Hasan el-Bennâ'ya göre İslâm dini fikir hürriyetini tanımış, ilmî araştırmaları teşvik etmiştir. Bir hadiste de işaret edildiği üzere hikmet müslümanın yitirdiği kendi malı olduğu için hangi kültürel ortamda ortaya çıkmış olursa olsun rahatça sahip-lenilmelidir. Din ve akıl bazan birbirine ters düşebilirler; ancak kesin ve gerçek olan hususlarda birleşirler. Kesin biçimde ortaya konan ilmî kanunlar hiçbir zaman dinî esaslara aykırı olamaz. Eğer her İkisi arasında görünürde bir ihtilâf varsa zan ifade eden delil kesin olanla uygun şekilde yorumlanmalıdır; her ikisi de zan veya ihtimaliyet ifade ediyorsa dinî esasa uyulur. Ona göre ilim konusundaki görüşlerde başlıca iki sakat cereyan göze çarpmaktadır, a) Olayları, sebeplerini araştırmaksızın yalnızca gizli güçlere bağlayan hurafeci anlayış; bu anlayış insanları tembelliğe itmektedir, b) Olayların hiçbir gaybî veya metafizik sebebinin olmadığını İleri süren materyalist-poziti-vist anlayış ve özellikle biyolojik materyalizm. Müslümanlık ise aklı ve gaybı, ilmi ve metafiziği birleştiren bir dindir. İslâm maddeye önem verir, ancak ona köle ol-
mayı reddeder; İman ve ruhu esas alır, fakat ilmi inkâr etmez. Nitekim müsiü-man âlimler ilerlemeye karşı çıkmamışlardır. Bu konuda ileri sürülen istisnaî ve kötü örnekler ölçü alınamaz. Esasen Kur'an'da müsbet ilimlere çok sayıda işaret vardır. Kalkınma için askerî güç yanında İslâm'ın teşvik ettiği ilmî birikim zorunludur ve müslümanların muhtaç olduğu kalkınma hamlesi yalnızca İslâm'la gerçekleşebilir. Hasan el-Bennâ. modern ideolojilerden özellikle Arap ırkçılığı {Ara-bizm} üzerinde durmuş, İslâm'ın ırkçılığı reddettiğini vurgulayarak sadece bir milletin tarihî ve kültürel kimliğine sahip çıkması anlamındaki bîr milliyetçiliği benimsemiş, aslında Mısır için çalışmanın evrensel İslâm vatanının bir parçası için çalışmak anlamına geleceğini belirtmiştir. Ona göre İslâm vatanının sınırlarını iman birliği çizerken Batı tipi milliyetçilerin vatan anlayışını coğrafî sınırlar tayin etmektedir. Ancak İslâm milletleri arasında adaletin gözetilmesi şarttır; bir müslüman millet ötekinin sırtından ge-çinemez ve ona zulmedemez. Esas itibariyle kin, düşmanlık ve ırkçılık üzerine kurulu milliyetçilik anlayışı reddedilmelidir. Fakat her milletin kendine özgü birtakım hususiyetleri olduğu da inkâr edilemez. Bazı milletler bazı hususlarda Ötekilerden üstün olabilir ve bu tür meziyetler genel İslâmî kalkınma idealine hizmet için vardır. Öte yandan Batı'ya karşı çıkarken de Doğucu olmak gerekmemektedir. Doğuculuk geçici bir slogandır ve dünyayı Doğu-Batı diye ayıranların ürünüdür. Bu ayırımda ısrarlı davranılacak-sa Batı medeniyetinin iflâs ettiği söylenmelidir. Müslüman Doğu uykusundan uyandığında dünya liderliğini kolayca ele geçirebilecektir. Batı'nın manevî yapısı çökmüştür: çünkü bu medeniyet dini ter-ketmiştir ve başlıca özellikleri de şehvet düşkünlüğü, çıkarcılık, faizciliktir. Bu materyalist hayat tarzı, Batılılar'ca sömürge altında bulundurdukları İslâm ülkelerine de aşılanmaya çalışılmaktadır. Batı. Doğu ülkelerini önce borçlandırmakta, sonra da kendine bağımlı kılarak sömürmektedir. Bu ülkelerde Avrupaî eğitim veren okullar açarak lehine çalışacak yönetici bir seçkin zümre yetiştirmekte, basın yayın ve eğlence araçlarıyla da kitleleri istediği şekilde yönlendirmektedir. Ona göre, Türkiye ve Mısır bu tesire en çok mâruz kalan İslâm ülkeleridir. Hasan el-Bennâ, bu tesbitlerinin ışığında girişilecek ıslahatçı gayretler için işe fertten başlanması gerektiği inancındadır. Fer-
din hem ilmî ve kültürel yönden hem de vücut sağlığı bakımından gelişmesi temin edilmelidir. Bu özelliklere sahip kişilerin kuracakları aile ise İslâm ahlâk esasları üzerinde temellendirilmelidir. Toplumun asıl unsurunu teşkil eden aile sağlam esaslar üzerine oturunca sağlıklı bir toplum için en önemli adım atılmış olacaktır. Toplumu irşad çabası yoğun şekilde sürdürülmeli ve İslâm topraklan her türlü emperyalist etkiden arındırılmalıdır. Bu hedefleri gerçekleştirici siyasî değişikliklerle birlikte İslâm ümmetinin birliğini temin edici tedbirlerin de alınması gerekmektedir.
