Bedelden payına düşen kısma karşılık teşkil eder ve imkânsızlığın bu kısma etkisi olmaz


İNŞÂ Nesneleri ilkin yaratmak anlamında bir kelâm terimi.173 İNŞÂ



Yüklə 1,34 Mb.
səhifə17/40
tarix27.12.2018
ölçüsü1,34 Mb.
#86923
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   40

İNŞÂ

Nesneleri ilkin yaratmak anlamında bir kelâm terimi.173



İNŞÂ

Resmî yazışmaları belirten edebî tür, dil bilimi ve fıkıhta haber karşıtı olarak kullanılan bir ifade kategorisi.

Sözlükte önceleri "ortaya çıkarmak, icat ve ihdas etmek, yaratmak" mânalarına gelen inşâ daha sonra "kurmak, üretmek ve yazmak" gibi anlamlarda da kulla­nılmış, bu ikinci kullanımdan hareketle "yazmak, yazma sanatı ve kompozisyon" gibi anlamlar kazanarak zaman içerisin­de resmî ve özel yazışmaların belirli bir usule göre yapılmasının inceliklerini ve mektup yazma sanatını ifade eden bir te­rim haline gelmiştir. Bu sanatı konu edi­nen disipline ilmü'l-İnşâ, bu ilmin kural­larına uygun olarak hazırlanmış metinle­re münşeat adı verilmiş, resmî yazışma­lar ve mektuplardan örnek alınmaya de­ğer görülenler çeşitli mecmualarda der­lenerek nakledilmiştir. Bu dar anlamı ya­nında edebiyatta belli kurallara, belagat ve fesahat ölçülerine göre söylenmiş ve­ya yazılmış edebî güzellik taşıyan her çe­şit söz veya düz yazı da (nesir) inşâ terimiyle ifade edilir. Bu tür yazıya "sanatlı nesir" "güzel nesir" 174 ve "sanatlı yazı" 175 ad­ları da verilmiştir. İnşâ kelimesi ayrıca dil bilimi ve dil felsefesinde, dilin temel iki kategorisinden (inşâ-haber) ve dil üze­rindeki araştırmaların kendisine dayan­dığı aslî kavramlardan biri olarak özellik­le meânî ilminin temel konularından bi­rini teşkil etmiştir. Bunların yanında in­şâ, fıkıhta "sözle gerçekleştirilen fiiller" anlamında dikkate alınarak bir taraftan naslarda söylen meler iyle bir fiilin gerçek­leştirildiği ve gerçekleşen fiilin teklifi bir unsur da içerdiği kipler 176 diğer taraftan söylen meleriyle bir fi­ilin gerçekleştirildiği ifadeler 177 şeklinde ele alınmıştır.

İnşâ konusunda Arapça, Farsça ve Türkçe çok sayıda eser telif edildiği gibi özellikle dil bilimi terimi olarak inşâda bu dillerin bazı özellikleri dikkate alınmıştır. İnşâ eserleri resmî yazışmalarla doğru­dan alâkalı olarak ortaya çıktığı için yazıl­dığı diller de ilgili olduğu devletin resmî yazışmalarında kullandığı dile bağlı ola­rak gelişmiştir. Önce Arap edebiyatının bir parçası şeklinde ve Arapça, daha son­ra Farsça ve özellikle Osmanlı dönemin­de geniş bir Türkçe inşâ literatürü oluş­muştur. Bu literatürde bazı ortak husus­lar, bilhassa Hz. Peygamber'in mektup­larında bulunan ve İslâmî görüşü yansı­tan unsurlar muhafaza edilmekle birlik­te hem üslûp açısından hem çeşitli ma­kamlar ve bunlara hitap şekillerinde dev­letlerin durumu ve kurumsal yapısına bağlı olarak önemli farklılıklar ortaya çıkmıştır.


1. Edebî Tür Olarak İnşâ.



a) Arap Edebi­yatı. Arap edebiyatında inşâ kelimesinin edebî bir türü ifade eden terim olarak ne zaman kullanılmaya başlandığı bilinme­mektedir. Kudâme b. Ca'fer, 288 (901) yılı civarında kaleme aldığı Kitâbü'l-Harâc ve şmâhti'l-kitâbe adlı eserinin çe­şitli yerlerinde bu kelimeyi bir terim ola­rak "inşâü'l-kitâb 178 "kitâb münşe" 179ve "meclisü'l-in-şâ" şeklinde kullanmış, keli­me daha sonra sekreterlik görevinde bu­lunan kişinin yaptığı işten başka "az veya çok düzenli mektup yazan bir kimsenin yaptığı iş" şeklinde geniş bir anlam da kazanmıştır.

İnşâ ile ilgili yazılar, İslâm devletlerinin bürokratik bir yapı kazanması ile birlikte görülmeye başlanan ve muhtelif devlet­lerde değişik isimler verilen divan kâtipliği 180 makamının işlerinin yürütülmesinde duyulan ihtiyacı karşılamak üzere ortaya çıktığı için. bu konuda telif edilen eserler sırf yazı ve mektup yazma sanatıyla alâkalı konuları değil devletin kurumsal yapısı içerisinde bulunan makamları ve bu makamlar ara­sındaki hitap şekillerinin bilgisini de içer­mektedir.181 Bundan dolayı yazıldıkları dönemdeki devletlerin yapısı hakkında da bilgi veren tarihî kay­nak mahiyetindeki bu eserler, müellifle­rinin kabiliyetlerinin yanı sıra hem telif edildikleri dönemdeki devletin yapısına bağlı olarak hem de devletin konumuna göre farklı muhteva ve özellikler taşımaktadır.

Arap edebiyatında bir tür olarak inşâ ile ilgili eserler ana hatları ile iki grupta toplanabilir. Bunlardan birincisi, divan kâtipleri için resmî ve Özel yazışmalarda ve mektuplarda örnek alınmak üzere derlenmiş yazı ve mektuplardan oluşan münşeat mecmuaları, ikincisi, daha çok divan kâtiplerinin görevlerini yaparken üslûp ve konu açısından kendilerine yar­dımcı olmak amacıyla telif edilmiş eser­lerdir.

İnşânın ilk Örnekleri, divan kâtipliği mü­essesesi ortaya çıkmadan çok önce resmî bir özellik taşıyan Hz. Peygamber'in mek­tuplarında bulunmaktadır. Daha sonra hemen bütün resmî mektuplarda kulla­nılan ve "tesniye" diye adlandırılan "bes­mele" ve "hamdele" ile "ba'diye", aynı za­manda bir edebî tarz şeklinde mektubun temel unsurları olarak benimsenmiş ve bunlara inşâ eserlerinde yeni unsurlar eklenmiştir.

Esas itibariyle inşâ, resmî yazışmaların nasıl yapılacağını konu edindiği İçin doğ­rudan doğruya devlet kurumları içerisin­de bu görevi üstlenen bir makamın oluş­turulmasıyla birlikte bu makamın ihtiyaç­larını karşılamaya yönelik olarak geliş­miştir. Bir devlet kurumu şeklinde divan kâtipliği Muâviye tarafından Dîvânü'r-re-sâil adı altında kurumlaştırılmiş ve bu­nun hemen ardından devletin muhtelif makamları arasındaki yazışmaların nasıl yapılacağını gösteren eserler yazılmaya başlamıştır. Önce devlet merkezinde baş­layan resmî yazışmalar için edebî kabili­yeti olan ve devlet içerisindeki makam­ların hiyerarşik düzenini bilen kâtiplerin istihdamı zamanla eyalet valileri tarafın­dan da benimsenerek kâtiplik önemli bir meslek haline gelmiştir. Bu meslek gru­bunun ihtiyaçlarını gidermek ve muhte­melen bunlar arasında bir standart oluşturmak amacıyla önceleri kâtipliğin nasıl yapılacağını gösteren bir tür tamim şek­linde yazılar ortaya çıkmıştır. Bu yazılar­dan günümüze ulaşanlarının en eskisi, Emevî Halifesi II. Mervân'm kâtibi Abdül-hamîd el-Kâtib'in (ö. 132/750) "Risale ile'l-küttâb"ıdır. İnşâ türü eserlerin kaleme alındığı dönemde, Hz. Peygamber dev­rinden beri oluşmaya başlayan resmî yazı geleneği yanında üslûp olarak Kur'an1-dan ve kısmen Bizans ve önemli ölçüde de Fars mektup yazma geleneğinden istifade edilmiştir. Ancak zaman içerisinde inşâ, faydalandığı yabancı unsurları aşa­rak kendi başına bir edebî tür olarak ge­lişmiştir. Abdülhamîd el-Kâtib'in yanında eserleri günümüze kadar gelen önemli kâtiplerden biri de Abdullah b. Mukaffâ'dır (ö. 139/756). Bunların eserleri hem o dönemde yaşayan kâtiplere örnek teşkil etmiş, hem de daha sonra gelişecek olan inşâ türüne bir hareket noktası oluştur­muştur. Bu eserlerde dikkat çeken hususlardan biri, daha önce Resûl-i Ek­rem'in mektuplarında bulunan "tesni-ye"nin yanında secînin ve sanat unsurla­rının da kullanılmaya başlanmasıdır.

