284
bü Ehli beyti'n-nebî" adlarıyla bablar açılmış, buralarda diğer bölümlerin yanında yirmiden fazla hadis nakledilmiştir. Öteki hadis kaynaklarından Ebû Dâvûd, Ne-sâî, Ibn Mâce, Dârimrnin eserlerinde ve el-Muvatta'da da çok sayıda hadis zikredilmektedir (bk. Wensinck, VIII, 60-61). Ahmed b. Hanbel, e7-Müsned'inde Hz. Hasan'dan mükerrerleriyle birlikte yetmiş dolayında rivayet nakletmiştir (meselâ bk. I. 203, 207; II, 227, 241; III, 62, 64); ayrıca onun Cüz*ün fîhi müsnedü Ehli'I-beyt adlı risalesinde de (nşr. Abdullah el-Leysî el-Ensârî, Beyrut 1408/ 1988) on iki hadis daha bulunmaktadır. Şîa'nın temel hadis kaynaklarından olan Kütüb-i Erbaa'dan yalnıze/-Kâ/îde Hz. Hasan'la ilgili hadisler vardır. Meclisî, sıhhat şartını dikkate almaksızın Şiî hadis kaynaklarında geçen Hz. Hasan'a dair rivayetleri müstakil bir ciltte toplamıştır {Bihârü't-envâr, Beyrut 1403/1983, XL1V). Ayrıca Ebü'l-Ferec el-İsfahânfnin Mekö-tilü't-Tâlibiyyîn (bk. bibi), Necmeddin Ebü'l-Hasan el-Alevî'nin el-Mecdî fî en-sâbi't-Tâlibiyyîn (Kum 1988. s. 36-80), Tabersî'nin / 'îâmü '1-verâ* (Beyrut 1985, s. 243-252) ve İbn Ebü'l-Hadîd'in Şerhu Nehci'l-belâğa (XVI. 9-54) adlı eserlerinde Hz. Hasan hakkında önemli bilgiler verilmektedir.
Hz. Hasan'la ilgili çalışmaların bir kısmı, onu kardeşi Hüseyin veya Ehl-i beyt mensuplarıyla birlikte ele alır: çoğu ise doğrudan doğruya ona dair olan kitaplardır. Murtazâ el-Hüseynî el-Fîrûzâbâdî, Âl-i abâ'ya tahsis ettiği eserinde Hz. Hasan'la ilgili hadis kaynaklarında geçen rivayetleri derlemiştir (FezâHlû 't-hams, Beyrut 1402/1982, III, 282-309). Aynı şekilde Tâhâ Hüseyin. Hz. Ali ve çocuklarına ayırdığı kitabında İslâm tarihi kaynakları çerçevesinde Hz. Hasan'ın hayatını, kardeşiyle arasındaki mizaç farklılığını ve Muâviye ile yaptığı barışı tahlil eder ['Alt ue benûh, Kahire, ts. (Dârü'I-maârif|, s. 193-220). Muhammed Rızâ da Hz. Hasan'ı kardeşiyle birlikte Resûlullah'ın iki torunu olarak ele almıştır {el-Hasan ue'l-Hü-seyn sıbtâ Resütitlâh, Beyrut 1407/1987, s. 13-63). Bu türden diğer bazı eserler de şunlardır: Fazlullah Rahîmî, Gülzâr-ı Ha-seneyn (İstanbul 1994); Şems Osman Üs-küdârî. Hasan ve Hüseyin Hakkında Üç Mersiye (Süleymaniye Ktp., Düğümlü Baba, nr. 20867): Abdülfettah Şefkat Efendi, Manzûme-i Siyer-i Nebî ve Evlâd-ı Resul (Yapı Kredi Bankası Ktp., nr. 768).
