2)FATMA(1877-1913)- Hacı Hamdi Durak Hoca ile olan evliliğinden; Hacı Ah- met Durak (Koop.Me.)- (Geniş bilgi “Durak” ailesinde.)
3)ASİFE (1878-1914)- Molla Mustafa Genç ile olan evliliğinden; Mülayim Hü-seyin Genç(1903-1954) ve Hatice(1911-1926)-(Geniş bilgi “Genç”ailesinde)
4)ZÜLFİKAR –Molla Mevlüt Yağcı ile olan evliliğinden Sultan (1890-1942) ve Süleyman (1896-1920)olmuştur.(Geniş bilgi”Yağcı”ailesi)
P O S O F ( Hertüs –Sarıçiçek ) DEN GELENLER –
Hertüs(Sarıçiçek), ilçe merkezine 22 km.kuzeyinde, ekili alanlar dışında, orman ve çalılıklarla kaplı, yüksek rakımlı, çok güzel bir yerleşim yeridir. Eski bir yerleşim yeri olmakla birlikte, sonradan özellikle Ahıska’dan gelip yerleşen ailelerden oluşmaktadır. Eski adı “ Hertüs” ün ne anlama geldiği bilinmemek-tedir.Yeni adı “Sarı çiçek” ise, etrafı çiçeklerle bezeli olduğundan ötürüdür. Cilvana, İncedere, Taşkıran, Türkgözü Yaylaları, Gönülaçan ve Yaylaaltı köyle-riyle sınırdaştır.Viranşehir’e bu köyden gelen “ KARATEPE” ailesidir. Posof’lu şair burasını şöyle tarif etmektedir.
Sarıçiçek derler, çiçeği sarı, Eksik olmaz on ay, dağında karı, Çoktur sığır, koyun, hemi de darı, Coşkun akar, çifte deresi vardır.
- K A R A T E P E A İ L E S İ -
Bu aile, 1293 Osmanlı-Rus Harbi sonunda diğer yöre insanları gibi, köyle- rini terkederek, Malatya’ya gelmiştir. Diğer muhacir aileler burasını uygun bul- mayıp, daha uygun buldukları yörelere giderken, Karatepe ailesi de Adıyaman’ ın Gölbaşı ilçesi Abbasiye(Bozlar) köyüne yerleşmeye karar vermiştir. Memle-ketten yola çıkanlar, Ali ağa(Memlekette vefat etmiştir.)nın oğullarıdır.
ALİ AĞA ve FİDİ’ den olma; Recep - Kabil ve Reşit, bir süre bu köyde ikamet etmişlerdir. Gölbaşı’nın aşırı sıcağı ve göllerinden dolayı oluşan bolca sivri- sinekleri, memlekette iken oldukça serin ve temiz havaya alışkın bu insanları ra-hatsız etmeye başlamıştır. Oysaki yakınlarındaki, oldukça kalabalık bir muha- cir kesimi barındıran, havası ve suyunun memlekettekini andırdığı Viranşehir, kendilerine daha cazip görünmekte ve dillendirilmektedir. Zamanla daha da kuv-vetlenen bu istek, Reşit’in eşi Suna tarafından şiddetle reddedilmektedir. Bütün ısrarlara rağmen direnen Suna: “ Ben biricik kızımı burada toprağa vermişim. Onu nasıl burada bırakıp, başka bir yere giderim? Ben ölene kadar buradan asla ayrılmam. Ama isteyen istediği yere gidebilir” demesi üzerine; Kabil, alınmış olan karardan dönmeyip Viranşehir’e hareket eder. Reşit ise eşi Suna’dan dolayı burada kalmak zorunda kalır. Çünkü eşi Suna, burada toprağa vermiş olduğu sevgili kızını bırakıp ta başka yerlere gitmek düşüncesinde olmayıp, bu düşün-cesinde kararlıdır. Büyük kardeş Recep ise, kardeşi Reşit ile birlikte Gölbaşın’da kalmaya karar kılmıştır.
Karatepe ailesi, ALİ AĞA ve FİDİ den türemiş ve KABİL(Ali Ağa) ve (Fatma-Sündüs-Hanife) ile devam etmiştir.
KABİL(Ali Ağa)1880-1961- İlk evliliğini Sündüs ile yapmış, bu evlilikten; Peruze (1904-1949)- İkinci evliliğini Hüseyin-Havva Okçu kızı Fatma(1884-1927)ile yapmış, bu evlilikten; Seydi Vakkas(1916-1944) ve Nazlı –Üçüncü evliliğini de Hanife ile yapmış ve bu evlilikten de; Ali bey(1933-1938) olmuş ve çocuk yaşta ölmüştür. Hanife; Memet-Hayati Yıldırım kızı olup, Kabil’den önce iki evlilik daha yapmıştır. Birinci evliliğini Molla Abbas ile yapmış, bu evlilikten Mine (Fehim Toraman ile evlenir.)olmuştur. İkinci evliliğini de kaynı Molla Bahri Özbey ile yapmış ve bu evlilikten de, Fatma (Seydi Vakkas’ın eşi) olmuştur. PERUZE (1904-1949)- Hiç evlenmemiştir.
-SEYDİ VAKKAS (1916-1949)- Söylendiğine göre güçlü kuvvetli ve iyi bir güreşçi idi. Çok genç yaşta vefat etmiştir. Molla Bahri ve Hanife kızı Fatma (1914-1945) ile olan beraberliğinden; (Hatice ve Ali çocuk yaşta öldüler) Sabiha (1937-….) ve Duran (1938-….) olmuştur.
SABİHA (1937-..)- Hacı Memet Ata ile olan beraberliğinden; Şemsettin- Saba- hattin- Ali- Fatma ve Volkan oldu. Sabiha ablayı görmüşlüğüm vardır, ancak pek fazla tanımamaktayım. Kocasına karşı uyumlu bir eş, çocuklarına karşı müş-fik bir anne olabilmiştir. (Geniş bilgi “Ata” ailesinde.)
DURAN KARATEPE(1938-…)- Doğru bildiğini yapan, kişiliğinden taviz ver- meyen, tahsili olmamasına rağmen oldukça kültürlü ve bilgili, bu özelliklerin- den dolayı bazen insanlarla ters düşen, sevdiğim ve değer verdiğim birisidir. Hani halk arasında bir söz vardır. “ Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” diye. İşte o da, inandığı davasından asla vazgeçmemiş, “ Bana dokunmayan yı-lan bin yaşasın” dememiş, kimselere yaranmak için çaba sarfetmemiş, her za-man doğrunun peşinde koşmuş, ancak bu özelliği, toplumda değer bulmamış ve sonunda kendini toplumdan çok çok uzaklarda bulmuştur. Ancak inandığı ve güvendiği insanlarla iletişim kurmayı yeğlemiştir. Bu özelliklerinden ötürü, ken-disinin yakınında olmaktan ve sohbet etmekten zevk almışımdır. Bazen kendisi ile sohbet ederken, ne yaptığını, nasıl vakit geçirdiğini sorduğumda “ Bahçeye gidiyor ağaçlarla sohbet ediyor ve vakit geçiriyorum. Onlar, saygı ile beni din-liyor, bana hiçbir zaman yamukluk yapmıyorlar” diyordu… Turan Karatepe, ilçesi Doğanşehir’in yararına olabilecek her çalışmanın içinde olmaya gayret etmiştir. İlçedeki tarihi kalıntıların insanlar tarafından tahrip edilip yok edilmesi karşısında duyarsız kalmamış, eline geçirdiği tarihi eserleri, götürüp Malatya arkeoloji müzesine teslim etmiştir… Çalışmalarımda ise bana çok yardımcı ol-muştur. Kendisine teşekkür borçluyum. Gölbaşı’lı amca torunu, Musa ve Fadi-me kızı Naciye ile olan beraberliğinden;
1-Ali bey Karatepe(Öğret.) + Selma(Üni.Öğ.Gör.)= Fulya ve Hande. 2-Fadime + Özkan Karaköse = Selin ve Birkan. 3-Mehtap + Tamer Tosun =Melike ve Aybüke. 4-Yalçın Karatepe (Ekonomist.Ank.Siy.Bil.Fak.Dekanı ) + Özge = Ada. 5-Oktay Karatepe( Kırtasiyecilik ) + Nermin = Simin ve Onur. 6-Sibel + Ünal Sabancı = Elifnaz
Bu çocukların hepsi, benim görev yaptığım okulda okumuşlardır. Hepsi iyi, ça- lışkan ve zeki insanlardır. Özellikle Yalçın’ın ufku çok geniştir. Şayet harcan- mazsa, ülkenin yararlanabileceği büyük bir değerdir. Ekonomi konularında kazanmış olduğu üstün birikimini, gerek bire bir konuştuğunda ve gerekse tele- vizyon kanaliyle insanlarla paylaşmaktadır. Sempatik, cana yakın, saygı duyan ve saygı duyulan bir entelektüeldir. En büyükleri Alibey de benim değerli tale-belerimdendir. Bir insanda bulunması gereken tüm iyi özelliklere sahiptir. Ken-disini çok sever ve takdir ederim. Oktay, ortaokulda öğrencim iken kendisini güreşe çok teşvik ettim. Zira vücudu güreş için müsatti. Başarılı da olabilirdi. Ancak kendisini bu işe yöneltemedim. Kızların hepsi de çok terbiyeli, dürüst ve güzel ahlaklı insanlardır.
NAZLI – Dünya iyisi, elleri öpülesi, çok sevip ve saygı duyduğum bir insandı. Onun ile ilgili bir çocukluk anımı paylaşmak isterim.
“ Nuri Yılmaz’ın evlilik düğünü oluyor. Ben 4-5 yaşlarında bir çocuğum. Erkekler dışarıda, kadınlar bir odada eğlenmekteler. Biz çocuklar da bu henga-me içerisinde, dışarıda hoplayıp zıplamaktayız. O kadar yorulmuşum ki, her tarafım terden sırıl sıklam olmuş. Hemen kadınların bulunduğu odaya girdim. İçerisi tıka basa kadın dolu idi. Annem sandığım bir kadının yanına giderek, eteği ile terimi silmeye başladım. O kadın hiç sesini çıkarmıyor, ancak diğerleri bir şeyler söyleyerek gülüşüyorlardı. Bir terslik olduğunu anlayarak, eteğine terimi sildiğim kadının yüzüne baktığımda, onun annem değil, Nazlı teyze oldu-ğunu fark ettim. Utanarak odadan çıkarken, kadınlar hala kahkahalarla gülü-yorlardı... “ Ölümünden 1-2 yıl önce, Ankara’ya gittiğimde, oğlu can dostum Kadir Okçu ile birlikte yaşamakta olan Nazlı teyzeyi, Ferit Yıldırım ile birlikte ziyaret ettik. O kadar memnun kaldı ki, o anları tarif etmek mümkün değil. Uzun yıllar Doğanşehir hasretliği çeken Nazlı teyze: “ Sizin yollarınıza kurban ola-yım. Ola ne iyi ettiniz geldiniz. Doğanşehir’in havasını getirdiniz. Gadanız bana gele” diyerek adeta yırtınıyor, ne yapacağını bilemiyordu. O kadar duygulan-mıştı ki, bir yandan onun çektiği memleket hasretliğinden dolayı üzüldük, bir yandan da, onu ziyaret etmek suretiyle, ona bir an olsun sevinç ve mutluluk yaşattığımız için rahatlamış ve sevinmiş olduk. Ne iyi etmişiz de, onu son za-manlarında ziyaret ederek sevindirmişiz ve hayır duasını almışız. Allah rahmet eylesin.
1938 yılında Ahmet Okçu ile evliliği sonucu benim çocukluk, mektep arkada- şım ve kadim dostum Kadir Okçu dünyaya gelmiştir. Olumsuz koşullarda hem oğlu Kadir’i, hem de, kardeşi Seydi Vakkas’ın ve eşi Fatma’nın vakitsiz ölüm- leri üzerine, yeğenleri Sabiha ve Duran Karatepe’yi, kendisi de bir dul kadın olarak, gerçek bir anne gibi bakıp büyütmüştür.
KADİR OKÇU- Yine Elazığ Lisesinden sınıf arkadaşım olan Tuncel Tüzün’ün, öğretmen kız kardeşi Gülcan ile evliliğinden; Devrim- Özgen- Celil ve Deniz olmuştur. (Geniş bilgi “Okçu” ailesinde.) Kadir Okçu, aynı dönem çocukluk ve gençlik dönem arkadaşımdır. Oldukça zeki, verimli ve üretken biridir. Gençlik döneminde siyasete ilgi duydu. İyi bir ideoloğdur. Fikrinden ve düşüncesinden taviz vermez. Bu özelliklerinden ötürü, devamlı takibata uğramış, onun sıkıntı-larını çokça yaşamıştır. Son zamanlarda önemli bir gırtlak ameliyatı geçirme-sine rağmen, çalışmalarına ara vermemekte ve çeşitli alanlarda hizmet sunmaya devam etmektedir.
REŞİT AĞA- Gölbaşı’nda eşi Suna ve oğulları Kamil Ağa ile yaşamlarını sür- dürürler. Kamil Ağa- Bulunduğu yörenin her yönü ile gerçek manada ağa’sıdır. Cesur, güçlü ve saygın bir insandır. Heleteli Miktat Ağa’nın kızı Elif ile olan be-raberliğinden, Fadime dünyaya gelmiştir. Fadime’nin Musa ile olan evliliğinden; Naciye ve Hacı Ali olur. Hacı Ali yaşantısını Gölbaşı’ında sürdürürken, kızları Naciye ise amca torunu Duran Karatepe ile evlilik yaparak, çok zaman önce am-caları Kabil’in geldiği Doğanşehir’e gelin olarak gelir.
-RECEP- Kardeşlerin en büyüğüdür. Kardeşi Reşit gibi Gölbaşı’nda yaşamını sürdürür ve burada da vefat eder. Emine ile olan evliliğinden; Fatma (Fadime) 1894-1962 dünyaya gelmiştir. Fatma bilahare Hasan Ata evlenir ve bu evlilikten de; Zöhre- Hacı Ahmet- Hacı Memet ve Hacı Mustafa dünyaya gelir. ( Geniş bilgi “ Ata “ ailesinde )
….. & ….
P O S O F ( Erim ) den gelen A İ L E L E R
İlçe merkezinin 19 km. kuzeyinde, küçük bir düzlük üzerinde kurulmuştur. Etrafı karışık ağaçlarla kaplı bir park görünümündedir. Yaylaaltı- Gönülaçan- Kalkankaya köyleri ve Gürcistan devleti ile sınırdaştır. Erim daha önceleri, şim-di Gürcistan sınırları içinde bulunan İRİÇALA köyünün bir mahallesi konu-munda iken adı ERİMİÇALA olmuş, daha sonraları ERİM olarak söylene gel-miştir. Diğer tüm köy adları değiştirilirken burasının adı değiştirilmeden aynen kullanılmıştır. Tarihi kalıntılardan burasının çok eski bir yerleşim yeri olduğu anlaşılmak- tadır. Kurucu aileler Gürcistan toprakları içinde bulunan Ahıska’nın İriçala- Sülis- Gorze ve Lelvan köylerinden gelerek buraya yerleşmişlerdir. 1293 muhaciri olarak Viranşehir’e gelip yerleşen “Sevim“ ailesidir. Posoflu şair Erim’ i şöyle tarif etmektedir.
Erim’in etrafı meyveden meşe, Sığmazki kıymeti hayale düşe,
Yazı cennet sanki köşe be köşe, Tarihe vesika kalesi vardır.
- S E V İ M A İ L E S İ -
Bu aile, Ethem ve Hünkâr’dan türemedir. Uzun Halil eşi İhsan ve çocuk- ları Sultan ve Memet (Mamo ), kız kardeşi Hava, 1293 muhaciri olarak diğer yöre insanları ile birlikte gelerek Viranşehir’e yerleşmiştir.
UZUN HALİL( 1854- ….) – Hakim dede ve Hünkar’dan olma İHSAN ile olan beraberliğinden Sultan ve Memet dünyaya gelmiştir. S U L T A N ( 1874- 1918 )- Hiç evlenmedi. MEMET (Mamo) ( 1874- 1918 ) – İlk evliliğini Nusret ile yaptı. Bu beraberlikten, Ethem (1900-1918) dünyaya geldi. Genç yaşta vefat etti. Memet (Mamo), ikinci evliliğini Abdülkadir ve Zeliha kızı Pembe ile yaptı. Bu evlilikten de Emine- İsmail Hakkı ve Yeter dünyaya geldiler.
1-E M İ N E ( 1904- ….)- 1924 yılında Ömer Okçu ile yaptığı evlilikten; Murat- Seyfi ve Şinasi dünyaya gelmişlerdir. ( Geniş bilgi “ Okçu “ ailesinde)
2-İSMAİL H A K K I(Çavuş) (1919- 1981 )- İlk evliliğini Şakir Aydoğan’ın kızı Feride ile, ikinci evliliğini Şevki Erdoğan’ın kızı Mintaha ile yapmış, bu evlilikleri uzun sürmemiş ve her iki evlilikten de çocukları olmamıştır. İsmail Hakkı üçüncü evliliğini 1939 yılında Vahide ile yapmış ve evlilikten Suat- Sebahat- Nebahat ve Nezahat dünyaya gelmişlerdir. İsmail Hakkı; aydın ileri görüşlü ve ilklerin adamı olarak ilçede kendini kanıtlamıştır. İlçenin ilk şoför-lerinden olarak ilk makine onunla boy göstermiştir. Her şeyden anlayan ve bilen birisi olarak tanınmıştır. İlçeye ilk sinema onun ile girmiş ve uzun süre devam ettirilmiştir. Kendisini tanıma fırsatım oldu. Olgun, kişilikli ve hatırı sayılır bir kişi olarak daima akıllarda kalmayı başarabilmiştir.
Suat SEVİM ( 1947- ….)- Belli bir süre babasının mesleği sinemacılığa, bila-hare şoför olarak taksi işletmeciliğine devam etti. Bir ara Esnaf- Kefalet Koo-peratif başkanlığı yaptı. Kendisini dürüst, iyi bir dost ve güvenilir bir insan ola-rak tanırım. Uzun süredir Adanada ikamet etmektedir. Nesrin ile olan beraber-liğinden; 1-Berna(1971-…) Rontgen teknisyeni 2- Atalay (1972-…) Esnaf. 3- Belma (1975-…) Hemşire. 4- Selda (1982-…) Öğretmendir.
Sebahat ( 1950-…)- Tanıdığım kadarı ile halim selim, terbiyeli ve olgun bir hanımdır. Şinasi Okçu ile olan beraberliğinden; Anıl ve Emine dünyaya gel-miştir. ( Geniş bilgi “ O kçu “ ailesindedir )
Nebahat ( 1953- …)- Tanıdığım kadarı ile iyi ve yararlı bir öğretmen arka-daşımızdır. Yine Öğretmen olan Hasan Karabay ile olan beraberliğinden; Gözde ( Esnaf)- Özlem (Öğrenci)- ve Özgür ( Öğrenci) dünyaya gelmişlerdir.
Nezahat ( 1955- … )- Öğretmenlik mesleğine yakışan ve onu gereği gibi yapmaya çalışan bir melektaşımızdır. Yaşar Sucu ile olan beraberliğinden, Ekin ve Bilgesu dünyaya gelmişlerdir.
3- Y E T E R - Mahmut Doğan ile 1945 yılında yapmış olduğu evlilikten; Turgut ( Em.Polis )- Talat ( Em. Memur )- Hatice ( Em. Öğretmen.) ve Sevgi (Ev Kadını) dünyaya gelmişlerdir. (Geniş bilgi “ Doğan “ ailesindedir.)
- G Ü R C İ S T A N ‘ dan G E L E N L E R
Gürcistan, Kafkas’larda bizim kuzey-doğu komşumuz olan bir devlettir. Bu ülkede hali hazırda, çoğunluğu Hıristiyan, bir kısmı da Müslüman ya da farklı din ve inançlardan oluşan Gürcü’ler yaşam sürmektedir. Çok daha önceleri, ta- mamen Hıristiyan olan bu ülke, Orta Asya’dan gelen Türk asıllı İskit, Kimmer ve daha sonra Kıpçak’ların hakimiyeti altına girmiş, başlarda ilahi bir dine men- sup olmayan bu insanlar, İslâmiyet’in doğuşu ile birlikte Arap-Müslüman ordu-larının saldırısına uğramaya başlamış ve Müslümanlığı benimsemeleri istenmiş-tir. Ancak, şiddetle karşı konulmuştur. Bu sefer gönül insanları vasıtasiyle yu-muşak girişimlerde bulunulmuş, bu girişim karşılık bulmuş ve bundan sonra İslâmiyet, Anadolu’dan önce buralarda yoğun bir şekilde yaşanmaya başlan-mıştır. Daha sonraları Anadolu’nun, yine Orta Asya’dan gelen Türk asıllı kabi-lelerce kademe kademe istilası, önceleri Selçuklu daha sonraları Osmanlı Devle-tinin egemen olmasiyle birlikte İslâmiyet, hem Türkler arasında hem de Hıris-tiyanlarca, insanlara olumlu yaklaşımı ve özelliklerinden dolayı yayılmaya baş-lamıştır.
Osmanlı Devletinin güçlenmesi ile birlikte, Anadolu’nun her karış toprağı Os- manlı egemenliğine girdikten başka, üç kıtada yayılmaya başlamıştır. III.Murat zamanında, doğu seraskeri Lala Mustafa Paşa’nın fetihleri ile Gürcistan toprak- ları da artık Osmanlı topraklarına katılmıştır. Daha sonraları Osmanlı’nın güç kaybetmesi ve buna karşılık Rusya’nın güçlenmesi üzerine, bu topraklarda yaşa- yan Türk asıllı insanlar, Rusların baskı ve tecavüzlerine devamlı maruz kalmış, bir kısmı öldürülmüş, bir kısmı Sibirya içlerine sürülmüş, canını kurtaran insan- lar da, Batum, Acara, Cağısman(Entel) ve Ahıska eyaletlerinden; kimileri kayık ya da basit gemilerle denizden, kimileri de kara yolu ile Osmanlı’nın egemen olduğu topraklara sığınmaya başlamışlardır. Bu hengamede gerek deniz ve ge- rekse kara yolculuğunda büyük kayıplar yaşanmıştır. Sonuçta Osmanlı toprak- larına kapağı atan insanlar buralarda da huzur bulamamışlar, zira, Rus mezalimi devam etmektedir. 1293 Osmanlı –Rus Harbi sonunda, doğu ve batıda, Osmanlı topraklarının Ayastefanos Antlaşması ile Rusların egemenliğine geçmesi ile bir-likte, İstik, Kimmer ve Kıpçak kökünden gelen Laz -Çerkez – Gagavuz, Çeçen, Gürcü gibi Türk asıllı ve Müslümanlığı benimsemiş insanlar, Ruslardan uzaklaş-mak adına Anadolu’nun içlerine doğru göç etmeye başlamışlardır. Bunlardan bir bölümü de, şu anda yaşanmakta olan eski adları ile Subadra- Gülşehir- Viran-şehir ve daha sonra Doğanşehir adını alacak olan bu yöreye yerleşmişlerdir. Buraya yerleşen muhacirler; önceleri Gürcistan’ın Batum, Acara, Cağısman ve genellikle de Ahıska yöresi insanlarıdır. Doğanşehir muhacirlerinin büyük bir bölümünün Ahıska kökenli olması münasebetiyle, ora hakkında biraz malümat toplamak gereği hasıl olmuştur. En sağlam kaynak da Evliya Çelebi’nin seya-hatnamesidir. Asıl adı Ahısta olup, etraftaki kavimlerce Ahırkaska, Akıska ola-rak dillendirilmiştir. Şerefname tarihine göre; Emevi Hişam, Şam’dan büyük bir ordu ile kalkarak, Halep, Ayıntap, Maraş, Malatya, Diyarbekir, Erzurum ve daha birçok kaleleri fethederek, Gürcistan topraklarına girip Ahıska kalesini ele geçirmiştir. Hişam, merkezi Şam’a dönünce, Gürcüler azıtarak, itaatten ve İs-lâmlıktan tamamen çıkmışlardır. Daha sonra, Karakoyunlu Yusuf buraları zapt-etmiş, Timur’un ortaya çıkmasiyle, Yıldırım Beyazıt’a sığınmıştır. Kale, sonra-ları Uzun Hasan’a kalmış, Timur’un üzerine yürümesiyle af diliyerek yağmalan-maktan kurtulmuştur.
Daha sonraları Şah İsmail, bütün Gürcistan topraklarını ve daha birçok Osman- lı vilayetlerini ele geçirip ta Sivas’a dayanmıştır. Bunun üzerine o zamanın Os- manlı padişahı Yavuz Sultan Selim, Çıldır Sahrasında Şah İsmail’i bozguna uğ- rattı. Şah kaçarak canını zor kurtardı. Bu muhabereden sonra, Selim Han, bütün Gürcistan topraklarını emri altına alarak, Çıldır adında büyük bir eyalet haline getirdi. Çıldır Eyaletine bağlı Sancaklar: Oltu, Hartiz, Ardanuç, Ahıska, Livane ve Şavşattır. Bunlar yurtluk ve ocaklık olup, mülkiyet üzere idare edildiler.
- K A B A A İ L E S İ –
Bu aile, Gürcistan’ın bir zamanlar Osmanlı’nın elinde olan en büyük ve önemli liman şehri Batum’dan gelmedir. HASAN ve GÜLENDAM’dan türeme-dir. Bu beraberlikten; Gülperi(1883-1956) ve Memet dünyaya gelmiştir.
GÜLPERİ – Molla Rafet Doğan ile olan evliliğinden; Emine(1905-…)- Rabia (1906-…) ve (Muhtar) Ziya Doğan(1919…) dünyaya gelmiştir. Molla Rafet’in ilk eşi Nanoş’tan da; Nazmi(1891-…)- Mustafa Ağa(1899-…) ve Hacı Sadık (1903- …)olmak üzere üç oğlu daha vardır. (Geniş bilgi “ Doğan” ailesinde.)
