Savaşın kazanılmasında önemli rol oynayan Has Bey'e emîr-i hâciblik verilerek en yüksek mevkiye çıkarıldığı gibi atabeg unvanı da tevcih edildi. Ancak birçok emîr Has Bey'e gösterilen bu teveccühü kıskandı. Selçuklu hanedanının memlükleri olan bu emîrler. Has Bey'in eski aleyhtarlarından Hâcib Tatar'ın hapsedilip öldürülmesi üzerine Sultan Mesud'un hizmetinden ayrılarak Bağdat'a gittiler. Maksattan, sultanı Abbasî halifesinin hizmetine girmekle tehdit edip isteklerini kabul ettirmekti. Kendilerine kötü davranan bu emirlerle Bağdat halkı arasında bazı çarpışmalar oldu: halktan birçok kişi Öldü. Bir süre sonra Sultan Mesud emîr-leri bağışladı ve dirliklerini geri verdi.
Has Bey'in tecrübeli emirlerin başına geçirilmesinden dolayı ortaya çıkan hoşnutsuzluğa. Mesud'un amcası ve met-bûu Büyük Selçuklu Sultanı Sencer ilgisiz kalmadı. Bazı kaynaklara göre Mesud'a Has Bey'i uzaklaştırmasını, bunu yapmadığı takdirde tahtını elinden alacağını bildirdi. Sencer'in 1148 yılının sonlarında Rey'e gelmesi muhtemelen bu meseley-
272
le ilgilidir. Sultan Sencer'in Rey'e geldiğini Bağdat'a giderken Esedâbâd'da haber alan Mesud, Has Bey ile vezirini ve maiyetini orada bırakıp Sencer'in huzuruna çıkmak için hareket etti. Mesud'u çok iyi karşılayan Sencer, hakkında bilgi edindiği Has Bey'in meziyetlerine hayran kalarak yeğenine onun daha fazlasına lâyık olduğunu söyledi. Sultan Mesud'un Has Bey'e gösterdiği teveccüh artarak devam etmiş, onun 1150 yılında yakalandığı bir hastalıktan kurtulması üzerine "mükûs" denilen ve halka ağır gelen gayri şer*î vergiyi kaldırmıştır.
Sultan Mesud'un vefatı üzerine (Re-ceb 547/Ekim 1152), oğullan daha önce öldüğünden kardeşi Mahmud'un oğlu Melikşah, Has Bey ve diğer beyler tarafından Selçuklu tahtına oturtuldu. Sultan Mesud'un ölümünü fırsat bilen Halife Muktefî-Liemrillâh Bağdat'ta sultan ve beylerin konaklarına el koydurdu; ayrıca Vâsıt, Hİlle ve Kûfe'deki Selçuklu valilerini uzaklaştırarak buraları kendi idaresine aldı. Melikşah ise devlet işlerini Has Bey'e bırakarak eğlence ile vakit geçirmeye başladı. Melikşah ile devleti idare edemeyeceğini anlayan Has Bey onun yerine Melik Muhammed'i tahta geçirmeyi düşündü. Emîrlerin de bu görüşe katılması üzerine Melikşah'ı Hemedan Kalesi'nde hapsettirdikten sonra (Ocak 1153) bir vezirle bir emîri Hûzistan'da bulunan Melik Muhammed'e gönderdi. Ancak bunlar Has Bey'e ihanet ederek Muhammed'e Has Bey'i kötüleyip onu öldürmeden rahat şekilde hükümdarlık yapamayacağını ve ortadan kaldırılmasına herkesin sevineceğini söylediler. Bu durumdan haberdar olmayan Has Bey, Kaymaz oğlu İl Kavşut vasıtasıyla Melik Muhammed'i sultan ilân etmek üzere Hemedan'a davet etti. Muhammed Hemedan'a gelince kendisine çok değerli hediyeler sundu. Fakat Muhammed, gelişinin üçüncü günü tahtın devri hususunu konuşmak için Has Bey'i huzuruna çağırdı ve Has Bey İle birlikte Emîr Zengî Candar'ın boyunlarını vurdurdu. Has Bey'in askerleri Muham-med'in köşküne yürüdülerse de Has Bey İle Zengî Candar'ın kesik başları ile karşılaşınca dağıldılar. Has Bey'in çok zengin hazinesi Sultan Muhammed ve adamlarının eline geçti.
Samimiyeti, saflığı ve kıskançlığın kurbanı olan Has Bey'in başı Merâga hâkimi Nusretüddin ile Arrân Valisi Şemseddin İldeniz'e gönderildi. Olaya büyük tepki gösteren Nusretüddin ile Şemseddin, Zencan Valisi Bâzdâr ve Yarınkuş oğlu
Alp Argu ile birleşerek Hemedan'a yürüyünce Sultan Muhammed İsfahan'a kaçmak zorunda kaldı. Emîrler onun yerine amcası Süleyman'ı Selçuklu tahtına geçirdiler.