Abbâsîler'in ilk iki asrında telif edilen inşâ eserleri 182 hak­kında fazla bilgi yoktur; bu dönemden günümüze ulaşan eserler daha çok "ede-bü'1-kâtib" türündendir. Ancak IV. (X.) yüzyıldan İtibaren inşâ edebiyatında bü­yük bir gelişme gözlenmektedir. Abbasî Devleti'ndeki bürokratik düzenin belirli bir yapı kazanması ve genişlemesi, yazış­maları gereği gibi yapacak kâtiplere olan ihtiyacı arttırmış, buna paralel olarak kâ­tipler için yazılan kılavuz mahiyetindeki çalışmalar da çoğalmıştır. Bu dönemde inşâ edebiyatının önde gelen müellifleri, Özellikle Büveyhîler'in hizmetindeki Dîvâ-nü'r-resâil kâtipleri arasından çıkmıştır. Büveyhî sultanlarının hizmetinde divan kâtipliği yapan Ebû İshak es-Sâbfden "münşeat" ve "resâil" başlıklı üç ayrı mec­mua günümüze ulaşmıştır. Eyalet me­murları ve makamlarına yönelik olarak kaleme alınan bu mecmualar rica, uyarı ve tekdir konularında derlenmiş risalele­ri ihtiva etmektedir.183 Rüknüddevle'nin veziri Ebü'1-Fazl İbnü'I-Amîd'in muhtelif risalelerinden bölümler bazı eserlerde nakledilmiş, bir kısım par­çalar da ayrıca günümüze kadar gelmiş­tir. Aynı dönemde yaşayan diğer bir inşâ müellifi de Sâhib b. Abbâd'dır. Uzun süre kâtip olarak hizmet ettikten sonra Müeyyedüddevle'ye vezir olan İbn Abbâd'ın Resâ'il'ini Abdülvehhâb Azzâm ve Şevki Dayfneşretmiştir (Kahire 1947). Bu de­virde yaşayan ve mektupları çeşitli eser­ler veya mecmualar içinde günümüze ulaşan kâtip ve münşîlerin en önemlileri Ebû Bekir Muhammed b. Abbas el-Hâ-rizmî, Ebü'l-Hüseyin Muhammed b. Hü­seyin el-Ahvâzî, Abdülazîz b. Yûsuf eş-ŞÎ-râzî, mektupları Ahmed b. Muhammed el-Meydânî tarafından Münyetü'r-Râdî li-resff'ili'l'Kâdî adı altında kitap haline getirilen Ebû Ahmed Mansûr b. Muham­med el-Ezdî el-Herevî'dir.

XI ve XII. yüzyıllarda Arapça yanında Farsça'yı da resmî yazışmalarında kulla­nan devletlerin ortaya çıkmasıyla Arapça ve Farsça resmî mektupların derlendiği mecmualar oluşmaya başlamıştır. Bun­lardan Cürcân Emîri Kâbus b. Veşmgîr'in mektupları Abdurrahman b. Ali el-Yez-dâdî tarafından Kemâlü 'l-belöğa adıyla derlenmiş, Nu'mân el-A'zamî ve Muhib-büddin el-Hatîb tarafından neşredilmiş­tir (Kahire 1341). Arapça ve Farsça mek­tup yazan müelliflerden biri de Hârizm-şahlar sarayında uzun süre inşâ görevin­de bulunan Reşîdüddin Vatvât olup Arap­ça mektupları Mecmû'atü Resâ'ili Re-şîdiddîn el-Vatvât (Kahire 1315), Fars­ça mektupları da Nâmehâ-yi Reşîdüddîn Vatvât 184 adıyla yayımlanmıştır.

Fâtimîler ve Eyyûbîler döneminden ol­dukça zengin münşeat mecmuaları gü­nümüze ulaşmıştır. Bunların müellifleri arasında yazdığı mektupları Yâküt el-Ha-mevfnin dört, İbn Saîd'in yirmi cilt olarak zikrettiği, ayrıca bazı edebî risaleleri içe­ren eî-Efdaliyyât'ın da 185 yazarı olan Ebü'l-Kâsım İbnü's-Sayrafî ve Kadî el-Fâzıl en önemlilerindendir. Kâdî el-Fâzıl'ın mektuplarını, daha sonra hale­fi Muhyiddin İbn Abdüzzâhired-Dümi'n-nazîm min teressüli 'Abdirrahîm baş­lığı altında derlemiştir.186 Bunların ardından di­van kâtipliği yapmış pek çok müellifin ka­leminden çıkmış olan mektuplar, mecmu­alar halinde derlenerek nakledilmiş ve bir kısmı neşredilip ilmî açıdan incelen­miştir.187

İnşâ literatürünün önemli bir türü de kâtiplerin uymaları gereken kurallara dair eserlerdir. Bir divan kâ­tibinin, dili iyi bilmesinin yanında iyi bir fıkıh eğitimi almak zorunda olduğu gibi çeşitli makamların hiyerarşik yerini de bilmesi gerekmekteydi. Edebü'l-kâtible ilgili eserler ya bu konulardan bir kısmını yahut bir kâtibin vazifesini gereği gibi yapabilmesi için, yazı ve yazı malzemesine dair ayrıntılardan teknik ve ahlâkî özel­liklere kadar bütün konuları ihtiva et­mektedir.188

İnşâ tekniğine dair zengin literatür. II. Mervân'ın kâtibi Abdülhamîd el-Kâtib'in devlet kademelerinde görev alan kâtiple­re tavsiyelerini İçeren uzun mektubu ile 189 başlamış, Ebû Mûsâ Abdullah b. Abdüla­zîz el-Bağdâdî'nin Kitâbü'l-Küttâb ve şıfâtü'd-devât ve'1-kalem ve tasrifihâ ile 190 264'te (878) vezir olan Ebü'l-Yüsr İbrahim b. Muhammed el-Müdeb-bir'in kâtiplerin el kitabı mahiyetindeki er-Risâletü'l-'azrâ fî mevâzîni'1-belâ-ğa adlı risâleleriyle devam etmiş, İbn Ku-teybe'nin Edebü'l-kâtib'i ile müstakil ve mükemmel eser olarak ilk örneğini ver­miştir. Daha sonra Edebü'l-kâtib, Ede-bü'l-küttâb veya Şmâ'atü'l-küttâb ad­larıyla birçok eser kaleme alınmıştır. Ebû Bekir es-Sûlî, İbn Düreyd, İbnü'l-Enbârî, Ebû Ca'fer en-Nehhâs, Muhammed b. Hasan el-Lugavîve Selâhaddin es-Safedî bu adlarla eser veren başlıca yazarlardır. Ancak adları farklı da olsa başlıklarında "kitabe, sinâa, teressül, kâtib, küttâb, in­şâ" kelimeleri bulunan eserlerin çoğu bu türe girer. Bunların başlıcalan şunlardır: Kudâme b. Ca'fer, Kitâbü'l-Harâc ve şı-nâ'ati'l-Kitâbe; İbn Dürüsteveyh, Kitâ­bü'l-Küttâb; Küşâcim, Kenzü'J-küttâb; Ebû Hilâl el-Askerî. Kitâbü'ş-Şmâ'ateyn: el-Kitâbe ve'ş-şi'r; İbnü'l-Hâcib en-Nu"-mân, Zahîretü'l-küttâb; (Aii) İbn Halef, Mevâddü'l-beyân; İbnü's-Sayrafî, Kâ-nünü dîvâni'r-resâ'il; İbn Memmâtî, Ka-vânînü'd-devâvîn; İbn Şîs el-İsnâî, Me-'âlimü'l-kitâbe; İbn Ebü'l-İsba. eî-Elfiy-ye (manzum); Mahmûd el-Halebî, Hüs-nü't-tevessül ilâ şmâ'ati't-teressül; Zi-yâeddin İbnü'I-Esîr, el-Meşelü's-sâ'ir ti edebi'1-kâtib ve'ş-şâcir, el-Câmfu'i-ke-bîr fî şmâ'ati'l-manzûm mine'l-kelâm ve'1-menşûr, el-Veşyü'1-merküm ûhal-li'î-manzûm, el-Miftâhu'1-münşâ fî ha-dîkati'l-inşây; İbn Fazlullah el-Ömerî, et-Tcfrif bi'1-muştalahi'ş-şerîf; Kalkaşen-dî, Şubhu'i-cfşâ iî şmâ^ati'1-inş Şa'-bân el-Âsârî, el-Elfiyye (manzum); Mer'î b. Yûsuf, Bedî'u'1-inşâ ve'ş-şıfât fİ'l-mükâtebât ve'l-mürâselât; Şertûnî, Nehcü'l-mürâsele. İnşâ literatürü içinde mütalaa edilebi­lecek bir tür de şürût ve sicillât (vesaik) eserleridir. Divan kâtipliği yanında kaza makamı da resmî yazışmaların yapıldığı

bir kurumdu. Bu yazışmaları kendi imza­lan ile yapan kadılar ve çeşitli belgeleri hazırlama yetkisine sahip olan bir tür no­terler bulunmaktaydı. Bu belgeler, esas itibariyle olayların şahitleri ortadan kalk­tıktan sonra da verilen kararların doğru­luğunu göstermek amacıyla hazırlanmak­taydı. Bundan dolayı bir taraftan fıkha, diğer taraftan inşâ ve genel olarak da o dönemde geçerli olan âdet ve resmî ku­rumların uygulamalarına dayanmaktay­dı. Zaman içerisinde bunların kararları ve resmî belgeleri nasıl hazırlayacakları­nı sistematik bir şekilde ele alan ve "il-mü'şşürût" adı verilen 191 bir disiplin ortaya çıktı. Şü­rût ilmi doğrudan doğruya hukukla ilgili olduğu için bu konuda genellikle fakihler eser telif etmiş, hatta bu alan başından itibaren fıkhın bir alt disiplini olarak gelişmiştir.192

