâmûs-ı Türkî sayfaları büyük­lüğünde ve 120-150 forma hacminde ol­ması düşünülmüştür. Fakat Hasan İlmî Bey'in bu ilâveleri yapamadığı anlaşılmak­tadır. Yine müellifle Asır Matbaası ve Kü­tüphanesi sahibi Kirkor Faik Efendi ara­sında imzalanan ikinci mukavelenameye göre önceki sözlükten vazgeçildiği, bu­nun yerine, Kirkor Fâik'in daha önce ha­reke sistemine göre yayımladığı Lugat-ı Naci'nin alfabetik olarak düzenlenmesi, burada mevcut örnek beyitlerin çıkarıl­ması ve Osmanlı Diii'ndekt Türkçe keli­melerin buna ilâve edilerek "Osmanlı Lü­gat Hazinesi" adlı yeni bir sözlük hazırlan­ması öngörülmüştür. Ancak bu tasarının da gerçekleşmediği anlaşılmaktadır (Kir­kor Faik Efendi, daha sonra Lugat-ı Nâ-cfyi alfabetik sisteme çevirip bazı ilâve­lerle birlikte yeniden yayımlamıştır jis-tanbul 1317, 1322|). Hasan İlmî Bey, Os­manlı Dili'nin "Gerekli Birkaç Söz" başlı­ğını taşıyan önsözünde sözlüğün tertibi ve sözlükte yer alan kelimelerle ilgili bilgi vermekte, eserde Türkçe kelimelere her­hangi bir işaret konulmadığı halde Arap­ça ve Farsça asıllı olanların belirtildiğini, bu arada galat ve muharref kelimelere de dikkat çekildiğini söylemektedir. Aslı Türkçe olan. ancak sonradan yapısı de­ğişmiş veya terkedilmiş bulunan kelime­leri de sözlüğüne alan yazar değişikliğe uğramış kelimelerin aslını kaydetmiş ve terkedilmiş olanların terkedildiğini be­lirtmiştir.

Müellifin ikinci eseri olan Meâlimü'l-garâm onun İKİ na't. yirmi bir gazel, üç şarkı ve bir manzumesini ihtiva eden kü­çük bir şiir kitabıdır (İstanbul 1318). Şar­kılarından, "Bîzâr ediyor canımı kalbimde­ki yâre" uşşak, "Arz-ı ruhsâr et çemende güller olsun şermsâr" dügâh, "Sinemde siperdir güzelim hırz-ı hayâlin" hicazkâr

326


makamlarında dönemin bestekârı Nuri Şeyda Bey tarafından bestelen mistir.

Hasan İlmî Bey'in Hüseyin Hüsnü ile birlikte hazırladıkları bir Yemen Salna­mesi de bulunmaktadır (III. cilt, San'a 1304). Müellif Yemen'de Meclis-i İdâre-i Vilâyet başkâtibi iken hazırlanan salna­mede Yemen ve kazalarıyla ilgili tarihî, coğrafî, iktisadî, sosyal ve istatistik bilgi­lerle devlet personelini tanıtıcı bilgiler yer almaktadır.

BİBLİYOGRAFYA :

BA. Memurin Stcill-İ Ahval Defteri, XXV, 317-318; Cevat İzgi. "Giritli Hasan İlmî Bey ve Osmanlı Dili Adlı Sözlüğü", VIII. Mitli Türko­loji Kongresi'ne Sunulan Tebliğ : 14-18 Eylül ]987(fotokopisî: İSAM Ktp.. nr. 51.054).

İM Cevat İzgi

F HASAN KÂFÎ AKHİSÂRÎ ""

(ö. 1024/1615)

Usûlü 'f-fıfkem adlı eseriyle tanınan

Osmanlı âlim ve müellifi.

L J


Ramazan 951'de (Aralık 1544) Bosna-Hersekteki Akhisar (Prusac) kasabasında doğdu. Zi'bî. Akhisârî, Bosnevî nisbele-riyle anılır. Bosna-Hersek'te Hasan Kafi-ja Pruscak diye tanınmıştır. Büyük dede­si Yâkub, XV. yüzyılın sonlarına doğru İş-kodra'dan (Arnavutluk) göç edip Akhi­sar'ın Zi'b {Zîb) köyüne yerleşti. Fâtih Sultan Mehmed döneminde gerçekleşen Bosna'nın fethinden sonra 100 yaşların­da iken İslâmiyet'i kabul ettiği, ailenin Yâkuboğullan veya Dâvudoğullan kolla­rından bir kısmının sonraki dönemlerde Akhisar'a göç ettiği. Hasan Kâfî'nin ba­basının adının Turhan, dedesinin adının Dâvud olduğu rivayet edilir. 982 (1574} tarihli tahrir defterinde, Akhisar'ın Sul­tan Bayezid Camii mahallesinde yaşadığı kaydedilen (BA, TD, nr. 535, s. 103) Dâ­vud oğlu Turhan'ın Hasan Kâfî'nin babası olduğu ve Hasan Kâfî'nin bu mahallede doğduğu söylenebilir. Bursalı Mehmed Tâhir'in, "Kâfi" mahlasını "ilm-i karta (?) olan mahareti veya Cemâleddin İb-nü'l-Hâcib'in ei-Kd/iye'sine yazdığı şerh sebebiyle aldığına dair kaydı {Osmanlı Müellifleri, I, 277) Evliya Çelebi tarafın­dan verilen bilgiye dayanmış olmalıdır (Seyahatname, V, 446).