BİBLİYOGRAFYA :
İbn Hamdûn. Tezkire, TSMK, III. Ahmed, nr. 2948, vr. 180", 182«, 183'; İbnü'l-Ezrak el-Fâriki. Târihu Meyyâfârikin, British Museum, Or. nr. 5803, vr. 183b; İbnü'l-Cevzî. el-Munta?am, X, 124,131,135,138,143,147,148,153-154; Râvendî, Râhatü's-sudür (Ateş), 1, 215, 224. 225, 228, 232-237; II, 241, 244-245, 249-251, 270; Ahbârü'd'deuleti's-Selcûkıyye, s. 114-115, 118-121, 126-127; a.e. (Lugal).s. 79,80, 82-83, 85, 89; İbnü'l-Esîr, el-Kâmit, bk. İndeks; Bündârî. Zübdetü'n-tiusra (Burstan), s. 176, 181,182, 193. 196, 198-204, 206, 208-209; Re-şîdüddin, Câmi'ut-teuârilj (nşr. Ahmed Ateş), Ankara 1960, s. 120-121, 123, 127, 128, 130-137, 139, 159; Faruk Sümer. "Mes'ûd". lA, VIII, 135-141; a.mlf.. "&iâşş Beg", B* (Ing.), IV, 1097. pı
İffll Faruk Sümer
"~ HAS BEY DÂRÜLHUFFÂZI ^
Konya'da Karamanlılar dönemine ait
bir dârülhuffâz.
L _J
Mimari kuruluşu, çini mihrabı ve dış bezemeleriyle dikkate değer bir eser olan Gazi Âlemşah mahallesindeki bu küçük yapı, kapısının üzerinde bulunan ki-
Has Bey Dârülhtrffâzr - Konya
tâbesine göre 824 (1421) yılında Hatipli Has Bey oğlu Mehmed Bey tarafından yaptırılmıştır. Kitabesinde dârülhuffâz olduğu açıkça belirtilmesine rağmen benzerliğinden dolayı bazı yayınlarda türbe şeklinde geçer; bazı Batılı yazarlar ise yapıya Ayasofya Mescidi demektedirler. Me-ram'da da bir cami ve hamam yaptırdığı bilinen Has Bey oğlu Mehmed Bey'in bu dârülhuffâz için zengin vakıflar bıraktığı II. Mehmed, II. Bâyezid ve 111. Murad dönemi il yazıcı defterleriyle muhtemelen bu yapıya ait olan Konya Müzesi'ndeki bir taş vakfiyeden (envanter nr. 939) öğrenilmektedir.
Kare planlı ve iki katlı olan yapının alt katını bodrum, üst katını mescid teşkil eder. Halk arasında Has Bey oğlu Mehmed Bey'in gömülü olduğu söylenen bodruma binanın kuzeyindeki bir kapıdan inilir. Kalın tutulan duvarlar kireç taşından örülmüş ve tavan dört köşeli kırma kubbe ile örtülmüştür. Bodrum duvarları dış yüzde üst kat duvarlarından, bu katın cephelerini çevreleyen çıkıntılı bir silme kornişin alt kenarı ile ayrılır. Böylece alt kenarı İle subasman kotunu da belirleyen bu çerçeve, iç ve dış nisbetleri fevkalâde uyumlu olan yapıya farklı bir görünüş kazandırmıştır.
Üst kattaki mescid mekânı yine kare planlı olup giriş cephesi batı yönündedir ve kapıya iki taraftan çıkılan dört basamaklı bir merdivenle ulaşılır. Kapının sağ tarafında mermer söveli bir pencere yer almaktadır. Subasman hariç binanın tamamı tuğladan yapılmış, ön cephe mermer, diğer cepheler kireç taşı ile kaplanmıştır. Beş dilimli bir kemerin örttüğü giriş açıklığının üzerinde iki satirli sülüs kitabe, onun üzerinde sivri kemerli alın-
lık nişi yer alır. Pencerenin üzerinde ise kapının alınlık nişinden daha az derin, yuvarlak kemerli küçük bir sağır pencere bulunmaktadır. Üstten itibaren yarıya yakın bir kısmı dökülmüş olan mermer kaplamalar, kapı ve pencerenin söveleriyle cepheyi çevreleyen silme kornişin arasına yerleştirilmiş Selçuklu tarzı geometrik ve bitkisel motifli şerit ve zencirekler-le bezenmiştir (bu mermerlerin kaplama mı yoksa aslî duvar taşı mı olduğu hakkındaki tartışma İçin bk. Konyalı, s. 960).