Bennâ'nın siyasî görüşleri geniş ölçüde, Abbasî hilâfetinin dağılışından XIX. yüzyılda Avrupalı devletlerin İslâm ülkelerinden çoğunu kolonileştirmesine ka-darki dönemde İslâm ümmetinin içine düştüğü yozlaşmanın tahliline dayanmaktadır. Ona göre bu yozlaşmanın başlıca sebepleri müslümanlar arasındaki çıkar çatışmaları, siyasî tefrika, mezhep kavgaları, yöneticilerin ihmal ve gafleti, ilim adamlarının faydasız tartışmalarla vakit geçirip uygulamalı disiplinlere yönelmemeleri ve dolayısıyla ilim ve teknik bakımından geri kalma, Araplar'ın İslâm tarihi sahnesinde geri plana düşmeleri ve modern zamanlarda müslümanların Av-rupalılar'ın hayat tarzını taklide yönelmeleridir. Hasen el-Bennâ, bu tarihî ve fiilî sebeplerden kaynaklanan kötü durumun aşılabilmesi için öncelikle hilâfetin yeniden tesisi yoluyla İslâm birliğinin sağlanması, İslâmî değerlerin hayata geçirilmesine yönelik bir devletin kurulması ve böylece bütün İslâm dünyasının her türlü yabancı hâkimiyetinden kurtarılması hedeflerini öngörmüştür. Bennâ'ya göre İslâmî bir hükümet, yöneticinin ilâhî ölçüler ve halk karşısındaki mesuliyeti, ümmetin birliği ve ümmetin iradesi ilkelerine dayanmalıdır (A. Z. Al-Abdin,XXVIII/ 3 |1989], s. 221-223).
Hasan el-Bennâ'nın bir suikasta kurban gidişinin ardından İhvân-ı Müslimîn hareketi bir kısmı ılımlı, bir kısmı da etkin mücadele yanlısı gruplarca sürdürülmüştür. Ilımlı strateji yanlısı olan grupların en kayda değer temsilcisi. el-Müsli-mûn adlı dergiyle aynı zamanda damadı olduğu Hasan el-Bennâ'nın fikirlerini ve daha ziyade bekleme siyasetine dayalı yaklaşımlarını İslâm dünyasına yayan Saîd Ramazan'dır. Daha etkin mücadele yanlısı grup ise Hasan el-Bennâ'nın bir
HASAN el-BENNÂ
başka halefi olan Salih Aşmâvî liderliğinde ihvan hareketini radikal yorumlan ile sürdürmüş, Aşmâvî ekolünün bu fikirleri ed-Dacve dergisinde ifadesini bulmuştur. İhvân-ı Müslimîn'in Hasan el-Ben-nâ'dan sonra en etkili simalarından Sey-yid Kutub harekete 1951 yılında katılmış ve eserleri 1990'lara kadar çeşitli İslâmî akımları derinden etkilemiştir. Seyyid Ku-tub'un da dahil olduğu Muhammed el-Gazâlî. Abdülkâdir Ûdeh ve Suriyeli Mustafa es-Sibâfden oluşan bilgin ve düşünürler grubu özellikle Hasan el-Bennâ'nın İslâm'da sosyal adalet öğretisinden etkilenmiş (The Oxford Encyclopedia of the Modern Islamtc Wor!d, I. 197-198) ve bu perspektiften yazdıkları eserler Türkiye dahil birçok müslüman ülkesinde ilgiyle takip edilmiştir.
