İNŞÂ
Nesneleri ilkin yaratmak anlamında bir kelâm terimi.173
İNŞÂ
Resmî yazışmaları belirten edebî tür, dil bilimi ve fıkıhta haber karşıtı olarak kullanılan bir ifade kategorisi.
Sözlükte önceleri "ortaya çıkarmak, icat ve ihdas etmek, yaratmak" mânalarına gelen inşâ daha sonra "kurmak, üretmek ve yazmak" gibi anlamlarda da kullanılmış, bu ikinci kullanımdan hareketle "yazmak, yazma sanatı ve kompozisyon" gibi anlamlar kazanarak zaman içerisinde resmî ve özel yazışmaların belirli bir usule göre yapılmasının inceliklerini ve mektup yazma sanatını ifade eden bir terim haline gelmiştir. Bu sanatı konu edinen disipline ilmü'l-İnşâ, bu ilmin kurallarına uygun olarak hazırlanmış metinlere münşeat adı verilmiş, resmî yazışmalar ve mektuplardan örnek alınmaya değer görülenler çeşitli mecmualarda derlenerek nakledilmiştir. Bu dar anlamı yanında edebiyatta belli kurallara, belagat ve fesahat ölçülerine göre söylenmiş veya yazılmış edebî güzellik taşıyan her çeşit söz veya düz yazı da (nesir) inşâ terimiyle ifade edilir. Bu tür yazıya "sanatlı nesir" "güzel nesir" 174 ve "sanatlı yazı" 175 adları da verilmiştir. İnşâ kelimesi ayrıca dil bilimi ve dil felsefesinde, dilin temel iki kategorisinden (inşâ-haber) ve dil üzerindeki araştırmaların kendisine dayandığı aslî kavramlardan biri olarak özellikle meânî ilminin temel konularından birini teşkil etmiştir. Bunların yanında inşâ, fıkıhta "sözle gerçekleştirilen fiiller" anlamında dikkate alınarak bir taraftan naslarda söylen meler iyle bir fiilin gerçekleştirildiği ve gerçekleşen fiilin teklifi bir unsur da içerdiği kipler 176 diğer taraftan söylen meleriyle bir fiilin gerçekleştirildiği ifadeler 177 şeklinde ele alınmıştır.
İnşâ konusunda Arapça, Farsça ve Türkçe çok sayıda eser telif edildiği gibi özellikle dil bilimi terimi olarak inşâda bu dillerin bazı özellikleri dikkate alınmıştır. İnşâ eserleri resmî yazışmalarla doğrudan alâkalı olarak ortaya çıktığı için yazıldığı diller de ilgili olduğu devletin resmî yazışmalarında kullandığı dile bağlı olarak gelişmiştir. Önce Arap edebiyatının bir parçası şeklinde ve Arapça, daha sonra Farsça ve özellikle Osmanlı döneminde geniş bir Türkçe inşâ literatürü oluşmuştur. Bu literatürde bazı ortak hususlar, bilhassa Hz. Peygamber'in mektuplarında bulunan ve İslâmî görüşü yansıtan unsurlar muhafaza edilmekle birlikte hem üslûp açısından hem çeşitli makamlar ve bunlara hitap şekillerinde devletlerin durumu ve kurumsal yapısına bağlı olarak önemli farklılıklar ortaya çıkmıştır.
1. Edebî Tür Olarak İnşâ.
a) Arap Edebiyatı. Arap edebiyatında inşâ kelimesinin edebî bir türü ifade eden terim olarak ne zaman kullanılmaya başlandığı bilinmemektedir. Kudâme b. Ca'fer, 288 (901) yılı civarında kaleme aldığı Kitâbü'l-Harâc ve şmâhti'l-kitâbe adlı eserinin çeşitli yerlerinde bu kelimeyi bir terim olarak "inşâü'l-kitâb 178 "kitâb münşe" 179ve "meclisü'l-in-şâ" şeklinde kullanmış, kelime daha sonra sekreterlik görevinde bulunan kişinin yaptığı işten başka "az veya çok düzenli mektup yazan bir kimsenin yaptığı iş" şeklinde geniş bir anlam da kazanmıştır.
İnşâ ile ilgili yazılar, İslâm devletlerinin bürokratik bir yapı kazanması ile birlikte görülmeye başlanan ve muhtelif devletlerde değişik isimler verilen divan kâtipliği 180 makamının işlerinin yürütülmesinde duyulan ihtiyacı karşılamak üzere ortaya çıktığı için. bu konuda telif edilen eserler sırf yazı ve mektup yazma sanatıyla alâkalı konuları değil devletin kurumsal yapısı içerisinde bulunan makamları ve bu makamlar arasındaki hitap şekillerinin bilgisini de içermektedir.181 Bundan dolayı yazıldıkları dönemdeki devletlerin yapısı hakkında da bilgi veren tarihî kaynak mahiyetindeki bu eserler, müelliflerinin kabiliyetlerinin yanı sıra hem telif edildikleri dönemdeki devletin yapısına bağlı olarak hem de devletin konumuna göre farklı muhteva ve özellikler taşımaktadır.
Arap edebiyatında bir tür olarak inşâ ile ilgili eserler ana hatları ile iki grupta toplanabilir. Bunlardan birincisi, divan kâtipleri için resmî ve Özel yazışmalarda ve mektuplarda örnek alınmak üzere derlenmiş yazı ve mektuplardan oluşan münşeat mecmuaları, ikincisi, daha çok divan kâtiplerinin görevlerini yaparken üslûp ve konu açısından kendilerine yardımcı olmak amacıyla telif edilmiş eserlerdir.
İnşânın ilk Örnekleri, divan kâtipliği müessesesi ortaya çıkmadan çok önce resmî bir özellik taşıyan Hz. Peygamber'in mektuplarında bulunmaktadır. Daha sonra hemen bütün resmî mektuplarda kullanılan ve "tesniye" diye adlandırılan "besmele" ve "hamdele" ile "ba'diye", aynı zamanda bir edebî tarz şeklinde mektubun temel unsurları olarak benimsenmiş ve bunlara inşâ eserlerinde yeni unsurlar eklenmiştir.
Esas itibariyle inşâ, resmî yazışmaların nasıl yapılacağını konu edindiği İçin doğrudan doğruya devlet kurumları içerisinde bu görevi üstlenen bir makamın oluşturulmasıyla birlikte bu makamın ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olarak gelişmiştir. Bir devlet kurumu şeklinde divan kâtipliği Muâviye tarafından Dîvânü'r-re-sâil adı altında kurumlaştırılmiş ve bunun hemen ardından devletin muhtelif makamları arasındaki yazışmaların nasıl yapılacağını gösteren eserler yazılmaya başlamıştır. Önce devlet merkezinde başlayan resmî yazışmalar için edebî kabiliyeti olan ve devlet içerisindeki makamların hiyerarşik düzenini bilen kâtiplerin istihdamı zamanla eyalet valileri tarafından da benimsenerek kâtiplik önemli bir meslek haline gelmiştir. Bu meslek grubunun ihtiyaçlarını gidermek ve muhtemelen bunlar arasında bir standart oluşturmak amacıyla önceleri kâtipliğin nasıl yapılacağını gösteren bir tür tamim şeklinde yazılar ortaya çıkmıştır. Bu yazılardan günümüze ulaşanlarının en eskisi, Emevî Halifesi II. Mervân'm kâtibi Abdül-hamîd el-Kâtib'in (ö. 132/750) "Risale ile'l-küttâb"ıdır. İnşâ türü eserlerin kaleme alındığı dönemde, Hz. Peygamber devrinden beri oluşmaya başlayan resmî yazı geleneği yanında üslûp olarak Kur'an1-dan ve kısmen Bizans ve önemli ölçüde de Fars mektup yazma geleneğinden istifade edilmiştir. Ancak zaman içerisinde inşâ, faydalandığı yabancı unsurları aşarak kendi başına bir edebî tür olarak gelişmiştir. Abdülhamîd el-Kâtib'in yanında eserleri günümüze kadar gelen önemli kâtiplerden biri de Abdullah b. Mukaffâ'dır (ö. 139/756). Bunların eserleri hem o dönemde yaşayan kâtiplere örnek teşkil etmiş, hem de daha sonra gelişecek olan inşâ türüne bir hareket noktası oluşturmuştur. Bu eserlerde dikkat çeken hususlardan biri, daha önce Resûl-i Ekrem'in mektuplarında bulunan "tesni-ye"nin yanında secînin ve sanat unsurlarının da kullanılmaya başlanmasıdır.