Geniş bir kasnağa oturan kubbe yarım küre şeklindedir; üstünde almaşık dizilmiş üç sıra halinde tuğla mahmuz dikkat çeker. Kare prizma gövdeden onaltıgen kasnağa geçiş üçgenlerle sağlanmış, kubbenin kasnakla birleştiği hat üzerinde bir kirpi saçak meydana getirilmiştir. Kasnağın cephe duvarlarının ortasına gelen kısımlarında birer sivri kemerli pencere bulunmakta ve bu pencerelerin kenarları ile köşelerdeki geçiş üçgenlerinin birbirine bitiştiği kesimlerde mavi çinilere rastlanmaktadır.
Kasnaktaki dört fevkani pencere ile kapının yanındaki dörtgen pencereden ışık alan harim oldukça loştur. Mekânı örten dilimli kubbeye geçiş dışarıda olduğu gibi yine üçgenlerle sağlanmıştır. Selçuklu çini mihraplarının yakın bir benzeri olan mihrabın yarım silindirik nişi beş kademeli kavsara ile konikleşmektedir. Kav-saranın başlangıcına kadar yükselen sü-tunçelerve başlıkları da dahil olmak üzere nişin, köşe düzlüklerinin ve bordur şeritlerinin tamamı lâcivert ve firuze çinilerle kaplanmıştır. Kaplamada Selçuklu çini mozaik usulü uygulanmış ve çok çeşitli geometrik ve bitkisel motifler işlenmiştir.
HAS YÛNUS BEY TÜRBESİ
BİBLİYOGRAFYA :
Konyalı, Konya Tarihi, s. 959, 960, 962; Mehmet önder, Meulâna Şehri Konya, Ankara 1971, s. 212-214; Gönül Öney. Anadolu Selçuklu Mimarisinde Süsleme ue El Sanatları, Ankara 1978, s. 91; Mahmut Akok, "Konya'da Üç Tarihî ve Mimarî Eser: Altınapa Kervansarayı, Hasbey Dârülhuffâzı ve Selim II. İmareti", Türk Arkeoloji Dergisi, XX/1, İstanbul 1973, s. 7-9. r-ı
İRİ KÂMİL UĞURLU
HAS ODA
Enderun teşkilâtını oluşturan
yedi kademeden (koğuş)
en yükseğinin adı
(bk. ENDERUN).
L J
HAS YUNUS BEY TÜRBESİ
Edirne'nin Enez ilçesinde XV. yüzyıla ait türbe.
Kasabanın yerleşim alanı dışındaki düzlükte eski mezarlığın içindedir. İlkçağ'da adı Ainos olan Enez, tarih içinde Önemli bir ticaret ve liman şehri olarak gelişmiş. Edirne'nin Meriç yoluyla denize bağlantısını sağlayan bir iskele olmuştur.
Türbenin adını taşıdığı Yûnus Bey'in aslen ihtida etmiş bir Katalan (İspanyol) olduğuna dair kaydın doğruluk derecesini kontrol mümkün değildir. Donanma kumandanı Hamza Bey'in Sakız adası seferi arkasından i 4SS yazında Osmanlı donanmasının başına getirilen Has Yûnus Bey, denize açıldığı ilk seferinde bir fırtınaya yakalanarak gemilerinden yedisini kaybetmiş, kendi sancak gemisi güçlük-
HAS YÛNUS BEY TÜRBESİ
le Sakız'a sığınabilmiş, on iki gemisi de Midilli Umanı'na ulaşabilmiştir. Kritobu-los ve Dukas adlı Bizanslı tarihçilerin verdiği bilgilere göre Sakız önünde, içinde Midilli Dukası Gattelusio'nun kayınvalidesinin de bulunduğu bir gemiyi ele geçirmeye çalışmış, daha sonra Anadolu kıyılarında Yenice- Foça'da Ceneviz tüccarlarını yakalamış ve ganimet toplayarak kasım ayı içinde donanmanın üssü olan Gelibolu'ya dönmüş, hediyeleriyle esirleri sultana sunarak durumunu düzeltmeye çalışmıştır. Has Yûnus Bey bunun ardından Enez'in fethine katıldı. Uzun süre Bizans hâkimiyetinde kalan şehir. İmparator V. loannes Palaiologos'un kız kardeşi Maria Palaiologina, Ceneviz Francesco Gattelusio ile evlenince Midilli adası ile birlikte gelinlik çeyizi olarak ona verilmişti (1355) Bundan sonra Cenovalı asil aileler arasında çeşitli iktidar mücadelelerine sahne olan Enez, 1455yılı kışı ortasında Fâtih Sultan Mehmed kumandasındaki Osmanlı ordusu ve on kadırgadan oluşan donanma tarafından kuşatma altına alındı. Bu esnada kasabanın idarecisi olan Dorino Gattelusio kışlamak üzere Semendirek adasına çekildi, Enez haikı da çaresiz kaldığından 1456 Ocak ayı içinde kaleyi teslim etti. Enez'e gelen Fâtih, Dorino'nun sarayına yerleşerek burada üç gün kaldı, kasabadaki en büyük kiliseyi camiye çevirdi, kalenin idaresini de Murad Bey'e bırakarak Edirne'ye döndü. Âşıkpaşazâde ve Neşrî'ye göre bu arada Yûnus Bey de Taşoz ve Limni adalarını fethetmiştir.
Fâtih buradan ayrılırken Yûnus Bey'e Dorino'yu da yakalama emrini verdi. Aynı zamanda adalardan Dorino'nun adamlarını uzaklaştırmak için yola çıkan Yûnus Bey bir kadırga ile İmroz önüne gitti; fakat şiddetli fırtına yüzünden Kefalo Li-manı'na sığınmak zorunda kalarak buraya çağırttığı İmrozlu Kritobulos'u. adayı Dorino adına İdare eden loannes Laska-ris Rhyndakenos'un yerine tayin etti. Dorino'nun, bizzat Edirne'ye gidip Fâtih'e
kendini affettirerek bu iki adanın idaresini tekrar elde etmesi üzerine Yûnus Bey buna karşı çıkarak adaların Gat-telusiolar'ın elinde kalmasının sıkıntılara yol açacağını padişaha bildirdi. Bunun üzerine Fâtih Sultan Mehmed kararından dönerek Dorino'ya Makedonya'da Zihne'de timar verdi; ancak Dorino kısa bir süre sonra yanındaki Türk muhafızları öldürterek Midilli'ye, oradan da Naksos (Nakşa) adasına kaçtı. Bu olaydan sonra kaynaklarda Has Yûnus Bey hakkında bilgi bulunmamaktadır. Kendisini yakından tanıyan ve Fâtih'in biyografisini yazan İmrozlu Kritobulos meşhur vekâyi'nâmesinde, bazı başarısızlıkları ile daha başka sebepler yüzünden gözden düşen Yûnus Beyin kısa bir süre sonra gazaba uğrayarak idam edildiğini kaydeder. Dorino ve Yûnus Bey'le ilgili olayları görmüş, bazılarının içinde bulunmuş bir kişi olarak en doğru bilgileri Kritobu-los'un vermesi kuvvetle muhtemeldir. Ancak bunların kronolojik sırasını kasıtlı olarak karıştırmış olmalıdır. Bu olaylara çok daha uzak olan Dukas, Yûnus Bey'in gözden düştükten sonra Karia sancak beyliğine tayin edildiğini, yerine Hadım İsmail adında birinin getirildiğini bildirir. İkbali 1455 yazından 1456 yılı kışı sonlarına kadar devam eden Has Yûnus Bey, Enez'in ocak ayı sonlarındaki (Dukas'a göre 24 Ocak'ta) fethini takip eden haftalarda görevinden alınarak idam edilmiş olmalıdır. Sicill-i OsmânTde (IV. 676) Yûnus Bey'in daha uzun yıllar yaşadığı ve Ot-lukbeli Meydan Savaşı'nda şehid düştüğü yolunda verilen bilgiler yanlıştır. Öte yandan bu denizcinin. Cenevizli Dorino Gattelusio ile Fâtih'e yaltaklanarak kendisine bir derebeylik kurmak İsteyen Kri-tobulos'un entrikaları sonunda idam edilmiş olduğu da düşünülebilir.
Halk arasında, türbenin Fâtih Sultan Mehmed'in kaptanı Yûnus Bey'e ait olduğuna ve onun Enez'in fethinde "şe-hîden" öldüğüne inanılması Has Yûnus Bey'in burada defnedildiği ihtimalini akla getirmektedir. Aynca Enez'in fethine katılmış önemli bir kişi olarak kasabanın müslüman halkı tarafından burada bir "makam türbe" yaptırılmış olabilir. Böylece Enez fâtihi sayılan Yûnus Bey, yerli halk arasında Yûnus Baba adıyla anılan efsanevî bir kahraman durumuna girmiştir. Bunun yanında İstanbul'da, son kırk elli yıl içinde Has Yûnus Bey'e ait olduğu sanılarak 1952'de ihya edilen bir türbe daha vardır. Halbuki Enez'in fethiyle yeni kaptan İsmail Bey'in seferi arasındaki za-
manda Yûnus Bey istanbul'a gelmemiştir. Süleymaniye semtinin alt tarafında Rızapaşa Yokuşu'nun başında Fuadpaşa caddesi köşesinde olan, önce Hacı Yûnus Baba Türbesi olarak bilinen küçük bir türbe 1952 yılında yeniden yapılırken buraya Fâtih'in donanma kumandanı Has Yûnus Paşa'nın adını bildiren bir kitabe konulmuştur. Ancak yukarıda belirtildiği gibi Has Yûnus Bey'in İstanbul'da bir türbesinin bulunmasına imkân yoktur.
