Yine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
"Ben sakındıran Ali ise hidayet edendir ve benden sonra ey Ali, hidayete erenler seninle hidayete ereceklerdir." (3)
Bu hadisin de Hz. İmam Ali'nin masum olduğunu bildirdiği hiç bir akıl sahibine gizli değildir. İmam Ali ise, hem kendisinin ve hem de onun neslinden olan İmamların masum olduklarını açıklamıştır. O Hazret, Ehl-i Beyt'e değindiği bir hutbede şöyle buyuruyor:
1- Müstedrek-i Hakim, c. 2, s. 343-Kenz'ul ummal, c. 5, s. 95-Savaik'ul Muhrika, s. 184.
2- Kenz'ul Ummal, c. 6, s. 155. Mecmau'z Zevaid, c. 9, s. 108-İbn-i Hacer'in yazdığı "El İsabe-Camiu'l Kebir-Tarih-i İbni Asakir, c. 2, s. 99- Mustedrek- Hakim, c. 3, s. 128-Hileyt'ul Evliya, c. 4, s. 349-İhkak'ul Hakk, c. 5, s. 108.
3- Tefsir-i Taberi, c. 13, s. 208-Tefsir-i Razi, c. 5, s. 271-Tefsir-i ibn-i Kesir, c. 2, s. 502-Tefsir-i Şevkani, c. 3, s. 70-Tefsir-i Dürr'ül Mensur, c.4, s. 45-Nur'ul Esar, s. 71-Müstedrek-i Hakim, c. 3, s. 129-Tefsir-i ibn-i Cevzi, c. 4, s. 307-Şevahid'ut Tenzil, c. l, s.293-E1 fusul'ul Muhimmeve Yenabiu'l Mevedde.
"Nereye gidiyorsunuz! Nereye yönetiyorsunuz! Bayraklar yü-celmiş, ayetler apaçık ve alâmetler dikilmiştir. O halde nereye saptırılıyorsunuz! Ve nasıl körleştirilebilirsiniz! Oysa ki Peygam-ber'inizin Ehl-i Beyt'i sizin aranızda bulunmaktadır. Onlar halkın öncülleri, dinin önderleri ve doğruluğun dilleridir. O halde onlara Kur'an'ın en iyi derecesinde yer verin ve susuz develerin suya koşarak gittiği gibi onlara koşun. Ey insanlar, bu hususta Hz. Resu-lullah'a (s.a.a) itaat edin. Çünkü bizden olan birisi ölse bile ölü değildir ve bizden olan çürüyüp gitse bile çürümemiştir. Tanıyıp bilmediğiniz bir şeyi söylemeyin. Çünkü hakkın çoğu size ağır gelip inkar ettiğiniz şeylerdedir. Aleyhine bir hüccetinizin olmadığı şahsı ma'zur görün. Ben o kimseyim, sizin aranızda, "Saka-leyn"den (iki değerli emanetten) büyüğü tutulup, küçüğü bir kenara atılmadı mı? (Buna rağmen yine) sizin aranızda imanın bayrağını diken ben oldum..." (1)
Ehl-i Beyt İmamlarının masumluğunu bildiren bunca Kur'an-ı Kerim ayeti, Sünnet-i Nebeviye ve Hz, Ali'nin sözlerinden sonra, acaba akıl ve insaf sahibi bir insan Allah-u Teâlâ'nın hidayeti için seçtiği İmamlarında masum olduğunu reddedebilir mi? Akıl ve insaf böyle bir şeyi asla reddetmediği gibi, hatta aksine ma'sum bir ilahi önderin kıyamete kadar yeryüzünde bulunmasını da gerekli görür. Zira beşerin önderlik ve hidayeti görevini üstlenen kimse hata, unutkanlık ve günahlar altında ezilen birisi olmamalıdır. Zira bu takdirde bizzat kendisi, insanların sapmasına sebep olacaktır.
Evet, böyle bir insan insani erdem ve faziletler yönünden diğerleriyle mukayese edilmeyecek derecede bir üstünlüğe sahip olmalıdır. Bu sıfatlara haiz olmak halkın gözünde derecelerini yüceltip saygınlık kazandıracak ve neticede de hiç bir korku ve riyakarlık söz konusu olmaksızın kendisine itaat etmelerini sağlayacaktır. Durum böyle olduğuna göre bu itikada sahip olanlara, neden bu denli saldırıp hamle edilmektedir.
Eğer Ehl-i Sünnet'in masumiyet konusundaki tenkitlerini dinler veya okursan, Şia'nın istedikleri her şahsa masumiyet damgasını vurduklarını veya ma'sumiyete inanmanın İslam dışı ve küfür olduğunu sanırsın. Oysa gerçek ne odur ve ne de bu. Şia'da ma'sumiyetin anlamı ma'sum olan kimsenin ilahi bir inayetle şeytanın aldatmasından ve nefs-i emmarenin aklına galebe çalmasından ve günaha düşmekten korunmuş olmasıdır.
l- El Kunduzi el Haneti'nin yazdığı "Yenabiu'l Mevedde" kitabının üçüncü cüzünün 99. sayfası.
Daha önce işaret ettiğimiz A'raf suresinin 201. ayetinde olduğu üzere Allah-u Teâlâ, takvalı kullarım bile bundan mahrum bırakmamıştır. Bu ayet-i kerimede Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Tanrıdan çekinenler, şeytanın bir vesvesesine uğradılar mı düşünürler, bir de bakarsın ki doğru yolu görmüşler bile."