Abbâsîler'in ilk iki asrında telif edilen inşâ eserleri 182 hakkında fazla bilgi yoktur; bu dönemden günümüze ulaşan eserler daha çok "ede-bü'1-kâtib" türündendir. Ancak IV. (X.) yüzyıldan İtibaren inşâ edebiyatında büyük bir gelişme gözlenmektedir. Abbasî Devleti'ndeki bürokratik düzenin belirli bir yapı kazanması ve genişlemesi, yazışmaları gereği gibi yapacak kâtiplere olan ihtiyacı arttırmış, buna paralel olarak kâtipler için yazılan kılavuz mahiyetindeki çalışmalar da çoğalmıştır. Bu dönemde inşâ edebiyatının önde gelen müellifleri, Özellikle Büveyhîler'in hizmetindeki Dîvâ-nü'r-resâil kâtipleri arasından çıkmıştır. Büveyhî sultanlarının hizmetinde divan kâtipliği yapan Ebû İshak es-Sâbfden "münşeat" ve "resâil" başlıklı üç ayrı mecmua günümüze ulaşmıştır. Eyalet memurları ve makamlarına yönelik olarak kaleme alınan bu mecmualar rica, uyarı ve tekdir konularında derlenmiş risaleleri ihtiva etmektedir.183 Rüknüddevle'nin veziri Ebü'1-Fazl İbnü'I-Amîd'in muhtelif risalelerinden bölümler bazı eserlerde nakledilmiş, bir kısım parçalar da ayrıca günümüze kadar gelmiştir. Aynı dönemde yaşayan diğer bir inşâ müellifi de Sâhib b. Abbâd'dır. Uzun süre kâtip olarak hizmet ettikten sonra Müeyyedüddevle'ye vezir olan İbn Abbâd'ın Resâ'il'ini Abdülvehhâb Azzâm ve Şevki Dayfneşretmiştir (Kahire 1947). Bu devirde yaşayan ve mektupları çeşitli eserler veya mecmualar içinde günümüze ulaşan kâtip ve münşîlerin en önemlileri Ebû Bekir Muhammed b. Abbas el-Hâ-rizmî, Ebü'l-Hüseyin Muhammed b. Hüseyin el-Ahvâzî, Abdülazîz b. Yûsuf eş-ŞÎ-râzî, mektupları Ahmed b. Muhammed el-Meydânî tarafından Münyetü'r-Râdî li-resff'ili'l'Kâdî adı altında kitap haline getirilen Ebû Ahmed Mansûr b. Muhammed el-Ezdî el-Herevî'dir.
XI ve XII. yüzyıllarda Arapça yanında Farsça'yı da resmî yazışmalarında kullanan devletlerin ortaya çıkmasıyla Arapça ve Farsça resmî mektupların derlendiği mecmualar oluşmaya başlamıştır. Bunlardan Cürcân Emîri Kâbus b. Veşmgîr'in mektupları Abdurrahman b. Ali el-Yez-dâdî tarafından Kemâlü 'l-belöğa adıyla derlenmiş, Nu'mân el-A'zamî ve Muhib-büddin el-Hatîb tarafından neşredilmiştir (Kahire 1341). Arapça ve Farsça mektup yazan müelliflerden biri de Hârizm-şahlar sarayında uzun süre inşâ görevinde bulunan Reşîdüddin Vatvât olup Arapça mektupları Mecmû'atü Resâ'ili Re-şîdiddîn el-Vatvât (Kahire 1315), Farsça mektupları da Nâmehâ-yi Reşîdüddîn Vatvât 184 adıyla yayımlanmıştır.
Fâtimîler ve Eyyûbîler döneminden oldukça zengin münşeat mecmuaları günümüze ulaşmıştır. Bunların müellifleri arasında yazdığı mektupları Yâküt el-Ha-mevfnin dört, İbn Saîd'in yirmi cilt olarak zikrettiği, ayrıca bazı edebî risaleleri içeren eî-Efdaliyyât'ın da 185 yazarı olan Ebü'l-Kâsım İbnü's-Sayrafî ve Kadî el-Fâzıl en önemlilerindendir. Kâdî el-Fâzıl'ın mektuplarını, daha sonra halefi Muhyiddin İbn Abdüzzâhired-Dümi'n-nazîm min teressüli 'Abdirrahîm başlığı altında derlemiştir.186 Bunların ardından divan kâtipliği yapmış pek çok müellifin kaleminden çıkmış olan mektuplar, mecmualar halinde derlenerek nakledilmiş ve bir kısmı neşredilip ilmî açıdan incelenmiştir.187
İnşâ literatürünün önemli bir türü de kâtiplerin uymaları gereken kurallara dair eserlerdir. Bir divan kâtibinin, dili iyi bilmesinin yanında iyi bir fıkıh eğitimi almak zorunda olduğu gibi çeşitli makamların hiyerarşik yerini de bilmesi gerekmekteydi. Edebü'l-kâtible ilgili eserler ya bu konulardan bir kısmını yahut bir kâtibin vazifesini gereği gibi yapabilmesi için, yazı ve yazı malzemesine dair ayrıntılardan teknik ve ahlâkî özelliklere kadar bütün konuları ihtiva etmektedir.188
İnşâ tekniğine dair zengin literatür. II. Mervân'ın kâtibi Abdülhamîd el-Kâtib'in devlet kademelerinde görev alan kâtiplere tavsiyelerini İçeren uzun mektubu ile 189 başlamış, Ebû Mûsâ Abdullah b. Abdülazîz el-Bağdâdî'nin Kitâbü'l-Küttâb ve şıfâtü'd-devât ve'1-kalem ve tasrifihâ ile 190 264'te (878) vezir olan Ebü'l-Yüsr İbrahim b. Muhammed el-Müdeb-bir'in kâtiplerin el kitabı mahiyetindeki er-Risâletü'l-'azrâ fî mevâzîni'1-belâ-ğa adlı risâleleriyle devam etmiş, İbn Ku-teybe'nin Edebü'l-kâtib'i ile müstakil ve mükemmel eser olarak ilk örneğini vermiştir. Daha sonra Edebü'l-kâtib, Ede-bü'l-küttâb veya Şmâ'atü'l-küttâb adlarıyla birçok eser kaleme alınmıştır. Ebû Bekir es-Sûlî, İbn Düreyd, İbnü'l-Enbârî, Ebû Ca'fer en-Nehhâs, Muhammed b. Hasan el-Lugavîve Selâhaddin es-Safedî bu adlarla eser veren başlıca yazarlardır. Ancak adları farklı da olsa başlıklarında "kitabe, sinâa, teressül, kâtib, küttâb, inşâ" kelimeleri bulunan eserlerin çoğu bu türe girer. Bunların başlıcalan şunlardır: Kudâme b. Ca'fer, Kitâbü'l-Harâc ve şı-nâ'ati'l-Kitâbe; İbn Dürüsteveyh, Kitâbü'l-Küttâb; Küşâcim, Kenzü'J-küttâb; Ebû Hilâl el-Askerî. Kitâbü'ş-Şmâ'ateyn: el-Kitâbe ve'ş-şi'r; İbnü'l-Hâcib en-Nu"-mân, Zahîretü'l-küttâb; (Aii) İbn Halef, Mevâddü'l-beyân; İbnü's-Sayrafî, Kâ-nünü dîvâni'r-resâ'il; İbn Memmâtî, Ka-vânînü'd-devâvîn; İbn Şîs el-İsnâî, Me-'âlimü'l-kitâbe; İbn Ebü'l-İsba. eî-Elfiy-ye (manzum); Mahmûd el-Halebî, Hüs-nü't-tevessül ilâ şmâ'ati't-teressül; Zi-yâeddin İbnü'I-Esîr, el-Meşelü's-sâ'ir ti edebi'1-kâtib ve'ş-şâcir, el-Câmfu'i-ke-bîr fî şmâ'ati'l-manzûm mine'l-kelâm ve'1-menşûr, el-Veşyü'1-merküm ûhal-li'î-manzûm, el-Miftâhu'1-münşâ fî ha-dîkati'l-inşây; İbn Fazlullah el-Ömerî, et-Tcfrif bi'1-muştalahi'ş-şerîf; Kalkaşen-dî, Şubhu'i-cfşâ iî şmâ^ati'1-inş Şa'-bân el-Âsârî, el-Elfiyye (manzum); Mer'î b. Yûsuf, Bedî'u'1-inşâ ve'ş-şıfât fİ'l-mükâtebât ve'l-mürâselât; Şertûnî, Nehcü'l-mürâsele. İnşâ literatürü içinde mütalaa edilebilecek bir tür de şürût ve sicillât (vesaik) eserleridir. Divan kâtipliği yanında kaza makamı da resmî yazışmaların yapıldığı
bir kurumdu. Bu yazışmaları kendi imzalan ile yapan kadılar ve çeşitli belgeleri hazırlama yetkisine sahip olan bir tür noterler bulunmaktaydı. Bu belgeler, esas itibariyle olayların şahitleri ortadan kalktıktan sonra da verilen kararların doğruluğunu göstermek amacıyla hazırlanmaktaydı. Bundan dolayı bir taraftan fıkha, diğer taraftan inşâ ve genel olarak da o dönemde geçerli olan âdet ve resmî kurumların uygulamalarına dayanmaktaydı. Zaman içerisinde bunların kararları ve resmî belgeleri nasıl hazırlayacaklarını sistematik bir şekilde ele alan ve "il-mü'şşürût" adı verilen 191 bir disiplin ortaya çıktı. Şürût ilmi doğrudan doğruya hukukla ilgili olduğu için bu konuda genellikle fakihler eser telif etmiş, hatta bu alan başından itibaren fıkhın bir alt disiplini olarak gelişmiştir.192
