Peygamber ve İmâm, kullara Allah hüccetidir.
XVII. Sûre-i Celîlenin (İsrâ1) 15. âyet-i kerîmesinde, peygamber yollanmadıkça bir ümmetin azaba uğratılmayacağı buyrulmakta, IV. Sûre-i Celîlenin (Nisa1) 165. âyet-i kerimesinde, kulların Allah’ın manevî huzurunda bir hucetleri, biz bilmiyorduk, bize bildirilen olmadı gibi bir bahaneleri olmaması için rahmetle, ihsan ve gufranla müjdeci, azapla korkutucu sıfatlarıyla peygamberlerin gönderildikleri bildirilmektedir. Peygamberler, kullara Allah hüccetleridir; imamlar da peygamberlerden sonra Allah hüccetleridir, 2. Sûre-i Celîlenin (Bakara) 124. âyet-i kerîmesinde bildirildiği gibi İmamet, İlâhî bir ahiddir; o ahid, Allah tarafından peygambere, peygamberlerden sonra imâma verilmiştir. İmâm, Nübüvvete değil, fakat o ahde Allah tarafından mazhar kılınmış, bu keyfiyyet, peygamber tarafından da ümmete ildirilmiştir; imamlar, insanları hidâyete götüren Allah kullandır Yedinci İmâm Mûsâ'l-Kâzım (a.s), "Allah'ın halkına hücceti, ancak hayatta bulunan ve tanınan imamla olur" buyurmuşlar, sekizinci İmâm Aliyy'ür-Rızâ (a.s), Altıncı İmâm Ca'fer'üs-Sâdık'ın (a.s) aynı sözü söylediklerini bildirmişlerdir. (Usûl'ül-Kâfi; s. 85). Emîr'ül-Mü'minin (a.s), Kümeyi b. Ziyâd'a, bilgiden ve bilginden bahis buyurduktan sonra, "Allahım" buyurmuşlardır; "Evet, yeryüzü, Allah için delil ve hüccet olan O'nun adına kaaim bulunan birisinden boş kalmaz; o, ilmi ve dini ayakta tutar; ama meydanda olur, bilinir, yahut (bilindiği hâlde) hikmete mebnî korkar görünür, gizlenir. Allah'ın hüccetlerinin, Allah'ın apaçık delillerinin bâtıl olmaması için hüküm budur, böyledir." (Nehc'ül-Belâga Tercemesi ve Şerhi; s. 414-415) Gene İmâm Ca'fer'üs-Sâdık (a.s)-'Yeryüzü, helâli, haramı tanıtan, insanları Allah yoluna çağıran bir hüccetten hâli kalmaz hiçbir zaman" buyurmuşlar, pederleri ve Beşinci İmâm Muhammed'ül-Bâkır (a.s), bunun Adem Peygamber'in (A.M) yaratılışından beri böyle olduğunu bildirmişlerdir. Sâdık-ı Al-i Muhammed (a.s) "Yeryüzü imâmsız kalamaz", "Allah'ın sânı yeryüzünü âdil bir imâmdan mahrum bırakmaktan yücedir, uludur" buyurmuşlar, "Yeryüzünde iki kişi kalsa birisi, öbürüne imamdır" sözleriyle de bu İlâhi takdiri tekid etmişlerdir (Usûl'ül-Kâfi; s. 86-87). İmamlar, Allah velileridir, ümmetin tanıklarıdır; güç bir işte kendilerine müracaat edilecek Kur'ân ehli, bilgide rusûh sahipleridir; Allah kapılandır; Allah nurlarıdır; hidâyet, alâmetleridir; Allah tarafından seçilmiş kişilerdir; Hz. Peygamber'in (s.a.a) bilgisinin vârisleridir; onlara itaat farzdır (Usûl'ül-Kâfi s. 87 ve devamı).
Rasûlullâh’ın (s.a.a) vasıyleri, halifeleri ve Allah'ın emriyle ümmetine bildirdikleri imamlar, onikidir. "Sahîhu Buhârinin "Ahkâm" kitabında, Câbir b. Sümere'den tahric edilmiştir; diyor ki: "Rasûlullâh’ın (s.a.a) Oniki emirin hüküm yürüteceklerini buyurduklarını duydum; fakat bir söz daha söylediler, işitemedim. Babam dedi ki: Hepsi de Kureyş'tendir buyurdular."
Bu hadis, Ahmed b. Hanbel'in "Müsned"inin V. cildinde, iki yolla tahric edilmektedir (Fadâü'ül-Hamse II, 23).
"Sahîhu Müslim"in "Kitab ul-Emâre"sinde de iki senetle Câbir b. Sümere'den, "Babamla Rasûlullâh'ın (s.a.a) huzurlarına girmiştik. Bu iş, onların içinde oniki. halife hüküm sürmedikçe tamam olmaz buyurduklarını duydum; sonra gizlice bir söz daha söylediler; babama, ne buyurdular diye sordum; hepsi de Kureyş'ten buyurdular dedi" tarzında tahric edilmiştir. Bu hadis, "Müsned"de de vardır.
"Sahîhu Tirmizi"de gene Câbir b. Sümere'den aynı mealde bir hadis tahric edilmiştir ki "Müsned" ve "Savâık" da aynı hadisi almışlardır; İbn Hacer, Tabârânî'nin de bu hadisi naklettiğini bildiriyor (Aynı; s. 23-24).
"Kenz'ül-Ummâl", Tabârânî'nin, Cabîr b. Sümere'den, "Bu ümmetin oniki halifesi olacak; onları horlayanlar, bir zarar veremeyecekler onlara" mealindeki hadisi tahric eder. Bu hadisi, Mec-ma'üz-Zevâid"de almıştır; yalnız hadisin sonunda "Onlara düşmanlık edenlerin düşmanlığı bir zarar veremez onlara" mealinde bir fazlalık var (Aynı; s. 25).