Elbette bu ayette işaret edilen günahtan kurtulma, genel anlamdaki ma'sumiyet değildir. Bu yüzden Allah-u Teâlâ'nın belli bir halde kullarına ihsan eylediği bu geçici günahtan korunma, sebebi olan takva var olduğu sürece var olur; sebebi olan takva yok olursa o da yok olur. Bir kulun takvası olmasa elbette Allah-u Teâlâ onu korumayacaktır. Ama Allah'ın kendisi seçtiği İmam, asla takvadan ayrılamaz. Bu yüzden devamlı olarak Allah'ın emri ile Ruh'ul kudus aracılığıyla her türlü pisliklerden ve günahlardan korunur. Kur'an-ı Kerim'de zikredilen Hz. Yusuf un kıssası da bu ilahi inayete bir örnektir. Allah-u Teâlâ Yusuf sûresinin 24. ayetinde bu konu hakkında şöyle buyuruyor:
"Andolsun ki kadın, ondan murâd almayı iyice kurmuştu, eğer rabbinin burhanını görmeseydi Yusuf da onun hakkında niyetini bozardı, işte biz ondan çirkin ve kötü şeyleri böylece giderdik, çünkü şüphe yok ki o, gönlünü bize bağlamış kullarımızdandı."
Bazı tefsir yazarların yazdığı gibi Hz. Yusuf -haşa- zina yapmayı kastetmemişti; Allah'ın Peygamberler'! böyle kötü fiillerden uzaktırlar. Aksine eğer gerekirse o kadını vurup defnetmeyi kastetmişti, fakat Allah-u Teâlâ böyle bir hataya da düşmekten onu korudu. Çünkü eğer onu vursaydı, fuhuşla suçlanmasına ve lekelenmesine bir sebep olacaktı. Allah-u Teâlâ bundan da Hz. Yusuf u korudu.
Şia Hz. Resulullah (s.a.a)'den sonra ma'sum İmamların on iki kişi olduğuna inanmaktadır. Daha önce naklettiğimiz gibi, Ehl-i Sünnet alimlerinden bazıları Ehl-i Beyt İmamlarının isimlerini içeren hadisleri nakletmişlerdir.
Buharî ve Müslim ise kendi sihahlarında İmamların on iki kişi olduklarını ve hepsinin de Kureyş'ten olduklarını nakletmişlerdir. (1)
Bu hadisler ancak İmamiyye Şia'sının inandığı Ehl-i Beyf İmamlarına yorumlanınca doğru bir anlam kazanıyor. Ama Ehl-i sünnet'e gelince onlar henüz kendi sihahlarında nakledilen on iki İmamın kimlerin olduğu hususunda doğru bir cevap bulamamışlardır.
l- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 127 Sahih-i müslim, c. 6, s. 3.
Sünnet-i Nebevi
Şia'ya göre İslami hükümlerin Kur'an'dan sonra ikinci temel kaynağı sayılan sünnet, Resulullah'ın dediği, yaptığı ve açıkladığı şeylerdir. Şia'ya göre ashabın yaptığı dediği ve açıkladığı şeyler Resulullah'ın sünnetine aykırı değilse, ittiba edilebilir. Ama eğer Resulullah'ın sünnetine aykırı bir uygulama ise kesinlikle kabul edilemez. Bu hususta "Ashabım yıldızlar gibidir." anlamındaki hadisleri de uydurma olarak kabul etmektedirler. Ehl-i sünnet sünnet-i nebeviye raşid halifelerin sünnetini de eklemektedir. Hatta bazıları tüm ashabın sünnetini de sünnet-i nebeviye ilave etmektedir. Ama Şia'ya göre sünnet sadece Peygamber ve Ehl-i Beyt İmamları ile sınırlıdır. Ehl-i Beyt İmamlarının sünneti de hakikatte Resulullah'ın sünnetidir. Zira İmamlar tüm ilim ve bilgilerini Peygamber'den miras almışlardır. Nebevi ilimler îmami ekole miras olarak kalmıştır. Prof. Dr. Ticani Sünnet-i Nebevi hakkında şöyle diyor:
"Sünnet-i Nebevî Resulullah (s.a.a)'in dediği, yaptığı ve açıkladığı şeylere denir. Sünnet-i Nebevi Müslümanlar nezdinde, hüküm, ibadet ve inançlardan sonra gelen ikinci kaynağı konumundadır. Ehl-i Sünnet Sünnet-i Nebeviye, Hulefâ-i Raşidin yani Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali (a.s)'nin sünnetini de eklemektedirler. Bunu da naklettikleri şu hadise dayandırmaktadırlar:
"Benim ve benden sonraki hidayete ermiş raşid halifelerin sünnetine uyunuz, ona azı dişlerinizle sımsıkı bir şekilde sanlınız. (1)
Bu hususta onların, Resulullah (s.a.a)'ın menettiği ama Ömer'in sünnet haline getirdiği teravih namazına(2) sarılmaları en büyük örnek teşkil etmektedir.
Bazıları Rasûlallah (s.a.a)'ın sünnetine istinasız tüm sahabelerin sünnetini de eklemektedirler. Bunun delilinin de nakledilen şu hadisin olduğunu söylemekteler:
"Ashabım yıldızlar gibidir; hangisine uysanız hidayet bulursunuz." Ve "Ashabım ümmetimin eminleridir." (3) ,, İnkar edilmesi mümkün olmayan hakikat şudur ki, "Ashabım yıldızlar gibidir" hadisi Ehl-i Beyt hakkında rivayet edilen şu hadis karşısında uydurulmuş bir hadistir:
1- Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 126.
2- Sahih-i Buhari, c. 7, s. 99, "Allah'ın emri için gazab ve şiddetin caiz olduğu yerler" babına bakınız.
3- Sahih-i Müslim. Fezâil-us Sehabe babı ve Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c. 4,s.398.
Dostları ilə paylaş: |