Bibliyografya :
Tehânevî. Keşşaf, 111,1360-1361; İbn Kuteybe. Edebü'l-kâtib (nşr. Muhammed ed-Dâlî), Beyrut 1405/1985, tür.yer.; Ya'kübî. Târih, 11,80-83; Cehşiyârî, el-Vüzerâ1 ue'i-küttâb, s. 1-11, 73-79; Sûlî. Edebü't-küttâb, tür.yer.; Zeccâcî. Tefsîru risâleti Edebi't-küttâb ii'bn Kuteybe (nşr. Abdülfettâh Selîm), Kahire 1993, tür.yer.; Kudâme b. Ca'fer, el-Harâc (nşr Tallâl Cemîl Ri-fâî).Mekke 1407/1987,s. 135, J75, 183,210, 211;Nehhâs. Şınâcatü't-küttâb[nşr. Bedr Ahmed Dayf|, Beyrut 1410/1990, tür.yer.; Muhammed b. Ahmed el-Hârizmî. Mefâühu'l-'utûm, Kahire 1342/1923, s. 46-50; Ebû Hilâl el-Askerî, Kitâbü'$-$ınâcateyn{T\şr. MöfîdM. Kumeyha), Beyrut 1404/1984, tür.yer; Ebü'l-Kâsım İbnü's-Sayrafî, Kânun fî dîuâni'r-resâ'il [nşr Ali Behçet), Kahire 1905, tür.yer.; Aii b. Halef. Meuâd-dü'l-beyân (tıpkıbasım nşr. FuatSezgin), Frankfurt 1407/1986, s. 195-197, 323-355; İbn Memmâtî, Kauâninü'd-deuâuİn (nşr. Aziz Suryal Atı-ya), Kahire 1943, tür.yer.; Ziyâeddin İbnü'1-Esîr. el-Miftâhu't-münşâ ti-hadtkaü't-İnşâ (nşr. Ab-dülvâhid Hasan eş-Şeyh), İskenderiye 1410/ 1990, s.29-91;a.mlf., e/-Meşe/ü's-sâJ(r(nşr. Ahmed el-Hûfî- BedevîTabârıe), Kahire, ts. (Dâru nehdati Mısr], I-II1, tür.yer.; İbnü'l-Ebbâr, İ'tâ-bü'l-küttâb (nşr. Salih el-Eşter), Beyrut 1406/ 1986, tür.yer.; Nüveyrî. Nihâyetü'l-ereb, VII, 1-35; Şürûhu't-Telhîş, Beyrut, ts. (Dârü's-sürûr), II, 234-241, 313 vd.; Mûsâ b. Hasan el-Mevsılî. el-Bürdü'l-müueşşa fîşınâ'ati'i-inşa (nşr. Afâf Seyyid Sabra), Beyrut 1410/1990, s. 29-91 ;Tef-tâzânî, el-Mutauvel, İstanbul 1309, s. 224-246; Kalkaşendî, Şubhu'l-a'şâ, tür.yer.; Keşfü'z-zunûn, M, 1045-1046; Christoph Bürgel, Dİe Hofkorrespondenz 'Adud ad-Dautas und ihr Verhaettnis zu anderen historischen Quellen der frühen Buyiden, Wiesbaden 1965, s. 112-119; Abdülazîz er-Rifâî. Min 'Abdülh.amîd el-Kâtib ile'l-küttâb oe'l-muoazzafin, Riyad 1393/1973, s. 49-62; Halî] Merdem Bek, Mu-hâdarâtü'l-Halît fi'1-inşâ'İ'l'Ara.bî(nşr. Adnan Merdem Bek). Dımaşk 1405/1985, tür.yer.; Mahmûd Sa'd, eş-Şekâfetü'l-!slâmiyye li-kâti-bi'l-inşâ* kemâ tebdü fiŞubhi'l-a'şâ,İskenderiye, ts. (Münşeâtü'l-maârif). tür.yer.; Muhammed Nebîh Hicâb, Belâğatü'l-küttâb fı'l-'aşriVAbbâsî, Kahire 1406/1986, tür.yer.; Ab-düsselâm M. Hârûn, et-Esâlîbü'l-inşâ'İyye fı'n-nahüİVArabt,Beyrut 1410/1990, tür.yer.; Ru-dolfVesely, "Dieinsâ'-Literatur", Grundrissder Arabİschen Phüologie III: Supplement (ed. W. Fischer). Wiesbaden 1992, s. 188-194; Adrian Gully, "Epistles for Grammarians: lllustrations from the inshâ' Literatüre", British Journal of Middte Eastern Studies, XXII], Durham 1996, s. 147-166; H. R. Roemer, "Inşhâ1-1, £F(Fr), III, 1273-1276; Jürgen Paul, "Ensâ1", Ek., VIII, 455-
b) Fars Edebiyatı.
Pehlevî dilinde nâ-menevîsî (mektupyazma) kelimesinin karşılığı olan Arapça inşâ, İslâmiyet'in İran'a girişinden sonra Fars edebiyatında "mektupyazma sanatı" anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Bu sanatla uğraşan kişilere (münşî) eski İran'da debîr, bu mesleğe deâyîn-i debîrî deniyordu. Ender Âyînnâmek-i Debîrî adlı Pehle-vîce eser Fars edebiyatında inşâ geleneğinin en eski örneğini teşkil etmektedir.
Muhammed b. Abdülhâlik el-Meyhenî, Destûr-i Debîrî adlı eserinde bir edebî tür olarak mektupları "sultâniyat, İhvâ-niyat, mehâzir" olmak üzere üçe ayırır. İdarî ve divanî mektuplarla resmî yazışmalar, fermanlar, menşurlar, tevM'ler, fetihnameler, şikestnâmeler, sevgendnâ-meler sultâniyat; özel yazışmalar, kutlama, baş sağlığı, teşekkür, çağrı, şikâyet gibi konulara dair mektuplarla âlim ve mutasavvıfların didaktik amaçlı mektupları ihvâniyat türünü oluşturur. Taahhütname, şehâdetnâme. akidnâme, vasiyetname niteliğindeki mektuplar da mehâzir grubunda ele alınır. Her üç kategorideki mektuplar, gerek eski İran geleneğinin gerek Arapça örneklerin ışığı altında zamanla belirli formlara kavuşmuş; hitaplar, unvanlar, lakaplar, dualar, mektupların başlangıç ve sonlan kurallara bağlı ifadelerle sınırlandırılmıştır. Bütün bunların öğrenilmesi ihtiyacı üzerine de münşiler her türden mektup örnekleri ihtiva eden münşeat mecmuaları hazırlamışlardır.
Saffârîler, Tâhirîler ve Sâmânîler döneminde ihvâniyat ve sultâniyat türündeki mektuplarda sade. didaktik mektuplarda ise edebî tabirler ve şiirsel dil hâkimdir. Gazneliler devrinde sultâniyat türündeki mektuplarda üslûp zaman zaman sadeliğini korumakla birlikte sanatlı İfadeye yöneliş görülmektedir. Ebü'l-Fazl el-Beyhakfnin Târih-i Beyfta/a'sinde bu tarz inşâ örneklerine rastlanmaktadır. Gazneliler döneminden günümüze kadar gelen ihvâniyat veya sultâniyat türündeki mektupları ihtiva eden eserler arasında Gazzâlî'nin Fezâ'ilü'i-enâm min resâ'ili hücceti'l-İslâm'ı 193 Aynülkudâtel-Hemedânî'nin Nâmehâ-yi cAynü'l-kudât-i Hemedânî'sı 194 ve Ahmed el-Gazzâlî'nin mektupları 195 zikredilebilir.
Selçuklulardan itibaren Fars dili Arapça kelimelerin istilâsına uğramış ve önceki sadeliğini yitirmiştir. Bunda Arap edebiyatından Fars edebiyatına geçen "makâme" tarzının da etkisi olmuştur. Selçuklular döneminde gelişimini sürdüren inşâ sanatında. Sultan Sencer'in münşilerinden Müntecibüddin Atâbek-i Cüveynî'nin (ö. yaklaşık 552/17) 'Atebe-tü'1-ketebe 196 adlı münşeat mecmuası Selçuklu devlet dairelerinde örnek alınan eserlerdendi.
Hârizmşahlar'dan Atsız'm Resâ'il-i Şâ-hibdîvön', Reşîdüddin Vatvât'ın Nâmehâ-yi Reşîdüddîn Vatvât 197Tekiş'in münşîsi Bahâeddîn-İ Hârizmî'nin et-Tevessül ile't-teressül 198 adlı münşeat mecmuaları türün örnek eserleri olarak kabul edilir. Bu iki eser muvazene, cinas, murâât-i nazîr, ıtnâb, tatvil. tekellüf gibi inşâyı ağırlaştırıcı unsurlar, seciler ve kelime oyunlarıyla doludur. İnşâ sanatı Moğollar. Timurlular, İlhanlılar. Safevîler ve Kaçarlar döneminde de gelişmesini sürdürmüştür. Hindistan ve Anadolu'da da Farsça inşânın güzel örnekleri verilmiştir.