Hz. Hasan hakkında yapılan monogra-fik çalışmaların bazıları şu şekilde sırala-
nabilir: Abdürrızâ es-Sâfî, Belâğatü'l-İmâm el-Haşan (Necef 1966); Hüseyin Mahmûd Yûsuf, Seyyidü şebâbi ehli'l-cenne el-Hasan b. Alî (Kahire 1973); TevfîkEbû İlim, el-Hasan b. 'Alî (Kahire 1974); Hasan Kâmil el-Maltâvî, el-İmâm el-Hasan b. 'Alî (Kahire, ts); Mustafa Muhsin el-Mûsevî, el-Hasan b. 'Alî (Kahire 1975); Kâmil Süleyman, el-Hasan b. (Aii(Beyrut J399/I979);Ca'ferMurtazâ el-Âmilî, el-Hayâtü's-siyâsîyye li'l-İmâm el-Hasan (Beyrut, ts); Süleyman el-Kettânî. el-İmâm el-Hasan (Beyrut 1989); Ali Kâimî, İmâm Hasan (Kum 1361/1982); Bakır Şerif el-Kureşî, Haya-tü'1-İmâm el-Hasan b. Alî (MI, Beyrut 1403/1983); Mûsâ Muhammed Ali. Halî-mü Âli'1-beyt el-İmâm el-Hasan b. 'Alî (Beyrut 1405/1984); Alâilî, Hayâtü7-Hasan (baskı yeri ve tarihi yok); Muhammed Beyyûmî Mehrân, el-İmâm el-Hasan b. Alî (Beyrut 1990); Hüseyin eş-Şâ-kirî, el-Hasanü'1-müctebâ (Kum 1415} BİBLİYOGRAFYA :
Müsned, I, 203, 207; II, 227, 241; III, 62, 64; Dârimî, "Tahâre", 135, "Şalât", 82, 227, "Vitr", 5, "Lukata", 16, "Cihâd", 54, "Edâhi", 21, "Libâs", 40, "Mehdi", 12, "Sürme". 12, 20, "Edeb", 107, 147, 154; Buhârî, "Zekât", 57, 60, "Hibe", 21, "Sulh", 9, "Cihâd", 188, "Enbiyâ"', 10, "Menâkib", 23, 25, "Fezâ'ilü aşhâ-bi'n-nebî", 18,22,30,"Meğazî", 14,"ZebâJih\ 32, "Libâs". 60, "Edeb", 18, "Fİten", 18, 20; Müslim, "Zekât", 161, "Hudûd", 38, "Fezâ'il", 65, "Fezâ'İlü'ş-şahâbe", 32, 56, 58-61, 67; İbn Mâce, "Tahâre", 77, "[karne", 67, 117, "Libâs", 20, "Edeb", 3, 48, "Rü'yâ", 10, "Fiten", 34; Ebû Dâvûd. "Şalât", 214, "Zekât", 16, "Büyü0', 2, "istPzân", 36; Muvat(a', "'Akika", 2, 3, 6; Tirmizî, "Şalât", 165, "Vıtr", 10, "Zekât", 25, "Şavm", 77, "Cenâ'iz", 2, 52, "Edâhî", 16, 19, "Libâs", 16, "Birr", 12, "Tıb", 18, "Edeb", 27, 60, "Menâkıb", 20, 30, 31, 60; Nesâî. -RK-bîk". 82, "Cum'a", 30, "1deyn", 27, "Kiyâ-mü'l-leyl", 51, "Cenâlz", 47, "cAkika", 1, 4, "Eşribe", 50; İbn SaU Tercemetü'l-lmâmİ'l-fiasan (nşr. Abdülazîzet-Tabâtabâî], Kum 1416; a.mlf., et-Tabakât, Beyrut 1380/1960, I, 285, 389, 442, 475, 501; II, 319; III, 20, 32, 35, 36, 37,71,83, 113, 214, 296, 615; IV, 58, 62, 71, 151, 157; V, 19, 35, 49, 55, 128, 284, 290, 291, 315, 398; VI, 22, 33, 59, 113, 168, 171, 247, 256, 263, 265, 294, 395; VII, 98; VIII, 73, 178, 464; et-İmâme ue's-siyâse, 1, 140; Belâ-zürî, Ensâb, I, 400, 404 vd., 578; a.mlf., Fü-tûh (Fayda), s. 480; Dîneverî. el-Ahbârû't-Uüâl, s. 144, 182, 216-218, 221-222; Ya-kübî. Târih (nşr M. Sâdık}, Necef 1384/1964, II, 204-216; Taberî, Târîh (de Coeje], I, 1284, 1367,2413, 2836, 3020, 3147, 3150, 3461-3464; II, 1-13, 15, 24, 129, 143,145,198, 199,323, 520,1679, ayrıca bk. İndeks; a.mlf., Câmicu't-beyân (Bulak), XXII, 6; Nevbahü, Fıraku'ş-ŞTa, Necef 1355/ 1936, s. 24-25; Küleynî, el-üşûl mine'I-Kâfî, Tahran 1388, I, 298-300, 461-462; İbn Abdü-rabbih. el-'llçdü'l-ferîd (nşr. M. S. ei-Aryân), I, 19, 153;IM, 171-172; V, 103-104; Mes^ûdi, Mü-