Eserleri. 1. Müzekkirâtü'd-da've ve'd-dâHye (Kahire, ts. |Dârü'l-kitâbi'l-Arabî|). Hasan el-Bennâ'nın 1942 yılına kadar olan hâtıralarını ve bu hâtıralar vesilesiyle dile getirdiği fikirlerini ihtiva eder. İki bölümden oluşan eserin ilk bölümü kendi hayatıyla, ikinci bölümü ise İhvân-ı Müslimîn teşkilâtının kuruluşu ve gelişmesiyle ilgili hâtıralarından oluşmaktadır. Eser M. N. Shaikh tarafından İngilizce'ye tercüme edilmiştir {Memoirs of Hasan al Barına Shaheed, Karachî 1981; Delhi 1982). Z. Mecmû'atü restfili'I-imâmi'ş-şehîd Hasan el-Bennâ. Çeşitli dönemlerde kaleme aldığı sekiz risaleden oluşan bir koleksiyondur. Bu risaleler, onun temel fikirleri çerçevesinde İh-van-ı Müslimîn teşkilâtının gaye, metot ve hedefleriyle ilgili tesbitlerini açıkladığı yazılardır. Son olarak 1988 yılında İskenderiye'de neşredilen mecmuanın birçok baskısı bulunmaktadır. Hasan el-Bennâ'nın hâtıra, risale, makale, hutbe ve dualarını, ayrıca kendisi ve İhvân-ı Müslimîn hakkındaki bilgi ve değerlendirmeleri ihtiva eden eser. Hasan Karakaya ve Hasan Fehmi Ulus tarafından Türkçe'ye çevrilerek on dört cilt halinde neşredilmiştir {Risaleler, İstanbul 1991). Külliyatın daha önce Ramazan Nazlı tarafından yapılan bir tercümesi daha vardır (Şehit Hasan el-Bennâ'nın Hayatı ve Risaleleri, İstanbul 1978).
Hasan el-Bennâ'nın ayrıca İhvân-ı Müslimîn teşkilâtının resmî yayın organları olan Meceiîetü'l-İhvâni'I-müsUmîn, Cerîdetü'î-İhvâni'l-müslimîn, en-Ne-zîr ve Mecelletü'ş-şihâb gibi gazete ve dergilerde yazıları bulunmaktadır.
509
HASAN el-BENNÂ
BİBLİYOGRAFYA :
Hasan el-Bennâ, Müzekkirâtü'd-da'ue ue'd-dâ'İye, Kahire, ts.; a.mlf., Mecmû'atü resâ'ili'l-imâmi'ş-şehtd Hasan el-Bennâ, İskenderiye 1988; M. Abdullah es-Sem'ân. Hasan el-Bennâ: er-recüt ve'l-fıkre. Kahire 1977; Enver el-Cûndî, Hasan et-Bennâ: ed-dâ'iyetü't-imâm ue'l-mü-ceddidü'ş-şehid, Beyrut 1978; Yûsuf el-Kardâ-vî. et-Terbiyetü'l-İslâmiyye ue medresetü Ha-sanel-Bennâ, Kahire 1402/1982; FathiOsman, "Hasan Al-Banna: Founder of the Müslim Brotherhood", Arabia, sy. 31, London 1404/ 1984, s. 18-19; Câbir Rızk, ed-Deute ve's-siyâ-se fi fikri Hasan el-Bennâ, Mansûre 1405/1985; a.mlf.. el-İmâmü'ş-şehîd Hasan el-Bennâ bi-ak-lamı telâmizetih ue mu'âşırih, Mansûre 1406/ 1986; M. Seyyid el-Vekîl, Kübra'l-harekâti't-tslâmiyye fi'l-karnVr-râbF caşer el-hicrî, Cidde 1406/1986; Muhsin Muhammed. Men ka-tele Hasan el-Bennâ, Kahire 1407/1987; Salâh Şâdî, eş-Şehîdân Hasan el-Bennâ ue Sey-yidKutub, Kahire 1409/1988, s. 1-45;Tevfik Aivân, Necmü'd-dü'ât Hasan el-Bennâ, Mansûre 1413/1992; İbrahim el-Beyyûmî Ganim, el-Fikrü's-siyâsi li'l-imâm Hasan et-Bennâ, Kahire 1412/1992; Abdülmüteâl el-Cebrî, Li-maza uğtile't-imâm eş-şehtd Hasan el-Bennâ, Kahire, ts.; Muhammed Şiblî. Hasan el-Bennâ: imâm ve kâ'id, Kahire, ts.; Olivier Carre, "Note sur la politique de Hasan al-Banna et celle de Say-yid Qutb, d'apres leurs ecrits", Melanges de VüniversiteSaint Joseph, L/l, Beyrut 1984, s. 103-129; a.mlf., "Bennâ, Hasan al-", TheOx-ford