Selçuklular resmî dil olarak Farsça'yı kullandıklarından bu devrin inşâ örnekleriyle inşâ kurallarına dair eserleri de Farsça'dır. Aynı döneme ait inşâ kitaplarından Muhammed b. Abdülhâlik el-Meyhenî"nin Destûr-i Debînsi Adnan Sadık Erzi tarafından neşredilmiştir (Ankara 1962). Anadolu Selçuklulan'na ait bazı inşâ kitaplarını da Osman Turan Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar (Ankara 1958) adlı eserinde tanıtmış, bunlardan seçtiği tarihî malûmat bakımından önemli belgeleri metin, tercüme ve yorumlarıyla yayımlamıştır. Hasan b. Abdüimü'min el-Hûî'nin Nüzhetü'l-küttâb ve tuhfetü'l-ahbâb ile 199 Ğunyetü'l-kâtib ve Rüsûmü'r-resâ'H'i 200 Ebû Bekir İbnü'z-Zekî'nin Ravzatü'l-küttâb ve Hadîkatü'l-elbâb'ı 201 Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin tasavvufî ve ahlâkî bilgiler ihtiva eden Mektûbât'ı 202 anonim el-Muh-târât mine'r-resâ'il 203 Hâkânî-i Şirvânî'nin Mecmû'a-yi Nâmehâ's 204 Moğollar'dan Gâzân Han'ın veziri Reşîdüddin Fazlullah-ı Hemedânî'nin oğlu Gıyâseddin Muhammed tarafından derlenen, vezirin çocukları ile vilâyetlerdeki yüksek dereceli devlet görevlilerine yazdığı mektupları ihtiva eden Mükâtebât-i Reşîdî's'ı 205 Abdullah-ı Mur-vârîd'in Şerefnâme'si 206 Abdullah Kutb-i Şîrâzî'nin Mekâtîb-i Fârsî's'ı (Tahran 1339/1960). Muhammed b. Alî-i Hârizmî'nin CeJâJiyye'si, Gıyâseddîn-i Hândmîr'in Safevî Devletİ'nin kurulduğu yıllarda telif ettiği, "satr" adlı dokuz bölümden oluşan Nâme-yi Nâmî'si. Hâce Muhammed-i Gîlânî"nin Menâzırü'1-in-şâJ ve fîiyazü'J-inşd'sı, Abdurrahman-ı Câmî'nİn Risâle-yi Münşeât Hüseyin Vâiz-i KâşifîninMahzenü'i-inşâ've $a-hîfe-yi Şdnî'si, Muhammed Tâhir-i Kaz-vînfnin Mecmû'a-yi Münşe'âfı. Nâdir Şah'm münşilerinden Mirza Mehdî Hân-ı EsterâbâdTnin Münşe'ûfı, Selçuklular döneminden İtibaren yazılmış belli başlı münşeat türü eserlerdir. Abdülhüseyn-i Nevâî, Timur döneminden Şah İsmail'e kadar geçen sürede yazılan mektupları Esnâd ü Mükâtebât-ı Târîh-i hân ez Tîmûrtâ Şâh İsmâ'il 207 Şah Abbas döneminden önceki mektupları da Şâh 'Abbâs Mecmûca-yi Esnâd ve Mükâtebât-ı Târihî (Tahran 1366/1987) adıyla yayımlamıştır.
Kaçarlar döneminin Önemli münşileri şunlardır: Fâzıl Hân-ı Gerrûsî, Abdürrez-zâk Han Dünbülî, Feth Ali Şah'ın münşî ve vekâyi'nigârı Mirza Muhammed Sâdık Humâ-i Mervezî, İngiliz elçiliği münşîsi Mirza Ca'fer Riyâzî-i Hemedânî, Mirza îsâ Kâimmakâm-ı Ferânânî, Mirza Ebü'l-Kâ-immakâm-ı Ferâhânî 208 Mirza Taki Aliâbâdî-iSâhibdî-vân, Mirza Habîbullah-ı Kâânî, Mirza Ab-dülvehhâb Mu'temedüddevle-yi Neşât, Mirza Râzî-i Tebrîzî, Mirza Muhammed İbrahim Nevvâb-ı Tahrânî, Hasan Ali Han Emîr-i Nizâm 209 Mirza Ab-düllatîf-i Tesûcî. Osmanlı dünyasında yazılan münşeatlar arasında en önemlisi Feridun Bey'in III. Murad'a takdim ettiği, yaklaşık üçte biri Farsça mektuplardan oluşan Mıin-şe'âtü's-selâtîn'İd'ır. Yavuz Sultan Selim'in münşilerinden biri tarafından kaleme alınan Letâ'iiü'1-inşâ adlı eser ise Arapça, Farsça ve Türkçe inşâ örneklerini ihtiva eder. Abdülgaffâr Sadîkî-i Hü-seynî'nin Herat'ta Yavuz Sultan Selim için yazdığı Şahîfetü'î-ihlâş münşeat mecmuası Abdurrahman-ı Câmî'nin Risâle-i M cinse Mf inin taklidi niteliğindedir.
Hindistan'da yetişen Farsça münşeat müellifleri ve eserleri şunlardır: Şah Tâ-hir-i Dekkenî. Münşe'ât; Yûsuf b. Mu-hammed-İ Herevî, Bedâyi'u'1-inşâ Ruka'ât-ı Hekîm Ebü'1-Feth (Lahor 1968); Feyzî-i Feyyâzî, Latîfe-yi Gaybî; Ebü'l-Fazl el-Allâmî, Mükâtebât-ı tAâmî (Luck-now 1286/1869); Ebü'l-Kâsım Han Ne-mekî. Münşeât-ı Nemekîrt; Münîr-i Lâ-hûrî, Nigâristân ve Nevvâbe; Muham-med Sâlih-i Lâhûrî, Bahâr-i Suhen; Mirza Emânullah Ruka'ât-ı Emânullüh; Ab-dülalî-i Tebrîzî, Mecmûh-yi Münşe'ât; Mahmûd-ıGâvân.fîiyâzü'i-irtşö 210Mu-hammed Rızâ Kelhûr, Mahzenü'1-inşâ.211
Bibliyografya :
Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, Ankara 1958, s. 172-177; Nâmehâ-yi Reşîdüddîn Vatuât{nşr. KasımTûy-serkânî). Tahran 1338 hş., neşredenin girişi, s. 78-81; Rypka. HIL, s. 315-316; Bahar. Sebk-şinâsî,Tahran 1349 hş., Mil, tür.yer.; Zebîhul-lah Safa. Gencine-i Sühan, Tahran 1353 hş., 1, 140-148; Âgâ Büzürg-İ Tahrânî. ez-Zerfa ilâ te-şântfl'ş-Şt'a, Beyrut 1403/1983, XXIII, 622-646; Hûseyn-i Rezmcû, Enuâc-ı Edebî ue Âşâr-t ÂnderZebân-tFârsî.rAeşhed 1372 hş., s. 191-200; Abdülhüseyin Zerrînkûb, Ez Gozeşte-yi Edebî-yi kân. Tahran 1375 hş., s. 131-141; Mehmet Kanar, Çağdaş İran Edebiyatının Doğuşu ve Gelişmesi, İstanbul 1999, tür.yer.; M. Taki Dânişpejüh. "Debîrî ve Nevîsendegî", Hüner u Merdûm, sy. 101, Tahran 1971, s. 40-47; sy. 102-103 (1971), s. 56-62; sy. 104(1971). s. 48-51; sy. 105 (1971). s. 56-60; Jürgen Paul. "Anonyme Arabische und Persische insâJ, Handschriften aus den Sammlungen der Sü-leymaniye-Bibliothek (İstanbul)", ZDMG, sy. 144 (1994). s. 301-329; a.mlf.. "Ensâ"', Elr., VIII, 455-457; Mehdî Mehdîzâde, "Târîhçe-yi Münşe'ât der Edeb-i Fârsî", Keyhân-i Ferhengî, sy. 154, Tahran 1378 hş., s. 64-68; H. R. Roemer, "Insb&sı\£72(lng.)ılll, 1242-1243;Ahmad'fafaz-zolî - Fath-Allâh Mojtabâ'i, "Correspondence", Elr., VI, 287-293.
c) Türk Edebiyatı.