rûcû'z-zeheb (Abdülhamîd). II, 288, 361, 413, 426-432; a.mlf., et-Tenbîh (nşr. A. İsmail es-Sâ-vî). Bağdad 1357/1938, s. 258, 260, 261, 264; Ebü'l-Ferec el-İsfahânî, Mekâtllö 't-Tâtibiyyîn (nşr. Seyyid Ahmed es-Sakr), Kahire 1368/1949, s. 46-77, ayrıca bk. tür.yer.; a.mlf., el-Eğânî, IX, 173-174; XII, 7, 195-196, 328-329; XVII, 218-219; XXIII, 207; Halimî, el-Minhâc, III, 292-295, 371, 380, 388-391, 409, 422, 423; Kâdî Abdülcebbâr, Teşbîtü delâ'Uİ'n-nilbüuve (nşr Abdülkerîm Osman), Beyrut 1966, I, 17, 212-213, 238, 249, 276-277; II, 426, 528-529, 531, 536, 541, 555, 567, 568, 574; İbn Abdülber. el-Istî'âb, I, 383-392; İbn Asâkir, Târthu Dtmaşk (Amrevî), XXIII, 163-305; İbn Şehrâşûb. Menâkı-bü Âti Ebİ Tâtib. Necef 1956, III, 141-169, 170-205; Yâküt Mu'cemü'l-bütdân, II, 3, 295; IV, 1039;İbnüVEsîr, d-tfâma, II, 141,166,241,503; III, 109, 159, 172, 174, 175, 180, 204, 222, 227, 230-231, 260, 299, 324, 333, 384 vd., 391 vd., 397-398, 400-409, 414, 416, 423, 460. ayrıca bk. İndeks; a.mlf.. Üsdü'tğâbe, II, 10-16; İbn Ebü'l-Hadîd. Şerhu Nehci'l-belâğa (nşr. M. Ebü'l-Fazl İbrahim). Beyrut 1965, IV, 82; VI, 285-294; XVI, 9-54; Zehebî. et-'iber, Kuveyt 1960, I, 47-50; a.mlf.. A'tâmü'n-nübelâ1. III, 245-279; İbn Kesir. el-Bidâye, VIII, 14-19, 108; İbn Habîb. et-Muhabber, s. 18, 19, 46, 57, 66, 293; İbn Hacer. Tehzîbü't-Tehzîb, II, 295, 301; a.mlf.. e/-/şâbe(Blc3vî), II, 68-74; Süyûtî. Târî-hu'i-hulefâ', s. 187-194; İbn Tolun. el-E'ımme-tü't-işnâ'aşer (nşr. Selâhaddin el-Müneccid). Beyrut 1377/1958, s. 63-67; İbn Hacer el-Hey-temî, eş-Saualku'l-muhrika ft'r-red 'alâ ehli'l-bida' (nşr. A. Abdüllatîf). Kahire 1385/1965, s. 135-141; Şevkanî. Derrü's-sehâbe, s. 286-292, 606; D. M. Donaldson. The Shi'İte Religion, London 1933, s. 66-78; H. Laoust, Les schismes dansflslam. Paris 1965, s. 15, 16, 17, 19, 20, 27, 31, 36, ayrıca bk. İndeks; Tâhâ Hüseyin, el-Fttnetü'l-kübrâ II: 'Alî oe benûh, Kahire 1966, s. 176-194; Abdullah Feyyaz. Târîhu'I-imSmiy-ye oe estâfühüm mİne'ş-Şi'a, Bağdad 1970, s. 31,45,57-58, 111, 147, 181; İbrahim el-Mûsevî ez-Zencânî. 'Akâldü'l-İmâmİyyeti'l-lşnâ'aşeriy-ye, Beyrut 1393/1973, I, 141-145; M. Husain Tabatabai, Shi'İte İslam, London 1975, s. 56; Abdülbâki Gölpınarlı. Tarih Boyunca İslâm Mezhepleri ue Şiîlik, İstanbul 1979, s. 367-379; Hasan İbrahim Hasan, Zü'amâ'ü'l-Istâm, Kahire 1980, s. 190-196; Bakır Şerîf el-Kureşî. Ha-yâtü'l-İmâm el-Hasan b. 'Alî, Beyrut 1983, I-II; Âgâ Büzürg-i Tahranı. ez-Zerfa ilâ tesânifı'ş-Şî'a, Beyrut 1983, VII, 16; Ethem Ruhi Fığlalı, Imâmiyye Şîası, İstanbul 1984, s. 84-89; M. Momen. An Introduction to Shi'İ İslam, Wor-cester 1985, s. 26-28; VVensinck. el-Mu'cem, VIII, 60-61; S. Saeed Akhtar Rizvî, "imam Hasan: the Myth of his Divorces", Alserât, IX, London 1983, s. 49-57; Bodiur Rahman, "Re-sponsibility for Action in an Early Historical Document of İslam: Al-Hasan b. Ali's Risa-la\ /Q,XXXVI/4 (1990), s. 235-245; Adnan De-mircan, "Hz. Hasan ve Halifeliği", Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1, Şanlıurfa 1995. s. 81-109; H. Lammens. "Hasan", M.V/1, s. 308-309; L. Veccia Vaglieri, "al-Hasan", El2 (İng.J, III, 240-243; "İmâm Hasan-ı Müctebâ", DMT, II, 345-349. r-1
ffil Ethem Ruhi Fığlalı
HASAN, Mîr
(bk. GULÂM HASAN).