Encyclopedia of the Modern Islamic World, NewYork Î995,1, 195-199; Mir Zuhair Husain, "Hasan al-Banna (1906-1949), Founder of the lkhwan al-Muslimin", İslam and the Modern Age, XVll/4. New Delhi 1986, s. 271-276: A. Z. Al-Abdin, "The Political Thought of Hasan al-Banna", IS, XXVIII/3 (1989). s. 219-234; Ah-mad S. Moussalli, "Hasan aî-Bannâ's Islamist Discourse on Constitutional Rule and Islamic State", Journal of Islamic Studies, IV/2, Ox-ford 1993, s. 161-174; Afaf Lutfi - al-Sayyid Marsot, "Müslim Brotherhood", ER, X, 217-219; J. M. B. Jones, "al-Bannâ1, Hasan", El2 (İng.), I, 1018-1019.
İMİ İbrahim el-Beyyûmî Ganim
HASAN BEY KÖPRÜSÜ
Yunanistan'ın Yenişehir'inde XVI. yüzyılda yapılmış köprü.
L J
Kuzey Yunanistan'da bugün adı Larisa olan Yenişehir'de Köstem {Pİnios) akarsuyu üstündeki bu köprü şehirde bir cami, medrese ve sıbyan mektebi de yaptıran Hasan Bey (Gazi Hasan Bey) vakıflarından-dır. Kimliği hakkında yeterli bilgi bulunmayan Hasan Bey'in Mora beyi olduğu. 909'da (1503-1504) ve 911'de (1505-1506) Anadolu ve Rumeli beylerbeyiliği-ne getirildiği. 920'de (1514) Yavuz Sultan Selim'in Çaldıran seferinde şehid olduğu Sicill-i Osmânıde bildirilmektedir.
310
Osmanlılar zamanında Rumeli'de Türkler tarafından bu bölgede kurulan en büyük şehirlerden biri olan Yenişehir'deki Hasan Bey Köprüsü'nün başında aynı bani tarafından inşa ettirilmiş bir de cami bulunduğunu burayı 1688'de ziyaret eden Evliya Çelebi bildirmektedir. Cevdet Çulpan, Mevlevî şeyhi Hasan Nazif Efendi'nin 1246'da (1830-31) hac dönüşü Köstem suyu kenarında kurduğu mev-levîhâne ile yaptırdığı köprüden bahsederken bunun yeniden inşa edilen bir köprü mü. yoksa Gazi Hasan Bey Köprüsü'nün bir onarımı mı olduğu hakkında şimdilik bir şey söylenemeyeceğini ifade eder. Caminin kıble duvarı önünde banisinin altıgen planlı kubbeli türbesi bulunmaktaydı. Hasan Bey Çaldıran'da şehid düşmüşse cenazesi buraya getirilmiş midir, yoksa önceden yaptırılan bu yapı boş kalmış bir türbe midir? Üçüncü bir ihtimal de külliyenin başka bir Hasan Bey tarafından yaptırılmış olmasıdır.
Hasan Bey Köprüsü, eski fotoğraflarından anlaşıldığı kadarı ile Rumeli'deki Türk köprülerinin en güzellerinden biridir. Tamamen kesme taştan yapılmış olup aralarında sel yaranlar (mahmuzlar) bulunan sivri kemerli on gözü vardır. Ayrıca her mahmuzun üstünde ve iki büyük kemerin arasındaki masif ayak, içine küçük birer kemerli göz daha açılmak suretiyle yapı hem takviye edilmiş hem de hafıfletilmiştir. Türk-Yunan savaşı sırasında elden çıkmışken 1895'te geri alındığında Yenişehir'e giden Sabah gazetesi muhabiri Süleyman Tevfik köprünün dokuz gözlü, 114 m. uzunluğunda ve 8 m. genişliğinde olduğunu bildirir. Bu sırada gazetelerde yer alan ve üzerinden şehre giren Türk askerinin geçişini gösteren resimlerden, XIX. yüzyılda köprünün kenar korkuluklarının yenilenerek yaya kaldırımlarının iki yanında demir pra-çollarla genişletildiği. korkulukların yerine demir parmaklıklar takıldığı anlaşılmaktadır.