"Müstedrik'üs-Sahîhayn"de, Mesruk'tan şu hadis tahric edilmiştir:
"Bir gece Abdullah b. Mes'ûd'un yanındaydık; o, bize Kur'ân okumadaydı; derken birisi geldi; Yâ Ebâ Abderrahmân dedi; Rasûlullâh'a bu ümmete hükmedecek kaç halife gelecek diye sordunuz mu? Abdullah, Irak'a geldim geleli bana böyle bir soru olmadı dedikten sonra, Evet dedi, sorduk; İsrâil oğullarının nakıybleri sayısınca buyurdular."
Ahmed b. Hanbel "Müsned"inin I. cildinde bu hadisi iki yolla tahric ettiği gibi "Mecma'üz-Zevâid" ve "Kenz'ül-Ummâl"de alır; "Kenz'ül-Ummâl"de, "Gerçekten de benden sonra halifelerin sayısı, Musa'nın nakıybleri sayısıncadır" tarzındadır. Tabârânî, İbn Mesûd'dan aynı hadisi tahric eder. Münâvî, "Feyz'ül-Kadîr"ine almış ve İbn Asâkir'in de târihinde zikrettiklerini kaydetmiştir (Aynı; s. 24). Seyyid Aliyy'ül-Hemedânî, "Meveddet'ül-Kurbâ"sında, oniki halifenin hükmedeceğine dair olan hadisi, Câbir b. Sümere'den tahric eder ve "Sonunda söyledikleri sözü duymadım; babama sordum; hepsi de Hâşimoğullarından buyurdular dedi" tarzında bitirir (Seyyid Süleymân'ül-Belhî: Yenâbi'ül-Mevedde; 8. Basım, Ofset, İran-Kum; 1385 H. 1966; s. 444-445).
Abâye b. Rıb'î, Câbir'den, "Ben, Peygamberlerin seyyidiyim; Alî, vasıylerin seyyididir. Gerçekten de benden sonra vasıylerim onikidir; birincileri Alî'dir, sonuncuları Kaaim Mehdî'dir" buyurduklarını tahrîc eder (*). Süleym b. Kas'il-Hilâlî, Cenâb-ı Selmân'dan, "Hazret-i Peygamber'in huzurlarına vardım; Huseyn dizlerinin üstündeydi; Rasûlullâh, O'nun yanaklarım, dudaklarını öpüyorlar ve Sen seyyidsin; seyyid oğlusun, seyyid kardeşisin
ve sen İmamsın, İmâm oğlusun, imâm kardeşisin ve sen Hüccetsin, Hüccet oğlusun, Hüccet kardeşisin ve dokuz Hüccetin atasısın ki dokuzuncuları, Kaaim olan Mehdî'dir buyuruyorlardı" hadisini tahrîc etmiştir. Hamvînî ve Muvaffak b. Ahmed'il-Hârezmî de bu hadîsi zikrederler. Gene Hamvinî, İbn Abbas'tan, Rasûl-i Ekrem'in (s.a.a), "Ben, Alî, Hasan, Huseyn ve Huseyn'in dokuz evlâdı tertemiz ve ma'sûm kişileriz" buyurduklarını tahrîc eder.
Aynı zât, Hz. Alî'den (a.s), Rasûlullâh'ın (s.a.a), "Kim kurtuluş gemisine binmeyi, sağlam kulpa yapışmayı, Allah'ın sağlam ipine sarılmayı dilerse, Alî'yi sevsin, onun düşmanına düşman olsun; evlâdından, hidâyet İmamlarının imametini kabul etsin; çünkü onlar benim halifelerimdir, vasıylerimdir; benden sonra Allah'ın halkına hüccetleridir; ümmetimin seyyidleridir; çekinenleri cennete götürenlerdir. Onlara uyanlar, benim bölüğümdür; benim bölüğümse Allah bölüğüdür. Onların düşmanlarının bölüğü Şeytan bölüğüdür" buyurduklarını tahrîc etmiştir. Bu hadis, V. Sûre-
i Celîlenin (Mâide) 56. âyet-i kelimesiyle LVIII. Sûre-i celîlenin (Mücâdele) 22. ve aynı sûre-i celîlenin 19. âyet-i kerîmelerine işaret buyurmaktadır.
"Meveddet'ül-Kurbâ"da Emir'ül-Mü'minin'in (a.s), "Evlâdımdan olan imamlara kim itaat ederse, gerçekten de Allah'a itaat etmiştir; onlara isyan eden, gerçekte Allah'a isyan etmiştir; onlar sağlam kulptur; ulular ulusu, yüceler yücesi Allah'a vesilelerdir onlar" buyurdukları bildirilmektedir (Yenâbi'ul-Mevedde; s. 445-446).
Hâkim'ül-Hiskânî Ubeydullah b. Abdullah, "Şevâhid'üt-Tenzil li Kavâıd'it-Tafdil"inde, V. Sûre-i Celîlenin (Nisa1), "Ve kim Allah'a ve Peygamber'e itaat ederse o ve o çeşit kişiler, peygamberlerden ve gerçeklerden ve şehidlerden ve sâlihlerden olup Allah'ın nimetlendirdiği kişilerle beraberdir ve onlar ne de güzel arkadaşlardır" mealindeki 69. âyet-i kerimesini İbn Abbas'ın, 'Ve kim Allah'a, farzlarında itaat eder, sünnetlerinde Rasûlullâh'a (s.a.a)
(*) Emir'ül-Mü'minih'in havass-ı ashabından olan Abâye için "Tenkıyh'ul-Makaal"in II. C.nin 131-132. s.e bk.