Hasan Kâfî, Niçâmü'l-'ulemâ'ad\\ eserinin son bölümünde verdiği bilgiye göre öğrenim hayatına on iki yaşında iken Akhisar'da başladı. 974 (1566) yılın-

da İstanbul'a giderek dokuz yıl kadar medresede okudu. Kemalpaşazâde'nin talebesi, muîdi ve fetva emini olan Hacı Efendi Kara Yılan'dan ders gördü ve hiz­metinde bulundu. Emeklilik döneminde Çatalca Ali Paşa Medresesi'nde müder­rislik yapan Hacı Efendi ile beraber bir süre Çatalca'da kaldı. Onun ölümünden sonra Kazasker Molla Ahmed Ensârî"den tefsir ve usûl-i fıkıh okudu. 983'te (1575) medrese tahsilini tamamlayıp doğum ye­ri olan Akhisar'a dönerek bir süre öğre­tim ve telifle meşgul oldu; Risale îî tah­kiki lafzı çelebi ve el-Kâfî adlı kitapla­rını bu dönemde kaleme aldı. Devletin Bosna ve çevresinde Hamza Bâlî men­suplarına karşı yürüttüğü takibat sıra­sında Bosna'ya kadı olarak tayin edilen ve İstanbul'dan hocası olan Bâlî Efendi'-nin yanında nâiblik görevini üstlendi (986/ 1578).

991 (1583) yılında Akhisar'a ilk kadı olarak tayin edilen Hasan Kâfî 996'da (1588) İstanbul'a gidip mülâzemete baş­ladı ve 998 (1590) yılında Srem sancağı­na kadı tayin edildi. Osiek'te de (Osjek) kı­sa bir sûre kadılık yaptı. Ertesi yıl hacca gitti. Medine'de iken Bâbürlü Sultanı Ce-lâleddin Ekber Şah'ın hocası Mîr Gazan­fer b. Ca'fer el-Hüseynî ile tanışarak ders­lerine katıldı. 1000 (1592) yılında İstan­bul üzerinden memleketine dönünce Ak­hisar yakınlarındaki bir bölgeye kadı ol­du. 1003 (1594) yılının sonbaharına ka­dar yürüttüğü bu görevini bölgede çıkan karışıklıklar sebebiyle terkedip Akhisar'a döndü.

Hasan Kâfî. 1596'da III. Mehmed'in Eğ­ri seferine katılmak üzere Akhisar'dan ayrıldı. Arapça olarak yazdığı Uşûlü'1-hi-kem adlı eserini Eğri Kalesi'nin fethi ve Haçova zaferinden sonra (Safer 1005/ Ekim 1596) bazı devlet ve ordu ricaline sundu. Kendisine eseri Türkçe'ye çevirip şerhetmesi tavsiye edildi. Hasan Kâfî ese­rin açıklamalı tercümesini yaparak tek­rar İstanbul'a gitti. Kitap Sadrazam Da-mad İbrahim Paşa vasıtasıyla padişaha arzedilince müellif onun iltifatına maz-har oldu. Bu vesile ile kendisine Akhisar kadılığı tekaüden ve o bölgedeki talebe­ye ders okutmak şartıyla tevcih edildi. Bir süre İstanbul'da kaldıktan sonra muh­temelen Şevval 1007'de (Mayıs 1599) İb­rahim Paşa'nın kumandasındaki orduya katılarak memleketine döndü. Hasan Kâ­fî'nin hayatının bundan sonraki dönemi hakkında bilgiler yetersizdir. Vezîriâzam Lala Mehmed Paşa'nın Estergon Kalesi'-

ni muhasarası sırasında orduda bulun­duğu ve bazı Önemli görevler üstlendiği, bu yıllarda da eser telifini sürdürdüğü, hatta Nûrü'l-yakin adlı kitabını Meh-med Paşa'ya ithaf ettiği kaydedilmekte­dir. Osmanlı-Habsburg mücadelesinin sona ermesinin (1606) ardından büyük bir ihtimalle Akhisar'a dönen Hasan Kâfi bundan sonraki yıllarını eser yazmak ve ders okutmakla geçirmiştir.