Köprünün tam başında yer alan medresesi, sıbyan mektebi, türbesiyle bir külliyenin merkezi olan cami de eski resimlerinden öğrenildiği kadarı ile kesme taş-
tan bir yapı olup kubbeli, üç bölümlü bir son cemaat yerini takip eden kare planlı bir harimden ibaretti. Üstünü sekizgen biçiminde sağır kasnağa oturan kurşun kaplı bir kubbe örtüyordu. Önündeki köprü gibi bütünüyle XVI. yüzyılın klasik üslûbunu aksettiren bu yapı İstanbul Sultanahmet'teki Fîruz Ağa Camii'nin bir benzeri idi. Yunanistan'a dair turist rehberlerinde buradaki Türk eserlerinden ve dolayısıyla bu köprüden tek kelime ile bahsedilmemesi (meselâ bk. Bequignon, s. 270-272) dikkati çeker. Halbuki 1910'-da basılan başka bir rehberde, şehrin içinde çoğu harap camilere ait yirmi yedi minare görüldüğü gibi köprünün karşı tarafında mükemmel durumda "muhteşem" bir caminin bulunduğuna işaret edilmiştir (K. Baedeker, s. 219).
BİBLİYOGRAFYA :
Evliya Çelebi, Seyahatname, VIII, 194; Si-cill-İ Osmânî, II, 119; Süleyman Tevfik. Tesal-ya'da Bir Ceuelân ue Dört Aylık Seyahatim, İstanbul 1315, s. 167-168; K. Baedeker. Grece, Leipzig-Paris 1910, s. 219; Y. Bequignon, Grece: Les guides bteus, Paris 1935, s. 270-272; Cevdet Çulpan, Türk Taş Köprüleri, Ankara 1975, s. 169-170, 203-204; Ayverdi, Auru-pa'da Osmanlı Mi'mârî Eserleri IV, s. 309, rs. 240-241; Gökbilgin, Edirne ve Paşa Liuâsı, s. 478; SF.ay. 322 (1313i, s. 145; sy. 323 (1313).
s. 168, 169. fTI
İMİ Semavi Eyice
F HASAN b. BİŞR el-ÂMİDÎ "
(bk. ÂMİDÎ, Hasan b. Bişr).
L J
HASAN BURHÂNEDDİN CİHANGİRİ
(ö. 1074/1663}
Halvetiyye-Ramazâniyye tarikatının Cihangîriyye şubesinin kurucusu.
L J
Harpufta doğdu. Uzun yıllar İstanbul'un Cihangir semtindeki tekkesinde faaliyet gösterdiği için Cihangiri lakabıyla anılır. Halifesi Mustafa Nehcînin Tuh-fetü's-sâlikîn ve hediyyetü'l-mürşidîn adlı eserinde bizzat kendisinden dinlediğini belirterek verdiği bilgiye göre Celâlî
isyanları sebebiyle Bursa'ya hicret etmek zorunda kaldı. On sekiz yaşlarında Halve-tiyye-Ramazâniyye şeyhlerinden Yâkub Fânî Efendi'ye intisap etti. Celâli isyanları Bursa'yı da tehdit etmeye başlayınca şeyhiyle birlikte İstanbul'a giderek Eyüp'te Baba Haydar Tekkesi'ne yerleşti. Bu yıllarda mürşidinin şeyhi Şerbetçi Meh-med Efendi ile onun şeyhi ve Halvetiyye'-nin Ramazâniyye kolunun pîri olan Mahfî Ramazan Efendi'nin sohbetlerine katılma fırsatını buldu. Sekiz yıl hizmetinde bulunduğu Ramazan Efendi tarafından kendisine 1020 (1611) yılında hilâfet verildi ve Cihangir Camii'ne meşihat konularak buraya şeyh tayin edildi. Bu bilgilere göre Hasan Burhâneddin yirmi beş otuz yaşlarında hilâfet almış olmalıdır.
Diğer kaynaklarda yer alan Hasan Bur-hâneddin'le ilgili bilgiler oldukça çelişkilidir. Şeyhî onun İstanbul'a 1068 (1658) yılında geldiğini söyler(Vekayiu'l-fuzalâ, I, 559-560) Aynı tarihi veren Ayvansarâyî ise 970'te (1562-63) dünyaya geldiğini. 1000 (1591-92) yılında Yâkub Fânî'den hilâfet aldığını kaydeder {Hadîkatü'l-ce-öâmi', II, 72, 73). Bu bilgiler daha sonraki bazı kaynaklarda da tekrarlanmıştır. Hüseyin Vassâf a göre ise 1000 (1591 -92) yılında doğmuş, bulûğ çağına erince İstanbul'a gelmiştir (Sefine, V, 26).
Hasan Burhâneddin Efendi Cihangir Camii'ne şeyh tayin edildikten sonra caminin yanına yaptırdığı tekkede vefatına kadar elli iki yıl irşad faaliyetini sürdürmüş, bu uzun süre içinde birçok halife yetiştirmiştir. Halifeleri İstanbul ve civarıyla Gebze, Safranbolu, İznik, Edirne, Bolu, Bursa, Gelibolu. Tavşanlı, İsmail (Tuna nehrinin kuzey kolu üzerinde bir şehir), Kili, Akkirman, Malatya ve Şam'da faaliyet göstermiş, kendisine nisbet edilen Ci-hangîriyye tarikatının geniş bir sahada yayılmasını sağlamışlardır. Mustafa Neh-cî onun, aralarında devlet erkânı ve medrese mensuplarının da bulunduğu birçok halifesinin adını verir {Tuhfetü's-sâlikîn, vr. 14a-40b; ayrıca bk. Sefine, V, 30-31).
Hasan Burhâneddin Cihangîrî'nin tarikat silsilesi Şeyh Yâkub Fânî. Şerbetçi Mehmed Efendi vasıtasıyla Halvetiyye- Ra-mazâniyye'nin kurucusu Ramazan Mah-fî'ye ulaşır. Silsile Ramazan Efendi'den sonra Muhyiddin Karahisârî, Şeyh Kasım Efendi, Şeyh İzzeddin Karamam şeklinde devam ederek Halvetiyye'nin ana kollarından Yiğitbaşı Ahmed Şemseddin'e (ö. 910/1504) nisbet edilen Ahmediyye ile birleşir. Cihangîriyye tarikatında Hasan
Burhâneddin Efendi tarafından tertip edilen ve "Cihangir usulü tevhid" diye bilinen zikir usulü uygulanmaktadır. Diz üzerinde oturarak icra edilen bu zikri Hasan Burhâneddin ilk olarak, hareket etmek üzere olan bir gemideki tayfaların zinciri çekerken çıkardıkları ahenkli sesleri işitip vecde gelerek uygulamış, daha sonra bu tarz zikir devam ettirilmiştir.
Halvetiyye'nin seyrü sülük âdabına ve atvâr-ı seb'aya dair iki risalesi ve bazı ilâhileri olduğu bildirilen Hasan Burhâneddin Efendi Rebîülâhir 1074'te (Kasım 1663) vefat etmiş ve Cihangir Camii'nin naziresine defnedilmiştir (bk. CİHANGİR TEKKESİ). Hasan Efendi'den sonra makamına halifesi ve damadı Şeyh Fethullah Efendi geçmiştir (ö. 1113/1701). Tekkelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar Cihangir Tek-kesi'nde postnişin olan diğer şeyhler şunlardır: Şeyh Mahmud Efendi f 1701 -1705), Şeyh Ali Efendi mahdumu (1705-1727), Şeyh Mahmud Efendi (1727-1785), Şeyh İbrahim Hakkı Efendi mahdumu (i 785-1792), Şeyh Hacı Mehmed Zâhid Efendi (1792-1822), Şeyh Rızâ Efendi (1828-1830), Şeyh Hafız Ahmed Efendi 11830-1847), Şeyh Ahmed Rızâ Efendi b. Seyyid Mustafa (1847-1889), Şeyh Seyyid Hafız Resmî Efendi (1889-1900), Şeyh Hafız Mehmed Cemâleddin Efendi (1900-?), Şeyh Eşref Efendi (?-1919), Şeyh Hafız İhsan Efendi (1919-1925).