Bibliyografya :

Tehânevî. Keşşaf, 111,1360-1361; İbn Kuteybe. Edebü'l-kâtib (nşr. Muhammed ed-Dâlî), Bey­rut 1405/1985, tür.yer.; Ya'kübî. Târih, 11,80-83; Cehşiyârî, el-Vüzerâ1 ue'i-küttâb, s. 1-11, 73-79; Sûlî. Edebü't-küttâb, tür.yer.; Zeccâcî. Tefsîru risâleti Edebi't-küttâb ii'bn Kuteybe (nşr. Abdülfettâh Selîm), Kahire 1993, tür.yer.; Kudâme b. Ca'fer, el-Harâc (nşr Tallâl Cemîl Ri-fâî).Mekke 1407/1987,s. 135, J75, 183,210, 211;Nehhâs. Şınâcatü't-küttâb[nşr. Bedr Ah­med Dayf|, Beyrut 1410/1990, tür.yer.; Muham­med b. Ahmed el-Hârizmî. Mefâühu'l-'utûm, Kahire 1342/1923, s. 46-50; Ebû Hilâl el-Aske­rî, Kitâbü'$-$ınâcateyn{T\şr. MöfîdM. Kumeyha), Beyrut 1404/1984, tür.yer; Ebü'l-Kâsım İbnü's-Sayrafî, Kânun fî dîuâni'r-resâ'il [nşr Ali Beh­çet), Kahire 1905, tür.yer.; Aii b. Halef. Meuâd-dü'l-beyân (tıpkıbasım nşr. FuatSezgin), Frank­furt 1407/1986, s. 195-197, 323-355; İbn Mem­mâtî, Kauâninü'd-deuâuİn (nşr. Aziz Suryal Atı-ya), Kahire 1943, tür.yer.; Ziyâeddin İbnü'1-Esîr. el-Miftâhu't-münşâ ti-hadtkaü't-İnşâ (nşr. Ab-dülvâhid Hasan eş-Şeyh), İskenderiye 1410/ 1990, s.29-91;a.mlf., e/-Meşe/ü's-sâJ(r(nşr. Ah­med el-Hûfî- BedevîTabârıe), Kahire, ts. (Dâru nehdati Mısr], I-II1, tür.yer.; İbnü'l-Ebbâr, İ'tâ-bü'l-küttâb (nşr. Salih el-Eşter), Beyrut 1406/ 1986, tür.yer.; Nüveyrî. Nihâyetü'l-ereb, VII, 1-35; Şürûhu't-Telhîş, Beyrut, ts. (Dârü's-sürûr), II, 234-241, 313 vd.; Mûsâ b. Hasan el-Mevsılî. el-Bürdü'l-müueşşa fîşınâ'ati'i-inşa (nşr. Afâf Seyyid Sabra), Beyrut 1410/1990, s. 29-91 ;Tef-tâzânî, el-Mutauvel, İstanbul 1309, s. 224-246; Kalkaşendî, Şubhu'l-a'şâ, tür.yer.; Keşfü'z-zunûn, M, 1045-1046; Christoph Bürgel, Dİe Hofkorrespondenz 'Adud ad-Dautas und ihr Verhaettnis zu anderen historischen Quellen der frühen Buyiden, Wiesbaden 1965, s. 112-119; Abdülazîz er-Rifâî. Min 'Abdülh.amîd el-Kâtib ile'l-küttâb oe'l-muoazzafin, Riyad 1393/1973, s. 49-62; Halî] Merdem Bek, Mu-hâdarâtü'l-Halît fi'1-inşâ'İ'l'Ara.bî(nşr. Adnan Merdem Bek). Dımaşk 1405/1985, tür.yer.; Mah­mûd Sa'd, eş-Şekâfetü'l-!slâmiyye li-kâti-bi'l-inşâ* kemâ tebdü fiŞubhi'l-a'şâ,İsken­deriye, ts. (Münşeâtü'l-maârif). tür.yer.; Mu­hammed Nebîh Hicâb, Belâğatü'l-küttâb fı'l-'aşriVAbbâsî, Kahire 1406/1986, tür.yer.; Ab-düsselâm M. Hârûn, et-Esâlîbü'l-inşâ'İyye fı'n-nahüİVArabt,Beyrut 1410/1990, tür.yer.; Ru-dolfVesely, "Dieinsâ'-Literatur", Grundrissder Arabİschen Phüologie III: Supplement (ed. W. Fischer). Wiesbaden 1992, s. 188-194; Adrian Gully, "Epistles for Grammarians: lllustrations from the inshâ' Literatüre", British Journal of Middte Eastern Studies, XXII], Durham 1996, s. 147-166; H. R. Roemer, "Inşhâ1-1, £F(Fr), III, 1273-1276; Jürgen Paul, "Ensâ1", Ek., VIII, 455-



b) Fars Edebiyatı.

Pehlevî dilinde nâ-menevîsî (mektupyazma) kelimesinin karşılığı olan Arapça inşâ, İslâmiyet'in İran'a girişinden sonra Fars edebiyatın­da "mektupyazma sanatı" anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Bu sanatla uğ­raşan kişilere (münşî) eski İran'da debîr, bu mesleğe deâyîn-i debîrî deniyordu. Ender Âyînnâmek-i Debîrî adlı Pehle-vîce eser Fars edebiyatında inşâ gelene­ğinin en eski örneğini teşkil etmektedir.

Muhammed b. Abdülhâlik el-Meyhenî, Destûr-i Debîrî adlı eserinde bir edebî tür olarak mektupları "sultâniyat, İhvâ-niyat, mehâzir" olmak üzere üçe ayırır. İdarî ve divanî mektuplarla resmî yazış­malar, fermanlar, menşurlar, tevM'ler, fe­tihnameler, şikestnâmeler, sevgendnâ-meler sultâniyat; özel yazışmalar, kutla­ma, baş sağlığı, teşekkür, çağrı, şikâyet gibi konulara dair mektuplarla âlim ve mutasavvıfların didaktik amaçlı mektup­ları ihvâniyat türünü oluşturur. Taahhüt­name, şehâdetnâme. akidnâme, vasiyet­name niteliğindeki mektuplar da mehâ­zir grubunda ele alınır. Her üç kategori­deki mektuplar, gerek eski İran gelene­ğinin gerek Arapça örneklerin ışığı altın­da zamanla belirli formlara kavuşmuş; hitaplar, unvanlar, lakaplar, dualar, mek­tupların başlangıç ve sonlan kurallara bağlı ifadelerle sınırlandırılmıştır. Bütün bunların öğrenilmesi ihtiyacı üzerine de münşiler her türden mektup örnekleri ihtiva eden münşeat mecmuaları hazır­lamışlardır.

Saffârîler, Tâhirîler ve Sâmânîler döne­minde ihvâniyat ve sultâniyat türündeki mektuplarda sade. didaktik mektuplar­da ise edebî tabirler ve şiirsel dil hâkim­dir. Gazneliler devrinde sultâniyat türün­deki mektuplarda üslûp zaman zaman sadeliğini korumakla birlikte sanatlı İfa­deye yöneliş görülmektedir. Ebü'l-Fazl el-Beyhakfnin Târih-i Beyfta/a'sinde bu tarz inşâ örneklerine rastlanmaktadır. Gazneliler döneminden günümüze kadar gelen ihvâniyat veya sultâniyat türündeki mektupları ihtiva eden eserler arasın­da Gazzâlî'nin Fezâ'ilü'i-enâm min resâ'ili hücceti'l-İslâm'ı 193 Aynülkudâtel-Hemedânî'nin Nâmehâ-yi cAynü'l-kudât-i Hemedânî'sı 194 ve Ahmed el-Gazzâlî'nin mek­tupları 195 zikredilebilir.

Selçuklulardan itibaren Fars dili Arap­ça kelimelerin istilâsına uğramış ve ön­ceki sadeliğini yitirmiştir. Bunda Arap edebiyatından Fars edebiyatına geçen "makâme" tarzının da etkisi olmuştur. Selçuklular döneminde gelişimini sürdü­ren inşâ sanatında. Sultan Sencer'in münşilerinden Müntecibüddin Atâbek-i Cüveynî'nin (ö. yaklaşık 552/17) 'Atebe-tü'1-ketebe 196 adlı münşeat mecmuası Selçuklu devlet dai­relerinde örnek alınan eserlerdendi.

Hârizmşahlar'dan Atsız'm Resâ'il-i Şâ-hibdîvön', Reşîdüddin Vatvât'ın Nâme­hâ-yi Reşîdüddîn Vatvât 197Tekiş'in münşîsi Bahâeddîn-İ Hârizmî'nin et-Tevessül ile't-teressül 198 adlı münşeat mecmuaları türün ör­nek eserleri olarak kabul edilir. Bu iki eser muvazene, cinas, murâât-i nazîr, ıtnâb, tatvil. tekellüf gibi inşâyı ağırlaştırıcı un­surlar, seciler ve kelime oyunlarıyla do­ludur. İnşâ sanatı Moğollar. Timurlular, İlhanlılar. Safevîler ve Kaçarlar dönemin­de de gelişmesini sürdürmüştür. Hindis­tan ve Anadolu'da da Farsça inşânın gü­zel örnekleri verilmiştir.