uyarsa o ve o çeşit kişiler, peygamberlerle ve gerçeklerden olan Ebû-Tâli oğlu Alî iledir; O, Rasûlullâh’ı (s.a.a) ilk gerçekleyendir çünkü; şehidlerledir; yâni Ebû-Talib oğlu Alî ve Ca'Fer-i Tayyar iledir; ve sâlihlerledir; yâni Selmân, Ebû-Zerr, Hubâb ve Ammâr'ladır, ve onlar, yâni (Alî'den sonra) Onbir İmâm, ne de güzel arkadaşlardır cennette" tarzında tefsir ettiğini ve bu âyet-i kerîmeden sonraki "Bu lütuf ve ihsan, Allah'tandır ve her şeyi bilen Allah'ın bilgisi, lütfü yeter" mealindeki âyet-i kerîmeyi okuyup, "Cennette, Alî'nin, Fâtıma'ın, Hasan ve Huseyn'in (a.s) kondukları yerle Rasûlullâh'ın (s.a.a) konduğu yer, konakladığı mekân aynıdır" dediğini tahrîc eder (Şeyh Muhammed Bâkır'ül-Mahmûdî'in tashihleri ve notlarıyla; Müesseset'ül-A'lemîyyi I'il-Matbûât Yayımı; Beyrût-Lübnân-1393 H. 1974; s. 153-154).
Aynı kitapta, mezkûr âyet-i kerîmedeki "Peygamberlerden, Hz. Muhammed'in (s.a.a), "Gerçeklerden Alî'nin (a.s)- "Şehid-ler"den, Hamza'nın (a.s), "Sâlihler"den, Hasan ve Huseyn'in (a.s), "Ve onlar, ne de güzel arkadaşlardır da Al-i Muhammed'in (s.a.a), Kaaim'inin, yâni Mehdî'nin (a.s) kastedildiği, Aliyy b. Mûsâ'r-Rızâ'dan (a.s) ve ataları vasıtasıyle Hz. Emir'ül-Mü'minin'den (a.s) tahrîc edilmektedir (s. 154-155. Bu sahifeler-de Asbağ b. Nübâte ve Huzeyfe'den tahric edilen iki hadis de aynı mealdedir).
Hz. Rasûl-i Ekrem'in (s.a.a), Vida' Haclarında, kendilerine halef ve halîfe olarak iki ağrı, iki değer biçilmez şey bıraktıklarını, biri
nin, Allah'ın ipi olan, Zât-ı Ahadiyyet göğünden, Ulûhiyyet semâsından halka uzatılmış Allah ipi, Kur'ân-ı Mecîd öbürünün
Ehlibeyti olduğunu bildirdiklerini, ümmetine, bu ikisine yapışırlar, sarılırlarsa ebediyen sapıklığa düşmeyeceklerini ve bu ikisinin, kıyamette, âhirette, kendilerine ulaşıncaya dek birbirinden ayrılmayacağını bütün Sahabeye tebliğ buyurduklarını da hatırlatalım (Cami'üs-Sagıyr; I, 53, 87).
Bütün bu hadislerden, sözleri, vahye dayanan, itaati, Allah itaati olan Rasûl-i Ekrem'in (s.a.a) bu buyruklarından sonra kısa bir mülâhazada bulunmamız gerekir sanırım:
Kendilerinden sonra vasiyleri, halifeleri, hidâyet imamları olan, hepsi de Kureyş'ten, Hâşimoğullarından gelecek bulunan bu Oniki İmâm, bir anda ve bir zamanda hilafet süremezler; böyle birşey olamaz ve olmamıştır. Hepsinin Kureyş'ten olduğunu kabul ederek düşünelim: Birinci Halifeden itibaren İmâm Hasan'ı da (a.s) sayıya alarak saysak, bu hidâyet imamlarının Altıncıları, Kur'ân-ı Mecid'le Ehlibeytin, kıyamete dek ayrılmayacağına, Alî'nin Kur'ân'la, Kur'ân'ın da Alî ile olup âhiret gününe dek ayrılmalarına imkân bulunmadığına, Alî'nin Mü'minlerin veliyy-i emri bulunduğuna, Alî'yi sevenin kendilerini sevdiğine, ona buğzedenin, kendilerine buğzedeceğine, Alî'yi şovenin kendilerini sövmüş, kendilerine söveninse Allah'ı sövmüş olacağına dâir hadis-i şerifleri duymamış olması mümkün bulunmadığı halde (Cami1; I, s. 53, 87, II; 141, 156), hattâ son hadis, Medine'de, Rasûlullâh'ın (s.a.a) zevceleri, Mü'minler anası Ümmü Seleme (R.A) tarafından yüzüne karşı ihtar edilmesine rağmen koyduğu bu kötü bid'ati yürüten, "Yazık Ammâr'a, onu azgın, âsî bir taife katledecek ve o, onları cennete çağırdığı halde onlar, onu cehenneme çağıracaklar" hadisini duyduğunda şüphe olmamasına karşılık, Ammâr'ın bulunduğu toplumla savaştan çekinmeyen (Cami1; II, 185). Ammâr'ın şahâdetine, "Fetihler fethi" diye sevinen kişi ve ondan sonrakiler, İmâm Huseyn'i (a.s) şehîd ettirenler, Ehlibeyti şehir şehir gezdirip teşhir edenler, onlara, hâşâ, Hârici diyenler, Medine halkını kılıçtan geçirtenler, Mescid-i Nebî'ye hayvan bağlatanlar, sarhoş olarak sabah namazını dört rekat kıldıranlar, sûre yerine şiir okuyanlar, namazdan sonra geriye dönüp, yeter mi, yoksa daha kıldırayım mı diye alay edenler, sevdiği halayığın ölüsüyle, ölü kokuncaya dek yatanlar, Kur'ân-ı Mecîd'i oka tutanlar, bu sayıya mı girecekler? Hâşâ... Yahut Ümmeyyeoğulları gibi İslâm hilâfetini boy ve sınıf saltanatı hâline getiren, İslâm ülkesinde, yiyen ve yenen iki sınıf, devlete konan ve horlanan iki bölük meydana çıkaran, tıpkı onlar gibi Kayserlerin, Kisrâların, kapıcılı, perdecili, haremli, teşrifatlı köleli, hadımağalı, câriyeli, içkili ve müzikli toplantılı saraylar kurduran, Ehlibeyte onlar kadar, hattâ daha da fazla zulümde bulunan, dinlerini dünyâlarına satan Abbasoğullarında mı arayalım bu imâmları?
Esasen "Oniki" sayısını da aşar-geçer bunlar. Apaçık görünüyor ki Oniki İmâm, ancak "İmâmiyye"nin kabul ettiği imamlardır (a.s); Şia'nın öbür bölükleri de İmamet hususunda maalesef reylerine uymuşlar, gerçekten sapmışlardır.
Ehlibeyt İmamlarından, Şîa yoluyla gelen haberlerden birkaçını da verelim: İmâm Ca'fer'üs-Sâdık (a.s), "İmâm Hasan ve Huseyn'den (a.s) sonra İmamet, ebedî olarak kardeşe kalmaz; Huseyn'den sonra Hûseyn oğlu Alî'den yürür" buyurmuşlar, VIII. Sûre-i Celîlenin '(Enfal) son âyeti olan 75. âyet-i kerîmenin, "Allah'ın takdirinde sabit olduğu üzere bir kısım yakınlar, bir kısmından daha fazla vilâyet sahibidir" mealindeki kısmını okuyup, "Alî b. Hûseyn'den sonra babadan oğula, oğuldan oğula" demişlerdir (Usûl'ül-Kâfî; s. 144).
İmâm Ca'fer'üs-Sâdık (a.s), İmametin, Huseyn'den (a.s) sonra, onun soyunda olacağını ve bir zamanda iki imâmın bulunamayacağını tasrîh buyurmuşlardır (Bıhâr'ül-Envâr; Hâcc Seyyid Cevâd'ül-Alevî ve Hâcc Şeyh Muhammed'ül-Ahondî'nin haşiyeleri ve notlarıyla; C. XXV; Tehran-1388; s. 249-250). İmâm Muhammed'ül-Bâkır ve İmâm Ca'fer'üs-Sâdık'ın (a.s) İmâm Huseyn'den (a.s) sonra iki.kardeşin imametinin olmadığı ve imametin Huseyn'in (a.s) soyunda olduğu hakkında birçok beyânları vardır (Aynı; s. 261).
Ebû-Bakîr, İmâm Ca'fer'üs-Sâdık'tan (a.s), "Allah'a itaat edin ve Rasûl'e itaat edin ve sizden emir sahiplerine" mealindeki âyet-i kerîmede (IV; Nisa' 59), "Emir sâhipleri"nin kimler olduğunu sormuş, İmâm (a.s) Alî, Hasan ve Huseyn (a.s) olduğunu söylemişler, halk, neden Alî'nin ve Ehlibeytinin adlan Allah'ın kitabında anılmadı diyor" sözüne de şu cevâbı vermişlerdir:
"Onlara söyleyin: Hz. Rasûl'e namaz farz edildi; bu hususta âyet indi; fakat Allah üç, yahut dört ri'at olduğunu bildirmedi; Rasûlullâh (s.a.a), bunu (Vahye mutabık, emre muvafık olarak) tefsir buyurup tâyin ettiler. Zekâtın farz olduğuna dâir âyet indi; fakat kırk dirhemden bir dirhem verilmesi, Rasûlullâh'ın (s.a.a) tefsiriyle kararlaştı. Hac âyeti indi; fakat yedi kere dönün buyrulmadı; bunu da Rasûlullâh (s.a.a) tefsir ve tâyin ettiler. İtaat edin Allah'a ve itaat edin Rasûl'e ve sizden emir sahiplerine âyeti de Alî, Hasan ve Huseyn hakkında nazil oldu; Rasûlullâh (s.a.a) Alî hakkında, Ben kimin mevlâsıysam Alî de onun mevlâsıdır ve size, Allah'ın kitabını ve Ehlibeytimi tavsiye ediyorum; gerçekten de ben üstün ve ulular ulusu Allah'tan, onların ikisinin, kıyamete dek ayrılmamalarını diledim ve bana dilediğimi verdi buyurdu. Onlara birşey öğretmeye kalkışmayın; çünkü onlar sizden daha iyi bilirler ve onlar sizi, hidâyet kapısından çıkarmazlar kesin olarak ve sizi sapıklık kapısından sokmazlar kesin olarak buyurdu. Rasûlullâh (s.a.a), sükût etselerdi, filânın soyudur, feşmanın boyudur diye iddialar meydana çıkar. Ehlibeytinin kimler olduğu apaçık anlaşılmazdı. Fakat üstün ve ulu Allah, Peygamberini gerçeklemek üzere, kitabındaki "Ancak ve ancak Allah, ey Ehlibeyt, sizden her çeşit pisliği, suçu, şüpheyi gidermek ve sizi tam bir temizlikle temizlemek, tertemiz bir hâle getirmek diler" âyet-i kerîmesini indirdi (XXXIII; Ahzâb, 33); orda Alî, Hasan, Huseyn ve Fâtima vardı; Rasûlullâh (s.a.a) Ümmü Seleme'nin evinde onları abalarının altına alıp Allahım buyurdular; her peygamberin bir ehli, değer biçilmez yakınları vardır; bunlar da benim Ehli-beytimdir, benim değer biçilmez yakınlarımdır. Ümmü Seleme, ben senin ehlinden değil miyim deyince de, sen gerçekten de hayır üzeresin; fakat ehlim değer biçilmez yakınlarım bunlardır buyurdu. Rasûlullâh (s.a.a) vefat edince hakkında, Rasûlullâh'ın birçok iblâğına, insanlara, yerine onu geçirdiğini, elini tutarak bildirmesine binâen Alî, insanlara, nefislerinde evlâ oldu; Alî'nin vefatından sonra, yaşça büyüklüğü bakımından Hasan, bu makama lâyıktı; sonra bu makama Huseyn sahip oldu; Ehlibeytinden hiçbiri babasına ve kardeşine karşı bir iddiaya girişmediği gibi ona karşı da bir iddiaya kalkışamadı ve âyet-i kerîmenin te'vili, Allahın takdirinden sabit olduğu üzere bir kısım yakınlar, bir kısmından daha fazla vilâyet sahibidir âyetince yürüdü; Huseyn'den sonra Huseyn'in oğlu Alî'ye, Huseyn'in oğlu Alî'den sonra Alî'nin oğlu Muhammed'e intikaal etti."