Kaynaklarda Hasan KâtTnin 1S Şaban 1025 (28 Ağustos 1616) tarihinde vefat ettiği kaydedilmektedir (Kâtib Çelebi, I, 380; Atâî, s. 584; Osmanlı Müellifleri, 1. 277). Ancak Nizâmü'I-hjlemâ' adlı ese­rinin muhtemelen bir öğrencisi tarafın­dan istinsah edilen nüshasında (Gazi Hüsrev Bey Ktp., nr. 946, vr. 49) vefatıyla ilgili birkaç beyit, yanına da 16 Ramazan 1024 {9 Ekim 1615) tarihi kaydedilmiştir (Sabanovic, s. 176; Nakicevic, Hasan Ka-fija Prusiak Pionir, s. 40, 41). Akhisar'da yaptırdığı caminin yanında bulunan med­resenin bitişiğindeki türbeye defnedilen Hasan Kâfî'nin kabri bugün de halk tara­fından ziyaret edilmektedir. Akhisar'da 1937yılında Hasan Kâfî adına bir dernek (Drustvo Hasan Kafija) ve bir kültür mer­kezi kurulmuş, ancak II. Dünya Savaşı es­nasında ve sonrasında bu kurumun fa­aliyetleri yasaklanmıştır. Bugün Saray-bosna'da bir cadde onun adını taşımak­tadır. Hasan Kâfî'nin hayatı ve eserleri, 1995ten itibaren Bosna-Hersek Devle-ti'nin resmî eğitim programına alınmış ve lise ders kitaplarında okutulmaya baş­lanmıştır.

Evliya Çelebi, Hasan Kâfî'nin Akhisar'­da bir cami, medrese, tekke, han, sıbyan mektebi, çeşme yaptırdığını ve bunlar için vakıflar tahsis ettiğini söyler. Bu te­sisler etrafında oluşan mahalleler Nevâ-

bâd (Novo Mjesto) adıyla anılmıştır (bu­günkü Prusac'ta Srt |Sırt| mahallesinin üst tarafındadır). Tekkenin Halvetiyye ta­rikatına ait olduğunu belirten Evliya Çe­lebi, hanın kapısı üzerindeki kitabeye dayanarak söz konusu binanın 1021'de (1612) inşa edildiğini kaydeder [Seyahat­name, V, 445-446). Camide bulunan lev-haiardaki imzadan Hasan Kâfi'nin hat sa­natıyla da meşgul olduğu anlaşılmakta­dır (Nametak, Çevren, VII/4, s. 39).

Eserleri. Hasan Kâfî Arapça olarak dil, mantık, kelâm, fıkıh, biyografi ve siyaset alanlarında on sekiz eser kaleme almıştır. Bu eserlerin bir kısmı Bosna -Hersekte yakın zamanlarda Boşnakça'ya tercüme edilmiştir. A) Dil. 1. Risale tî tahkiki lafzı çelebi (Saraybosna Gazi Hüsrev Bey Ktp., nr. 946; Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr 3814; Amasya Beyazıt İl Halk Ktp., nr. 918/11). Çelebi kelimesinin eti­molojisine dair küçük bir risale olup Boş­nakça tercümesi Fehim Nametak tara­fından Izabrani Spisi adlı kitap içinde yayımlanmıştır (s. 87-89). 2. Temhîşü't-TeJhîş ü Hlmi'l-belâğa (Gazi Hüsrev Bey Ktp., nr. 1689; Köprülü Ktp., Meh-med Âsim Bey, nr 486; ayrıca bk. Saba­novic', s. 178). Hatîb el-Kazvînî'nin Telhî-şü'1-Miftöh adlı eserinin muhtasarıdır 3. Şerhu Temhîşi't-Telhîş.

B) Mantık. 1. Muhtaşarü'1-Kâfî mi-ne'1-mantık (Sarajevo-Orijentalni In-stitut, nr. 591; Süleymaniye Ktp., Halet Efendi, nr. 780; Beyazıt Devlet Ktp., Ba~ yezid.nr. 1851/5). Bir mukaddime ile beş bölümden oluşan eserin adını müellif ba­zı nüshalarında Kâfî ü'1-mantık şeklin­de zikretmiştir (TÜYATOK, I, 42) Dipnot­larla zenginleştirilmiş Boşnakça bir ter­cümesi Amir Ljubovtf tarafından yapıl­mıştır [Izabrani Spisi, s. 61-85). Z.Şerhu Muhtaşari'1-Kâfî mine'l-mantık. Bir önceki eserin "et-Tasawurât" adlı bölü­münün şerhi olup herhangi bir nüshası tesbit edilememiştir. Müellifi tarafından haber verilen eser Akhisar kadılığına ta­yininde (991/1583) yazılmıştır (Sabano­vic, s. 187).

C) Kelâm. 1. Ravzâtü'1-cennât û uşû-li'1-iHikâdât (Beyazıt Devlet Ktp., Baye-zid, nr. 3670/3; İÜ Ktp., AY, nr. 3822; ayrı­ca bk.a.g.e.,s. 183). Akaide dair konulan ihtiva eden eser Mahmud Esad tarafın­dan Türkçe'ye çevrilmiş ve Mehmed Bir-givfye nisbet edilerek yayımlanmıştır (İs­tanbul 1305). Bu tercümeye yapılan şer­hin kime ait olduğu bilinmemektedir


Yüklə 1,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin