l-Teveccüh ve İltifat yöntemi
Söz arasında kendisinden söz edilen üçüncü şahsa hitap etmek yöntemi halkın konuşmalarında istifade ettikleri üsluplardan biridir. Bu yöntem edebi açıdan söze daha fazla bir güzellik ve parlaklık kazandırır. Ayrıca bu yöntem dinleyiciyi söze daha çok bağlar ve onun ilgisini fazlalaştırarak iyice dinlemesini ve yeni söze tam bir ilgiyle dikkat etmesini sağlar.
Daha önce açıkladığımız gibi, Kur'ân-ı Kerim birçok yerlerde ve hatta Fatihat-ül Kitab'da (Hamd suresinde) bile bu yöntemi kullanmıştır.
Tathir ayetinin arasında Ehl-i Beyt'e teveccüh edip hitap etmenin hikmeti. İse, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) zevcelerine terbiye tavsiyesinde bulunmanın Ehl-i Beyt'ten bütün pislik ve kötülüklerin giderilmesinin bir gereği olduğuna işaret etmek ve böylece Ehl-i Beyt'in keramet ve azamet sahibi olduklarını belirterek onlara zevceler tarafından herhangi bir leke gelmemesi gerektiğine tekid etmektedir. (92)
2. Cümle-i Mu'terize yöntemi
Eğer geçmiş ve sonraki ayetleri tek tek nazara alırsak "Ancak Allah siz Ehl-i Beyt'ten her türlü pisliği giderip tertemiz kılmak istiyor." cümlesinin önceki ve sonraki ayetlerde açıklanan hükümlerin neden ve amacına işaret eden bir mu'terize cümle olduğunu da söyleyebiliriz,
Bu mu'terize cümle, mâkul ve makbul olduğu gibi, hatta bu önemli konuya, yani ilahi iradenin Ehl-i Beyt'i temiz kılmaya taalluk ettiğine ve Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hakiki Ehl-i Beyt'i ile ismet ve taharet bakımından Ehl-i Beyt haddinde oldukları sanılan
zevceleri arasında olan büyük farka işaret etmenin hikmet ve nüktesi için zorunludur bile. Ayrıca, mu'terize cümlelere Kur'ân-ı Kerim'de çok rastlanmaktadır. Örneğin; "Onun (Yusuf un) gömleğinin arkadan çekilip-yırtıldığını görünce (kocası): "Doğrusu bu sizin hilenizdendir, gerçekten de hileniz pek büyüktür." dedikten sonra "Ey Yusuf, bundan vazgeç." diyor ve şöyle devam ediyor: "Ve sen (ey kadın) günahlarından tevbe et." (93) Diğer bir ayette de "Gerçekten o pek büyük -eğer bilseniz- bir anttır." (94) diye buyurmuştur. Görüldüğü üzere "eğer bilseniz" cümlesi bir başka cümlenin içerisinde yer almıştır.
Yine; "Hani Lokman oğluna -öğüt vererek- demişti ki: Ey oğlum, Allah'a şirk koşma; şüphesiz şirk pek büyük bir zulümdür." dedikten sonra arada, "Ve biz insana annesi ve babasını tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır." cümlelerine yer vererek şöyle devam ediyor: "Ey oğlum, eğer yaptığın iş bir hardal tanesi ağırlığında olsa da (bu), bir kaya parçasında ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde bulunsa bile, Allah onu ortaya çıkarır. Hiç şüphesiz Allah latifdir (her şeyden haberdardır)." (95)
Kısacası bunlara benzer örnekler Kur'ân'da az değildir.
Eğer Kur'ân ayetlerindeki söz akışı gereği hitabın Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hanımlarına yönelik olduğunu kabul etsek bile, hilafına olan birçok karineler gereği bu tür söz akışından anlaşılan anlamdan vazgeçmekte hiç bir mahzur yoktur.
Geçen açıklamalarımızdan anlaşıldığı gibi bizzat ayetin kendisinde bulunan birçok karinelerin yanı sıra mütevatir, sahih ve sarih olan rivayetler Ehl-i Bey i'in, Hz. Resulullah'ın (s,a.a) zevceleri olmayıp yalnızca Kisa ehli olduğunu belirtmektedir. Bunun fesahat ve belagat üslubuyla hiç bir çelişkisi yoktur. Üstün fesahat ve belagat sahibi olan kimselerin bir makamda yaptıkları konuşmalarında kapsamlı ve genel bir yön söz konusu olduğu takdirde bir söz akışı ile çeşitli konulara değinmelerine defalarca şahit olmuşuz ve bu normal bir şeydir.