Türk edebiyatında inşâ, Arap ve Fars edebiyatlarında bir dil bilimi terimi ve resmî yazışmaları konu edinen bir disiplin olarak kazandığı anlamı yanında bir tür kompozisyon tekniği ve güzel yazı yazma sanatı olarak da anlaşılmıştır. İnşâ -Ziya Paşa'nın "Şiir ve İnşâ" adlı makalesinde olduğu gibi doğrudan doğruya nesir yerine de kullanılmıştır. Ayrıca kelimelerin cümle İçinde söz dizimi (terkîb-i kelâm) kurallarına göre sıralanmasını da 212 ifade eder. Bu çerçevede ve daha özel anlamda "inşâü'n-nesr" tabiri, "tahriren ifâde-i meram etme fenni" veya "yazıların mün-şî adıyla anılan usta yazarların beğenecekleri özelliklere sahip olması için bilinmesi gerekenleri öğreten fen" olarak tarif edilmiştir.213 Benzer bilgileri tekrarlayan Kâtib Çelebi buna, "İfadede yerine, konusuna ve amacına yakışan güzel ibareler kullanmaktır" şeklinde bir ilâvede bulunur.214
Genellikle nesir halinde yazılan mektup türünün de inşâ içinde özel bir yeri vardır. Nitekim Kâtib Çelebi mektubu inşânın bir dalı olarak ele almıştır.215 Tanzimat'tan sonra orta öğretim kurumlarına "usûl-i kitabet ve inşâ" adıyla bir ders konulması, bu ders için hazırlanan kitapların İnşâ-yı Cedîd (İstanbul 1269), Usûl-i İnşâ ve Kitabet 216 İlaveli Hazîne-i Mekâtîb yahut Mükemmel Münşeat 217 gibi adlar taşıması, nesir-mektup beraberliğinin son zamanlara kadar sürdüğünü göstermektedir. Türk edebiyatında inşâ-mektup münasebeti, türün mahiyeti ve buna dair belli başlı eserler Fevziye Abdullah Tansel, Orhan Saik Gökyay, Kemal De-miray. İ. Çetin Derdiyokgibi araştırmacılar tarafından incelenmiştir.218 İbrahim Kutluk da münşeat mecmualarını tarayarak bunlarda yer alan özel mektupların bir fihristini hazırlamıştır.219 Ayrıca Tercüme ile 220 Türk Dili 221 dergileri birer mektup özel sayısı çıkarmışlardır. Bu Özel sayılarla mektup türünde başlangıçtan beri ortaya konan edebî birikim büyük ölçüde yayımlanmış ve türün gösterdiği gelişmenin metinlerden takip edilmesi sağlanmıştır.
İnşâ kelimesi dar anlamda, daha çok münşeat adıyla anılan her türlü resmî yazışma ile bunların bir parçası sayılabilecek mektup vb. metinlerin kaleme alınmasını ve ilgili kuralların bilgisini ifade eder. XV. yüzyıl münşilerinden Yahya b. Mehmed el-Kâtib'in, II. Murad ve Fâtih Sultan Mehmed devirlerindeki resmî yazılara yer veren eseri Menâhicü'1-inşâ, Sarı Abdullah Efendi'nin II. Bayezid'den itibaren IV. Murad dönemi dahil olmak üzere 170 belgeyi ihtiva eden münşeat mecmuası Düstûrü'1-inşâ adını taşımaktadır. Selçuklular'da Dîvânı İnşâ, Osman-lılar'da Dîvân-ı Hümâyun denilen, devletin resmî yazışmalarının yürütüldüğü dairede sultanlar adına kaleme alınan hatt-ı hümâyun, irâde-i seniyye, menşur, emirname gibi resmî yazıların tamamı inşânın bu türü içinde yer alır. Ayrıca buyrul-du, telhis, takrir, tahrirat, tezkire, kâime, temessük, sened. ilmühaber, müzekkire. mazhar, mazbata, lâyiha adını taşıyan belgelerle fetva, i'lâm, hüccet ve vakfiyeler de inşânın konusunu teşkil etmektedir. Mübahat. Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik) adlı eserinde (İstanbul 1994), yukarıda bazıları sayılan resmî yazışma türlerinin nasıl kaleme alınacağını inşâ kitaplarından nakiller yaparak anlatmıştır. Agâh Sırrı Le-vend'in listesini verdiği münşeat mecmualarını 222 öğretici mahiyette eserlerle antoloji özelliği gösteren ve sadece örneklerden ibaret olanlar şeklinde iki grupta ele almak gerekir. Birinci gruba giren eserlerin çoğu "münşeat" veya "mecmua" adını taşımakla birlikte bunlar Arap edebiyatındaki "edebü'l-kâtib"-ler gibi doğrudan doğruya inşâyı, özellikle mektup ve belge yazma usulünü öğretmek amacıyla kaleme alınmış kitaplardır. Bu özellikleriyle karakteristik örnek teşkil eden bir eserde 223 ilm-i inşâ tanıtılmış, münşîlerin sahip olması gereken vasıflar sayılmış, nesir hakkında bilgi verilmiş, menşur, fetihname, ferman, ahidnâme, tehniyetnâme. tâziyetnâme, arîza ve mektubun çeşitleri, bunları yazmanın usulleri gösterilmiştir.224 Arapça, Farsça, Türkçe münşeatı toplayan bir mecmuada yer alan Ka-vâid-i Tahrîrât-ı Münşeâtadlı risale de 225 bu tarza bir örnek teşkil eder. Bu konuda kaleme alınmış dikkat çekici münşeatlardan biri de Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki 226 küçük mecmuadır. Eserde bir kâtibin bilmesi ve kullanması gereken kelime kadrosu alfabetik olarak düzenlenmiş, kelimelerin sözlük anlamlan ve türeme biçimleri de gösterilmiştir 227Başka örnekleri de bulunan bu tarz sözlükler 228 özellikle resmî ve hususi yazışmalarda kullanılan kelimelerin tesbiti bakımından önemlidir. Edirne Müftüsü Fevzi Efendi'nin Kevâib-i Şi'r ü İnşas da (İstanbul 1287) mensur ve manzum örnekler içermektedir. Antoloji özelliği gösteren münşeat türü eserlerin en tanınmışı ise Feridun Bey'in Münşedfü's-seidfîn'idir.
Dîvân-ı Hümâyun ve diğer devlet kurumlarında nişancı, münşî, küttâb denilen kâtipler ve kalem efendilerinin yazdık-larıyla mahkemelerde ve özellikle Tanzimat'tan sonra gelişen nezâret kalemlerinde yazılan yazılar ayrı bir nesir dili ve üslûbunu geliştirmiştir. Bunlardan mahkeme yazışmalarında kullanılan ve ilmsak adıyla anılan nesir konusunda müstakil kitaplar hazırlanmış, Çavuşzâde Aziz Mehmed Efendi'nin Dürrü's-sükûk adlı eseri gibi bazıları da basılmıştır (İstanbul 1277).
Mevcut bilgilere göre Türkçe inşâ kitaplarının en eski tarihlileri, Ahmed-i DâT-nin XV. yüzyılın başlarında telif ettiği küçük risalesi Teressül 229 Yahya el-Kâtib'in Menâhicü '1-inşâ, Hüsamzâde Mustafa Efendi'nin Mecmûa-yı İnşâ ve Mehmed b. Edhem'inGülşen-i İnşâ's ile XVI. yüzyıl şairlerinden Mesîhfnin 100 kadar Örneği ihtiva ettiğinden dolayı Güî-i Sad-berg adını taşıyan eseridir.
Resmî ve hususi yazışmalarda ortaya koydukları usul ve kaideler yanında geliştirdikleri imlâ ve üslûpla bir gelenek oluşturan, kendilerinden sonra adları inşâda ortaya koydukları esaslarla birlikte anılan Osmanlı münşîlerinden de bahsetmek gerekir. Tâcîzâde Cafer Çelebi ve Koca Nişancı lakabıyla bilinen Celâlzâde Mustafa Çelebi bunların başında gelir. Özellikle Celâlzâde'nin inşâ İçin koyduğu esaslar, kullandığı hitap, lakap ve ifade biçimleri XVII. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Osmanlı bürokrasisinde örnek alınmıştır. Celâlzâde kadar şöhret bulduğu için "Küçük Nişancı" lakabıyla tanınan Ra-mazanzâde Mehmed Çelebi ileMünşeâ-tü'1-inşâ adlı eserin müellifi Okçuzâde Mehmed Şâhî ve Hamza Paşa da bu sahanın tanınmış isimleridir. BunlaraMün-şeât sahibi Nergisî İle Veysî ve değişik yönleri olan Sinan Paşa, Lâmiî Çelebi, Âlî Mustafa Efendi, Kemalpaşazâde, Ganî-zâde Mehmed Nâdirî ve Azmîzâde Mustafa Hâletî gibi bazı şahısları da eklemek mümkündür. Bu eserlerden sonra gittikçe zenginleşen Osmanlı inşâ literatürü Walter Björkman 230 ve Josef Matuz 231 tarafından ele alınmıştır.
Bibliyografya :
Taşköprizâde, Meuzûâtü'l-uİûm, I, 250-255; Keşfü'z-zunün,], 181, 398; II, 1860-1861; Di-yarbekirli Said Paşa. Mîzânü'l-edeb, İstanbul 1305, s. 219-240; Yahya b. Mehmed el-Kâtib. Menâhicü7-inşâ (nşr. Şinasi Tekin), Roxbury 1971, s. 5-17; Özeğe, Katalog, II, 731-732; M. Kaya Bilgegil. Edebiyat Bilgi oe Teorileri I: Belagat, Ankara 1980, s. 46-54; İsmail E. Erünsal, The Life and Works ofTacî-zâde Ca'fer Çelebi, tüith a Critical EdİÜon of his Dîvân, İstanbul 1983, s. LXV-LXIX; Agâh Sim Levend. Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara 1984,1, 113-116; Bekir Kütükoğlu, "Münşeat Mecmualarının Osmanlı Diplomatiği Bakımından Ehemmiyeti", Tarih Boyunca Paleografya ue Diplomatik Semineri: 30 Nisan-2 Mayıs 1986 Bildiriler, İstanbul 1988, s. 169-176; Ahmet Topaloğlu. Dil Bilgisi Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1989, s. 105; Mübahat S. Kütükoğlu. Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik), İstanbul 1994, s. 100, 160, 174-175, 221-222; Fevziye Abdullah Tansel, "Türk Edebiyatında Mektup", Tercüme, XVI/ 77-80, Ankara 1964, s. 387; Orhan Saik Gök-yay, "Tanzimat Dönemine Değin Mektup", TDL, sy. 274 (1974), s. 17-19; Kemal Demiray. "Tanzimattan Günümüze Değin Mektup", a.e., sy. 274(1974), s. 88-96; İbrahim Kutluk, "Münşeatlar ve Günümüze Dek Gelen Mektup Betikleri Üzerine", a.e., sy. 274 (1974), s. 367-378; V. L. Menage. "The Gül-i Sad-Berg of Me-sihi", Osm.Ar.,Vll-VIII(l988],s. 11-32; Halil İnalcık, "Şikâyet Hakki: 'Arz-ı Hâl ve 'Arz-i Mahzar'lar", a.e., VI1-VIII( 1988], s. 33-54; Chris-tine Woodhead, "Ottoman inşa and Art of Let-ter-Writting: Influences upon the Career of the Nişancı and Prose Stylist Okçuzâde (d. 1630J", a.e., VII-VI1I (1988), s. 143-159; İ. Çetin Derdi-yok, "Osmanlı Devrinde Mektup Yazma Geleneği", Yeni Türkiye, VI/34, Ankara 2000, s. 277-286; Pakalın, II, 74; Ömer Faruk Akün. "San Abdullah", İA, X, 218; a.mlf., "Âlî Mustafa Efendi", DİA, II, 420; M. Tayyib Gökbilgin, "Nişana", İA, IX, 301; H. R. Roemer, "İnghâ3", EP(İng.),l][, 1241 -1244; Günay Kut. "Ahmed-İ Dâî", DİA, II, 57; Celia J. Kerslake. "Celâlzâde Mustafa Çelebi", a.e., VII, 261; Jürgen Paul, "En-sâ". E/r, VIII, 456-457.
2. Dil Bilimi Terimi Olarak İnşâ.
İnşâ, bir dilde bulunan ifadelerin veya hitap şekillerinin tasnifiyle ilgili gayretlerin neticesinde tesbit edilen temel iki kategoriden birini gösterir.232 Bir dilde bulunan ifadeler, bu ifadelerin delâlet ettiği şeyle irtibatları açısından iki kısma ayrılmış, bunlardan birincisi, dış dünyada mevcut olan veya mevcut olacak bir şeye delâlet edeni ifade etmek üzere haber olarak adlandırılmış, ikincisi, "dış dünyada mevcut olan herhangi bir şeyi ifade etmeyip anlamını telaffuzu ile oluşturan ifadeler" mânasında inşâ olarak adlandırılmıştır.233 Bu sebeple bir dildeki bütün ifadeler, doğrulanıp doğru-lanamayacağı kriterine bağlı olarak ihbâ-rî ve inşâî olmak üzere ikiye bölünmüş, ihbârî ifadeler, doğrulanabilir-yalanlana-bilir ifadeler kategorisini belirten teknik terim olurken inşâî ifadeler, doğrulanıp-yalanlanamaz ifadeler kategorisini belirtmek için kullanılmıştır.234 İbn Haldun'un belirttiği gibi ihbârî ifadeler, anlamlarını kendileri ve dış dünya ile olan mutabakatları sayesinde kazanırken inşâî ifadeler anlamlarını sadece kendileri sağlar.235 İnşâ terimi, felsefî düzlemde dilin pasif bir şekilde sadece dış dünyayı yansıtmakla kalmadığının, aynı zamanda onu oluşturmaya katkıda bulunmasının bir ifadesi olması bakımından belli bir varlık anlayışının dil bilimindeki tezahürü olarak görülebilir.
Bu kelimelerin bu anlamda terim olarak ne zamandan itibaren kullanıldığını tesbit etmek güçse de en azından haberin bir terim olarak Sîbeveyhi'den itibaren kullanıldığı bilinmekte, nahiv ve belagat âlimlerinin hem dil üzerinde düşünürken hem eserlerini telif ederken fıkıh ve fıkıh usulü ile irtibatlı olarak çalıştıkları anlaşılmaktadır. Haber ve inşâ kategorileri, birbirlerinin mukabili olarak önceleri nahiv ve belagat eserlerinde ele alınmazken fıkıh usulü eserlerinde başından itibaren haber, istihbar ve talep şeklindeki tasnifle karşılaşmak mümkün olabilmektedir.236 İlk dönem nahivcile-rinin eserlerinde her ne kadar isim cümlesi, fiil cümlesi, şart cümlesi gibi tasnifler bulunmaktaysa da haber-inşâ veya haber-talep-inşâ yahut haber-istihbar-talep gibi tasnifler yer almamakta veya tayin edici bir önem arzetmemektedir. Meselâ IV. yüzyıl müelliflerinden Ebü'l-Hüseyin İbn Vehb el-Kâtib, her ne kadar haberle talebi birbirinden ayırıp esaslı bir tahlile tâbi tutarak dilde sıdk ve kizbin sadece haber hakkında söz konusu olduğunu söylese de onun eserinde talep kategorisinin edindiği nisbeten önemli yer istisnaî olarak kabul edilebilir.237 Ancak bu durum zaman içerisinde değişmiş, özellikle V. {XI.) yüzyıldan itibaren başta Abdülkâhir el-Cürcânî olmak üzere aynı dönemde yaşayan belagat âlimlerinin eserlerinde bu tasnifler gittikçe artan bir önemle yer almıştır. İnşâ-haber ayırımının nahiv eserlerinde yer edinmesi içinse VI. (XII.) yüzyılı beklemek gerekmiştir. VII. (XIII.) yüzyılda telif edilen birçok nahiv eserinde kullanılmaya başlanan bu ayırım daha sonra yaygınlaşmış ve genel anlamıyla dil biliminin en esaslı iki teriminden biri inşâ olmuştur.238 İfadelerin tasnifi konusunun nahiv eserlerinden önce belagat kitaplarında, ondan önce de fıkıh usulü eserlerinde yer alması, muhtemelen nahivcilerin dili söz dizimi (sentaks) bakımından ele almaları, buna karşılık usulcülerin, her ne kadar dili sentaks açısından ele almayı önemli görseler de bu yönün onların dille olan irtibatlarını sağlayamadığı anlaşılmaktadır. Nahivciler dili daha çok sentaksse-mantik ilişkisi bakımından görürken fu-kaha için mesele esas itibariyle dilin kullanımı ve bu kullanım sonucunda ortaya çıkan farklılıklardır. Bundan dolayı yalnız sentaks seviyesinde kalıp ifadenin gerçeklikle irtibatı söz konusu olmadıkça nahivciler ve usulcüler arasında herhangi bir ihtilâf ortaya çıkmamıştır.239 Ancak cümlelerin dış dünya ile irtibatı bakımından meselenin ele alınması söz konusu olduğunda usul-cülerle nahivciler arasında başından itibaren farklı bir bakış açısı mevcutken zaman içerisinde fıkıhçıların bakış şeklinin dikkate alınması yönünde belagat âlimleri ve özellikle Abdülkâhir el-Cürcânî tarafından esaslı bir adım atılmış, bu tutum daha sonra Sekkâkî ve Hatîb el-Kaz-vînî tarafından daha ciddi biçimde sürdürülmüştür. Bilhassa Sekkâkî, bütün dil alanına tahsis ettiği Miîtâhu'l-Cüîûm adlı eserinde meânî ilminin iki temel konusu olarak haber ve talebi ele almış olmakla birlikte bu eserde de inşâ henüz bir terim gibi kullanılmamaktadır. Hatîb el-Kazvînî ise klasik yaklaşım şekline esas teşkil eden ve SekkâkTnin adı geçen eserinin yine kendisi tarafından yapılan telhisinin muhtasarı olan el-îzâh fî 'ulû-mi'1-belâğa'sınöa teknik bir terim olarak inşâyı kullanarak meânî ilminin temel ve klasik konularını ifade etmiştir. Meânî alanında gelinen bu aşamadan sonra el-Kâüye şârihi Radıyyüddin el-EsterâbâoTde ve İbn Hişâm'da açıkça görüldüğü gibi usul ve meânîde artık tam olarak yerleşmiş ve geçerliliği farkedifmiş olan haber-inşâ ayırımı, VII. (XIII.) yüzyıldan itibaren nahiv eserlerinde de yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. İnşâ kategorisiyle ilgili klasik denilebilecek tavır Kazvînî tarafından ifade edilmiş, bu teori daha sonra gelen Teftâzânî ve Seyyid Şerîf el-Cürcânî gibi âlimler tarafından telhis, şerhler ve bunlar üzerine yapılan haşiyelerde sürdürülmüştür. Özellikle Teftâzânî ve Seyyid Şerif, bu alanları daha da derinleştirerek meseleyi felsefî bir boyutta ele almışlar, dil biliminin felsefîleşmesi süreci, bilhassa De-süki'nin Muhtaşarü'l-me'ânî'ye yazdığı haşiyede bu alanın zirve eserlerinden birini ortaya çıkarmıştır. İnşâ konusu, bir taraftan genel dil bilimi meselesi olarak ele alınırken diğer taraftan özellikle Osmanlı medreselerinde temel ilimler içinde meânînin okutulmasıyla yüksek kültürün bir parçası haline gelmiş ve aynı zamanda edebî bir sanat şekli olarak görülüp bilhassa şiirde ve divan edebiyatında kullanılmıştır. Bu gelişmeden dolayı belagat ilimlerinin ve bunun içinde inşânın sırf edebî bir sanat olduğu gibi bir galat-ı meşhur ortaya çıkmıştır. Ancak inşâ, hemen her dilde bulunan temel iki ifade kategorisinden biri olarak sadece edebî eserlerde karşılaşılan bir sanatı değil edebî sanatların da parçasını teşkil ettiği dilin kullanım şekillerini İfade eden bir dil bilimi ve dil felsefesi kavramıdır. Bu terimin geliştirilirken dikkate alındığı ve örneklerinin seçildiği dilin Arapça olması, terimin sadece Arapça'ya has bir kategoriyi ifade ettiği gibi ikinci bir yanlış anlamayı da beraberinde getirmiştir. Fakat diğer dillerdeki belagat eserleri bu kavramın sadece Arapça'ya has olmadığını gösterdiği gibi Batı'da John Langshavv Austin'in 1950'lerde inşâ (performative) kategorisini keşfinden sonra ulaşılan performative -constative ayırımı ve bunun dil bilimi, dil felsefesi ve genel anlamda insan bilimleri açısından ortaya çıkardığı sonuçlar da 240 bazı değişmelerle hemen bütün diller için geçerli, bu anlamda evrensel bir geçerliliği olan esaslı bir kavramın geliştirildiğini göstermektedir.241
Kazvînî el-îzâh adlı eserinde, daha önce Sekkâkî tarafından sırf talep olarak ele alınan kısmın inşânın sadece bir bölümünü teşkil ettiğini farketmiş, talebi ve gayr-i talebi kısımlarına ayırdığı inşâyı talebi de içine alacak şekilde bir üst terim olarak kullanmıştır. Bu husus inşânın tanımı ile doğrudan alâkalıdır. Kazvînî, dış dünyada karşılığı olmayıp anlamını söylenmesiyle icat eden ifadelerin sadece talepten ibaret olmadığını, kendisi bir talep içermediği halde anlamını söylenmesiyle oluşturan başka ifadeler de bulunduğunu farketmiştir. Talep anlamı taşıyan inşâî ifadelerin çok sayıda kipleri varsa da bunların en önemlileri emir, ne-hiy. soru, temenni, nida ve duadır.242 Talep ifade etmeyen inşâî ifadeler ise esas itibariyle haber sığasında söylenen ve söylenmesiyle bir fiilin gerçekleştirildiği, "aldım, sattım, boşadım, tayin ettim" gibi ifadelerdir. Bu ifadeler herhangi bir talep unsuru ihtiva etmemekte, söylenmele-riyle anlamlarını oluşturmaktadır.243
İnşâ terimi, yukarıda adı geçen eserlerin yanında özellikle Teftâzânî'nin el-Muavvei'inde. Muhtaşarü'I-meânî'sinde, Desûki'nin bu sonuncu esere yazdığı haşiyesinde hem dil bilimi hem di! felsefesi açısından esaslı bir şekilde işlenmiştir.244 Bunların yanında meânî ilmiyle ilgili çok sayıda eserde bu terim müstakil bir başlık altında ele alınmıştır.
Günümüz Arap edebiyatçıları ve edebiyat tarihçileri, eserlerinde ve ders kitaplarında inşâ konusunu ele almışlarsa da bu çalışmalarda klasik eserlerde bulunan muhteva genellikle lengüistik ve felsefî boyutu dikkate alınmadan nakledilmektedir.245
İnşâî cümlelerin fakihler ve nahivciler tarafından nasıl ele alındığını araştıran Mustafa Cemâleddin'in doktora tezinin 246 ilgili bölümü yanında Pierre Larcher. metalengüistik bir ayırım olarak kabul ettiği inşâ-haber terimlerini VII. (XIII.) yüzyılda telif edilmiş nahiv eserlerini esas alarak fıkıh usulü eserleriyle de irtibatlı bir tahlile tâbi tutmuşsa da 247 İnşâ üzerinde henüz yeterince çalışma yapılmış değildir.
Bibliyografya :
İbn Vehb, el-Burhân fi uücûhi'l-beyân (nşr. AhmedMatlûb-Hatîceel-Hadtsî). Kahire 1387/ 1967, s. 113-114,269-278; İbn Mâlik et-Tâî, Şerhu't-Teshîl (rışr. Abdurrahman es-Seyyid -M. Bedevîel-Mahtûn), Kahire 1410/1990,1, 30; Hatîb el-Kazvînî. el-îzâh fî'utûmi'l-belâğa, Beyrut, ts. (Dârü'l-cîl), tür.yer.; İbn Hişâm en-NahVÎ, Şerhu Şüzûri'z-zeheb (nşr. M. Muhyiddln Ab-dülhamîd], Kahire 1355, s. 25, 31-33;Teftâzânî. el-Mutauuel, İstanbul 1304, s. 173-190; a.mtf., Muhtaşarü'l-me'anî, İstanbul 1307; İbn Haldun, Mukaddime, 1, 331; Taşköprizâde, Mevzûâtü7-ulûm, II, 138-144; Muhammed b. Ahmed ed-Desûkî, Haşiye 'a/â Muhtaşari't-me'ânî, İstanbul 1306-1307, I-II; Ahmed en-Negerî, ûûstü-rü'f-'uiemâ'fnşr. Refîkel-Acem v.dğr.), Beyrut 1997, s. 181; J. L Austin, Holü to do Things with Words, Oxford 1962; a.mlf., "Performative -constative", The Phiiosophy ofLanguage (ed. ]. Searle). Oxford 1971, s. 13-22; J. Searle, Speech Acts, Cambridge 1969; Mustafa Cemâ-leddin, el-Bahşü'n-nahüVinde uşüliyyln, Bağ-dad 1980,s.258-275; J. Habermas. Theoriedes kommunikativen Handelns, Frankfurt 1981, l-ll; Stephen C. Levinson. Pragmat'tcs, Cambridge 1983; Ali Cârim, el-Belâğatü 't-uâztha. Kahire 1984; Besyûnî Abdülfettâh Besyûnî, '/(-mü'l-me'ânl, Kahire 1408/1988, s. 77-165; G. Bohas v.dğr., The Arabic Linguistic Tradition, London 1990, s. 130-131; Nasrullah Hacımüf-tüoğlu, "Ahmet Cevdet Paşa'nın Belâgat-ı Osmaniye'si ve Yankılan", Ahmet Cevdet Paşa (1823-1895), Vefatının Yüzüncü Yılma Armağan, Ankara 1997, s. 185-222; Pierre Larcher, "Quand en Arabe on parlak de l'arabe Arabica, XXXV, Leiden 1988, s. 117-142; XXXVIII (1991). S. 246-273; XXXIX (1992], s. 358-384.
3. Fıkıh.
İcat ve ihdas" anlamına gelen inşâ dilde ve buna bağlı olarak fıkıhta, söylenmesiyle aynı zamanda bir fiili de gerçekleştirmiş olan ifadeler için kullanılmaktadır. İnşâî ifadeler, mahiyetleri gereği kendilerinde aynı zamanda bir talep unsuru taşıdıkları için bir şeyin yapılması veya yapılmamasıyla ilgili iradenin dildeki karşılığını teşkil eder. Bu tip ifadelerdeki talep unsuru onların normatif bir muhteva taşıdığını göstermekte olup bu özellik laf ızdan hüküm çıkarmayı da mümkün kılmaktadır. Dolayısıyla inşâî ifadelerin mahiyetlerinin tesbiti, fıkıh ilminde lafızlardan hüküm elde edilmesi işleminin anlaşılması için gerekli görülür ve bu husus fıkıh usulü eserlerinin önemli konularından birini teşkil eder.
İnşâî bir ifadenin doğrudan ilgili olduğu (müteallak) husus öncelikle onun söylenmesiyle gerçekleşen fiil olduğundan inşâî ifadeler müteallaklarını kendileri oluşturur. Bu yönleriyle de müteallaklan olmuş veya olacak olanı bildiren, yani mü-teallakını kendisi oluşturmayan haberlerden ayrılır. Gerçek anlamıyla inşâî ifadeler emir, nehiy, soru, dua, temenni gibi kiplerin kendilerinde taşıdıkları anlamlara tekabül ederken sadece olanı veya olacağı bildirmekle birlikte bunun ötesinde ek bir şeyi ifade eden bazı ihbârî İfadeler de mecazen "inşâ anlamında haber" olarak adlandırılmaktadır. Buna göre emir, nehiy, soru, dua. temenni gibi kiplerde söylenen sözler aynı zamanda emretme, yasaklama, soru sorma, dua etme, temenni etme fiillerinin de gerçekleşmesi anlamına gelmektedir; bunun yanında özellikle akidlerde ve tayinlerde kullanılan "kabul ettim, sattım, tayin ettim" gibi ifadeler sîga olarak haber olsalar da mecazen inşâ olmakta ve kabul etme, satma, tayin etme fiillerinin gerçekleşmesini ifade etmektedir.248
İlk dönemlerde terim olarak inşâ kullanılmasa da kavram olarak inşâ, hem terim hem kavram olarak haberden tefrik edilip talep veya emir ve nehiy diye adlandırılmıştır. Meselâ tabiîn dönemi müfes-sirlerinden Mücâhid b. Cebr. Saîd b. Cü-beyr ve İkrime el-Berberî. neshin sadece bir şeyin yapılmasını veya yapılmamasını ifade eden emir ve nehiyler için söz konusu olduğunu, olmuş veya olacak bir şeyi bildiren haberlerde neshin söz konusu edilemeyeceğini söylemişlerdir. Dahhâk b. Müzâhim ise diğerleriyle aynı görüşü paylaşmakla birlikte bazı haberlerin emir ve nehiy anlamına geldiğini, emir ve nehiy anlamında kullanılan haberlerin de neshe konu olabileceğini ifade etmiştir.249 Bu tefrik oldukça yaygın bir şekilde usul eserlerinde kullanılarak sözün haber, istihbar ve talep kısımlarına ayrıldığı kabul edilmiştir ki istihbar ve talep kısımları inşâ kategorisine tekabül etmektedir.250 Bilinen fıkıh usulü eseri müellifleri arasında inşâ kelimesini, "kendisiyle bir fiilin gerçekleştirildiği söz" anlamında bir terim olarak ilk defa kullanan kişi Hanefî fakihi Ebû Zeyd ed-Debû-sî'dir. Debûsî konuşma nevilerinin ihbar, istihbar, emir ve nehiy olmak üzere dörde ayrıldığını söyledikten sonra "kölemi sattım" veya "onu azat ettim" ifadeleriyle, "köleyi satma" ve "onu azat etme" fiillerinin gerçekleştiğini (inşâ) belirtmektedir 251İfadelerin emir-nehiy ve haber olarak tasnifi ilk dönemlere kadar gitmekte ve bu tasni fin usule müteallik bir mesele olarak başından itibaren fukahayı ilgilendirdiğini söylemek mümkün olmaktadır.
Fukaha dinin medarı olarak emir ve nehiyleri görürken 252 İbn Haldun şerl haberlerin çoğunun inşâî bir karakter taşıdığını söyler.253 Dinin esas itibariyle inşâî olması ve inşâî olanın din açısından tayin edici bir konumda bulunması, dinin vahiy yoluyla ifade edilmiş olan ilâhî irade dışında bir kaynağının olamayacağını da göstermektedir. Bundan dolayı fıkıh usulü kitaplarında inşâî ifadelerin en önemlilerini teşkil eden ve dinî bildirimin inşâî özelliğini gösteren emir ve nehiy bahisleri, üzerinde en fazla durulan konulardan olduğu gibi Hz. Peygamber'den nakledilen haberler de ilk bakışta sadece onun ne yaptığını ve ne söylediğini bildiren haberler olmakla birlikte inşâî özellikleri dolayısıyla dikkate alınmıştır.
İnşâî ifadeler, fıkıh usulünde genel anlamda dinle ve özel olarak da hükümlerin esasını teşkil eden asıllarla alâkaları açısından ele alınmıştır. Bu durumda daha çok emir ve nehiy gibi inşâî ifadelerle onların anlamlan arasındaki ilişki üzerinde durularak inşâî ifadelerin hükümlerin tesbiti açısından yeri ve önemi incelenmiştir. İnşâî ifadelerin usuldeki yeri bir taraftan içerdikleri normatif güç üzerinde yoğunlaşırken diğer taraftan hüsün ve kubuh meseleleri yine bu ifadelerin içerdikleri hususlar olarak ele alınmış, özellikle emir ve nehiyler, ahlâkî açıdan iyi ve kötünün ne olduğunun anlaşılmasının da esasları olarak görülmüştür.254 İnşâ ile ilgili bu anlamda ilk sistematik tahlillerden birinin Şehâbeddin el-Karâfi tarafından yapıldığı, onun haberle inşâ arasındaki farkı müstakil bir başlık altında ele aldığı görülür.255 Karâfîhaberi. "doğrulanma(tasdik) veya yalanlanma (tekzip) ihtimali bulunan söz" diye tanımlarken inşâyı "kendisiyle delâlet ettiği (medlul) veya ilgili olduğu (müteallak) husus vücuda gelen söz" olarak tarif etmektedir. Buna göre haber doğrulanma veya yalanlanmayı kabul eden söz olurken inşâ, söylenmesiyle birlikte medlulü veya müteallakını var kılan söz olduğu için doğrulanıp yalanlanma İhtimali taşımaz. Diğer bir anlatımla inşâî ifade, onu söylemeye ehil biri tarafından makamında söylendiğinde medlulünü zorunlu olarak var kılar. Karâfî, tekzip ve tasdiki kizb ve sıdktan ayırarak tekzip ve tasdikin varlıkla ilgili bir ifade şekli olduğunu, buna karşılık kizb ve sıdkın haberin konusuna mutabakatla ilgili bulunduğunu söyler. Bunu söylerken de haber, haber veren, hakkında haber verilen ve muhatabı birbirinden ayırır. Buna göre tekzip ve tasdik, haberle muhatap veya haber veren arasındaki ilişkide, sıdkve kizb ise haberle hakkında haber verilen arasındaki ilişkide ortaya çıkar. Ancak inşâî ifadeler doğrulanma ve yalanlanmanın konusu olmazken geçerli olup olmadığından söz edilebilir. Meselâ satım ak-dindeki "aldım-sattım" ifadeleri, uygun şahıslar tarafından uygun şartlarda söy-lenmeleriyle geçerli, geçerli olmaları ile birlikte alma-satma fiili de gerçekleşmiş olur.
İnşâî ifadeler, doğrudan doğruya telaf-fuzlarıyla gerçekleştirilen bazı fiillerin ge-çerliliğiyle alâkalı olarak fürû-i fıkhın da konusunu teşkil eder. Bu yönden sözle gerçekleştirilen bütün fiiller, meselâ bir şahsın kadı olarak tayini, yetkili şahıs tarafından kadı tayin edilecek olan şahsa yönelik bir şekilde, "Seni kadı tayin ettim" veya. "Seni kadılığa getirdim" demesinden veya bunu yazılı olarak bildirmesinden ibaret olan bir ifade ile gerçekleşmektedir.256 Bu ifadenin söylenmesiyle anlamı, medlulü veya müteallakı olan "bir şahsın kadı olarak tayini" gerçekleşmiş olur. Aynı şekilde siyerin önemli konulardan biri olan "eman" meselesinde de bir müslüman tarafından harbîlere eman anlamına gelen bir söz söylendikten sonra bu sözle birlikte, bu söze muhatap olanların malları ve canları konusunda ismet ve hukukî geçerlilik ortaya çıkmaktadır.257 Buna göre fürû kitaplarının akidler, nikâh 258 ve yemin gibi bölümlerinde akidlerin, kendilerini ifade eden sözün uygun şartlarda ve uygun şahıslar tarafından söylenmesiyle gerçekleştiği belirtilerek sözlü olarak gerçekleştirilen fiillerin geçerlilik şartları üzerinde durulur.259
Bibliyografya :
Hibetullah b. Selâme, en-Nâsih ve'l-mensüh (Vahidî. Esbâbü'n-nüzûl içinde), Kahire, ts. (Mektebetü's-sekâfeti'd-dîniyye), s. 23-24; De-bûsî, Takvîmü'l-edille, Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 690, vr. 13b; Mâverdî, et-Hâuİ'l-kebtr(nşT. Ali M. Muavvaz - Âdil Ahmed Abdiilmevcûd), Beyrut 1414/1994, XVI, 22-23; Şemsüleimme es-Serahsî, Şerfyu's-Siyeri'l-kebır(nşr. Selâhad-dinel-Müneccid], Kahire 1971. I, 252, 258; a.mlf., el-üşûHnşr. Ebül-Vefâ el-Efgânî), Hay-darâbâd 1372 -» Beyrut 1973,1,11, 60-65, 78-79; Ebü'l-Muzaffer es-Sem'ânî, Kavâtı'u.'1-edİI-te/<7-uşû/(nşr. M. Hasaneş-Şâfiî), Beyrut 1997, 1, 50; EbCH-Vefâ İbn Akil, et-Vâzıh fi uşüli'l-fıkh (nşr. G. Makdisî), Beyrut 1417/1996, I, 54-58, 111; Karâfî. el-Furük, Beyrut 1998, I, 35-104; İbn Haldun, Mukaddlme,\, 331; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-kadir, Beyrut, ts. (Dârül-fikr), 111, 190-191; V, 58; Ebü'l-Bekâ. e/-Kü//(yyâf, s. 197-
Dostları ilə paylaş: |