L J
HASAN AĞA, Benli ~"
(ö. 1073/1662)
Türk mûsikisi bestekârı,
hanende.
L J
1016 (1607) yılında Edirne'de doğdu. Daha sonra ailesiyle birlikte İstanbul'a gitti. On sekiz yaşında Enderun'a alınıncaya kadar babasının helvacı dükkânında çalıştı. Sarayda, o sıralarda çocuk yaşta olan IV. Murad'dan gördüğü yakın ilgi onun padişahlığı döneminde de devam etti ve bir müddet sonra musâhib-i şeh-riyârîler arasına girdi. IV. Murad'ın vefatı üzerine (1640) saraydan ayrıldı. Bundan sonraki hayatı hakkında bilgi bulunmayan Hasan Ağa İstanbul'da vefat etti.
Hasan Ağa, sesinin güzelliği sayesinde ve bestelediği eserlerle devrinin önde gelen musikişinasları arasında yer almıştır. Babasından tanbura çalmayı Öğrenerek mûsikiye başladığı kaydedilmektedir. Enderun'a girdikten sonra tanbur çalmasını da öğrenen Hasan Ağa tanbur üstadı olarak şöhret oldu. Nitekim IV. Murad'ın kendisinden sık sık tanbura ve Rumeli türküleri dinlediği, ayrıca sarayda yapılan fasıllara sazı ve sesiyle katıldığı bilinmektedir. Ancak mûsikideki asıl şöhretini bestelediği saz eserlerinde ortaya koyduğu başarı ile kazanmıştır. Zamanımıza ulaşan on üç peşrev ve saz semaisinin arasında bilhassa iki rast peşrevi ve aynı makamdaki saz semaisi ile pençgâh peşrevi Türk mûsikisi repertuvannın en seçkin eserlerindendir.
BİBLİYOGRAFYA :
Ezgi. TürkMusikisi,U\, 50-51; V, 316-319; Kip. TSM Saz Eserleri, s.10-11, 14, 33, 52, 54; Özalp. Türk Musikisi Tarihi, I, 145; öztuna. BTMA,\, 330-331.
Mİ Nuri Özcan
HASAN AĞA, Enfî
{ö. 1136/1724)
Lâle Devri'nin
ünlü hanende ve bestekârı.
L J
İstanbul'da Tophane civarındaki Fındıklı semtinde dünyaya geldi. Mehmet Suphi Ezgi onun 166O'lı yıllarda doğmuş olabileceğini söyler. Enfî ve Burnaz lakap-
HASAN AĞA, Enfî
larıyla tanınmış olup bu lakapların kendisine enfiye çekme merakından veya büyük burunlu olmasından dolayı verildiği rivayet edilir, ilk mûsiki bilgilerini babasından alan Hasan Ağa, genç yaşta Ende-rûn-ı Hümâyun'da kilâr-ı hassaya kabul edildi. Enderun'daki tahsili sırasında mûsiki alanında kendini yetiştirdi. III. Ahmed devrinde (1703-1730) serhânende oldu. Bu arada Halvet"-Şâbânî Şeyhi Meh-med Nasûhî'ye intisap etti. 1715'te Enderun'dan emekli edilen Hasan Ağa vefatında Edirnekapı dışındaki kabristana defnedildi. Ölüm tarihini Ayvansarâyî, Müstakimzâde. Râmiz ve Mehmed Esad Efendi 1141 (1729) olarak verirlerse de Başbakanlık Arşivi'ndeki bir kayıttan 11 Zilkade 1136 (1 Ağustos 1724) tarihinde vefat ettiği anlaşılmaktadır (Işıközfü. II 11973|, s. 522-523).