Selçuklular resmî dil olarak Farsça'yı kullandıklarından bu devrin inşâ örnekle­riyle inşâ kurallarına dair eserleri de Fars­ça'dır. Aynı döneme ait inşâ kitapların­dan Muhammed b. Abdülhâlik el-Meyhenî"nin Destûr-i Debînsi Adnan Sadık Erzi tarafından neşredilmiştir (Ankara 1962). Anadolu Selçuklulan'na ait bazı inşâ kitaplarını da Osman Turan Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesika­lar (Ankara 1958) adlı eserinde tanıtmış, bunlardan seçtiği tarihî malûmat bakı­mından önemli belgeleri metin, tercüme ve yorumlarıyla yayımlamıştır. Hasan b. Abdüimü'min el-Hûî'nin Nüzhetü'l-küttâb ve tuhfetü'l-ahbâb ile 199 Ğunyetü'l-kâtib ve Rüsûmü'r-resâ'H'i 200 Ebû Bekir İbnü'z-Zekî'nin Ravzatü'l-küttâb ve Hadîkatü'l-elbâb'ı 201 Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin tasavvufî ve ahlâkî bilgiler ihtiva eden Mektûbât'ı 202 anonim el-Muh-târât mine'r-resâ'il 203 Hâkânî-i Şirvânî'nin Mecmû'a-yi Nâmehâ's 204 Moğollar'dan Gâzân Han'ın veziri Reşîdüddin Fazlullah-ı Hemedânî'nin oğlu Gıyâseddin Muham­med tarafından derlenen, vezirin çocuk­ları ile vilâyetlerdeki yüksek dereceli dev­let görevlilerine yazdığı mektupları ihti­va eden Mükâtebât-i Reşîdî's'ı 205 Abdullah-ı Mur-vârîd'in Şerefnâme'si 206 Abdul­lah Kutb-i Şîrâzî'nin Mekâtîb-i Fârsî's'ı (Tahran 1339/1960). Muhammed b. Alî-i Hârizmî'nin CeJâJiyye'si, Gıyâseddîn-i Hândmîr'in Safevî Devletİ'nin kurulduğu yıllarda telif ettiği, "satr" adlı dokuz bö­lümden oluşan Nâme-yi Nâmî'si. Hâce Muhammed-i Gîlânî"nin Menâzırü'1-in-şâJ ve fîiyazü'J-inşd'sı, Abdurrahman-ı Câmî'nİn Risâle-yi Münşeât Hüseyin Vâiz-i KâşifîninMahzenü'i-inşâ've $a-hîfe-yi Şdnî'si, Muhammed Tâhir-i Kaz-vînfnin Mecmû'a-yi Münşe'âfı. Nâdir Şah'm münşilerinden Mirza Mehdî Hân-ı EsterâbâdTnin Münşe'ûfı, Selçuklular döneminden İtibaren yazılmış belli başlı münşeat türü eserlerdir. Abdülhüseyn-i Nevâî, Timur döneminden Şah İsmail'e kadar geçen sürede yazılan mektupları Esnâd ü Mükâtebât-ı Târîh-i hân ez Tîmûrtâ Şâh İsmâ'il 207 Şah Abbas döneminden önceki mektupları da Şâh 'Abbâs Mecmûca-yi Esnâd ve Mükâtebât-ı Târihî (Tahran 1366/1987) adıyla yayımlamıştır.

Kaçarlar döneminin Önemli münşileri şunlardır: Fâzıl Hân-ı Gerrûsî, Abdürrez-zâk Han Dünbülî, Feth Ali Şah'ın münşî ve vekâyi'nigârı Mirza Muhammed Sâdık Humâ-i Mervezî, İngiliz elçiliği münşîsi Mirza Ca'fer Riyâzî-i Hemedânî, Mirza îsâ Kâimmakâm-ı Ferânânî, Mirza Ebü'l-Kâ-immakâm-ı Ferâhânî 208 Mirza Taki Aliâbâdî-iSâhibdî-vân, Mirza Habîbullah-ı Kâânî, Mirza Ab-dülvehhâb Mu'temedüddevle-yi Neşât, Mirza Râzî-i Tebrîzî, Mirza Muhammed İbrahim Nevvâb-ı Tahrânî, Hasan Ali Han Emîr-i Nizâm 209 Mirza Ab-düllatîf-i Tesûcî. Osmanlı dünyasında yazılan münşeat­lar arasında en önemlisi Feridun Bey'in III. Murad'a takdim ettiği, yaklaşık üçte biri Farsça mektuplardan oluşan Mıin-şe'âtü's-selâtîn'İd'ır. Yavuz Sultan Selim'in münşilerinden biri tarafından ka­leme alınan Letâ'iiü'1-inşâ adlı eser ise Arapça, Farsça ve Türkçe inşâ örnekleri­ni ihtiva eder. Abdülgaffâr Sadîkî-i Hü-seynî'nin Herat'ta Yavuz Sultan Selim için yazdığı Şahîfetü'î-ihlâş münşeat mec­muası Abdurrahman-ı Câmî'nin Risâle-i M cinse Mf inin taklidi niteliğindedir.

Hindistan'da yetişen Farsça münşeat müellifleri ve eserleri şunlardır: Şah Tâ-hir-i Dekkenî. Münşe'ât; Yûsuf b. Mu-hammed-İ Herevî, Bedâyi'u'1-inşâ Ruka'ât-ı Hekîm Ebü'1-Feth (Lahor 1968); Feyzî-i Feyyâzî, Latîfe-yi Gaybî; Ebü'l-Fazl el-Allâmî, Mükâtebât-ı tAâmî (Luck-now 1286/1869); Ebü'l-Kâsım Han Ne-mekî. Münşeât-ı Nemekîrt; Münîr-i Lâ-hûrî, Nigâristân ve Nevvâbe; Muham-med Sâlih-i Lâhûrî, Bahâr-i Suhen; Mir­za Emânullah Ruka'ât-ı Emânullüh; Ab-dülalî-i Tebrîzî, Mecmûh-yi Münşe'ât; Mahmûd-ıGâvân.fîiyâzü'i-irtşö 210Mu-hammed Rızâ Kelhûr, Mahzenü'1-inşâ.211

Bibliyografya :

Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkın­da Resmî Vesikalar, Ankara 1958, s. 172-177; Nâmehâ-yi Reşîdüddîn Vatuât{nşr. KasımTûy-serkânî). Tahran 1338 hş., neşredenin girişi, s. 78-81; Rypka. HIL, s. 315-316; Bahar. Sebk-şinâsî,Tahran 1349 hş., Mil, tür.yer.; Zebîhul-lah Safa. Gencine-i Sühan, Tahran 1353 hş., 1, 140-148; Âgâ Büzürg-İ Tahrânî. ez-Zerfa ilâ te-şântfl'ş-Şt'a, Beyrut 1403/1983, XXIII, 622-646; Hûseyn-i Rezmcû, Enuâc-ı Edebî ue Âşâr-t ÂnderZebân-tFârsî.rAeşhed 1372 hş., s. 191-200; Abdülhüseyin Zerrînkûb, Ez Gozeşte-yi Edebî-yi kân. Tahran 1375 hş., s. 131-141; Mehmet Kanar, Çağdaş İran Edebiyatının Do­ğuşu ve Gelişmesi, İstanbul 1999, tür.yer.; M. Taki Dânişpejüh. "Debîrî ve Nevîsendegî", Hü­ner u Merdûm, sy. 101, Tahran 1971, s. 40-47; sy. 102-103 (1971), s. 56-62; sy. 104(1971). s. 48-51; sy. 105 (1971). s. 56-60; Jürgen Paul. "Anonyme Arabische und Persische insâJ, Handschriften aus den Sammlungen der Sü-leymaniye-Bibliothek (İstanbul)", ZDMG, sy. 144 (1994). s. 301-329; a.mlf.. "Ensâ"', Elr., VIII, 455-457; Mehdî Mehdîzâde, "Târîhçe-yi Münşe'ât der Edeb-i Fârsî", Keyhân-i Ferhengî, sy. 154, Tahran 1378 hş., s. 64-68; H. R. Roemer, "Insb&sı\£72(lng.)ılll, 1242-1243;Ahmad'fafaz-zolî - Fath-Allâh Mojtabâ'i, "Correspondence", Elr., VI, 287-293.



c) Türk Edebiyatı.

Türk edebiyatın­da inşâ, Arap ve Fars edebiyatlarında bir dil bilimi terimi ve resmî yazışmaları konu edinen bir disiplin olarak kazandığı anlamı yanında bir tür kompozisyon tek­niği ve güzel yazı yazma sanatı olarak da anlaşılmıştır. İnşâ -Ziya Paşa'nın "Şiir ve İnşâ" adlı makalesinde olduğu gibi doğ­rudan doğruya nesir yerine de kullanıl­mıştır. Ayrıca kelimelerin cümle İçinde söz dizimi (terkîb-i kelâm) kurallarına göre sı­ralanmasını da 212 ifade eder. Bu çerçevede ve daha özel anlam­da "inşâü'n-nesr" tabiri, "tahriren ifâde-i meram etme fenni" veya "yazıların mün-şî adıyla anılan usta yazarların beğene­cekleri özelliklere sahip olması için bilin­mesi gerekenleri öğreten fen" olarak ta­rif edilmiştir.213 Ben­zer bilgileri tekrarlayan Kâtib Çelebi bu­na, "İfadede yerine, konusuna ve amacı­na yakışan güzel ibareler kullanmaktır" şeklinde bir ilâvede bulunur.214

Genellikle nesir halinde yazılan mektup türünün de inşâ içinde özel bir yeri var­dır. Nitekim Kâtib Çelebi mektubu inşâ­nın bir dalı olarak ele almıştır.215 Tanzimat'tan sonra orta öğretim kurumlarına "usûl-i kitabet ve inşâ" adıy­la bir ders konulması, bu ders için hazır­lanan kitapların İnşâ-yı Cedîd (İstanbul 1269), Usûl-i İnşâ ve Kitabet 216 İlaveli Hazîne-i Mekâtîb yahut Mükemmel Münşeat 217 gibi adlar taşıması, nesir-mektup beraberliğinin son zamanlara kadar sürdüğünü göster­mektedir. Türk edebiyatında inşâ-mek­tup münasebeti, türün mahiyeti ve bu­na dair belli başlı eserler Fevziye Abdul­lah Tansel, Orhan Saik Gökyay, Kemal De-miray. İ. Çetin Derdiyokgibi araştırmacı­lar tarafından incelenmiştir.218 İbrahim Kutluk da münşeat mecmuala­rını tarayarak bunlarda yer alan özel mek­tupların bir fihristini hazırlamıştır.219 Ayrıca Tercüme ile 220 Türk Dili 221 dergileri birer mek­tup özel sayısı çıkarmışlardır. Bu Özel sa­yılarla mektup türünde başlangıçtan beri ortaya konan edebî birikim büyük ölçüde yayımlanmış ve türün gösterdiği geliş­menin metinlerden takip edilmesi sağ­lanmıştır.

İnşâ kelimesi dar anlamda, daha çok münşeat adıyla anılan her türlü resmî ya­zışma ile bunların bir parçası sayılabile­cek mektup vb. metinlerin kaleme alın­masını ve ilgili kuralların bilgisini ifade eder. XV. yüzyıl münşilerinden Yahya b. Mehmed el-Kâtib'in, II. Murad ve Fâtih Sultan Mehmed devirlerindeki resmî ya­zılara yer veren eseri Menâhicü'1-inşâ, Sarı Abdullah Efendi'nin II. Bayezid'den itibaren IV. Murad dönemi dahil olmak üzere 170 belgeyi ihtiva eden münşeat mecmuası Düstûrü'1-inşâ adını taşımak­tadır. Selçuklular'da Dîvânı İnşâ, Osman-lılar'da Dîvân-ı Hümâyun denilen, devle­tin resmî yazışmalarının yürütüldüğü da­irede sultanlar adına kaleme alınan hatt-ı hümâyun, irâde-i seniyye, menşur, emir­name gibi resmî yazıların tamamı inşâ­nın bu türü içinde yer alır. Ayrıca buyrul-du, telhis, takrir, tahrirat, tezkire, kâi­me, temessük, sened. ilmühaber, müzekkire. mazhar, mazbata, lâyiha adını taşı­yan belgelerle fetva, i'lâm, hüccet ve vak­fiyeler de inşânın konusunu teşkil etmek­tedir. Mübahat. Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik) adlı ese­rinde (İstanbul 1994), yukarıda bazıları sayılan resmî yazışma türlerinin nasıl ka­leme alınacağını inşâ kitaplarından na­killer yaparak anlatmıştır. Agâh Sırrı Le-vend'in listesini verdiği münşeat mec­mualarını 222 öğretici mahiyette eserlerle antoloji özelliği gösteren ve sa­dece örneklerden ibaret olanlar şeklinde iki grupta ele almak gerekir. Birinci gru­ba giren eserlerin çoğu "münşeat" veya "mecmua" adını taşımakla birlikte bun­lar Arap edebiyatındaki "edebü'l-kâtib"-ler gibi doğrudan doğruya inşâyı, özellikle mektup ve belge yazma usulünü öğret­mek amacıyla kaleme alınmış kitaplardır. Bu özellikleriyle karakteristik örnek teş­kil eden bir eserde 223 ilm-i inşâ tanıtılmış, münşîlerin sahip olması gereken vasıflar sayılmış, nesir hakkında bilgi verilmiş, menşur, fetihname, ferman, ahidnâme, tehniyetnâme. tâziyetnâme, arîza ve mektubun çeşitleri, bunları yazmanın usulleri gösterilmiştir.224 Arapça, Farsça, Türkçe münşe­atı toplayan bir mecmuada yer alan Ka-vâid-i Tahrîrât-ı Münşeâtadlı risale de 225 bu tarza bir örnek teşkil eder. Bu konuda kaleme alınmış dikkat çekici münşeatlardan biri de Süleymani­ye Kütüphanesi'ndeki 226 küçük mecmuadır. Eserde bir kâ­tibin bilmesi ve kullanması gereken keli­me kadrosu alfabetik olarak düzenlen­miş, kelimelerin sözlük anlamlan ve tü­reme biçimleri de gösterilmiştir 227Başka örnekleri de bulunan bu tarz sözlükler 228 özellikle resmî ve hususi yazışmalarda kullanılan kelimelerin tesbiti bakımından önemlidir. Edir­ne Müftüsü Fevzi Efendi'nin Kevâib-i Şi'r ü İnşas da (İstanbul 1287) mensur ve manzum örnekler içermektedir. An­toloji özelliği gösteren münşeat türü eserlerin en tanınmışı ise Feridun Bey'in Münşedfü's-seidfîn'idir.

Dîvân-ı Hümâyun ve diğer devlet ku­rumlarında nişancı, münşî, küttâb deni­len kâtipler ve kalem efendilerinin yazdık-larıyla mahkemelerde ve özellikle Tanzi­mat'tan sonra gelişen nezâret kalemle­rinde yazılan yazılar ayrı bir nesir dili ve üslûbunu geliştirmiştir. Bunlardan mah­keme yazışmalarında kullanılan ve ilmsak adıyla anılan nesir konusunda müs­takil kitaplar hazırlanmış, Çavuşzâde Aziz Mehmed Efendi'nin Dürrü's-sükûk ad­lı eseri gibi bazıları da basılmıştır (İstan­bul 1277).

Mevcut bilgilere göre Türkçe inşâ kitap­larının en eski tarihlileri, Ahmed-i DâT-nin XV. yüzyılın başlarında telif ettiği kü­çük risalesi Teressül 229 Yahya el-Kâtib'in Menâhicü '1-inşâ, Hüsamzâde Mustafa Efendi'nin Mecmûa-yı İnşâ ve Mehmed b. Edhem'inGülşen-i İnşâ's ile XVI. yüz­yıl şairlerinden Mesîhfnin 100 kadar Ör­neği ihtiva ettiğinden dolayı Güî-i Sad-berg adını taşıyan eseridir.

Resmî ve hususi yazışmalarda ortaya koydukları usul ve kaideler yanında ge­liştirdikleri imlâ ve üslûpla bir gelenek oluşturan, kendilerinden sonra adları in­şâda ortaya koydukları esaslarla birlikte anılan Osmanlı münşîlerinden de bahset­mek gerekir. Tâcîzâde Cafer Çelebi ve Koca Nişancı lakabıyla bilinen Celâlzâde Mustafa Çelebi bunların başında gelir. Özellikle Celâlzâde'nin inşâ İçin koyduğu esaslar, kullandığı hitap, lakap ve ifade biçimleri XVII. yüzyılın ilk çeyreğine ka­dar Osmanlı bürokrasisinde örnek alın­mıştır. Celâlzâde kadar şöhret bulduğu için "Küçük Nişancı" lakabıyla tanınan Ra-mazanzâde Mehmed Çelebi ileMünşeâ-tü'1-inşâ adlı eserin müellifi Okçuzâde Mehmed Şâhî ve Hamza Paşa da bu sa­hanın tanınmış isimleridir. BunlaraMün-şeât sahibi Nergisî İle Veysî ve değişik yönleri olan Sinan Paşa, Lâmiî Çelebi, Âlî Mustafa Efendi, Kemalpaşazâde, Ganî-zâde Mehmed Nâdirî ve Azmîzâde Mus­tafa Hâletî gibi bazı şahısları da eklemek mümkündür. Bu eserlerden sonra git­tikçe zenginleşen Osmanlı inşâ literatü­rü Walter Björkman 230 ve Josef Matuz 231 tarafın­dan ele alınmıştır.

Bibliyografya :

Taşköprizâde, Meuzûâtü'l-uİûm, I, 250-255; Keşfü'z-zunün,], 181, 398; II, 1860-1861; Di-yarbekirli Said Paşa. Mîzânü'l-edeb, İstanbul 1305, s. 219-240; Yahya b. Mehmed el-Kâtib. Menâhicü7-inşâ (nşr. Şinasi Tekin), Roxbury 1971, s. 5-17; Özeğe, Katalog, II, 731-732; M. Kaya Bilgegil. Edebiyat Bilgi oe Teorileri I: Be­lagat, Ankara 1980, s. 46-54; İsmail E. Erünsal, The Life and Works ofTacî-zâde Ca'fer Çele­bi, tüith a Critical EdİÜon of his Dîvân, İstan­bul 1983, s. LXV-LXIX; Agâh Sim Levend. Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara 1984,1, 113-116; Be­kir Kütükoğlu, "Münşeat Mecmualarının Os­manlı Diplomatiği Bakımından Ehemmiyeti", Tarih Boyunca Paleografya ue Diplomatik Se­mineri: 30 Nisan-2 Mayıs 1986 Bildiriler, İs­tanbul 1988, s. 169-176; Ahmet Topaloğlu. Dil Bilgisi Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1989, s. 105; Mübahat S. Kütükoğlu. Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik), İstanbul 1994, s. 100, 160, 174-175, 221-222; Fevziye Abdullah Tansel, "Türk Edebiyatında Mektup", Tercüme, XVI/ 77-80, Ankara 1964, s. 387; Orhan Saik Gök-yay, "Tanzimat Dönemine Değin Mektup", TDL, sy. 274 (1974), s. 17-19; Kemal Demiray. "Tanzimattan Günümüze Değin Mektup", a.e., sy. 274(1974), s. 88-96; İbrahim Kutluk, "Mün­şeatlar ve Günümüze Dek Gelen Mektup Be­tikleri Üzerine", a.e., sy. 274 (1974), s. 367-378; V. L. Menage. "The Gül-i Sad-Berg of Me-sihi", Osm.Ar.,Vll-VIII(l988],s. 11-32; Halil İnalcık, "Şikâyet Hakki: 'Arz-ı Hâl ve 'Arz-i Mahzar'lar", a.e., VI1-VIII( 1988], s. 33-54; Chris-tine Woodhead, "Ottoman inşa and Art of Let-ter-Writting: Influences upon the Career of the Nişancı and Prose Stylist Okçuzâde (d. 1630J", a.e., VII-VI1I (1988), s. 143-159; İ. Çetin Derdi-yok, "Osmanlı Devrinde Mektup Yazma Gele­neği", Yeni Türkiye, VI/34, Ankara 2000, s. 277-286; Pakalın, II, 74; Ömer Faruk Akün. "San Abdullah", İA, X, 218; a.mlf., "Âlî Mus­tafa Efendi", DİA, II, 420; M. Tayyib Gökbilgin, "Nişana", İA, IX, 301; H. R. Roemer, "İnghâ3", EP(İng.),l][, 1241 -1244; Günay Kut. "Ahmed-İ Dâî", DİA, II, 57; Celia J. Kerslake. "Celâlzâde Mustafa Çelebi", a.e., VII, 261; Jürgen Paul, "En-sâ". E/r, VIII, 456-457.



2. Dil Bilimi Terimi Olarak İnşâ.

İnşâ, bir dilde bulunan ifadelerin veya hitap şekillerinin tasnifiyle ilgili gayretlerin ne­ticesinde tesbit edilen temel iki katego­riden birini gösterir.232 Bir dilde bulunan ifadeler, bu ifadelerin delâlet ettiği şeyle irtibatları açısından iki kısma ayrılmış, bunlardan birincisi, dış dünyada mevcut olan veya mevcut ola­cak bir şeye delâlet edeni ifade etmek üzere haber olarak adlandırılmış, ikinci­si, "dış dünyada mevcut olan herhangi bir şeyi ifade etmeyip anlamını telaffuzu ile oluşturan ifadeler" mânasında inşâ ola­rak adlandırılmıştır.233 Bu sebeple bir dildeki bütün ifadeler, doğrulanıp doğru-lanamayacağı kriterine bağlı olarak ihbâ-rî ve inşâî olmak üzere ikiye bölünmüş, ihbârî ifadeler, doğrulanabilir-yalanlana-bilir ifadeler kategorisini belirten teknik terim olurken inşâî ifadeler, doğrulanıp-yalanlanamaz ifadeler kategorisini belirt­mek için kullanılmıştır.234 İbn Hal­dun'un belirttiği gibi ihbârî ifadeler, an­lamlarını kendileri ve dış dünya ile olan mutabakatları sayesinde kazanırken in­şâî ifadeler anlamlarını sadece kendileri sağlar.235 İnşâ terimi, felsefî düzlemde dilin pasif bir şekilde sa­dece dış dünyayı yansıtmakla kalmadığı­nın, aynı zamanda onu oluşturmaya kat­kıda bulunmasının bir ifadesi olması ba­kımından belli bir varlık anlayışının dil bi­limindeki tezahürü olarak görülebilir.



Bu kelimelerin bu anlamda terim ola­rak ne zamandan itibaren kullanıldığını tesbit etmek güçse de en azından habe­rin bir terim olarak Sîbeveyhi'den itiba­ren kullanıldığı bilinmekte, nahiv ve be­lagat âlimlerinin hem dil üzerinde düşü­nürken hem eserlerini telif ederken fıkıh ve fıkıh usulü ile irtibatlı olarak çalıştık­ları anlaşılmaktadır. Haber ve inşâ kate­gorileri, birbirlerinin mukabili olarak ön­celeri nahiv ve belagat eserlerinde ele alınmazken fıkıh usulü eserlerinde başın­dan itibaren haber, istihbar ve talep şek­lindeki tasnifle karşılaşmak mümkün ola­bilmektedir.236 İlk dönem nahivcile-rinin eserlerinde her ne kadar isim cüm­lesi, fiil cümlesi, şart cümlesi gibi tasnif­ler bulunmaktaysa da haber-inşâ veya haber-talep-inşâ yahut haber-istihbar-talep gibi tasnifler yer almamakta veya tayin edici bir önem arzetmemektedir. Meselâ IV. yüzyıl müelliflerinden Ebü'l-Hüseyin İbn Vehb el-Kâtib, her ne kadar haberle talebi birbirinden ayırıp esaslı bir tahlile tâbi tutarak dilde sıdk ve kizbin sadece haber hakkında söz konusu oldu­ğunu söylese de onun eserinde talep ka­tegorisinin edindiği nisbeten önemli yer istisnaî olarak kabul edilebilir.237 Ancak bu durum za­man içerisinde değişmiş, özellikle V. {XI.) yüzyıldan itibaren başta Abdülkâhir el-Cürcânî olmak üzere aynı dönemde ya­şayan belagat âlimlerinin eserlerinde bu tasnifler gittikçe artan bir önemle yer al­mıştır. İnşâ-haber ayırımının nahiv eser­lerinde yer edinmesi içinse VI. (XII.) yüzyılı beklemek gerekmiştir. VII. (XIII.) yüz­yılda telif edilen birçok nahiv eserinde kullanılmaya başlanan bu ayırım daha sonra yaygınlaşmış ve genel anlamıyla dil biliminin en esaslı iki teriminden biri inşâ olmuştur.238 İfadelerin tasnifi konusunun nahiv eserlerinden önce belagat kitaplarında, ondan önce de fıkıh usulü eserlerinde yer alması, muhtemelen nahivcilerin dili söz dizimi (sentaks) bakımından ele almaları, buna karşılık usulcülerin, her ne kadar dili sentaks açısından ele almayı önemli görseler de bu yönün onların dille olan irtibatlarını sağlayamadığı anlaşılmakta­dır. Nahivciler dili daha çok sentaksse-mantik ilişkisi bakımından görürken fu-kaha için mesele esas itibariyle dilin kul­lanımı ve bu kullanım sonucunda ortaya çıkan farklılıklardır. Bundan dolayı yalnız sentaks seviyesinde kalıp ifadenin ger­çeklikle irtibatı söz konusu olmadıkça na­hivciler ve usulcüler arasında herhangi bir ihtilâf ortaya çıkmamıştır.239 Ancak cümlelerin dış dünya ile irtibatı bakımından meselenin ele alınması söz konusu olduğunda usul-cülerle nahivciler arasında başından iti­baren farklı bir bakış açısı mevcutken za­man içerisinde fıkıhçıların bakış şeklinin dikkate alınması yönünde belagat âlim­leri ve özellikle Abdülkâhir el-Cürcânî ta­rafından esaslı bir adım atılmış, bu tu­tum daha sonra Sekkâkî ve Hatîb el-Kaz-vînî tarafından daha ciddi biçimde sürdü­rülmüştür. Bilhassa Sekkâkî, bütün dil alanına tahsis ettiği Miîtâhu'l-Cüîûm adlı eserinde meânî ilminin iki temel ko­nusu olarak haber ve talebi ele almış ol­makla birlikte bu eserde de inşâ henüz bir terim gibi kullanılmamaktadır. Hatîb el-Kazvînî ise klasik yaklaşım şekline esas teşkil eden ve SekkâkTnin adı geçen ese­rinin yine kendisi tarafından yapılan tel­hisinin muhtasarı olan el-îzâh fî 'ulû-mi'1-belâğa'sınöa teknik bir terim ola­rak inşâyı kullanarak meânî ilminin te­mel ve klasik konularını ifade etmiştir. Meânî alanında gelinen bu aşamadan sonra el-Kâüye şârihi Radıyyüddin el-EsterâbâoTde ve İbn Hişâm'da açıkça gö­rüldüğü gibi usul ve meânîde artık tam olarak yerleşmiş ve geçerliliği farkedifmiş olan haber-inşâ ayırımı, VII. (XIII.) yüzyıldan itibaren nahiv eserlerinde de yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. İnşâ kategorisiyle ilgili klasik denilebi­lecek tavır Kazvînî tarafından ifade edil­miş, bu teori daha sonra gelen Teftâzânî ve Seyyid Şerîf el-Cürcânî gibi âlimler ta­rafından telhis, şerhler ve bunlar üzerine yapılan haşiyelerde sürdürülmüştür. Özellikle Teftâzânî ve Seyyid Şerif, bu alanları daha da derinleştirerek mesele­yi felsefî bir boyutta ele almışlar, dil bili­minin felsefîleşmesi süreci, bilhassa De-süki'nin Muhtaşarü'l-me'ânî'ye yazdığı haşiyede bu alanın zirve eserlerinden bi­rini ortaya çıkarmıştır. İnşâ konusu, bir taraftan genel dil bilimi meselesi olarak ele alınırken diğer taraftan özellikle Os­manlı medreselerinde temel ilimler için­de meânînin okutulmasıyla yüksek kül­türün bir parçası haline gelmiş ve aynı zamanda edebî bir sanat şekli olarak gö­rülüp bilhassa şiirde ve divan edebiyatın­da kullanılmıştır. Bu gelişmeden dolayı belagat ilimlerinin ve bunun içinde inşâ­nın sırf edebî bir sanat olduğu gibi bir galat-ı meşhur ortaya çıkmıştır. Ancak in­şâ, hemen her dilde bulunan temel iki ifa­de kategorisinden biri olarak sadece ede­bî eserlerde karşılaşılan bir sanatı değil edebî sanatların da parçasını teşkil etti­ği dilin kullanım şekillerini İfade eden bir dil bilimi ve dil felsefesi kavramıdır. Bu terimin geliştirilirken dikkate alındığı ve örneklerinin seçildiği dilin Arapça olma­sı, terimin sadece Arapça'ya has bir ka­tegoriyi ifade ettiği gibi ikinci bir yanlış anlamayı da beraberinde getirmiştir. Fa­kat diğer dillerdeki belagat eserleri bu kavramın sadece Arapça'ya has olmadığı­nı gösterdiği gibi Batı'da John Langshavv Austin'in 1950'lerde inşâ (performative) kategorisini keşfinden sonra ulaşılan per­formative -constative ayırımı ve bunun dil bilimi, dil felsefesi ve genel anlamda insan bilimleri açısından ortaya çıkardığı sonuçlar da 240 bazı değiş­melerle hemen bütün diller için geçerli, bu anlamda evrensel bir geçerliliği olan esaslı bir kavramın geliştirildiğini göstermektedir.241

