Diğer taraftan, köylü uyandığında misafirlerin yataklarında olmadıklarını fark eder. Merakla dışarı çıkar, etrafa bakar kimsecikler yok. “ Allah Allah, bu adam- lar nereye giderler?” diyerek ahıra yönelir. Ahırın kapısı açıktır. Merakla içeri girdiğinde, o güzelim öküzlerinin orada olmadıklarını görür ve adeta beyninden vurulmuşa döner.Telaşla sağa-sola koşuşur. Yok, yok, yok!... Öküzler ve de mi-safirler sırra kadem basmışlardır. Öküzlerin, ağanın adamları tarafından kaçırılıp götürüldüğüne kanaat getirir. Başka da bir ihtimal aklına gelmez. Herşey apaçık ortadır. Hemen telaşla yola koyulur ve kasabaya gelerek ağa’nın kapısını çalar. Mustafa Ağa, köylüyü güler yüz ve nezaketle karşılar ve içeri buyur eder. Köylünün ne maksatla geldiğinin farkındadır ama belli etmemeye çalışarak “Buyur ağa, bir sıkıntın mı var?” sözü üzerine, köylü üzgün ve bitkin bir vazi-yette olanları anlatır. Bunun üzerine ağa, Muhacir dayı ve adamlarını çağırır. Köylüye dönerek: “ Senin öküzleri bunlar mı çaldı diyorsun?” Köylü, “ He ağam bunlar! Akşam bana misafir oldular. Sabah kalktım ki ne misafirler, ne de öküzler vardı ortalıkta. Bunlardan başkası olamaz ağam”... Ağa hiddetlenmiştir. “Söyleyin bakayım, bu garibanın öküzlerini siz mi çaldınız?..” diyerek girişir bunlara!.. “Ağam Vallaha, Billaha bizim habarımız yok öküzlerden. Biz ona mi-safir olduk doğru. Ancak, sabah erkenden kalkıp çıktık oradan” der ağanın adamları. Ağa, bu sefer köylüye dönerek “ Bak, biz çalmadık diyorlar. Başka bir şahidin falan var mı?... Ama sen gönlünü serin tut. Ben olayı takip edeceğim. Mutlaka bir yerlerden çıkar kokusu. Sen şimdi, doğru evine git. Herhangi bir durum olursa seni haberdar ederim.” der. Köylü üzgün ve moralsiz bir vaziyette köyün yolunu tutar. Ama, öküzleri de gözünün önünden hiç gitmez.
Aradan bir zaman geçtikten sonra, ağa’dan bir haber çıkmayınca, köylü yine ağa’nın huzuruna çıkar. “ N’oldu ağa, yok mu bi haber?.. Elim kolum bağlı dururum uzun zamandır. Ben öküzlerim olmadan ne yaparım? der, biraz da sitem ederek. Ve devamla “ Bu öküzleri senin adamlarından başka kimse götü- remez, verin benim öküzlerimi! diyerek ayak diretir. Ağa bu durum karşısında hiddetlenerek: “ Ne yani, senin öküzlerini ben mi çaldım. Beni hırsızlıkla mı itham ediyorsun?” diyerek köylüye bir tokat atar. Köylü, giden öküzlerine mi yansın, yoksa yediği tokata mı!... Gayet üzgün ve umutsuzca “ Öküzlerimi ça-lanlar Allah’tan bulsunlar!..” diyerek köyünün yolunu tutar.
O dönemler, ağalık hükümranlığı ülke çapında yaygındır. Ama zamanla bu özellikler kaybolmaya başlar. Bu durum karşısında ağalar; kendi himayelerin- deki fedailik yapan insanalara “ Öküz öldü, ortaklık bitti” dercesine bu insanlara yol vermişlerdir. Her fedai gibi işsiz kalan bizim muhacir dayı da Gölbaşı’nın bir köyünde cami imamı olarak görev yapmaya başlar. Ama, bir yandan da Gölbaşı’nın ağası’na görünmemeye çalışır. Çünkü zamanında ağa’ya birçok defalar zarar vermiştir. Bu durumunu bilen eşi Emine, kendisine rahatsızlık ver-diğinde “ Baak, ağa’ya söylerim ha!” diyerek kendisini tehdit eder, o da “Aman gurban Emine, sakın ha, ne dersen, nasıl istersen öyle olurum. Yeter ki beni ağa’ya söyleme. Şimdi yalnız başıma ne yaparım?” der.
Muhacir dayı Gölbaşındaki görevini tamamlamış, tekrardan Doğanşehir’e dönmek hasıl olmuştur. Aslında Gölbaşı’nın ağasından çekinmektedir. Önünde sonunda ağa benim varlığımdan haberdar olur ve bana hayatı zindan eder diye düşünmektedir. Ev eşyasının nakli söz konusudur. Bu işi de Muça Memet’in oğ-lu Hacı üslenmiştir. Bundan sonrasını ondan dinleyelim.
“ Arabaya, muhacir dayının eşyalarını yükledik. Ben muhacir dayıya: “ Dayı sen bir süre arabada otur. Benim biraz işim var, onu görüp geleyim de yola koyula- lım” dedim. Ben arabanın yanından ayrıldıktan sonra muhacir dayının kolu kor- naya değmiş. Korna çalınca da muhacir dayı “ Ulan bu zıkkım olaki sinirlenmiş ola da hareket edip bizi yardan aşağı atmaya “ diye çok korkmuş. Ben arabaya gelip binince muhacir dayı derin bir nefes aldı. “ Ola Muça’nın oğli, helaki gal- dın da beni sıkıntıdan gurtardın. Sandım ki hareket edecağ da bir yerlere tosla- yacak” dedi. Ben de: “ Heç merak etme dayı ben arabanın içinde iken hiçbir şeycikler olmaz” dedim. Ne ise arabayı hareket ettirdim ve yola koyulduk. Mu- hacir dayının keyfi yerine gelmiş, hafiften de bir türkü mırıldanmakta. İlçeye girdik, tam mezarlığın önünden geçerken, bana hayran hayran baktıktan sonra, başını çıkarıp mezarlığa öte şunları söyledi: “ Ola Muça Memmet, ola Muça Memmet ! hele mezardan başını galdır da bahki oğlunda na marifetler varımiş…
Muhacir dayı, her ne kadar bazı gereksiz yanlış işler yapmışsa da, aslında çok saf ve hoş sohbet bir insandır.Yaptığı yanlış işleri de Ağa memnun olsun diye yapmıştır.Yoksa kötü bir niyeti yokturdur. Muhacir dayı ile ilgili o kadar çok hikaye dinlemişimdir ki, onları anlatmaya sayfalar yetmez. Olmaz sa birkaç ta-nesini daha anlatalım.
Muhacir dayı(Memet Kaba) birkaç muhacir arkadaşı ile, bir kasabada yapılan güreşleri izlemektedirler. Bir süre sonra, oranın yerlileri, garip gördükleri bizim- lere güreş teklifinde bulunurlar. Bizimkilerin hiçbiri güreşten anlamamaktadır. Oradakilere yok demek de işlerine gelmediğinden “ Biz öyle rast gele herkesle güreş tutmayız, bizim karşımıza çıkacak pehlivanın çok iddialı olması lazım. Ama, isterseniz (Muhacir dayıyı göstererek) bu adamımız çıksın ortaya ki, o bizlerin en az güreş bilenimizdir. Şayet onu yenerseniz, o zaman biz de çıkarız meydana” diyerek Muhacir dayıya soyunmasını söylerler. Muhacir dayı saf adam, hemen soyunup çıkar meydana. Muhacir dayı iri yapılı, adeta bir insan azmanıdır. Meydanda dolanmaya başlar. Hiç kimse onunla güreşmeye cesaret gösteremez.Ve böylece bizimkiler vartayı atlatmış olurlar…
Muhacir dayı Adana’dadır. İş bulmak umudu ile işçi pazarına uğrar. Bir iş sahibi, birkaç kişiyi, bu arada iri yapısından dolayı Muhacir dayıyı da katar önüne ve eve getirir.Yukarıdaki hanımına bağırır: “ Hanım, bak çalışacak işçileri getirdim. Hepsi de seçme Maşallah. Evin hanımı dışarı çıkar, işçilere şöyle bir bakar ve Muhacir dayıyı göstererek: “ Şu adamı koy ver gitsin, diğerleri hemen işe başlasın”der. Evin beyi hemen atılır: “ Hanım sen ne yaparsın? En babayiğit olanı istemezsin! der. Hanım “ Bey, bey! bu adam iyi çalışan biri olsa idi, böy-lesine irileşirmiydi?... Muhacir dayı bu durumu, sonradan arkadaşlarına anla-tırken: “Yahu, gari nassın da bildi, benim işe yaramayacağımı!” demiş ve gülüş-müşlerdir.
Muhacir Dayı(Memet Kaba), Bilgili ailesinden Ali Efendinin kızı Emine(1901-…)ile evlilik yapmış, ancak çocukları olmamıştır.Yaşlanınca eli iş tutmaz ol- muştur. Eşi de ölünce, çocukları da zaten olmamıştır ve ortada kalmıştır.Yeğeni Servet Özbey, onu Adana’daki Yaşlılar Yurdu’na yatırmış, ancak hayata fazla direnemeyerek orada vefat etmiştir.
-RECEP OĞULLARI-
Bu ailenin, nasıl ve ne sebeple yurtlarını terk ettikleri, daha önce ilginç bir hikaye ile anlatılmıştı. Bu aile önceleri, Gürcistanda Cağısman’a bağlı “Entel” köyünde yaşamakta iken, özellikle Kırım Harbi sonunda artan Rus zulmüne dayanamayarak, bulundukları yerleri terkedip Posof’ un “ Yeni Köy” üne yerleş- mişlerdi. Bilindiği üzere, Kırım Harbinde Fransız ve İngilizler, Osmanlı’nın yanında Ruslarla savaşmışlar, onların maddi ve manevi yardımları sayesinde Ruslara ağır bir yenilgi tattırılmıştı. Fransız ve İngilizler, neden Osmanlıya yar-dımda bulunmuşlardı?.. Ruslar son zamanlarda, eski gücünü çoktan kaybetmiş olan Osmanlıyı ilk olarak I. Abdülhamit zamanında mağlup etmiş, Küçük Kay-narca Antlaşması büyük kazanımlar elde etmiş, ikinci olarak; II.Mahmut zama-nında yine mağlup ederek, yapılan Edirne Antlaşmasiyle de yine önemli haklar elde etmişlerdi. Rusların durmadan Osmanlıya saldırıp, onu mağlup ederek bü-yük kazanımlar elde etmesi ve çok güçlü hale gelmesi, Fransız ve İngilizleri korkutmuş ve endişelendirmişti. Zira büyük Osmanlı topraklarında onların da gözleri vardı. Osmanlıyı tek başına Ruslara yedirmek istememektedirler. Şayet Ruslar Osmanlı topraklarına tamamen hakim olduklarında, boğazlar vasıtasiyle Okyanuslara açılacak, bütün ticaret yollarını keseceklerdi. Bu durum onların hiç de işlerine gelmiyor, güçlü bir Rusya’dan ziyade, güçsüz bir Osmanlı’nın varlı-ğının devam etmesinden yana idi. Bu sebepten ötürü osmanlı’ya destek olmuş-lar ve Ruslara da bir bakıma gözdağı vermişlerdi.
Recep ve çocukları, babası Halil Ağa’nın, yöre beyine yapmış olduğu kaba ve çirkin hareketinden dolayı kendisini evden kovması üzerine, köyü ve ailesini terk etmek zorunda kalmıştı. Bilahare vukubulan 1293 Harbi sonucunda, bulun- dukları toprakların da Rusların eline geçmesi üzerine, o yörede yaşayan diğer muhacirlerle birlikte Viranşehir’e gelip yerleşmilerdir.
Recep ve Peruze’den türemiş olan aile, “Entelli” ler diye anılmıştır. Soyadı ka-nunun kabülü ile birlikte “ Yılmaz” ve “ Armağan “ soyadını kullanır olmuş- lardır. Recep ve Peruze beraberliğinden ; 1) Şakir 2) Hacı Mevlüt 3) İbrahim 4)Emin 5) Hayati olmuştur.
-1)ŞAKİR (1864-1910)- İbrahim Ağa ve Elmas’tan olma Altun (1871-….) ile olan evliliğinden; Hasan(Topal) dünyaya gelmiştir. Aile bundan sonra “YIL- MAZ” soyadını kullanmaya başlamıştır. Şakir, güçlü kuvvetli ve cesur bir kaba- dayı idi. Nahiye müdürü Molla Refet’in ve gerekli durumlarda Elbistan beyinin fedailiğini yapardı. Elbistan beyi ihtiyaç duyduğunda Viranşehir’e haber salar, Şakir ve kendi gibi cesur ve güçlü arkadaşları (Mehmet Kaba, Rıfat Özbey, Peh-lül Pehlivan v.s.) ile soluğu beyin yanında alırlardı.
Bir gün evinin önünde otururken, birden Hurşit Güler çıka gelir. Hurşit çok iri yapılı ve çok güçlü birisidir. Karşılıklı selamlaştıktan sonra, Hurşit Şakir’e: “ Evin duvarlarını çıktık, üzerini örtmek için kalın bir hezene ihtiyaç var. Gör-düm ki sizin evin önünde kalın bir ardıç hezeni boşuna orada durmakta. Bu hezeni bana satar mısın?” diye sorar. Şakir, bir Hurşit’e, bir de ayağındaki yeni kırmızı yemenilere bakar ve “Ola Hurşit, gel saninle bir anlaşma yapalım. Şayet sen bu hezani tek başına omuzlar ve hiç dinlenmeden evine kadar götürürsen, anamın sütü gibi helal olsun. Senden para pul istemem. Ve şayet, buna muvaf-fak olamazsan, ayağındaki kırmızı yemenilerini alırım, tamam mı? der. Hurşit kabul eder. Şakir, yapılan anlaşmadan memnundur. Zira, Hurşit her ne kadar iri yapılı ve güçlü ise de, beş kişinin yerinden kaldıramayacağı hezeni alıp götüre-meyeceğinden emindir. Ancak, gördüğü karşısında dona kalmıştır. Hurşit, heze-ni sırtladığı gibi alıp götürmüştür, hemi de hiç duraksamadan, dinlenmeden…
Şakir ile ilgili diğer bir anı da şöyle gelişmiştir. Özbey ailesinden Rıfat ile çok sıkı bir dostluğu vardır. Aralarından su sızmamakta ve devamlı her konuda bir- likte hareket etmektedirler. Bir gün Rıfat, yağmurlu ve serin bir havada, ata bi-nip uzun süre koşturur. Eve döndüğünde, atın yorgun ve terli halini gören büyük ağabey Süleyman, Rıfat’ı sert bir şekilde azarlar. “ Bu serin havada at bu kadar koşturulur terletilir mi, hasta olmaz mı bu at?” diye. Bu duruma çok bozulan Rıfat, kendine ait özel eşyalarını kankası Şakir’e vererek, Şakir’in mani olmaya çalışmasına rağmen, Adana’ya gider. Uzun bir süre Rıfat’tan bir haber alama- yan Şakir, bir gün acı haberi alarak adeta yıkılır. Rıfat’ın kaldığı ev kundak- lanmış ve Rıfat evi ile birlikte yanmış ve hayatını kaybetmiştir.. Arkadaşına çok üzülen Şakir de henüz genç yaşta (46) Hak’kın rahmetine kavuşmuştur.
HASAN YILMAZ(1899-1980)- Babası Şakir’in genç yaşta ölümü üzerine, ye- tim kalan Hasan, çocuğu olmayan amcası Hacı Mevlüt’ün himayesinde büyü- müştür. Kendisini çocukluğumda tanıma fırsatı buldum. Tanıdığım kadarı ile güler yüzlü, hoş sohbet ve akrabalarına düşkün biri idi.
İstiklal Harbine katılmış, Amasya’da, harpte yaralanmış olan Viranşehir muha- cirlerinden Mustafa Şahin’i hastanede ziyaret etmiş ve onun, “Keşke çabuk iyi- leşsem de düşmanların canına okusam” sözlerinden çok etkilenmiştir. Çeşitli köylerde cami imamlığı yapan Hasan, aksak olduğundan “Topal Hasan Hoca” olarak anılmıştır. Hasan Yılmaz ilk evliliğini Küçük Hafız’ın kızı ile yapmış bu evlilikten çocukları olmamıştır. İkinci evliliğini amcası İbrahim’in kızı Zekiye (1898-1942) ile yapmış, bu beraberlikten; 1-ÜMMİ (1918-…)- Lavke Hacı Dursun ile evlenmiş, çocukları olmamıştır. 2- ELMAS (1919-….)- Şu anda 95 yaşında, ve hala dinç ve aklı başındadır. Çok saygı değer bir insan olup, başta akrabaları olmak üzere, herkese karşı çok iyi niyetlidir ve sevgi doludur. Memet Hazer ile olan beraberliğinden; Mustafa- Faruk- Özcan- Naciye- Nuran ve Solmaz dünyaya gelmişlerdir. ( Geniş bilgi “ Hazer “ ailesindedir.) 3- ŞAKİR- Çocuk yaşta ölmüştür.
Hasan Yılmaz üçüncü evliliğini, Çolak İsa ve Mesude’den olma Hatice( 1905-1983) ile yapmış ve bu beraberlikten de;
I)NURİ YILMAZ(1931-….)- Bu araştırmayı yürütürken, bilgisinden en çok ya-rarlandığım kişidir. Yaşının bir hayli ileri olmasına rağmen çok sağlam bir hafı-za ve zekaya sahiptir. Kendisi ile iki ayrı bacının torunlarıyız. Diğer bacının to-runları da Remzi, Necmettin ve Naci’dir. Daha açık ifade ile Çiftçi Ahmet ve Makbule’den olma üç kız çocuğundan; Mesude, Nuri Yılmaz’ın- Fatma, Remzi Kaya’nın ve Sultan da benim ninemdir. Nuri Yılmaz; haraketli, çalışmayı, camız -tosun ve horoz dövüştürmeyi çok seven, para harcamayı sevmeyen bir yapı- dadır. Kendisi ile sohbet etmekten zevk aldığım bir yakın büyüğümdür. Hüseyin ve Ayşe Mutlu’dan olma Hediye ile olan beraberliğinden; 1)Orhan Yılmaz + Fatma = Çağrı ve Burak. 2)Hülya + Özcan Hazer = Zühal- Hilal- Nihan 3)Ulviye + Zeki Armağan = Barış. 4)Erhan Yılmaz + Gülgün = Tolga ve Tuna 5)Ayhan Yılmaz + Mebrure = Tilbe- Tuğçe- Nisanur. 6)Erkan Yılmaz + Fatma = Meltem- Melisa- Kerem. 7)Serkan Yılmaz + Süheyla = Furkan ve Ege.
Akrabalık ilişkilerimiz nedeni ile bu çocuklar başta Orhan, Ayhan ve Serkan Yılmaz olmak üzere ki (bunlarla devamlı birlikteliğimiz olmuştur) diğer bütün çocukları bizim aileye ve de çevreye karşı daima saygılı ve alakalı olmuşlardır.
II)NURİYE(1933-1942)- Çocuk yaşta ölmüştür. III)DURAN (1942-1949)- Çocuk yaşta ölmüştür. IV)MEDEHA (1947-…)- Nazım Özer ile olan beraber-liğinden; Halim-Selim ve Nazan olmuştur. Medeha, aklı başında, hamarat ve akaraba canlısıdır. V)VECEHA(1949-…)- Yaşar Yaman ile olan izdivacından ; Türkan- Şükran- Hakan- Gökhan olmuştur. (Geniş bilgi “ Yaman” ailesindedir.) -Veceha, son derece terbiyeli ve sakin tabiatlı biridir.
-II) HACI MEVLÜT- Recep Ağa Albayrak’ın dul kalan eşi Yeter ile olan evli- liğinden çocukları olmamıştır. Yeter tam 102 yaşında vefat etmiştir. Hacı Mev- lüt, deve sırtında gitmek suretiyle Hac farizasını yerine getirmiştir. Başkaca da bilgi yok. Küçük yaşta yetim kalan yeğeni Topal Hasan’a sahiplik etmiştir.
-III) İBRAHİM HOCA- İlk evliliğini Rukiye ile yapmış, bu beraberlik sonu- cunda, Fatma dünyaya gelmiştir. Fatma, Yerlikaya ailesinden Mustafa ile evlen- miş, bu beraberlikten, Rukiye (1906-1996) olmuş, o da Durak ailesinden Süley- man Olcay ile izdivaç yapmış, çocukları olmamıştır.
İbrahim Hoca ikinci evliliğini de Gülhanım ile yapmış, bu beraberlikten de; Rabia ve Zekiye dünyaya gelmişlerdir. Rabia, Hafız Hüseyin Tekin ile evlenmiş, bu beraberlikten; Ahmet ve Memet Tekin dünyaya gelmişlerdir. ( Geniş bilgi “ Tekin” ailesindedir.)- Zekiye ise Topal Hasan Yılmaz ile evlenmiş, bu evlilik-ten; Ümmi ve Elmas dünyaya gelmişlerdir. Ümmi, Lavke Hacı ile evlenmiş, çocukları olmamıştır. Elmas ise, Memet Hazer ile evlenmiş, bu evlilikten; Mus- tafa- Faruk- Özcan- Naciye- Nuran- Solmaz oldu.(Geniş bilgi “Hazer” ailesin- dedir.)
-IV) EMİN – Hüsne ile olan evliliğinden; 1-Memet (1881-1941) 2- Ahmet ve 3-Pembe dünyaya geldi. Bu beraberlikten oluşan aile, “ A R M A Ğ A N “ soyadını kullanmıştır.
I-MEMET ARMAĞAN (1881-1941)- İlk evliliğini Tekin ailesinden İsmail ve Sultan’dan olma Asya (1889-1936) ile yapmış, bu beraberlikten; Abdülkadir ve Cezmünür olmuştur. İkinci evliliğini ise Feyzullah ve Rabia kızı Miyase(1897-1969) ile yapmış, çocukları olmamıştır.
ABDÜLKADİR ARMAĞAN(1918-1995)- Entelli Kadir olarak anıldı. Çok yön- lü ve çok iyi bir insan olarak tanıdım kendisini. Hayatında hiç kimseyi incit- memiş, kendi halinde sessiz ve sakin bir hayat sürmüştür. Az konuşan, ancak çok şey anlatan ve anlatırken de çok düşündüren biridir. İnsanlara hiç belli et- meden takılır. Önceleri söylediklerinden bir mana çıkaramayan, ancak sonra- dan, sözleriyle ne demeye getirdiğini anlayan insanlar, “İlahi Kadir dayı” deme- den kendilerini alamazlardı. Nasrettin Hoca misali; insanları kırmadan hicveden, düşündüren ve sonunda da güldüren bir yapıdadır. Bütün bunları yaparken de oldukça ciddidir. Zaten onu ilginç kılan da bu özelliğidir…
Bir gün, aşiret köylülerinden biri kapısını çalar. Köylü: “ - Lo kadir, senin şu tar- layı bana ver de yarıya ekeyim” der. Kadir dayı da: “- Olur der. Yalnız bir şartım var, kabul edersen tarlayı veririm sana” der. Köylü kabul eder ve: “-Şartın ne, de hele?” diye sorar. Kadir dayı: “ - Bak der. İlk sene buğda ekeceksin, altı senin, üstü ise benim olacak. İkinci sene ise pancar ekeceksin, bu sefer altı be-nim, üstü ise senin olacak. Tamam mı?” Köylü tamam der ve evine yollanır. Gece olduğunda, köylü, bu anlaşmanın nasıl olacağı ile ilgili düşünmeye başlar. Birinci sene buğda ekeceğim, üstü Kadir’in olacak, altı ise benim. Yani Kadir buğdanın başağını alacak, bense sapını. İkinci yıl da pancar ekeceğim. Bu sefer de altını, yani pancarın kökünü o alacak, bana ise yaprağı kalacak. Sabaha kadar uyuyamayan köylü, hemen erkenden kalkıp Entelli Kadir’in kapısına dayanır. ” - Lo Kadir, sen beni kandırmışsın!.. Ben kabul etmiyorum bu anlaşmayı. İstemem senin tarlanı, marlanı” diyerek, kızgın bir şekilde orayı terkeder.
-Kadir dayı yine bir gün sağlık ocağına uğrar. Sıra kendisine geldiğinde doktor sorar: “-Emmi neyin var, şikayetin nedir ? Kadir dayı: “- Valaha dokdor beg, heç iştahım yok bu günlerde. Doktor:” Nasıl yani ? “ diye sorar. Kadir dayı hiç belirti vermeden: “ - Dokdor beg, inan olsun ki doyduktan sonra bir çocuk kadar bile bir şey yiyemiyorum” der. Doktor: “ - Emmi ben sana bir iştah şurubu yazayım. Onu içersen iştahın yerine gelir” der. Kadir dayı, hiç bozuntuya ver-meden: “ - Sağolasın doktor beg” diyerek, reçeteyi alır ve çıkar gider. Kısa bir zaman sonra doktor, yanındaki hemşireye: “ - Deminki emmi bana ne dediydi? Hemşire: “- Doyduktan sonra, bir çocuk kadar bile bir şey yiyemiyorum, dediy-di” der. Doktor: “ -Vay emmi vay, bizi nasıl da işlettin öyle!” diyerek gülüşürler.