MEMET KABA – İlçede Muhacir Dayı diye tanınmıştır. İlçenin en renkli kişi- lerindendir. İri yapılı, güler yüzlü, nüktedan birisi idi. Uzun süre eniştesi Molla Refet’in oğlu Mustafa Ağa’ya, birkaç arkadaşı ile fedailik yapmış, bu uğurda bir çok gayr-i meşru işlere bulaşmıştır. Bunlardan bazılarına burada yer vermek isterim. Tabiiki bu olanlara şahit olmuşluğum yoktur. Anlatılanlardan hareketle ifade etmeye çalışacağım.
“ Mustafa Ağa bir gün Gölbaşı Ağa’sının evine misafir olur. Döndüğünde Ağa’nın çok güzel bir atı olduğunu ve onda gözünün kaldığını ima eder. Bunu duyan Muhacir dayı, ağaya yaranmak adına hemen harekete geçer. Bir kaç arka- daşı ile birlikte Gölbaşı’na varırlar. Uygun bir zamanda ağa’nın atını çalarak, getirip Mustafa Ağa’nın ağıl’ına bağlarlar. Mustafa Ağa atı görünce sevinir. Diğer taraftan atı çalınmış olan Gölbaşı Ağası çılgına döner. Adamlarına emirler yağdırır. “ Gidin, çabuk benim atımı bulup getirin!..” Adamlar yola düşerler. İz sürerek Doğanşehir’e kadar gelirler. İz, Mustafa Ağa’nın evinde noktalanmak tadır. Bir adamlarını ahır’ın kapısına, atın dışarı çıkarılıp kaçırılmaması için nö-betçi diker ve diğerleri ağa’nın kapısını çalarlar. Mustafa Ağa durumdan ha- berdardır. Kapıyı nezaketle açar ve gelenleri içeri buyur eder. Adamlar “ Bizim ağa’nın atı senin ahırda. İz sürerek buraya kadar geldik. Hiç kuşkumuz yok, ağamızın atı senin ahırda ağa. Çabuk atı çıkar ki götürelim.Yoksa bizim ağa derilerimizi yüzer Maazallah!”derler. Mustafa Ağa, gayet sakin ve nezaket içeri- sinde “ Hele buyurun ağalar, bir soluklanın. Karınlarınız acıkmış ve yorulmuş- sunuzdur. Hele bir karınlarınızı doyurun, biraz istirahat edin, sonra ineriz ahıra bakarız. Şayet at içerde ise alır götürürsünüz.” der… Gerçekten hem yorgun düşmüşler, hem de acıkmışlardır. Teklifi olumlu karşılarlar. Zaten ahırın kapı- sının önünde bir adamları da nöbet tutmaktadır. Bir endişeye mahal yoktur- dur.Yemekler yenir, içkiler içilirken, Mustafa Ağa bir fırsatını bularak Muhacir dayıya sessizce “ Git hemen arkadaşlarınla, ahırın arka duvarını sessizce delin, atı oradan dışarı çıkarın, sonra da deliği kapatın”der… Bu işlem, sessizce hal-ledilir. Ne ise, adamlar yeyip içtikten ve biraz da dinlenditen sonra “Ağa artık bize müsaade. Atı alıp gidelim, ağamız şimdi merak içindedir.” derler. Mustafa Ağa, “ Vallaha siz bilirsiniz” diyerek hep birlikte kalkar aşağı ahıra inerler. Ka-pısını açıp içeri girdiklerinde, ahır bomboştur. İçeride ne bir at, ne de herhangi bir hayvan yokturdur. Adamlar şaşkınlık içerisinde birbirlerine bakarlar. Nöbet-çiye dönerek “ Sen hiç buradan ayrıldın mı?” diye sorarlar. Nöbetçi yemin billah ederek, hiçbir yere ayrılmadığını ve yerinden bile kıpırdamadığını söyler. Mus-tafa Ağa, “Ağalar görüyorsunuz işte. İçeride at mat yok, demekki yanılmışsınız. Ağanıza selamlarımı iletin!” der. Ve adamlar süklüm püklüm bir vaziyette “Biz ağaya şimdi ne cevap vereceğiz ”diyerek gayet üzgün ve canları sıkkın bir şe-kilde Gölbaşı’ nın yolunu tutarlar….