Söz akışından anlaşılan anlamdan çıkmak için birtakım diğer karineler de vardır ve onlar şunlardan ibarettir:
Tathir ayetinden önce ve sonra yer alan "Karne, buyutikunnela teberrecne, ekımne, atiyne, eti'ne, ve'zkurne" kelimelerinde olduğu gibi zamirlerin müennes (kadınlar için) olarak kullanıldığı halde Ehl-i Beyt'ten söz edilince "ankum ve yutahhirekum" kelimelerinde olduğu gibi zamirlerin müzzekker zamirlerine dönüşmesi, söz akışından anlaşılan anlamdan çıkıldığına bir delildir. (96)
Bazıları bunu Tathir ayetinden Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hanımlarının kastedilmediğine bir delil kabul ederken bazıları da bunun, İkrime ve benzerlerinin aksine, Tathir ayetinin Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hanımlarına mahsus olmadığına delalet ettiğini söylemişlerdir. (97)
Ayetin kadınlara da şamil olduğunu veya yalnızca onlara özgü olduğunu iddia edenler, bu itirazdan aşağıda açıklanan birkaç şekilde cevap vermeye çalışmışlardır:
l- Tağlib Yöntemi
Zamirlerin müzekker zamirlere dönüşmesi, Ehl-i Beyt içinde erkeklerin de bulunduğu ve Arapçada zamir kullanımında erkeklerin öncelik taşıdığından dolayıdır. Buna ıstılahta "tağiib ve galebe" denir. Ama buna rağmen kadınlar da kasdedilmiştir. (98)
Böyle bir yorumun yeterli ve kamil bir te'vil olmadığı açıktır. Zira bu görüş birkaç yönden doğru değildir.
a) Galebe yöntemi, ancak konuşanın nazarında tarafların içerisinde hiç birisinin bir özellik taşımadığı, aksine hükmün onların hepsini kapsamına aldığı ve bunun hilafına bir karine olmadığı ispatlandığı takdirde söz konusu olabilir.
Oysa bahis mevzümuzda hükmün genel olduğunun ispatlanmamış olması bir yana, hatta birçok karine ve şahid bu iki grup arasında fark gözetlendiğini göstermektedir.
Önce zikrettiğimiz Ehl-i Beyt kelimesinden yalnızca Kisa Ashabı kasdedildiğine delalet eden birçok sahih ve sarih hadis bu sözümüzü ispatlamak için yeterlidir. Söz konusu hadislerin çoğu-sunda Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hanımlarının Ehl-i Beyt'ten olmadıkları açıkça belirtilmiştir. (99)
b) Allame Meclisi de şöyle demiştir: "Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hanımlarına yönelik olan hitaplar tenkit, kınama ve tehdit içeriklidir. Bunun aksine Ehl-i Beyt'e yönelik olan hitap taltif ve tekrimlerle süslenmiştir. Dolayısıyla dikkat edildiğinde Ehl-i Beyt'e yönelik olan hitaptaki söz akışıyla ondan önce ve sonra olan hitaplarda bulunan söz akışı arasında tam bir ayrılık mevcut olduğu açıkça görülmektedir." (100) O halde Tathir ayetinden Hz. Resulullah'ın (s.a.a) zevcelerinin de kastedilmiş olması mümkün değildir.
c) Ehl-i Beyt kelimesinde geçen "beyt" kelimesinden maksadın,
içerisinde yaşanan normal ev değil, risalet ve nübüvvet evi olduğu önceki açıklamalarımızdan anlaşılmıştır. Bundan vazgeçip
"beyt" kelimesinden oturulan evin kasdedildiğini kabullensek bile
Kisa hadisinden anlaşıldığı üzere ondan maksad yalnızca Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Kisa Ehli'ni topladığı evdir, diğer evler değildir. Zira ayet-i kerime onların hakkında inmiştir; dolayısıyla "el- Beyt" kelimesinde geçen Elif ve Lam harfleri söz konusu belirli bir evi ifade etmektedir. Bundan Allah Teala'nın Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hanımlarına hitap ederken çoğul olan "büyüt" kelimesini, yine çoğul müennes zamirine izafet ederek "buyutikunne" derken Ehl-i Beyt'e gelince "beyt" kelimesini tekil olarak kullanıp "Ehl-i Beyt" demesinin sırrı da anlaşılıyor.
d) Önceki açıklamalarımızdan, Ehl-i Beyt kelimesinin yalnızca
Kisa Ehli'nin kasdedildiği halde söz akışına da tam manasıyla rivayet edildiği anlaşılmıştır. Dolayısıyla artık erkeklere öncelik
vermek vb. iddialara bir gerek yoktur.
Erkeklere öncelik tanınarak müzekker zamiri kullanılması hakkındaki red veya kabule dair geçen bahsimiz Hz. Resulullah'ın (s.a.a) zevcelerinin de Kisa Ehli ile birlikte kastedildikleri-ne ilişkindir. Yoksa Kisa Ehli'nin kendisi içerisinde erkekler göz önünde bulundurularak müzekker zamirinin kullanılmış olduğunda bir şüphe söz konusu değildir. Zira mütevatir rivayetlerde açıklandığı üzere Hz. Fatıma-ı Zehra (a.s) da Kisa Ehli'ndendir ve o da kasdedilmiştir.
Dostları ilə paylaş: |