- Kadir dayı bir gün hanımı ile sokakta yürürken, hızlı yürümesi için hanımına ikaz etmektedir. Hanımı ona yetişmek için büyük efor sarfetmektedir. Bu duru- ma şahit olan muhacir kesimden Ahmet Doğan: “- Ola kadir, nedir bu telaşın, nereye gidersiniz böyle?” diye sorunca, Kadir dayı başını sağa sola sallayarak: “ - Heç sorma Ahmet kardeş, ben bu karının elinde kaldım” der. Ahmet Doğan merakla: “- Hayrola neler oldu, ne istersin bu kadıncağızdan?” diye sorar. Ka-dir dayı devamla: “- Sen bilmezsin Ahmet kardeş. Bu kadın varya bu kadın!.. Şeker alırım, götürür çayın içine atar. Tuz alırım, götürür yemeğin içine atar. Gazyağı alırım, götürür şişe lambasına döker. Ben bu kadının elinden nere gidem, bana bir yol göster hele?”...
-Kadir dayı yine birgün, Vehbi Korkmaz’ın dükkanına uğrar ve 5 kg. kıska alır. “- Ola Vehbi, param yokki kıskanın parasını ödeyeyim. Sen bunu deftere yaz, yazın 5 kg kıskan için sana tamı tamamına 5 kg. soğan veririm inşallah” der. Vehbi Korkmaz, kadir dayıyı iyi tanıdığından bu külü yutmaz: “-Yağma yok öyle ! Bu şartla ben sana 5 kg. değil 5 gram bile kıska vermem arkadaş. Ya parasını şimdi verirsin, ya da yazın kıskanın sayısınca soğan isterim, der.
-Yine bir gün, terminal işleten ve Malatya-Adana, Mersin arası çalışan otobüsler bilet temin eden Vahit Doğan, acele acele bir yere gitmektedir. Kadir dayı arka-sından bağırır: “-Vahit Efendi, Vahit Efendi, az dur hele. Vahit Doğan ise: “- Kadir emmi işim çok acele, sonra görüşsek” der. Kadir dayı ısrarla: “ -Hele dur hele, hele dur hele.” diye ısrarla yineler. Vahit Doğan çaresiz kendisini bekler. Kadir dayı yanına geldiğinde: “-Nedir sıkıntın, niye beni yolumdan edersin, ne diyeceksen de benim acele işim var” der, canı sıkkın olarak. Kadir dayı bozuntuya vermeden ve ciddi bir şekilde: “- Vahit Efendi, Mızgıya gitmek isterim de, bir bilet veresin bana” der. Aslında sinirli bir yapısı olan Vahit Do-ğan: “- Ey ben sana ne diyem Kadir dayı! Sırf bunun için mi beni bunca zaman beklettin. Ne zamandan beri Mızgı’ya şehirler arası otobüs çalışıyor?... La havle çekerek işine koyulur. Kadir dayı ise hiçbir şey olmamışçasına sessiz ve sakin bir şekilde yoluna devam eder.
- Kadir dayı son zamanlarda gazcılıkla iştigal etti. Komşu çocuklarından birisi babası tarafından eline 5 lira sıkıştırılarak gazyağı alması için Kadir dayının dükkanına gönderilir. Elindeki kab 5 litreliktir. Gazyağının litresi de bir liradır. Yani elindeki 5 lira ile ancak 5 litre gazyağı alabilecektir. Ne ise dükkana varır. İsteğini söyler. Kadir dayı elindeki litreyi, gazyağını bulunduğu geniş yayvan kaba daldırır ve yüksek sesle biiir, çocuğun kabına dökerken ikii diyerek, kabı gazyağı ile doldurur. 5 litrelik kab, Kadir dayının sunumu ile 10 litre almıştır. Çocuk gazyağı dolu kabı alıp büyük bir sevinçle eve gelir. Heyecanla babasına “- Baba, baba! Senin verdiğin para ile ben 5 litre yerine tam 10 litre gazyağı aldım.” der. Babası: “- O nasılmış öyle. Bu kab 5 litreden fazla almaz ulan” diye azarlayınca, çocuk: “- Vallaha baba, iki gözüm önüme aksın ki 10 litre gazyağı aldım. Kadir dayı litreyi doldurup benim kabıma aktarırken 10’a kadar saydı” der. Sonuçta baba meseleyi anlar ve: “- Oğlum, Kadir dayı seni işletmiş, işlet-miş. Hiç 5 liraya litresi bir liradan 10 litre gazyağı verilir mi? der …
Abdülkadir Armağan ilk evliliğini Fazlı ve Fatma Sarı’dan olma Ümmi ile ya- par. Bu evlilikten; Kadriye- Zakir- Zeki dünyaya gelir. Ümmi’nin hastalanıp ölmesi üzerine ikinci evliliğini Polatlı Ayşe ile yapar. Bu evlilikten de; Arif ve Neriman dünyaya gelirler. Armağan ailesi bizim kapı komşumuz olduğundan, Ümmi ablayı yakından tanımaktayım. Güler yüzlü, çok iyi kalpli bir insandı. Kendi çocukları olsun, komşu çocukları olsun çok sevecen davranırdı. Biz kom- şu çocukları olarak onu çok severdik. Bir ara hastalandı. Bir süre sonra da ölün- ce hepimiz büyük bir üzüntü yaşadık. KADRİYE- Arif Göltaş ile olan beraber-liğinden ; 1)Bedriye + Mustafa Torlak = Atilla ve Tuba. 2)Nahide + Enver Cengiz = Bedriye- Tuba- Kemal. 3)Kasım + Mehtap = Gökhan- Tuba. 4)Altan + Meri = Arif – İhsan.
Kadriye, biz komşu çocuklarının ablası idi. İyi niyetli ve hoşgörülü idi. Onu uzun yıllar görmedim. Onu hep maviş gözleri ile hatırlamaktayım.
ZAKİR ARMAĞAN- En samimi olduğum arkadaşlarımdan birisidir. İnat ve doğrucudur. Doğruluktan asla taviz vermez. İcabında bu hususta en sevdikleri- nin bile kalbini kırar. Çocukluğumuzda sayı kralı idi. Sayı derken kibrit ve siga- ra kutusu kapaklarını kasdediyorum. Sayı oyunu daha önceden de anlattığım üzere, bir daire çizilir. O dairenin içine belirlenen miktarda oyuncularca sayılar birbirinin üzerine istif edilir. Kim elindeki yassı taş( Tiri) ile, belli bir mesaden atılmak suretiyle, sayıları dairenin dışına çıkarırsa, çıkarılan sayılar kendine ait olurdu. İşte bu oyunu en iyi becerebilen kişi Zakir Armağandır. Kazandığı o kadar çoktu ki, sandıklar dolusu idi. O adeta banker görevini görürdü. İsteyen parası ile sayı satın alır, isteyen sayısını bozdurur. Sayılar aynen para gibi işlem görürdü. Her sayının değeri farklıdır. Az bulunan sigara kapakları değerli, çok bulunan kapaklar ise az değerli olurdu. Bir banker gibi itibar görür, bazen de güvendiği kimselere kredi açardı.
Bir ara hastalandı ve çok zayıfladı. Bir süre hastanede tedavi gördü. Hastaneden döndüğünde kendisini tanımakta zorluk çektik. Öylesine iyileşmiş ve şişman- lamıştı ki!..Tarım Kredi Kooperatifinde Memur ve müdür olarak hizmet verdi. Emekli oldu. Bir sürede özel firmalarda çalıştı. Şimdi ise torun avutmakla meş- guldür. Dayısı Fazlı Hacı Memet Sarı ve halası Cezmünür’den olma Gülser ile yapmış olduğu evlilikten; 1)Tümser + Cengiz Gökgül = Muratcan ve Mertcan 2)Tülin + Engin Şenoğlu = Yiğit- Arif- İhsan 3)Vildan + Tangök Yılmaz = Yağmur – Ömer
ZEKİ ARMAĞAN- Babası Entelli Kadir dayının, karakter olarak tam kopyası. Usul usul hiç belli etmeden dokundurur. Huyunu bilmeyen ne dediğinden bir şey anlamaz, sonradan jeton düşer. Huyunu bilenler ise, lafı nereye getirdiğini he- men anlarlar. Zira o konuşurken dikkatlidirler. Mal Müdürlüğünde memur ola- rak çalıştı. Emekliye ayrılınca, özel şirketlerde çalıştı. Nuri ve Hediye Yılmaz’ dan olma Ulviye ile olan beraberliğimden; Barış + Gülşah = Kerimcan
Dostları ilə paylaş: |