Yine bir zaman, Mustafa Ağa, Muhacir dayı ve arkadaşlarını Suriye Halep’ ten bir şeyler alıp gelmeleri için görevlendirir. Ve hemen yola koyulurlar. Ha- lep’ten siparişleri alıp dönerlerken, bir grup insana rastlarlar. Tüfeklerini bir yere çatmış ve sofraya oturmuşlardır. Onlar da belliki Halep’ten bir şeyler alıp dön- mekteler. Bizimkileri yemeğe davet ederler. Bizimkilerin aklından hemen şey- tanca bir fikir geçer. “ Silahları nasılsa çatılı vaziyette. Bunları darp edelim. Ye- meklerini bir güzelce yiyelim. Silahlarını ve malzemelerini de alıp sıvışalım” diye planlarını uygulamaya koyulurlar. Hemen silahlarını doğrultup, onları etkisiz hale getirdikten sonra, hepsini iplerle ağaca bağlayıp, hazır ettikleri yiye-cekleri onların gözleri önünde afiyetle yerler, silah ve malzemelerini de alıp yola keyifle koyulurlar. İplerden kendilerini kurtarıp ki bunlar Gölbaşının ağa’sının adamlarıdır, ağalarına koşup durumu açıklarlar. Ağa hiddetlenerek “ Ben sizleri bu hallere düşesiniz diye mi besliyorum. Bunları yapsa yapsa Mustafa Ağa’nın adamları yapmıştır. Çabuk gidin onları yakalayın, onlara derslerini verin ve elle-rinde ne varsa alın getirin.” der. Ağa’nın adamları hemen yola koyulur ve Viran-şehir’e henüz kavuşmadan bizimkileri kıstırırlar. Ellerinde ne varsa, Mustafa Ağa’nın siparişleri de dahil alırlar. Hatta tüm giysilerini soyarak çırılçıplak ortalıkta bırakıp, Gölbaşı’na tekrar dönerler. Bizim kafadarlar, bu durumda ne yapacaklarını şaşırırlar. Bu vaziyette eve nasıl dönecekler, önemlisi ağa’ya nasıl hesap verecekler?... İnsanların gözüne gözükmeden, saklanaraktan eve gelirler. Ağa’nın korkusundan birkaç gün dışarı çıkamazlar. Ama ne zamana kadar?.. Nihayet ağa’nın huzuruna çıkıp, her şeyi birbir anlatırlar.Tabii ki ağa sinirlenir. “ Ben anlamam, benim siparişlerimi nasıl kaptırdı iseniz, alıp geleceksiniz!... Ben onu, bunu bilmem, tamam mı?” der.
Mustafa Ağa, Gölbaşı’nın ağasına, özür ve üzüntülerini bildiren bir mektup yazar, siparişlerinin iadesini ister. Bizim kafadarlar, ezile-büzüle Gölbaşı Ağa’ sının huzuruna çıkarak, ağalarının yazdığı mektubu uzatırlar. Ağa mektubu açar okur, kaşlarını çatarak “ Bir daha sizleri bu topraklarda görmiyeceğim”, diyerek tehdit eder ve Mustafa Ağa’ya ait olan eşyaları vererek onları postalar..
Muhacir dayı ve arkadaşları, Mustafa Ağa’nın sadık adamlarıdırlar. Onun bir dediğini iki etmemektedirler. Hatta aklından geçenleri bile okumaktadırlar.Ve aynı zamanda ondan çok da korkmaktadırlar. Ona yaranmak için her şeyi göze alabilmektedirler. Yine bir gün ağa atı ile, etrafı bir kolaçan ettikten sonra eve döndüğünde “ Bu gün falan köyde, falanın öküzlerini gördüm. Ama ne öküz-lerdi. Hayran kaldım ”der. Bunu bir ihbar kabul eden ve emir telakki eden Mu-hacir dayı ve arkadaşları, ağayı mutlu etmek adına hemen harekete geçerler. Bahsi edilen köye gidip şahsa misafir olurlar. Köylü, ağanın adamları olduk-larını anladığı bu kişilere izzet-ikramlarda bulunur.Yedirir, içirir ve yataklarını da sererek istirahatlarını temin eder. Kendisi de uykuya dalar. Gecenin bir vakti, Muhacir dayı ve adamları, sessizce ahıra inip bahsi edilen öküzleri çıkarıp, yola revan olurlar. Ve öküzleri getirip ağa’nın ağılına bağlarlar. Ağa sabah uyanıp öküzleri ağılda görünce şaşırır. Hemen Muhacir dayıyı çağırır. “ Siz ki bu öküz-leri alıp geldiniz o ki, bu adam sizleri tanımaz mı, sizlerin, öküzleri götürdü-ğünüzü anlamaz mı ve buraya gelip beni sıkıntıya sokmaz mı? Çabuk alın götü-rün bu öküzleri buradan ve kaybedin!..” Bunun üzerine Muhacir dayı ve adam-ları öküzleri Akçadağ’a götürüp pazarda satarlar ve dönerler.
Dostları ilə paylaş: |