Şeyh Mehmed Zâhid Efendi ile Şeyh Rızâ Efendi arasındaki altı yıllık (1822-1828) boşluk, 1822'de vuku bulan büyük Tophane yangını sırasında cami ve çevresinin yanması sebebiyle meydana gelmiş olmalıdır. Nitekim caminin son cemaat yeri girişinde bulunan 1307 (1889) tarihli ihya kitabesinde ilk inşa edildiği 967'den (1559-60) sonra caminin birçok yangın geçirdiği kaydedilmiştir. Şeyh Seyyid Hafız Resmî Efendi ve sonrasındaki şeyhlerin Halvetiyye'nin Sünbüliyye koluna mensup olmaları, tekkenin XIX. yüzyılın sonlarına doğru Sünbülîler'in kontrolüne geçtiğini göstermektedir.
HASAN-I BÜZÜRC
BİBLİYOGRAFYA :
Evliya Çelebi, Seyahatname, 1, 442; Seyyid Mustafa Nehcî. Tuhfetü's-sâtikîn ve hediyye-tü'l-mürşidîn, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Nuri Ergin, nr. 637, tür.yer.; Belîğ, Güldeste, s. 157;Şeyhî. Vekâyİu'1-fu.zalâ, I, 51, 145, 559-560; Ayvansarâyî, Hadikatü'l-ceuâ-mV, II, 72-73; Hocazâde Ahmed Hilmi. Zİyâret-i Eviiyâ, İstanbul 1325, s. 107-108; Osmanlı Müellifleri, 1, 53; Tomar-Haluetiyye, s. 93-94; Hüseyin Vassâf. Sefine, V, 19-35; Mustafa Özda-mar. Dersaâdet Dergâhları, İstanbul 1994, s. 173; Günay Kut - Turgut Kut. "İstanbul Tekkelerine Ait Bir Kaynak: Dergeh-nâme", Varia Turcica Türkische Miszellen, IX, İstanbul 1987, s. 224. 231; Ara Altun. "Cihangir Câmiİ", DİA, VII, 539-540; M. Baha Tanman, "Cihangir Tekkesi", DBİst.A, II, 433. [Tl „ „
USU Reşat Öngören
HASAN-ı BÜZÜRG
(ö. 757/1356)
Celâyirliler'in kurucusu
ve İlk hükümdarı
(1340-1356).
Babası, İlhanlı Devleti'nin kuruluşunda önemli rol oynayan İlkân (İlkâ) Noyan'ın torunu Emîr Hüseyin'dir; kaynaklarda Emîr Şeyh Hasan b. Emîr Hüseyin b. Ak-boğa şeklinde geçer.
Hasan-ı Büzürg, İlhanlı Hükümdarı Ebû Said Bahadır Han zamanında (1317-1335) önemli görevlerde bulunmuştur. Ebû Said Bahadır Han'ın kendisinden boşatarak evlendiği eski karısı Bağdat Hatun ile gizlice haberleştiği ve hükümdara suikast hazırlığında bulunduğu iddiasıyla idam cezasına çarptırılmışsa da (bk. bağdat hatun) hanedana yakınlığı sebebiyle ve bilhassa Argun Han'ın kızı olan annesinin araya girmesiyle affedilerek Kemah Ka-lesi'ne gönderilmiş, bir yıl sonra da Anadolu valiliğine tayin edilmiştir (1333). İlhanlı saltanatı uğruna giriştiği mücadeledeki amansız rakibi ve düşmanı Suldus-lar'a mensup Emîr Çoban'ın torunu, Ti-murtaş'ın oğlu Şeyh Hasan ile karıştırılmaması için kendisine Hasan-ı Büzürg veya Celâyirli Şeyh Hasan, hasmına da Hasan-ı Kûçek denilmiştir.
Ebû Said Bahadır Han'ın vâris bırakmadan ölümü üzerine Moğol kabilelerinden Celâyir, Suldus, Uyrat ve Sutaylar arasındaki mücadele sırasında bağımsız bir devlet kurmak için fırsat kollayan Hasan-ı Büzürg, Moğol hanedanına mensup şehzadelerden Muhammed'i destekleyerek ilhan ilân etti ve Şehzade Mûsâ adına saltanat iddiasında bulunan Uyratlar'dan Ali Pâdişah'ın üzerine yürüdü. Van gölünün
311
HASAN-! BÜZURG
kuzeyindeki Aladağ yakınlarında meydana gelen savaşta Ali Pâdişâh savaşı ve hayatını kaybetti (1336); Şehzade Mûsâ da Bağdat tarafına gitti. İktidarı eie geçiren Hasan-ı Büzürg bu başarısından sonra Tebriz'i payitaht yaptı ve Erzurum'dan Musul'a kadar uzanan sahada Sutaylar'-dan Hacı Tbgay, Anadolu'da Alâeddin Eret-na, Bağdat yöresinde Kara Hasan, Ar-rân'da Surgan, Fars bölgesinde de Me-sud Şah kendisini metbû tanıdılar.