İmâm bundan sonra, âyetteki "Pislik, suç, şüphe" diye çevrilen "Rics" sözünü, "Rics, şüphedir; Andolsun Allah'a ki biz, Rabbimiz-de hiç mi hiç şüpheye düşmedik" buyurarak tefsir eylemişlerdir (Usûl'ül-Kâfi; s. 144-145).
. Abdürrahim b. Rûh'il-Kasîr, İmâm Muhammed'ül-Bâkır'dan (a.s), "Peygamber inananlar üzerinde, kendilerinden ziyâde tasarruf ve vilâyet sahibidir ve zevceleri de onların analarıdır ve Allah'ın takdirinde yakınların bazıları da, bazılarından daha fazla vilâyete sahiptir" mealindeki âyet-i kerimenin (XXXIII; Ahzâb, 6) kimler hakkında indiğini sormuştu. İmâm (a.s), "Bu âyet" buyurmuşlardı. "İmamet hakkında nazil olmuş, hükmü, Huseyn'den sonra evlâdına yürümüştür; gerçekten de biz, emr sahipleriyiz ve Rasûlullâh'la biz, emir hususunda, Mü'minler, Muhacirler ve Ensâr hakkında, onlardan ziyâde tasarruf ve vilâyete sahibiz." (Aynı; s. 145)
Abdürrahim diyor ki: "Cafer'in" evlâdının bunda bir payı yok mu dedim. Hayır buyurdular; Abbas'ın evlâdının bir payı yok mu dedim. .Hayır buyurdular. Abdulmuttalib soyunun boylarını bir bir saydım; hepsine de Hayır buyurdular. Hasan evlâdını sormayı unutmuş, huzurlarından çıkmıştım; tekrar huzurlarına girdim ve Hasan evlâdının da bunda bir payı yok mu dedim; "Andolsun Allah'a ey Abderrahîm" buyurdular; "Bizden başka, Muhammed soyundan hiç birinin bunda payı yok." (Aynı sahife)
Tathîr, Mübâhele ve Meveddet Ayetleri.
Ayet-i kerimelerin bâzılarına, iniş sebepleri, yahut teşriî hükümleri bakımından ad verilmiştir. XXXIII. Sûre-i Celîlenin (Ahzâb) 33. âyet-i kerîmesi bunlardandır ve "Tathîr Ayetî" diye anılır.
"Sahîhu Müslim"in, "Sahabenin üstünlükleri" bölümünde, Rasûl-i Ekrem'in (s.a.a), Alî, Hasan, Huseyn ve Fâtıma'yı (a.s), libâslarının altına alıp bu âyet-i kerîmeyi okudukları (Bulak-1290; c. III; s. 147), "Sahîhu Tirmizî" de "Müminler anası Ümmü Seleme'nin (R.A)' evinde, bu âyetin inişinden sonra Alî, Fâtıma, Hasan ve Huseyn'i (a.s) abalarının altına alarak, "Ehlibeytim bunlardır; sen onlardan ricsi gider ve onları tam bir temizlikle tertemiz et" buyurdukları, Ümmü Seleme'nin (R.A), "Ey Allah'ın Peygamberi, ben de onlarla mıyım" demesi üzerine "Sen yerinde-sin ve sen hayır üzeresin" dedikleri (Bulak-1292; II; s. 209), aynı kitapta Ümmü Seleme'nin sorusuna "Gerçekten de sen hayır üzeresin" cevabını yerdikleri tahric edilmektedir (II; s. 319). Tirmizî, gene "Sahîh"inde, Hz. Peygamber'in (s.a.a) tam altı ay sabah namazına giderlerken, Fâtîma'nın (a.s) kapısında, "Namaz, Ey Ehlibeyt, Allah ancak ve ancak sizden nesi gidermeyi, sizi tam bir temizlikle tertemiz etmeyi diler" buyurduklarını tahrîc ve kaydeder (II; s. 209). Ahmed b. Hanbel, "Müsned"inde, Rasûl-i Ekrem'in (s.a.a), Fâtıma ve Alî'yi (a.s) önlerine oturtup Hasan ve Huseyn'i (a.s) dizlerine alarak üstlerine abalarını örtüp bu âyet-i kerîmeyi okuduklarını ve "Allahım, Ehlibeytim bunlardır ve Ehlibeytim tam olarak hak etmiştir bunu" buyurduklarını bildirir (Mısır; Meymeniyye Mat. 1313; c. IV, s. 107? Gene aynı itapta, Ümmü Seleme'den, Rasûlullâh'ın (S.M), Cenâb-ı Fâtıma'ya (a.s), "Zevcini, çocuklarını çağır" buyurduğu, Alî, Hasan ve Huseyn (a.s) gelince, bu âyet-i kerîmenin indiği, Rasûl-i Ekrem'in (s.a.a), onları, örtündükleri abanın altına alıp mübarek elini, abadan çıkarak açtıkları ve "Allahım, Ehlibeytim, yakınlarım bunlardır; sen onlardan ricsi gider; onları tertemiz et" diye dua buyurdukları tahrîc edilmektedir ki Ümmü Seleme validemiz, "Başımı kapıdan uzattın da, Yâ Rasûlallah dedim, ben de onlarla mıyım? Sen hayır üzeresin buyurdular" der (VI; s. 292).
Bu olay, Beyhakıy'nin Sünen"inde, Ebû-Dâvûd'un "Müsned"in-de, "Mütedrik'us-Sahibayn, Tehtib'üt Tehzüv Zehâir'ül-Ukbâ, Kenz'ül-Ummâl, Mecma'uz-Zevâid, E'r-Rıyâd'un-Nadıra" gibi hadis kitaplarında, Tabarî, Fahr-i Râzî ve Süyûtî'nin Tefsirlerinde, "Üst'ül-Gaabe, İstîâb" gibi Ricale ait kitaplarda, "Esbâb'ün-Nüzûl-Tvrihu Bağdad" gibi kitaplarda, senedleriyle zikredilmektedir (Fadâil'ül.-Hamse'ye; I, s. 214-243 ve Rahmetli Ayetullah Seyyid Abd'ül-Huseyn Şerefüddin'il-Amilî'nin "El-Kelimet'ül-Garrâ' fî Tafdîl'iz-Zehrâ adlı kitabına bk. "El-Fusûl ul-Mühimme fî Telif il-Ümme" adlı değerli kitabının 1-200. sayfasının sonunda; Necef-i Eşref-1375; 3. Basım; s. 9-23).
Necran Hıristiyanları, III. Sûre-i Celîlede (Ali İmran), İsa Peygamber (A.M) hakkında nazil olan âyetlere kanmazlar ve cizye vermemekte direnirlerse, Resûli Ekrem'e (s.a.a), "Sana" (İsa'nın Allah katındaki mertebesi, kulluğu ve Hıristiyan inancının bâtıl olduğu hakkında) "Bilgi geldikten sonra da gene seninle tartışmaya kalkışana, artık de ki: Gelin, biz oğullarımızı, siz de oğullarınızı, biz kadınlarımızı, siz de kadınlarınızı, biz kendimizi, siz de kendinizi çağıralım (bir yerde, bir araya gelelim); sonra mübâhelede bulunalım; artık Allah'ın lanetini yalancılara havale edelim" mealindeki 61. âyet-i kerîmesi nazil oldu. Mübâhele, iki kişinin, iki tarafın, karşı karşıya gelerek lânetleşmesi, yalancı olanın, Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmasını dilemesidir. Rasûl-i Ekrem (s.a.a), bu âyet-i kerime inince, onlara haber göndermiş, hicretin onuncu yılı Zi'1-Hiccesinin yirmi dördüncü günü buluşmayı kararlaştırmışlardı. Cenâb-ı Rasûl-i Ekrem (s.a.a), o gün, İmâm Hasan ve Huseyn'i, Hz. Fâtımat'üz-Zehrâ'yı ve Alî'yi (a.s) çağırmışlar, beraberce Necranlıların bulunduğu yere gitmişlerdi; Cenâb-ı Fâtıma (a.s) arkalarındaydı, en arkada da Hz. Alî (a.s) geliyordu. Rasûlallah (s.a.a), bunlardan başka, ne amcalarını, ne zevcelerinden birini, ne de Hâşimoğullarından birisini çağırmışlardı. Mübâheleye giderlerken yanlarına yalnız Alî'yi, Fâtıma'yı, Hasan ve Huseyn'i (a.s) almışlardı. Onlara, "Ben dua edince siz âmin deyin" buyurmuşlardı. Necranlılar, Hz. Peygamber'i ve Ehlibeytini görünce, işin sonundan korkmuşlar, başlarındaki ulularının sözünü tutup cizyeye razı olarak dönmüşlerdi.
Ayet-i kerîmedeki "Oğullarımız "dan maksat, İmâm Hasan ye Huseyn'dir (a.s); bu suretle ikisi de, Allâhu Taâlâ tarafından, Hz. Rasûl-i Ekrem'in (s.a.a) oğulları sayılmaktadır. "Kadınlarımızdan maksad, Sıddıyka-i Kübrâ Fâtımat'üz-Zehrâ'dır (a.s); "Biz"den maksatsa, Rasûl-i Ekrem (s.a.a) ve Emîr'ül-Müminin Alî'dir (a.s); bu suretle âyet-i kerîmede Emîrul-Mü'minin (a.s), peygamberlik sıfatı hâriç, Hz. Rasûl-i Ekrem'le (s.a.a) beraber anılmaktadır.
.
Mübâhele olayı "Sahîhu Müslim "de, "Tirmizî" de, "Müsned"de, Beyhakıy'nin "Sünen"inde, "Müstedrik"te, Vâhıdî'nin "Esbâb'ün-Nüzûl"ünde, Ebû-Nuaym'in "Delâilinde, bütün tefsir kitaplarında, o cümleden olarak "Keşşafta, "Tefsîrü Kebîr"de, "Dürr'ül-Mensûr"da ve diğer kitaplarda nakledilmektedir.
Ayet-i kerîmede, "Oğullarımız, kadınlarımız biz" sözlerindeki umumilik, hususiliği de hâizdir; Kur'ân-ı Kerîm'in ve İslâm'ın, kıyamete dek hükmünün devamı düşünülürse, Hz. Muhammed'le (s.a.a) Emîr'ül-Mü'minin'in (a.s), kıyamete dek Kur'ân'ı ve İslâm'ı, bütün gerçekliğiyle tanıtmaya, hükümlerini icraya memur olan İmâm'ın ve O'nun gaybetinde, nâibleri olan müctehidlerin, Cenâb-ı Fâtıma'nı, İslâm kadınlığının, İmâm Hasan ve Huseyn'in de (a.s) İslâm mücâhidlerinin mümessili olduklarını, bu Beş Ma'sûm'un, kıyamete dek İslâmi ve imânı temsil ettiğini de ânlarız (Fadâil-ül Hamse; I, s. 244-250; El-Kelimet'ül-Garrâ' fi Tafdîl'iz-Zehrâ; s. 2-9).