Evvelce yakınında bir de tekke olduğu bilinen Enez'deki türbe geniş bir müslüman mezarlığının ortasındadır. Etrafında kasabanın Türk halkına ait çok sayıda mezar taşı görülür. Pîrî Reis'in Kitâb-ı Bahriyye adlı eserindeki küçük portulan haritalarında Enez Limanı kenarında "Yû-nusluk" yazısı ile bu kabristan İşaretlenmiştir. Buranın bütün Osmanlı dönemi boyunca kasabanın Türk mezarlığı olduğu etraftaki çok sayıda mezar taşından anlaşılmaktadır. Türbe, mimarisinden de açıkça görüldüğü gibi bir Türk yapısı olmayıp çok küçük ölçüde bir hıristiyan ibadet yeri yani şapeldir. Etrafı moloz taşlardan alçak bir duvarla çevrili olan bu haç biçimindeki yapının ortasında yüksek kasnaklı bir kubbe vardır. Türbenin dış duvarları içinde bir de kuyu mevcut-
tur. Türbenin esas girişi Örülmüş, yandan yeni bir giriş açılmıştır. Mekânın haç şeklindeki kollan beşik tonozlarla Örtülüdür. Bu kollardan birine. Kaptan Yûnus Bey'e ait olduğu kabul edilen bir sanduka yerleştirilmiştir. Bina moloz taşlardan inşa edilmiştir. 1,65 m. yüksekliği olan kasnak, 15 cm. genişliğinde ve 60 cm. yüksekliğinde mazgal gibi dar ve uzun dört pencereye sahiptir. Kubbe ve tonozlar alaturka kiremitlerle örtülüdür. Bu küçük binanın doğu tarafında, üzeri ya-nm kubbe ile örtülü ve dışa yarım yuvarlak bir çıkıntı teşkil eden bir apsis vardır. Esasında çok ufak bir hıristiyan ibadet yeri olduğu anlaşılan bu tarihî eser. Has Yûnus Bey adına 500 yıldır Enez'in Türk halkı tarafından saygı gösterilen bir tür-be-ziyaretgâh halinde yaşamaktadır.
BİBLİYOGRAFYA :
Sldll-t Osmânî, IV, 676; Piri Reis. Kitâb-t Bah-rfye(haz. E Kurdoğlu - A. H. Alpagut), İstanbul 1935, s. 98;a.c. (nşr. Kültür Bakanlığı). İstanbul 1988,1, 229-230, 231; F. W. Hasluck. "Monu-tBients of the Gattelusi", Annuatofthe British SchoolatALtıens, XV, London 1908-1909. s. 249-257; Feridun DirimteKn, "Fatih'in Donanma Komutanlarından Has Yunus Bey", TTOK Belleteni, sy. 128 (1952); Muzaffer Bat ur. "Enez", Arkitekt, XXXI/305, İstanbul 1961, s. 173-176, 186; Semavi Eyice. "Enez'de Yunus Kaptan Türbesi ve Has Yunus Bey'in Mezarı Hakkında Bir Araştırma", TD, sy. 17-18(1963). 8. 141-158, iv. I-VI, 10 rs.; a.mlf.. "Kritobulos ve Eseri". KAM, VI/3(I977}.s. 12-21.
Iftl Semavi Eyice
HASA n
(bk. LAHSÂ). L J
el-HASÂİS
İbn Cinnî'nin
(ö. 392/1002)
Arap dilinin
usul ve felsefesine dair eseri.
. Müellifin Bağdat'ta Büveyhî Emîri Ba-hâöddevle'ye takdim ettiği eserde, 377 . (987) yılında vefat etmiş olan hocası Ebû Ali el-Fârisî'yi rahmetle anması (II. 133) kitabın bu tarihten sonra yazıldığını göstermektedir. Ayrıca İbn Ginnî'nin diğer İki eseri Sum şınd'bü'i-iVâb ile eİ-Mun-şıfa atıflarda bulunmasından (meselâ bk. 1, 369; II, 15, 84) el-Haşâ'iş'in onun son eserlerinden, dolayısıyla ilmî bakımdan en yetkin döneminin ürünü olduğu anlaşılmaktadır.
Bu konuda yazılmış ilk ve en önemli eserlerden biri olan el-Haşâ'iş, esas itibariyle fıkıh ve kelâm ilimleri gibi nahiv ilminin de bir usulü (metodoloji) olması gerektiği düşüncesinden hareketle kaleme alınmıştır. Nitekim müellif eserin girişinde, kendisinden önce Basra ve Küfe dilcilerinin bu konuda bir şey yazmadıklarını, Ahfeş el-Evsat'ın (ö. 215/830 |?|) Kitâbü'l-Mekâyîs fi'n-nahv"\ ile İbnü's-Serrâc'ın (ö. 316/929) Kitöbü'l-Uşûl'ün-de bu hususta bir iki mesele dışında doyurucu bilgi bulunmadığını belirterekei-Haşâ*iş'\ nahiv usulünü ortaya koymak için yazdığını ifade etmiştir. İbn Cinnî bu amacını büyük ölçüde gerçekleştirmiştir. Ancak kitapta doğrudan nahiv usulünü ilgilendiren meseleler, daha sonra Ke-mâleddin el-Enbârî'nin Lüma'u'1-edil-le'si ile Süyûtrnin el-İktirâh'ında görüldüğü gibi sistematik olmayıp eserin bütünü içerisinde dağınık şekilde ele alınmıştır. Bu dağınıklığın sebebini bu ilmin henüz teşekkül devresini yaşamasıyla, özellikle de usule dair meselelerde belli bir düzenin bulunmayışı ile veya müellifin nahiv usulü tabirine daha geniş bir anlam yükleyerek bununla, günümüzde fıkhü'l-luganın (filoloji) sahasına giren umumi meselelerin tamamını kastetmiş olmasıyla izah etmek mümkündür. Nitekim eserde nahiv usulüne dair meseleler yanında dille ilgili genel konuların da yer aldığı görülür. 162 bölümden (bab) oluşan eserin belli başlı konuları arasında semâ, semâda ıttırâd ve şâz, Kur'an'la is-tişhâd, Arap şiiriyle nesrinin delil (şâhid) olma keyfiyeti ve şartları; kıyas, şartları ve çeşitleri, tek kişiden gelen rivayetlerle söyleyeni belli olmayan şiir ve sözlerin delil olma durumu, semâ ile kıyasın çatışması, hüküm, illet ve sebepler, bir hükümde iki illetin varlığı, iki hüküm arasındaki hüküm, nahivde geçen illetlerin fıkıh ve kelâmdaki illetlerle münasebeti, bir illetin bazan iki zıt hükme de illet teşkil etmesi, icmâ ve istihsan gibi doğrudan nahiv usulüyle ilgili meseleler; dilin mahiyeti, tarifi, ortaya çıkışı, yayılışı, dilin ilâhî mi (tevkifi) yoksa beşerî mi (ıstılâhî) olduğu meselesi, lehçeler ve bunların terkibi, kelimenin delâlet şekilleri, dilde kural dışı kullanımlar, lafızların ıslahı, Arapçalaştırman yabancı kelimelerin Arapça kabul edilmesi gibi filoloji alanına giren hususlar; sarf ilmi ve bu ilmin öğretimde nahivden önceye alınması, iştikak ve çeşitleri, idgam, üç harfli fiillerin grupian-dınlması, isim-fiiller, kelimede değişiklik (i'lâl). ziyade, hazif, bedel ve ivaz gibi sarf-
el-HASÂİS
la ilgili meseleler; nahiv ilmi ve tarifi, âmil-mamul ilişkisi, hareke, i'rab ve bina meseleleri, lafızların ve harflerin mâ-nalarıyla olan münasebeti, dil yanlışları, ses bilgisiyle ilgili diğer bazı meseleler yer almaktadır. Ayrıca mecaz ve hakikat, lafızların ilk vazedildiği mânaya hamli, mûtat olmayan bir lafızla esas mânayı kastetme, ismin müsemmâya izafeti (isim-kavram ilişkisi) gibi belagata dair meseleler yer almaktadır.
Eserde dille ilgili bu hususlar mantık ve felsefenin ilkelerinden hareketle, fa-kat dilin kendi İç yapısı da dikkate alınarak incelenmiştir. Genel kurallara uymayan istisnalara da dilin temel esprisiyle ters düşmeyen yorumlar getirilerek çözümler aranmıştır.
İbn Cinnî el-Haşâ3iş'te büyük ölçüde hocası Ebû Ali et-Fârisî'nin görüşlerinden faydalanmıştır. Bunun dışında kendilerinden nakilde bulunduğu başlıca dilciler arasında Halîl b. Ahmed, Sîbeveyhi, Ahfeş el-Evsat, İbnü's-Sikkît, Yahya b. Ziyâd el-Ferrâ, Müberred. Sa'leb. Zeccâcve İb-nü's-Serrâc gibi şahsiyetler vardır. Ayrıca eserinde, fesahat konusunda güvendiği birçok bedevî ile yaptığı görüşmelerden edindiği şifahî bilgilere de yer vermiştir (I. 76. 240, 360. 365, 392; III, 283. 289).
Klasik devirde yapılan dille ilgili birçok çalışmaya kaynak teşkil eden el-Haşâ'iş günümüzde de etkisini sürdürmekte ve modern filoloji çalışmalarında kendisine başvurulan kaynakların başında gelmektedir. Nitekim eser halen Ezher ve Kahire üniversitelerinin dil fakültelerinde okutulmaktadır.
el-Haşâ'iş üzerine Abdüllatîf el-Bağ-dâdî bir haşiye yazmış, Ebü'l-Abbas Ahmed b. Muhammed el-İşbîlîde eseri ihtisar etmiştir; ancak bu eserler günümüze ulaşmamıştır. İbn Sîde el-Muhaşşaş'-ta, Abdülkâdir ei-Bağdâdî tJizânetü'l-edeb'de eserden büyük ölçüde istifade etmişlerdir. Süyûtî ei-/k(irâh"ını, el-Ha-şd'işteki nahiv usulüne dair meseleleri belli bir düzen içinde bir araya getirmek suretiyle telif etmiştir. Bu yönüyle el-îk-tirâh, el-Haşâ*iş"m özeti mahiyetindedir.
Çeşitli kütüphanelerde yazma nüshaları bulunan eserin I. cildi ilk defa Kahi-re'de Dârü'l-kütübİ'l-Mısriyye tarafından neşredilmiş (1331), daha sonra eserin tamamını Muhammed Ali en-Neccâr tahkik ederek üç cilt halinde yayımlamıştır (Kahire 1371-76).
275
el-HASÂİS
BİBLİYOGRAFYA :
İbn Cİnnî, el-Haşâ'iş (nşr Muhammed Ali en-Neccâr), Kahire 1371-76/1952-56, naşirin mukaddimesi, I, 69-73; Yâkût. Mu'cemü't-üdebâ', XII, 109; İbnü'l-Kıftî. Inb&hü'r-ruoût, II, 336; Süyûtî, el-lktirâh (nşr. Ahmed Subhi Furat), İstanbul 1975, s. 4, ayrıca bk. naşirin mukaddimesi, s. 10-11; Keş/u '?-?unûn, 1,706; Abdülkâdir el-Bağdâdî. Hizânetü'l-edeb, I, 18; Serkîs. Muc-cem,l,66;Brockelmann,GAL, i, 126; Suppl.,1, 192; C. Zeydân, Âdâb (Dayf), II, 303-304; Subhî es-Sâlİh. Dirâsât fi ftkhi'l-luğa, Beyrut 1379/ 1960, s. 23; Sezgin. GAS, IX, 176; Seyyid Ya'küb Bekr. riuşûş fi fıkfti't-tuğati'l-'Arabiyye, Beyrut 1970,1, 28-32; a.mlf., Nuşûş fi'n-nahoi'l-cArabî, Beyrut 1984, s. 123-127; Abduh er-Râ-cihî. Fıkhu'l-luğa fi't-kütübl'l-'Arabiyye, Beyrut 1972, s. 190-191; Abdülvehhâb İbrahim Ebû Süleyman. Kitâbetû'l-bahsil-Vmt, Cidde 1403/ 1983, s. 523; Ma'a'l-mektebe, s. 299-300; Emîl Bedf Ya'kûb. Fıkhü'l-luğatİ'l-'Arabiyye ue ha-şâtşuhâ, Beyrut 1986, s. 46-49; Abdülvehhâb es-Sâbûnî, 'Üyûnü'l-ma'eltefât {nşr. Mahmûd Fâhûrî), Halep 1413/1992,1, 264-265; Mehmet Yavuz. İbn Cinni: Hayatı ue Arap Gramerinde-kt Yeri (doktora tezi. 1996). İÜ Ed.Fak., s. 80-82; Mazin el-Mübârek, en-liuşüşû'l'luğauiyye, Beyrut, ts. (Dârü'1-Fikr). s. 11; Abdülmecîd Hâşim el-Hüseynî, "el-tfaşâ'is li-Ebi'1-Fetb •Osman b. Cinnî", Tl, IX, 229-248; G. C. Anawati. "Textes arabes anciens edites en Egypte au cours des annees 1955 et 1956", MIDEO, IH (1956). s. 261-264; Muhammed Es"ad Tâles, "Ebü'1-Feth b. Cinnî", MMİADm., XXXII/4 (1957). s. 345-346. m
İM Mehmet Yavuz
el-HASÂİSÜl-KÜBRÂ
Süyûtî'nin
{Ö. 911/1505)
Hz. Peygamber'in
mucizelerine dair rivayetleri
bir araya getiren eseri.
Resûl-i Ekrem'in nübüvvetini kanıtlamak amacıyla yazılan eserlere "delâilü'n-nübüvve" adı verildiği gibi "onun diğer insanlardan ayırt edilmesini sağlayan özellikleri" anlamında "hasâisü'n-nübüvve" de denilmiştir. Moğultay b. Kılıç'ın Ha-şâ3işü'n-nebî(Haşa>işü'l*Muş$afâ), İbn Dihye el-Kelbî'nin Nihâyetü's-sûl tî ha-şâHşi'r-Resul, İbn Mülakkın'ın ööye-tü's-sâl tî haştfişi'r-Resûl, İbn Zekrî el-Fâsfnin el-Haşâ'iş fî zikri'n-nebî, Ca'-fer b. Hasan el-Berzencî'nin el-Haştfi-şü'n-nebeviyye adlı eserleri bunlardan bazılarıdır (Brockelmann. GALSuppL, III, 901). Abdurrahman b. Ömer el-Bulkinî, Kemâleddin b. Muhammed eş-Şâmî. Kut-büddin el-Haydırî, İbn Müsdî ve İbn Hacer el-Askalânî gibi âlimlerin de bu türdeki eserlerini benzer adlarla yazdıkları bilinmektedir (Keşfü'?*?unûn, 1, 706).
276
Süyûtî, bu türün en hacimli eseri olan kitabının adını mukaddimede zikretmediği gibi kendisinin yaptığı muhtasarında da belirtmemiş, sadece Hz. Peygamber'in mucizelerini ve özelliklerini (mu-cizât ve hasâis) içerdiğini ifade etmiştir. Bu sebeple kitap el-Haşâ'iş ve'1-mıfci-zâtü'n-nebeviyye, el-Haşâ'işü'1-küb-râ, el-Haşâ'işü'n-nebeviyyetü'1-küb-râ, Kitâbü'l-Mu'cizât, Kiföyetü't'tâli-bi'1-lebîb ü haşâ'işi'I-habîb gibi isimlerle anılmıştır. Eserin girişinde müellif, Resûl-i Ekrem'in nübüvvetini kanıtlayan bütün rivayetleri derlediğini, ancak uydurma olanlarına yer vermediğini, isnad açısından zayıf rivayetleri araştırdığını, topladığı malzemeyi tasnif etmeye çalıştığını, böylece sahasında en doyurucu hale gelen kitabının inkarcılar, bozguncular, bid'atçılar. mülhidler ve inatçı filozoflara karşı bir reddiye teşkil ettiğini söylemektedir.
Eseri on dört bölüm halinde incelemek mümkündür. Birinci bölümde, Hz. Peygamber'in yaratılıştan itibaren peygamber olmasına kadar geçen belli başlı hadiselere, geçmiş ilâhî kitaplarda adından bahsedilmesine ve doğumundan önce Mekke'de vuku bulan olaylara ilişkin rivayetlere yer verilir. İkinci bölümde. Resûl-i Ekrem'in vücudunda nübüvvetine delâlet eden üstün özelliklere dair rivayetlerle nübüvvetinden önce zuhur eden fevkalâde olaylara dair haberler nakledilir. Bu arada annesi, dedesi ve yakın çevresiyle olan ilişkilerinde nübüvvet özelliklerinin görüldüğüne dair inançlar da anlatılır. Üçüncü bölüm, nübüvvetten itibaren Medine'ye hicrete kadar vuku bulduğu rivayet edilen mucizeler hakkındadır. Burada ağacın yerinden kopup Hz. Peygamber'in yanına gelmesi, Resûl-i Ekrem'in yerden su fışkırtması, isrâ ve mi'racın gerçekleşmesi, ayın ikiye ayrılması mûcizeleriyle hicret esnasında görülen mucizeler anlatılır. Eserin dördüncü bölümünde, Resû-lullah'm hicretiyle Medine'nin içtimaî hayatında meydana gelen fevkalâde iyileşmeler ve savaşlarda vuku bulan mucizelere, beşinci bölümde Hz. Peygamber'in devlet başkanlarına yazdığı mektupların ilgililere ulaştırılması sırasında gerçekleşen mucizelerle, çeşitli kabilelerin müs-lüman olmak için gönderdikleri heyetlerin ve müslüman olan fertlerin şahit olduğu mucizelere dair rivayetlere, ayrıca Veda haccı sırasında müşahede edilen fevkalâde olaylara yer verilir. Altıncı bölüm, Resûl-i Ekrem'in suyu ve çeşitli yemekleri çoğaltmasına, yedinci bölüm de-
Dostları ilə paylaş: |