Uyrat Ali Pâdişah'in ortadan kaldırılmasından sonra Horasan emirleri Toğa Timur'u ilhan seçtiler; Mûsâ da ona biat etti. Fakat Hasan-ı Büzürg Merâga civarında onları bozguna uğratarak Musa'yı esir alıp öldürttü (1337). Ancak çok geçmeden karşısına Hasan-ı Kûçek çıktı. Hasan-ı Kûçek, 1338 yılında Aladağ'da Şeh-rinev yakınlarında yapılan savaşta Hasan-ı Büzürg ve müttefiklerini mağlûp ederek Tebriz ve Sultâniye'yi yağmaladı; Hasan-ı Büzürg'ün ilhan ilân ettiği Muhammed'i de yakalatarak öldürttü. Bunun üzerine Azerbaycan'ı terkedip Irâk-ı Acem'e çekilmek zorunda kalan Hasan-ı Büzürg, burada yeni bir cephe oluşturmaya çalıştıysa da Hasan-ı Kûçek karşısında tekrar mağlûp oldu ve bu defa Bağdat'a çekilerek Abaka Han'ın oğlu Şah Cihan Timur'a biat etti. Daha sonra Bağdat'ta dedesine nisbetle İlkânlılar, kabilesine nisbetle de Celâyirliler denilen bağımsız bir devlet kurdu (1340). Arkasından kendi isteğiyle askeri yardım karşılığında, idaresi altında bulunan Bağdat, Musul ve Irâk-ı Acem'de Mısır Memlûk Sultanı el-Me-likü'n-Nâsır Muhammed b. Kalavun adına hutbe okutup sikke kestirdi (Sümer 11969|, 1, 100). Hasan-ı Kûçek'in ölümü (1343) Hasan-ı Büzürg'ü tehlikeli ve büyük bir düşmandan kurtardı; ancak onun yerine geçen kardeşi Melik Eşref döneminde de (i343-1355) taraflar arasındaki mücadele devam etmiştir.
Ebû Said Bahadır Han'ın son eşi Dilşâd Hatun'la evlenerek daha önce kendisine yapılan haksızlığın intikamını alan Hasan-ı Büzürg vefat edince yerine oğlu Şeyh Üveys geçti. Bağdat Moğol istilâsından sonra içine düştüğü siyasî, iktisadî ve İçtimaî çöküntüden, Hasan-ı Büzürg'ün kurduğu ve yapılanmasında İlhanlı idare sistemini örnek aldığı Celâyirli Devleti sayesinde kurtulmuştur. Hasan Ali evlâdına karşı saygılı olmuş, Necef şehrindeki türbeyi yeniden imar ve ihya etmiştir. Celâyirliler döneminde Irak'taki Türkmen nüfusu artmış. Irak ve yöresi ekonomik, siyasî ve kültürel açıdan Önemli bir merkez haline gelmiştir.
312
BİBLİYOGRAFYA :
Mîrhând, Rautatü'ş-şafâ, Leknev 1891, II, 181-185; Handmîr. hiabibü's-siyer, Bombay 1284, III, 78-80, 130; Düuel-i İsiâmiyye, s. 391-393; Spuler, Iran Moğolları, s. 330-380; Bos-worth. islam Devletleri Tarihi, s. 203; Faruk Sümer, "Anadolu'da Moğollar", Selçuklu Araş-tırmalan Dergisi, I, Ankara 1969, s. 100; İbrahim Halîl, "el-Evdâ'u'l-'Irâkı's-siyâsiyye fi'ah-di's-Sultân el-Celâ'irî 1382-1410", Âdâbû'r-râfideyn, Vlll, Musul 1977, s. 128-129; el-Kâ-mûsü'l-İslâmi, II, 81; Mükrimin Halil Yınanç, "Ceîâyir", İA, III, 64-65; "Hasan Büzurg", a.e., V/l.s. 316; J. M. Smith, "Djalâyir", £F (İng.}. II, 401; "ÂI-i Celâyir", DMF, I, 205; Muzaffer Ürekli, "Celâyirliler", DİA, VII, 264-265.
Dostları ilə paylaş: |