Kazvînî el-îzâh adlı eserinde, daha ön­ce Sekkâkî tarafından sırf talep olarak ele alınan kısmın inşânın sadece bir bö­lümünü teşkil ettiğini farketmiş, talebi ve gayr-i talebi kısımlarına ayırdığı inşâyı talebi de içine alacak şekilde bir üst te­rim olarak kullanmıştır. Bu husus inşâ­nın tanımı ile doğrudan alâkalıdır. Kazvî­nî, dış dünyada karşılığı olmayıp anlamı­nı söylenmesiyle icat eden ifadelerin sa­dece talepten ibaret olmadığını, kendisi bir talep içermediği halde anlamını söy­lenmesiyle oluşturan başka ifadeler de bulunduğunu farketmiştir. Talep anlamı taşıyan inşâî ifadelerin çok sayıda kipleri varsa da bunların en önemlileri emir, ne-hiy. soru, temenni, nida ve duadır.242 Talep ifade etmeyen inşâî ifadeler ise esas iti­bariyle haber sığasında söylenen ve söy­lenmesiyle bir fiilin gerçekleştirildiği, "al­dım, sattım, boşadım, tayin ettim" gibi ifadelerdir. Bu ifadeler herhangi bir talep unsuru ihtiva etmemekte, söylenmele-riyle anlamlarını oluşturmaktadır.243

İnşâ terimi, yukarıda adı geçen eserle­rin yanında özellikle Teftâzânî'nin el-Muavvei'inde. Muhtaşarü'I-meânî'sinde, Desûki'nin bu sonuncu esere yazdığı haşiyesinde hem dil bilimi hem di! felse­fesi açısından esaslı bir şekilde işlenmiş­tir.244 Bunların yanında meânî ilmiyle ilgili çok sayıda eserde bu terim müstakil bir başlık altında ele alınmıştır.

Günümüz Arap edebiyatçıları ve ede­biyat tarihçileri, eserlerinde ve ders ki­taplarında inşâ konusunu ele almışlarsa da bu çalışmalarda klasik eserlerde bu­lunan muhteva genellikle lengüistik ve felsefî boyutu dikkate alınmadan nakle­dilmektedir.245

İnşâî cümlelerin fakihler ve nahivciler tarafından nasıl ele alındığını araştıran Mustafa Cemâleddin'in doktora tezinin 246 ilgili bölümü yanında Pierre Larcher. metalengüistik bir ayırım olarak kabul ettiği inşâ-haber terimlerini VII. (XIII.) yüzyılda telif edilmiş nahiv eserle­rini esas alarak fıkıh usulü eserleriyle de irtibatlı bir tahlile tâbi tutmuşsa da 247 İnşâ üzerinde henüz yeterince ça­lışma yapılmış değildir.

Bibliyografya :

İbn Vehb, el-Burhân fi uücûhi'l-beyân (nşr. AhmedMatlûb-Hatîceel-Hadtsî). Kahire 1387/ 1967, s. 113-114,269-278; İbn Mâlik et-Tâî, Şerhu't-Teshîl (rışr. Abdurrahman es-Seyyid -M. Bedevîel-Mahtûn), Kahire 1410/1990,1, 30; Hatîb el-Kazvînî. el-îzâh fî'utûmi'l-belâğa, Bey­rut, ts. (Dârü'l-cîl), tür.yer.; İbn Hişâm en-NahVÎ, Şerhu Şüzûri'z-zeheb (nşr. M. Muhyiddln Ab-dülhamîd], Kahire 1355, s. 25, 31-33;Teftâzânî. el-Mutauuel, İstanbul 1304, s. 173-190; a.mtf., Muhtaşarü'l-me'anî, İstanbul 1307; İbn Haldun, Mukaddime, 1, 331; Taşköprizâde, Mevzûâtü7-ulûm, II, 138-144; Muhammed b. Ahmed ed-Desûkî, Haşiye 'a/â Muhtaşari't-me'ânî, İstan­bul 1306-1307, I-II; Ahmed en-Negerî, ûûstü-rü'f-'uiemâ'fnşr. Refîkel-Acem v.dğr.), Beyrut 1997, s. 181; J. L Austin, Holü to do Things with Words, Oxford 1962; a.mlf., "Performa­tive -constative", The Phiiosophy ofLanguage (ed. ]. Searle). Oxford 1971, s. 13-22; J. Searle, Speech Acts, Cambridge 1969; Mustafa Cemâ-leddin, el-Bahşü'n-nahüVinde uşüliyyln, Bağ-dad 1980,s.258-275; J. Habermas. Theoriedes kommunikativen Handelns, Frankfurt 1981, l-ll; Stephen C. Levinson. Pragmat'tcs, Cam­bridge 1983; Ali Cârim, el-Belâğatü 't-uâztha. Kahire 1984; Besyûnî Abdülfettâh Besyûnî, '/(-mü'l-me'ânl, Kahire 1408/1988, s. 77-165; G. Bohas v.dğr., The Arabic Linguistic Tradition, London 1990, s. 130-131; Nasrullah Hacımüf-tüoğlu, "Ahmet Cevdet Paşa'nın Belâgat-ı Os­maniye'si ve Yankılan", Ahmet Cevdet Paşa (1823-1895), Vefatının Yüzüncü Yılma Arma­ğan, Ankara 1997, s. 185-222; Pierre Larcher, "Quand en Arabe on parlak de l'arabe Arabica, XXXV, Leiden 1988, s. 117-142; XXXVIII (1991). S. 246-273; XXXIX (1992], s. 358-384.



3. Fıkıh.

İcat ve ihdas" anlamına ge­len inşâ dilde ve buna bağlı olarak fıkıh­ta, söylenmesiyle aynı zamanda bir fiili de gerçekleştirmiş olan ifadeler için kul­lanılmaktadır. İnşâî ifadeler, mahiyetleri gereği kendilerinde aynı zamanda bir ta­lep unsuru taşıdıkları için bir şeyin yapıl­ması veya yapılmamasıyla ilgili iradenin dildeki karşılığını teşkil eder. Bu tip ifa­delerdeki talep unsuru onların normatif bir muhteva taşıdığını göstermekte olup bu özellik laf ızdan hüküm çıkarmayı da mümkün kılmaktadır. Dolayısıyla inşâî ifa­delerin mahiyetlerinin tesbiti, fıkıh ilmin­de lafızlardan hüküm elde edilmesi işle­minin anlaşılması için gerekli görülür ve bu husus fıkıh usulü eserlerinin önemli konularından birini teşkil eder.