Hasan Ağa. sarayda uzun süre Ebûbe-kir Ağa'nın idaresindeki fasıl heyetinde serhânende olarak bulunmuştur. Seyyid Vehbî Surnâme'sinde. 111. Ahmed'in şehzadelerinin 1720 yılında Okmeydanı'nda yapılan sünnet düğününü anlatırken serhânende Burnaz Hasan Çelebi'nin idaresinde seksen yüz hanende ve sazendeden oluşan büyük bir heyetin fasıl icrasından söz eder. Aynı zamanda iyi bir tan-burî olan Hasan Ağa, dinî ve din dışı eserleriyle bestekârlık sahasındaki kudretini ortaya koymuş, devrinde bestelerinin çokluğuyla diğer sanatkârlar arasında seçkin bir yer elde etmiştir. Ebûishakzâ-de Esad Efendi onun 200'ün üzerinde eser bestelediğini söyler. El yazması güfte mecmualarında yapılacak bir araştırma ile bu sayının 300'ün üzerine çıkması muhtemeldir. Hasan Ağa daha çok hece vezniyle yazılmış manzumeleri, Özellikle Nedîm ve Mahtûmî*nin şiirleriyle Hasan Sezâî. Seyyid Seyfullah ve Yûnus Emre'-nin ilâhilerini bestelemiştir. Yılmaz öztuna onun durak, ilâhi, beste, semai, şarkı formlarında toplam on sekiz eserinin zamanımıza ulaştığını kaydeder. Bunlar arasında, "Küşâde sînesi bilmem ki se-hâsı mı var?" mısraıyla başlayan nişaburek bestesiyle, "Câme-i sürh ile sanma la'l-gûn olmuş gelir" mısraıyla başlayan aynı makamdaki semaisi en tanınmış eserlerindendir. Hulûs ve Hasan mahlasları ile şiirler yazan ve bu şiirlerinde aruz ve hece vezinlerini başarıyla kullanan Hasan Ağa na'tları ile de ünlüdür. Bazı şiirleri kendisi ve başka bestekârlar tarafından bestelenmiştir.
285
HASAN AĞA, Enfî
BİBLİYOGRAFYA :
Seyyid Vehbî, Surnâme, İÜ Ktp., TY, nr. 3035, vr. 10'-b; Esad Efendi, Atrabü't-âsâr, İÜ Ktp., TY, nr. 6204, vr. 13»^ Râmiz. Âdâb-ı Zurafâ, Sü-leymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3873, vr. 32°; Müstakimzâde, Mecmûa-i ilâhiyyât, Süleyma-niye Ktp., Esad Efendi, nr. 3397, vr. 56", 57b, 58*, 65b; a.mlf., Mecelletü'n-nisâb, Süleymani-ye Ktp., Halet Efendi, nr. 628, vr. 201b; Ayvan-sarâyî, Vefeyât, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1375, vr. 56b-57°; Ezgi, Türk Musikisi, I, 155-156, 268-269; II. 125-126; IV, 57-60; Er-gun, Antoloji, I, 148-151, 304-308, 338; Fazıl Işıközlü. "Başbakanlık Arşivinde Yeni Bulunmuş Olan ve Sadreddİnzâde Telhisi Mustafa Efendi Tarafından Tutulduğu Anlaşılan H. 1123 (1711)-1148 (1735] Yıllarına Ait Bir Ceride (Jurnal) ve Eklentisi", VII. TTK Bildiriler (1973). II, 522-523; Nuri özcan. Onsekizin-ci Asırda Osmanlılarda Dinî Mûsikî (doktora tezi, 1982), Mü Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 680-685; Özalp. Türk Musikisi Tarihi, I, 171-172; Kip. TSM Sözlü Eserler, s. 89, 246; Meh-med Veled [İzbudak], "Atrabü'1-âsâr", Mekteb, sy. 4, İstanbul 1311, s. 184; Ahmed RefT, ■'Hicrî 1311 Tarihinde Enderunlu Şairler, Hattatlar ve Musiki Sanatkârları Tezkiresi" (nşr. Rıf-kı Melûl Meriç], İstanbul Enstitüsü Dergisi, sy. 2, İstanbul 1956, s. 147, 165; Hayri Yeni-gün. "Lâle Devri Bestekârları-1-", MM, sy. 167 (1962), s. 348-349; Avni Akkoç. "Üçüncü Sultan Ahmed'in Saz Takımı", a.e., sy. 227 (1967), s. 9-10; Orhan Nasuhioğlu. "Enfî Hasan Aga ve Ahî Efendt'ye Dair", a.e., sy. 319 (1976), s. 8; Gultekin Oransay. "Yayınlanmış Türk Din Musikisi Sözlü Anıtlarının Ezgileyİrileri", AÜİF İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi, sy. 3, Ankara 1977. s. 162; Öztuna. BTMA, !, 331-332.
İKİ Nuri Özcan
F HASAN AĞA, Mühürdar ~"
Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa'nın mühürdarı
ve onun seferlerini anlatan
Cevâhirü't-tevârîh adlı eserin müellifi
(bk. CEVÂHİRÜ't-TEVÂRÎH).
HASAN AĞA CAMİİ
L
Adana'da Ramazanoğullan dönemine ait cami.
Ali Ağa mahallesinde Yağ Camii'nin 150 m. kadar güneyinde yer alan ve asıl adı Hasan Kethüda Camii oian eserin ne zaman yapıldığı belli değildir. Halk arasında dolaşan bir rivayete göre. Ramazanoğ-lu Pîrî Paşa'nın beylerbeyi olarak Adana dışında bulunduğu sırada, Ulucami'nin yapımına nezaret eden kethüdası Abdullah oğlu Hasan Ağa tarafından bu inşaattan arttınlan malzeme ile yaptırılmıştır. Bu rivayetin doğruluk derecesi bilinmemekle birlikte her iki eser arasında, harimin yan tarafında yer alan dikine mekânlardan başka kubbeleri örten oluklu
286
kiremitler, çiniler ve mihraplarla minber-lerdeki renkli taş işçiliği bakımından büyük benzerlikler bulunduğu dikkat çekmektedir. Bu benzerlikler ve Ulucami'nin tamamlanış tarihinin 1541, türbesinde-ki çini kaplamalı lahitlerden en yeni tarihlisinin de 1552 yılına ait olduğu dikkate alındığında XVI. yüzyılın ortalarında yapıldığı söylenebilir.
Tamamen kesme taştan inşa edilmiş olan ve mevcut haliyle dıştan dışa 24,00 x 36,45 m. boyutlarında bir alan kaplayan cami, tek kubbeli bir harimle bunun iki yanında dikdörtgen planlı birer mekân ve kuzeyinde yer alan revaklı bir avludan oluşmaktadır. 1814 ve 1946 yıllarında iki büyük tamir geçirdiği bilinmekte ve bu tamirler sırasında harimin iki yanındaki dikdörtgen mekânların değişikliğe uğradığı, avlunun üç tarafında bulunan revakların ise tamamen ortadan kaldırıldığı görülmektedir. İlk yapıdan günümüze ulaşan orijinal kısımlar harim, minare ve son cemaat yerinin bir bölümünden ibarettir. Doğu, batı ve kuzeyden sade görünüşlü üç kapı ile girilen küçük avlunun kıble tarafında arka arkaya iki sıra revak bulunur. Bunlardan öndeki, dört ince sütun üzerine oturan bir sakıftan, harime bitişik olanı ise (son cemaat yeri) dört sütun üzerine binen üç kubbeden meydana gelmiştir. Onarımlardan biri sırasında kalın birer ayak içine alınmış olan uçlardaki sütunların üzerinde görülen üzengi taşlarından ve iki yan duvardaki birer pandantif izinden, eskiden öndeki revakın doğu ve batı uçta kuzeye doğru dönerek avluyu fırdolayı kuşattığı tahmin edilmektedir. Son cemaat yeri reva-
kının kubbe sayısı halen üç ise de aslında bunların beş tane oldukları anlaşılmaktadır; fakat bu kubbeler harimin kapısına göre biraz doğuya kaymış vaziyettedir.
Harimin 10,70 m. çapındaki kubbesi, doğrudan doğruya dört duvar üzerine binen sekizgen bir kasnağa oturmakta, köşelerde geçiş unsuru olarak trompların kullanıldığı görülmektedir. Bu kubbe de son cemaat yerinin kubbeleri gibi mahallî geleneğe uygun olarak oluklu kiremitlerle kaplanmıştır. Sade birer mihrabı bulunan ve düz örtüyle örtülmüş olan yan kanatlar harime ikişer kapı ile bağlanmaktadır. Harimin kuzeydoğu köşesindeki çokgen gövdeli ve şerefesinin altı mu-karnaslı minareye doğudaki yan mekândan geçilerek girilmektedir.
Harim kapısı üç taraftan bir sıra damalı, iki sıra pahlı silme ile çevrilmiş, bu çerçeve ile basık kemerli atkı arasında kalan üstteki kısma mukarnaslı bir silme daha yerleştirilmiştir. Aynı çerçeve ve silmenin son cemaat yeri mihrabiyesinde de uygulandığı görülür. Zarif mukarnaslarla ni-hayetlenen yuvarlak nişli mihrapta, özellikle dört kollu çark motifleriyle dikkati çeken Memlüklü tarzı renkli taş İşçiliği hâkimdir. Aynı şekilde tezyin edilen, fakat nisbeten daha sade bir görünüşe sahip olan mermer minberin aynalıklarında geometrik kompozisyonlu birer üçgen göbek yer almaktadır. Harimin kuzeyini boydan boya kateden ahşap mahfilin alt yüzü, Adana'da başka hiçbir eserde görülmeyen zengin ve başarılı kalem işleriyle bezenmiştir. Ahşap kapı kanatlan geometrik, pencere alınlıklarının çinileri ise bitkisel motiflerle süslüdür.
BİBLİYOGRAFYA :
Evliya Çelebi. Seyahatname, IX, 337; M. Hadi Altay, Adım Adım Çukurova, Adana 1965, s. 25; Nusret Çam, Ramazanoğullan Mimari Eserleri (doktora tezi, 1979), ACİ Ed.Fak., s. 124; Türkiye'de Vakıf Abideler ve Eski Eserler, Ankara 1983,1, 20-23. r—ı
İRİ Nusret Çam
HASAN el-ALEYİ ""
el-Haserı b. Zeyd b. Muhammed
b. İsmâîl b. Hasen el-Alevî
(ö. 270/884)
Taberistan, Gîlân
ve Deylem'de hüküm süren
Aleviyye'nin (Zeydî Devleti) kurucusu
ve ilk hükümdarı
(864-884). L J
Kûfe'de Abbâsîler'e isyan eden Hz. Ali evlâdından Yahya b. Ömer et-Tâlibî'nin öldürülmesinden (250/8641 sonra Halife Müstaîn-Billâh, Tâhirîler'in Irak ve Haremeyn valisi Muhammed b. Abdullah b. Tâhir'i iktâlar vererek mükafatlandırmıştı. Bu iktâlar arasında, Taberistan ve Deylem'de halkın orman ve mera olarak faydalandığı araziler de vardı. Vali Muhammed b. Abdullah, kâtibi Bişr b. Harun'un kardeşi Câbir'i kendisine verilen yerlerin kayıt ve zaptı için Taberistan'a gönderdi. Taberistan halkı, kendilerine çok kötü davranan Tâhirîler'in Taberistan valisi Süleyman b. Abdullah ile adamlarından Muhammed b. Evs el-Belhfden ve dolayısıyla Tâhirîler'den nefret ediyordu. Bu nefret İktâların kayıt işleminden sonra daha da arttı. Deylem'de nüfuz sahibi olan Muhammed b. Rüstem ve Ca'fer b. Rüstem adlı iki kardeş. Deylemliler'in de desteğini alarak Tâhirî yönetimine karşı isyan etti. Daha sonra Taberistan'daki Alevî-ler'in ileri gelenlerinden Muhammed b. İbrahim'e haber göndererek ona biat edeceklerini bildirdiler. Kendisinin biat edilmeye lâyık olmadığını söyleyen Muhammed onlara Hasan b. Zeyd el-Alevfyi tavsiye etti. Bu sırada Rey'de bulunan Hasan b. Zeyd teklifi kabul edip Taberistan'a geldi. Deylem, Kelâr, Şâlûs, Rûyân halkı kendisine biat etti ve Aleviyye Devleti böylece kurulmuş oldu (250/864],
Hasan b. Zeyd bölgede hâkimiyeti sağladıktan sonra Âmül'ü ele geçirdi. Bu başarısı sonunda gücü önemli ölçüde arttı; Sâriye'de (Sârî) bulunan Taberistan âmili Süleyman b. Abdullah üzerine yürüyerek onu mağlûp etti ve şehre girdi. Süleyman b. Abdullah ailesini ve servetini bırakarak Cürcân'a kaçtı.
Bütün Taberistan ahalisinden biat alan Hasan b. Zeyd daha sonra Rey'i zaptetti. Tâhirîler'in âmilini kovarak yerine Muhammed b. Ca'fer el-Alevî'yi tayin etti. Durumu öğrenen Abbasî Halifesi Müstaîn-Billâh, Hasan b. Zeyd'e karşı gerekli tedbirleri almak üzere Muhammed b.
Abdullah b. Tâhir'i görevlendirdi. Muhammed b. Abdullah, Rey'de halk ile kaynaşamayan Muhammed b. Ca'fer'in üzerine bir ordu sevkederek onu esir aldı. Bunu haber alan Hasan b. Zeyd, Vâcin adlı kumandanının emrinde sevkettiği bir ordu ile Rey'i tekrar ele geçirdi. 251 (865) yılında Tâhirîler'in Taberistan valisi Süleyman b. Abdullah, büyük bir ordu ile Taberistan üzerine yürüyünce Hasan b. Zeyd Deylem'e çekilmek zorunda kaldı. Sâriye ve Âmül gibi şehirler Tâhirîler'in eline geçti. Bir süre sonra Taberistan'ı yeniden zapteden Hasan b. Zeyd, Abbasî Emîri Müflih kumandasındaki ordu karşısında mağlûp oldu ve tekrar Deylem'e çekildi (255/869). Ardından da Cürcân'ı ele geçirdi ve Muhammed b. Abdullah b. Tâhir'in yeğeni olan Horasan Valisi Muhammed b. Tâhir'in gönderdiği orduyu mağlûp ederek Tâhirîler'in Horasan'daki itibarını büyük ölçüde sarstı (257/871). 259'da (873) Elburz dağlarını geçip Kü-mis'i işgal etti. Bu sırada Sİcistan'a hâkim olma konusunda mücadele ettiği Saffârî Emîri Ya'küb b. Leys'e yenilerek önce Nîşâbur'a. oradan da Taberistan'a kaçan Abdullah es-Siczî, Hasan b. Zeyd el-Alevî'ye sığındı. Onu takip ederek Sâ-riye'ye kadar gelen Ya'küb burada Hasan b. Zeyd ile karşılaştı. Ya'küb, maksadının savaşmak olmadığını belirterek Abdullah es-Siczî'nin kendisine teslim edilmesini istedi. Hasan b. Zeyd bunu kabul etmedi. Yapılan savaşta galip gelen Ya'küb b. Leys'in ordusu Sâriye ve Âmül'e girdi. Bölgedeki şehirlerin haracı o yıl (260/ 874) Ya'küb tarafından toplandı. Taberistan dağlarına kaçan Hasan b. Zeyd'i ve ordusunu takibe koyulan Ya'küb şiddetli yağmurlardan dolayı büyük zayiat verdi ve canını zor kurtarabildi. Hasan b. Zeyd daha sonra tekrar Taberistan'a hâkim oldu. Ya'küb'a yardım eden Şâlûs halkını cezalandırmak için mallarını Deylemli-ler'e dağıttı ve şehri yaktırdı. Taberistan, Deylem ve civarında hâkimiyetini sürdüren Hasan b. Zeyd el-Alevî 270 yılının Şaban ayında (Şubat 884) Âmül'de vefat etti. Yerine kardeşi Dâî-i Sagîr Muhammed b. Zeyd geçti.
Mensupları "Haseniyye", "Dâî-i kebîr" unvanıyla anılan Hasan b. Zeyd azim ve sebat sahibi, Arap dilini ve fıkhı iyi bilen, cömert ve zâhid bir kişi idi. Kendisini öven bir şairin kasidesine olumsuzluk edatı "lâ" ile başlamasını tenkit ederek kasidenin başında hoşa gidecek bir şeyi zikretmenin gerekli olduğunu söylemişti. Bunun üzerine şair, dünyadaki en güzel ifadenin
HASAN b. ALİ el-KELBf
"lâ ilahe illallah" olduğunu, onun da "lâ" ile başladığını söyleyince kendisini takdir ederek mükafatlandırmıştı. "Allah tektir, Hasan b. Zeyd de tektir" şeklinde kendisini öven bir şairi azarlamış ve böyle bir sözden rahatsız olduğunu belirtmek için bulunduğu yerden inip secdeye kapanmıştı. Bölge halkı arasında İslâmiyet'in yayılmasında önemli hizmetleri geçen ve âdil bir yönetim kuran Hasan b. Zeyd tarafsız tarihçiler tarafından Övgüyle anılmıştır.
BİBLİYOGRAFYA :
Taberî. Târih (Ebü'l-Fazl). IX, 271, 273-275, 307-309, 370, 382, 406, 407, 474, 501, 506, 508-510, 512, 552, 553; Mes^ûdi. Mürücü'z-ze-heb [Abdiilhamîd). IV, 153; İbnü'l-Esîr, el-Kâ-mil, VII, 130-134, 163, 176, 203, 216, 240, 243, 248, 249, 257, 262, 266-269, 288, 296, 299, 326, 330, 407; Zehebî. A'tâmü 'n-nübelâ\ XIII, 136-137; Zahîrüddîn-i Mar'aşî. Târih-i Taberistan, Tahran 1361 hş./1966, s. 129, 143, 145, 149; Zambaur, Manuel, s. 192; C. E. Bosvrarth, "The Tahirids and SafTarids", CHIr., IV, 102-103, 114-13 7; Ahbâru e'İmmeti'z-Zeydİyye fi Taberistân ve Deylemân ve Olan (ed. W. Ma-delung), Beyrut 1987. s. 20-21, 72, 85-86,91, 122, 127-130, 132, 210, 220; Fr. Buhl. "Hasan", İA, V/l, s. 313-314; a.mlf.. "al-Hasan b. Zayd", EF(İng.).lll, 245. m
Dostları ilə paylaş: |