Kur'ân-ı Mecîd'in, XLII. Sûre-i Celîlesinin (Sûra), "Meveddet Ayeti" diye anılan ve "Bu, Allah'ın, inanan ve iyi işlerde bulunan kullarını müjdelemesi de ki: Sizden ecir istemiyorum (, dünyalık bir şey dilemiyorum); istediğim, ancak yakınlara (Ehl-i Beytime) sevgidir ve kim, güzel ve iyi iş yaparsa, onun güzel ve iyi mükâfatını artırırız; şüphe yok ki Allah, gerçekten de suçları örtendir, iyiliğe mükâfatla karşılık verendir" mealindeki 23. âyet-i kerîmesi de Alî, Fâtıma, Hasan ve Huseyn (a.s) hakkında nazil olmuştur. Ensâr, hicretten sonra, Rasûl-i Ekrem'in (s.a.a), sıkıntılı geçimini görüp mallarını, varlarını yoklarını arzettikleri zaman bu âyet-i kerîme inmiştir. Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'tan, Tabarânî, Hâkim, İbn Ebi-Hâtem, gene ondan tahric ettikleri ve İbn Hacer, "Savâık"ında yazdıkları ve rivayet ettikleri gibi, bu âyet-i kerimenin kimler hakkında nazil olduğu Rasûl-i Ekrem'den (s.a.a) sorulunca, Alî, Fâtıma ve oğulları, yâni Hasan ve Huseyn (a.s) hakkında nazil oldu buyurmuşlardır. Zamahşeri, "Keşşaf ta, bu âyeti kerîme indikten sonra Hz. Rasûl'e (s.a.a), sevgileri bize vâeib olan yakınların kimlerdir diye sorulunca, "Alî, Fâtıma ve oğullan" buyurduklarını bildirir. Fahr-i Râzî de "Tefsir"inde bunu naklettikten sonra, "Alî, Fâtıma, Hasan ve Huseyn'in (a.s), Rasûlullâh'a (s.a.a) yakınlıkları sabit olunca da" der, "Bu âyet birkaç cevhile onların yüce tanınmalarına delâlet eder: Önce bunlar, Al-i Muhammed'dir (s.a.a), bu, tevatürle sabittir. İkincisi, Hz. Peygamber (s.a.a), gene tevatürle sabit olduğu gibi, Cenâb-ı Fâtıma (a.s) hakkında, "Fâtıma, benim bir par-çamdır; O'nu inciten, beni incitmiştir" buyurmuşlardır; Alî'yi, Ha-san'ı ve Huseyn'i (a.s) sevdikleri de tevatürle sübût bulmuştur; bu sübût dolayısıyle bütün ümmete, "O'na uyun da doğru yolu bulun" (VII; A'râf, 157) hükmünü kabul etmek, "Artık O'nun emrine aykırı hareket edenler" âyetinde (XXIV; Nur,-63) bildirilen sonuçtan çekinmek, "De ki: Allah'ı seviyorsanız, artık bana uyun da Allah da sevsin sizi (III, Ali İmrân, 31) buyruğunu tutmak ve "An-dolsun ki Allah'ın Resûlünde sizin için uyulacak en güzel örnek var" (XXXIII; Ahzâb, 21) âyetinin hükmüne uymak bütün ümmete vaciptir. Üçüncüsü, Al-i Muhammed'e (s.a.a) dua, salavât onlar
için büyük bir şereftir; bundan dolayı da bu, teşehhüdün sonudur; onlardan başkaları için böyle bir yücelik yoktur; bütün bunlar, Al-i Muhammed'i (s.a.a) sevmenin vücûbunu bildir" der. Suyûtî de, Hz. Rasûl-i Ekrem'in (s.a.a), bu âyet-i kerîmenin, Alî, Fâtıma, Hasan ve Huseyn (as.) hakkında indiğini bildirdiklerini de "E'd-Dürr'ül-Mensûr"da zikreder. "Zehâri'ül-Ukbâ, Mecma'uz-Zevâi" aynı bilgiyi verir; İbn Ebî-Hâtem ve Hâkim de bu yorumu kabul eder; "Nûr'ül-Absâr"da da, Bagavî'den aynı yorum nakledilir. Hâkim "TefsıVinde, Ebû-Umâmet'il-Bâhilî'den, Rasûlullâh'ın (s.a.a), "Yüce Allah peygamberleri ayrı-ayrı ağaçlardan (soylardan) halketti; ben ve Alî, bir ağaçtan yaratıldık; o ağacın aslı benim, fer'i Alî'dir; Fâtıma verimidir; Hasan ve Huseyn meyveleri; Şîamız yapraklandır o ağacın. Kim, o ağacın dallarından bir dala yapışırsa kurtulur; kim ondan uzaklaşırsa yok olur gider. Kul, Allah'a bin yıl ibâdet etse, sonra bin yıl daha ibâdette bulunsa da yerlere döşense, fakat bizi sevmese, gene Allah onu, yüz üstü cehenneme attırır" buyurduklarını, sonra da Meveddet âyetini okuduklarını tahric etmiştir.
"Müstedrik'üs-Sahîhavn"de, İmâm Hasan'ın, Emîr'ül-Mü'minîn'in (a.s) şahâdetlerinden sonra, Küfe'de, okudukları hutbede, "Ey insanlar, beni tanıyan tanır; tanımayan bilsin, tanısın ki Alî oğlu Hasan'ın ben; Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun. Rasûlullâh’ın oğluyum ben; Vasıy'nin oğluyum ben. Halkı müjdeleyenin oğluyum ben; korkutanın oğluyum ben; Allah'ın izniyle Allah'a çağıranın oğluyum ben; aydınlatan ışığın oğluyum ben. Ben o Ehlibeyttenim ki Cebrail, bizim katımıza inerdi; bizim yanımızdan göğe ağırdı. Ben o Ehlibeyttenim ki Allah, onlardan ricsi gidermiştir; onları tertemiz etmiştir. Ben, o Ehlibeyttenim ki Allah, onların sevgisini her Müslümana farz etmiştir. Mukaddes ve yüce Allah, Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun. Peygamberine, "De ki" buyurmuştur, ben sizden bir ecir istemem; istediğim, ancak yakınlara sevgidir ve kim, güzel ve iyi bir iş yaparsa, onun güzel ve iyi mükâfatını artırırız" Güzel ve iyi mükâfatı artırır, biz Ehlibeytin sevgisidir" buyurduklarını bildirir. İmâm Zeynü'l Abidin (a.s), Kerbelâ faciasından sonra, Kûfe'de, Ehlibeyt'e târîz eden kişiye, bu âyet-i kerîmeyle ihticacda bulunmuşlar, onun hidâyete erişmesine sebep olmuşlardı.
Bu âyet-i kerîmedeki yakınlığın müşriklere hitâb olduğunu söyleyenler, âyeti bu tarzda yorumlayanlar olmuştur; fakat âyet-i kerîme Medine'de ve Ensâr'ın arzettiğimiz gibi Hz. Rasûl'e (s.a.a), varlıklarını sunmak istemeleri üzerine inmiştir; esasen kâfirlerle müşriklere, risâlet ecri hususunda böyle bir İlâhî hitabın gelmesine imkân yoktur. Yakınları, akrabayı sevmek ve korumak hususunda indiğini söyleyenler de vardır; fakat bu da nüzul sebebine uymaz. Ayet-i Kerîmenin, XXXIV. Sûre-i Celîlenin (Sebe1), "De ki: Sizden bir ücret, bir karşılık istemiyorum; sizin olsun o; benim ecrim ancak Allah'a aittir ve O, herşeye tanıktır" mealindeki 47., âyetinin hükmüyle neshedilmiştir diyenler de var; fakat bu âyet-i kerime, Allah'ın hükümlerini, emir ve nehiylerini" bildirmeme karşılık sizden bir dünyalık istemem meâlindedir; sizi minnet al-, tına almam demektir. Meveddet Ayet-i kerîmesiyse Ensâr'ın müracaatı üzerine nazil olmuştur ve bütün Müslümanlara Ehlibeyt sevgisini vacip kılmaktadır; kimlerin sevilmesi gerektiğini de bizzat Rasûlullâh (s.a.a) bildirmişler, Ehlibeyti tarafından da defalarca te'kid edilmiştir. Nâsihi, mensûhu, muhkemi, müteşâbihi herkesten fazla Ehlibeyt bilir; akliyle, reyiyle, bir yana yamanarak yorumlarda bulunanlar değil. Ehlibeytin mahabbeti emredilseydi, âyetin, "İlla'l-Meveddete fi'1-Kurbâ" tarzinda-ı değil, "İllâ Meveddet'el-Kurbâ", yahut "İlla'l-Meveddete li'l-' Kurbâ" tarzında olması gerekirdi de denmiştir; fakat bu da yerinde bir söz değildir. Çünkü izafet ve "Lam" burda "fî"nin ifâde ettiği anlamı vermez; Zamahşerî'nin "Keşşaf'da dediği gibi âyetteki "fi" mübalağayı tazammun etmektedir. Te'kîdi bildirmektedir. Bir de şu var: İmâm Hasan ve Huseyn (a.s), Medine'de doğmuşlardır; Şûra Sûresiyse Mekke'de nazil olmuştur diyenler olmuştur. Bunların sözleri büsbütün boştur ve belki de Ehlibeyt düşmanlığına dayanmaktadır. Bu âyet-i kerime ve bundan sonraki üç âyet, İbn Abbas ve Kataade'den gelen rivayetlere, Sa'lebî ve Begavîye, Vâhıdî'nin "Esbâb'ün-Nüzûl"üne ve Ehlibeytten gelen haberlerin ittifakına ve tevatürüne nazaran Medine-i Münevvere'de inmiştir. Tertip dolayısıyle Mekke'de nazil olan sûrelerde, Medine'de inen âyet-i kerimeler olduğu gibi Medine'de inen sûrelerde de Mekke'de nazil olan âyetler mevcuttur.
Meveddet Ayet-i kerîmesinin, Ehlibeyt hakkında inmediğine dâir rivayetler, bilhassa İkrime'den gelmektedir. Bu kişi, Tathir Ayetini de dilediği tarzda yorumlamaya kalkışan bir kişidir. İkrime, Mukaatil b. Süleyman'la beraber, Hâricilerin en aşın inançlarını benimsemiştir. Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Bükeyr, Hâlid \ b. İmrân, Mıs'ub, Muhammed b. Şîrîn, Yahya b. Saîd'ül-Ensârî; İbn'ül-Müseyyib ve diğerleri bu adamı yalancılıkla töhmetlemişlerdir. İbn Abbâs'ın ve Abdullah b. Mes'ûd'un oğulları, bu kişinin, babaları adına yalan söylediğini bildirmişlerdir. Zehebî'nin "Mizn'ül-İtidâl"inde, Askalânî'nin "Feth'ül-Bârı'sinde, İbn Hallikân'ın "Vefeyâf'ında, Yâkuut'un "İrşâd'ül-Erîb ilâ Ma'rifet'il Edip’inde ve diğer kitaplarda, bu hususta rivayetler vardır. Meveddet Ayet-i kerîmesi, Ehlibeyt-i İsmet ve Taharet fakirin da nazil olmuştur (Fadâil'ül-Hamse'ye ve El-Kelimet'ül-Garrâ'ya da bakınız; I, s. 259-264; s. 15-18, 23-35 ve notlan).
Ehlibeyt hakkında nazil olan âyet-i kerimeeri, Rasûl-i Ekrem'in (s.a.a) hadîs-i şeriflerim, birer-birer yazmaya, anlatmaya kalksak sahifeler yetmez, ömrümüz tükenir, gene onların faziletleri, lâyıkıyle anlatılamaz. Kaleme gelenler, dile getirilenler, ancak güneşten zerre, ummandan katredir.
Dostları ilə paylaş: |