F. Bilimsel Paradigmalarda Değer Yargıları
Sanayi uygarlığında bilimdeki gelişmeler; tesadüflere bağlı olarak, ancak doğrusal bir çizgi üzerinde adım adım gerçekleştiği şeklinde anlaşıldı. Oysa ki, T. Kuhn’la birlikte bilimdeki gelişmenin devrimsel sıçramalar şeklinde geliştiği ve bir devrimsel sıçramada bilimin yeni bir paradigmaya geçiş yaptığı kabul edildi. Kuhn’u izleyen Lakatos, her paradigmanın “araştırma programı” olarak bir sert çekirdeğe ve sert çekirdeğin etrafında bir “koruyucu kuşağa”ve ancak bunların uygulanması şeklinde bir üçüncü kuşağa sahip olduğunu ortaya koymuştur. Sert çekirdek, ortak araştırma programını benimseyen üyelerin, ortak kabulleridir. Bu ortak kabuller belli değerlere dayanmaktadır.
Ancak bu, varsayım ve kabullenme değerlerine bağlı olarak, koruyucu kuşakta yer alan teoriler geliştirilebilmektedir. Dış kuşakta ise bu teorilerin uyarlanma ve uygulamaları yer almaktadır. Örneğin mekanik paradigma ile çalışan klasik fizik bilimleri ile, kuantum paradigmasına dayalı olarak çalışan bilim adamlarının dünya görüşü tamamen birbirinden farklıdır. Birisinde neden sonuç ilişkileri,kesin, determinist, standart ve tek yönlü, buna karşın diğerinde ise kesin olmayan, süreksiz, kesikli belirsizlikler içermektedir. İşte bu temel inanç ve varsayımlar farklı değerlerden yola çıkmaktadır. Örneğin, bu yaklaşımları sosyal bilimlere uyarladığımızda, kapitalist ve sosyalist toplumların analizi ile bilgi toplumunun analizinde farklı değer, inanç ve ideolojilerden yola çıkılarak analizler yapılmaktadır. Bu durumda, her bilimsel araştırma grubunun kabullendiği sert çekirdekte farklı değer ve inançların varlığı tartışılmaz olmaktadır. Bu durumda, bilim adamlarının toplumun birer ferdi olarak belli değer yargılarına sahip olması yanında, araştırma konuları da değer yargısız olamazken, belli araştırma programlarının çıkış noktasında da belli değer yargılarının var olduğunu görüyoruz. Her farklı paradigmal yaklaşım veya araştırma programına sahip araştırma gruplarının farklı varsayım ve değerlere sahip olması, çoğulculuğu kaçınılmaz kılmaktadır. Bu durum Fayerabend’in, anarşist bilgi kuramı üzerinden, kuramsal çoğulculuğa ulaşılmasına yol açmıştır.
Sonuçta bugün bilimde farklı varsayım ve değerlerden yola çıkarak farklı araştırma grupları ve programları oluşturulmaktadır. Bu yaklaşımlardan her biri karmaşık gerçeğin farklı yönlerine farklı düzeylerde, farklı açıklamalar getirebilmektedir.
Bilgi çağında bilimin, olanı açıklamaktan daha çok, geleceği, muhtemel olabileceği açıklamaya yönelmesi, bilimin teleolojik değer yargıları içermesini kaçınılmaz kılmaktadır. Zira teleolojik değer yargılarında geleceğe ilişkin değer yargıları kaçınılmazdır. Ayrıca araştırmacıyı yeni bir bakış veya vizyon ve misyon oluşturmaya yönelten de, geleceğe ilişkin olarak sahip olduğu değer yargılarıdır.
Üstelik bu tür değer yargıları araştırmacıyı bilimin yeni ufuklarına ve varolanı değiştirmeye yönelik değer yargılarıdır. Bunlar bizi buluş ve yeniliklere taşıyan değer yargılarıdır. Özellikle araştırmacının hayal gücü ve sezgilerini gelecekteki olgulara yönlendiren inanç ve değerleri bilimin geleceğe ve yeni teknolojilere ulaşmasına hizmet eder.
Burada araştırmacının mantıksal zekası kadar, duygusal zekası ve inançları da etkin rol oynar. Ancak toplumda zaten var olan; inanç, ideoloji ve değerlere dayalı olarak araştırma programının kurulması, paleolojik değer yargılarını gündeme taşıyacaktır ki, buradan bir yenilenmeye ve buluşa değil, geçmişe ve eskiye bağlanma şeklinde değer yargıları gündeme gelebilir.
Bu anlamda günlük yaşam içinde insanları günlük hayata bağlayan, ekonomik politik, kültürel ve sosyal değer yargıları bulunabilir. Ancak bilimsel düzeyde, organize bilgi üretmeye yönelik uğraş, paleolojik değer yargılarına değil, teleolojik değer yargılarına sahip olmayı gerektirir.
Eğer bilimin işlevi, organize bilgi yani teknoloji üretmekse, var olanın ötesine geçmek için, paleolojik değil, teleolojik varsayım, ilke ve değerlerden yola çıkmalıdır. Ancak bir bilim adamı fildişi kulesinde değil, toplumun içinde yaşadığı için, hem paleolojik; hem teleolojik değer yargılarına sahip olabilir. Bu durumda bir araştırmacının bir sıradan vatandaş olarak bir dünya görüşü ve bilim adamı olarak ayrı bir dünya görüşü şekillenebilir. Yani araştırmacı, iki ayrı gözlüğe sahiptir.
Benim kişisel fikrime göre, bilim adamına bilimsel uğraşında düşen sosyal sorumluluk görevi; dil felsefesinin önerileri doğrultusunda seçici davranarak mümkün olabildiğince paleolojik değer yargılarını elimine ederek, gerçek yargıları ile teleolojik değer yargılarına dayalı olarak bulgularını formüle etmesini gerektirir.
Nasıl ki toplumsal bütünde farklı alt sistemlerin farklı işlevi varsa, paleolojik ve teleolojik değer yargılarının farklı işlevleri vardır. Bilim adamları bu işlevleri karıştırmadan bilisel formülasyonunu ortaya koymalıdır. Örneğin bir bilim adamı politik ideoloji veya teolojik inançlarını, bilimsel alanın dışında tutmaya özen göstermelidir. Paleolojik değer yargıları araştırma programının yürütülmesinde ve sonuçlandırılmasında değil, ancak onun uygulama ve kontrolünde bir rol oynamalıdır.
Diğer yandan bu günün Türkiye’sinde bilimsel uğraş, yeni organize bilgi üretmeye yönelik değildir. Dışarıda üretilmiş bilgiyi aktarmaya veya bunu uygulamaya yöneliktir. Kısacası varolanla kendini sınırlandırdığı için, görgülcülüğe dayalı taklitçilik yapmaktadır. İstisnalar dışında yeni bilgi ve teknoloji üretilmemektedir. Başka bir deyimle bilim adamlarımızın dünya görüşü ağırlıklı olarak paleolojik değerlere dayalıdır. Bu yaklaşımın teleolojik değerlere dayalı olarak bir üst spektruma taşınma gayreti yeterli değildir. Bu durumda, taklitçilik ve görgülcülük basit olduğu ve yeniyi üretmeye yönelmediği için sadece başkasının görüşlerini aktarmakta herhangi bir engel görmüyor. Başkasının görüşüne inanıp savunmakta kendince bir etik sorun yaratmıyor.
Başkalarının ürettiği bilgiyi aktarmak veya uygulamak bir pratik sorundur. Bilimsel bilgi üretmenin altında kalan bir spektrumda konu ele alınmaktadır. Oysa ki ülkemizde olması gereken, geleneksel ve pratik düşünme spektrumundan, bilimsel düşünme spektrumuna sıçrama yapmak gerekiyor. Başka bir deyimle, konu sert çekirdek düzeyinde ele alınırsa, paleolojik değerlerden, teleolojik değerlere geçiş gerekiyor. Bu değişimle Türk bilim dünyasında değer yargılarında bir yörünge değişimine ihtiyaç bulunuyor. Sert çekirdeğe ilişkin bu yörünge değişimi, aynı zamanda dünya görüşünde bir değişim olarak da karşımıza çıkacaktır.
KAYNAKÇA
Hüsnü ERKAN, Ekonomi Politikasının Temelleri, (5. Baskı), İlkem Ofset, İzmir, 2001.
Hüsnü ERKAN, Sosyal Piyasa Ekonomisi, Konrad Adanauer Vakfı, İzmir, 1987.
Hüsnü ERKAN, Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme, İşbankası Kültür Yayınları, İnsan ve Toplum Bilimleri 1992 Büyük Ödülü, 4. Baskı, Ankara, 1998.
Hüsnü ERKAN, Bilgi Uygarlığı İçin Yeniden Yapılanma, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1998.
Ömer DEMİR, Bilim Felsefesi, Vadi Yayınları, Ankara, 1997.
Sedat YANICI, Felsefeye Giriş, Alfa, İstanbul, 2001.
Özlem DOĞAN, Kavramlar ve Tarihleri, İnkılap, İstanbul, 2002.
Özlem DOĞAN, Günümüzde Felsefe Disiplinleri, İnkılap, İstanbul, 1997.
Dostları ilə paylaş: |