İnşâî bir ifadenin doğrudan ilgili olduğu (müteallak) husus öncelikle onun söylen­mesiyle gerçekleşen fiil olduğundan in­şâî ifadeler müteallaklarını kendileri oluş­turur. Bu yönleriyle de müteallaklan ol­muş veya olacak olanı bildiren, yani mü-teallakını kendisi oluşturmayan haberler­den ayrılır. Gerçek anlamıyla inşâî ifade­ler emir, nehiy, soru, dua, temenni gibi kiplerin kendilerinde taşıdıkları anlamla­ra tekabül ederken sadece olanı veya ola­cağı bildirmekle birlikte bunun ötesinde ek bir şeyi ifade eden bazı ihbârî İfadeler de mecazen "inşâ anlamında haber" ola­rak adlandırılmaktadır. Buna göre emir, nehiy, soru, dua. temenni gibi kiplerde söylenen sözler aynı zamanda emretme, yasaklama, soru sorma, dua etme, te­menni etme fiillerinin de gerçekleşmesi anlamına gelmektedir; bunun yanında özellikle akidlerde ve tayinlerde kullanı­lan "kabul ettim, sattım, tayin ettim" gibi ifadeler sîga olarak haber olsalar da me­cazen inşâ olmakta ve kabul etme, sat­ma, tayin etme fiillerinin gerçekleşmesini ifade etmektedir.248

İlk dönemlerde terim olarak inşâ kul­lanılmasa da kavram olarak inşâ, hem te­rim hem kavram olarak haberden tefrik edilip talep veya emir ve nehiy diye adlan­dırılmıştır. Meselâ tabiîn dönemi müfes-sirlerinden Mücâhid b. Cebr. Saîd b. Cü-beyr ve İkrime el-Berberî. neshin sadece bir şeyin yapılmasını veya yapılmamasını ifade eden emir ve nehiyler için söz konu­su olduğunu, olmuş veya olacak bir şeyi bildiren haberlerde neshin söz konusu edilemeyeceğini söylemişlerdir. Dahhâk b. Müzâhim ise diğerleriyle aynı görüşü paylaşmakla birlikte bazı haberlerin emir ve nehiy anlamına geldiğini, emir ve ne­hiy anlamında kullanılan haberlerin de neshe konu olabileceğini ifade etmiştir.249 Bu tefrik oldukça yaygın bir şekilde usul eserlerin­de kullanılarak sözün haber, istihbar ve talep kısımlarına ayrıldığı kabul edilmiş­tir ki istihbar ve talep kısımları inşâ ka­tegorisine tekabül etmektedir.250 Bilinen fıkıh usulü eseri müellifleri arasında inşâ kelimesini, "ken­disiyle bir fiilin gerçekleştirildiği söz" an­lamında bir terim olarak ilk defa kulla­nan kişi Hanefî fakihi Ebû Zeyd ed-Debû-sî'dir. Debûsî konuşma nevilerinin ihbar, istihbar, emir ve nehiy olmak üzere dör­de ayrıldığını söyledikten sonra "kölemi sattım" veya "onu azat ettim" ifadeleriy­le, "köleyi satma" ve "onu azat etme" fi­illerinin gerçekleştiğini (inşâ) belirtmek­tedir 251İfadele­rin emir-nehiy ve haber olarak tasnifi ilk dönemlere kadar gitmekte ve bu tasni fin usule müteallik bir mesele olarak ba­şından itibaren fukahayı ilgilendirdiğini söylemek mümkün olmaktadır.

Fukaha dinin medarı olarak emir ve nehiyleri görürken 252 İbn Haldun şerl ha­berlerin çoğunun inşâî bir karakter taşı­dığını söyler.253 Dinin esas itibariyle inşâî olması ve inşâî olanın din açısından tayin edici bir konumda bulunması, dinin vahiy yoluyla ifade edilmiş olan ilâhî irade dışında bir kaynağının ola­mayacağını da göstermektedir. Bundan dolayı fıkıh usulü kitaplarında inşâî ifa­delerin en önemlilerini teşkil eden ve dinî bildirimin inşâî özelliğini gösteren emir ve nehiy bahisleri, üzerinde en fazla du­rulan konulardan olduğu gibi Hz. Peygamber'den nakledilen haberler de ilk bakışta sadece onun ne yaptığını ve ne söylediğini bildiren haberler olmakla bir­likte inşâî özellikleri dolayısıyla dikkate alınmıştır.

İnşâî ifadeler, fıkıh usulünde genel an­lamda dinle ve özel olarak da hükümle­rin esasını teşkil eden asıllarla alâkaları açısından ele alınmıştır. Bu durumda da­ha çok emir ve nehiy gibi inşâî ifadelerle onların anlamlan arasındaki ilişki üzerin­de durularak inşâî ifadelerin hükümlerin tesbiti açısından yeri ve önemi incelen­miştir. İnşâî ifadelerin usuldeki yeri bir taraftan içerdikleri normatif güç üzerinde yoğunlaşırken diğer taraftan hüsün ve kubuh meseleleri yine bu ifadelerin içerdikleri hususlar olarak ele alınmış, özellikle emir ve nehiyler, ah­lâkî açıdan iyi ve kötünün ne olduğunun anlaşılmasının da esasları olarak görül­müştür.254 İnşâ ile ilgili bu anlamda ilk siste­matik tahlillerden birinin Şehâbeddin el-Karâfi tarafından yapıldığı, onun haberle inşâ arasındaki farkı müstakil bir başlık altında ele aldığı görülür.255 Karâfîhaberi. "doğrulanma(tasdik) veya yalanlanma (tekzip) ihtimali bulu­nan söz" diye tanımlarken inşâyı "kendi­siyle delâlet ettiği (medlul) veya ilgili oldu­ğu (müteallak) husus vücuda gelen söz" olarak tarif etmektedir. Buna göre haber doğrulanma veya yalanlanmayı kabul eden söz olurken inşâ, söylenmesiyle bir­likte medlulü veya müteallakını var kılan söz olduğu için doğrulanıp yalanlanma İhtimali taşımaz. Diğer bir anlatımla in­şâî ifade, onu söylemeye ehil biri tarafın­dan makamında söylendiğinde medlulü­nü zorunlu olarak var kılar. Karâfî, tekzip ve tasdiki kizb ve sıdktan ayırarak tekzip ve tasdikin varlıkla ilgili bir ifade şekli ol­duğunu, buna karşılık kizb ve sıdkın ha­berin konusuna mutabakatla ilgili bulun­duğunu söyler. Bunu söylerken de haber, haber veren, hakkında haber verilen ve muhatabı birbirinden ayırır. Buna göre tekzip ve tasdik, haberle muhatap veya haber veren arasındaki ilişkide, sıdkve kizb ise haberle hakkında haber verilen arasındaki ilişkide ortaya çıkar. Ancak in­şâî ifadeler doğrulanma ve yalanlanma­nın konusu olmazken geçerli olup olma­dığından söz edilebilir. Meselâ satım ak-dindeki "aldım-sattım" ifadeleri, uygun şahıslar tarafından uygun şartlarda söy-lenmeleriyle geçerli, geçerli olmaları ile birlikte alma-satma fiili de gerçekleşmiş olur.

İnşâî ifadeler, doğrudan doğruya telaf-fuzlarıyla gerçekleştirilen bazı fiillerin ge-çerliliğiyle alâkalı olarak fürû-i fıkhın da konusunu teşkil eder. Bu yönden sözle gerçekleştirilen bütün fiiller, meselâ bir şahsın kadı olarak tayini, yetkili şahıs ta­rafından kadı tayin edilecek olan şahsa yönelik bir şekilde, "Seni kadı tayin et­tim" veya. "Seni kadılığa getirdim" de­mesinden veya bunu yazılı olarak bildir­mesinden ibaret olan bir ifade ile gerçek­leşmektedir.256 Bu ifa­denin söylenmesiyle anlamı, medlulü ve­ya müteallakı olan "bir şahsın kadı olarak tayini" gerçekleşmiş olur. Aynı şekilde si­yerin önemli konulardan biri olan "eman" meselesinde de bir müslüman tarafından harbîlere eman anlamına gelen bir söz söylendikten sonra bu sözle birlikte, bu söze muhatap olanların malları ve canla­rı konusunda ismet ve hukukî geçerlilik ortaya çıkmaktadır.257 Buna göre fürû kitaplarının akidler, nikâh 258 ve ye­min gibi bölümlerinde akidlerin, kendile­rini ifade eden sözün uy­gun şartlarda ve uygun şahıslar tarafın­dan söylenmesiyle gerçekleştiği belirti­lerek sözlü olarak gerçekleştirilen fiillerin geçerlilik şartları üzerinde durulur.259

Bibliyografya :

Hibetullah b. Selâme, en-Nâsih ve'l-mensüh (Vahidî. Esbâbü'n-nüzûl içinde), Kahire, ts. (Mektebetü's-sekâfeti'd-dîniyye), s. 23-24; De-bûsî, Takvîmü'l-edille, Süleymaniye Ktp., Lâle­li, nr. 690, vr. 13b; Mâverdî, et-Hâuİ'l-kebtr(nşT. Ali M. Muavvaz - Âdil Ahmed Abdiilmevcûd), Beyrut 1414/1994, XVI, 22-23; Şemsüleimme es-Serahsî, Şerfyu's-Siyeri'l-kebır(nşr. Selâhad-dinel-Müneccid], Kahire 1971. I, 252, 258; a.mlf., el-üşûHnşr. Ebül-Vefâ el-Efgânî), Hay-darâbâd 1372 -» Beyrut 1973,1,11, 60-65, 78-79; Ebü'l-Muzaffer es-Sem'ânî, Kavâtı'u.'1-edİI-te/<7-uşû/(nşr. M. Hasaneş-Şâfiî), Beyrut 1997, 1, 50; EbCH-Vefâ İbn Akil, et-Vâzıh fi uşüli'l-fıkh (nşr. G. Makdisî), Beyrut 1417/1996, I, 54-58, 111; Karâfî. el-Furük, Beyrut 1998, I, 35-104; İbn Haldun, Mukaddlme,\, 331; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-kadir, Beyrut, ts. (Dârül-fikr), 111, 190-191; V, 58; Ebü'l-Bekâ. e/-Kü//(yyâf, s. 197-




Yüklə 1,34 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin