Emir'ül-Mü'minin'in (a.s) hilâfetleri
Üç halifenin hilâfet zamanlan, Hz. Rasûl-i Ekrem'in (s.a.a) vefatlarından itibaren yirmi beş yılı doldurmak üzereydi Bu müddet zarfında, bir yandan reiyle hareket, öbür yandan fütuhatın meydana getirdiği zenginlik, bilhassa Ümeyye oğullarının zenginliği, İslâmın ilk servetine, Kur'ân-ı Mecîd'in ve Sünnetin hükümlerine uyanları başta Emîr'ül-Müminin Alî (a.s) olduğu halde, adetâ galib etmişti. Bu müddet zarfında Alî'ye uyanlar, onu, Rasûl-i Ekrem'in (s.a.a) halifesi tanıyanlar, yâni Alî Şîası, yalnız Gadîru Humm bey'atında sabit olanlardan, onun evinde toplananlardan ibaret değildi. Bunlar, üç yüzü bulmakla beraber gene de azınlıkta ve Alî (a.s), İslâmın geleceğini düşünerek bunların taşkınlık göstermelerine engel olmuştu. Nitekim Şıkşıkıyye Hutbelerinde, "Gördüm ki sabretmek daha doğru; sabrettim. Ettim ama gözümde diken vardı, boğazımda kemik vardı; mirasımın yağmalandığını görüyordum" buyururlar "(Nech'ül-belâğa Tercemesi ve Şerhi; 168; bu hutbenin şerhi için 170,175. sahifelere bakınız).
Osman'dan sonra kendilerine bey'at etmek isteyenlere de "Beni bırakın da benden başkasını arayın; bir işe yönelmişiz ki türlü-türlü yönü var; çeşit-çeşit rengi var. Gönüller bu işte bir kararda duramaz; akıllar bu işi yüklenip dayanamaz. Tanyerini boydan boya, dolaylı kara bulutlar kaplamış; apaydın yol görünmez olmuş. Bilin ki istediğinizi kabul edersem, daha iyi bildiğime uyar giderim ben; ne söyleyenin sözüne aldırış ederim, ne ayıplarım ne sözüne kulak asarım. Ama beni bırakırsanız, sizin biriniz gibi olurum da umarını ki işinize kimi getirir, kendinize kimi buyruk sahibi yaparsanız, buyruğu sizden daha fazla dinlerim, emrine sizden fazla uyarım. Benim size vezir olmam, sizin için emir olmamdan daha hayırlıdır" buyurmuşlardı (Aynı; 58); çünkü biliyorlardı ki yirmi beş yıl bambaşka bir idareye alışan halk, kendilerinin, mutlak ve ilâhî adalete dayanan idarelerine alışamayacaktı. Meselâ Osman'ın, Ümeyye oğullarına beytülmâlden ihsanı, o zamanın parasıyla yüz yirmi altı milyon yedi yüz yetmiş bin dirhemi tutuyordu (El-Gadir; VIII, s. 286); saraylar kurulmuştu; tahtlar düzülmüştü. Perdeciler, hizmet eden hadım ağalan üretilmişti. Fakat gene biliyorlardı ki İmamet, halkın seçimiyle değil, Hakk'ın tevcihiyle takarrür eder. Bey'ati kabul ettiler ve iki gün sonra Osman'ın mukaataa yoluyla verdiği araziyi, Allah'ın malından dağıttığı mallan alıp beytülmâla vereceklerini bildirdiler ve "Andolsun Allah'a ki" buyurdular. "Onların gelirleri yüzünden evlendikleri kadınlardan, satın aldıkları cariyelerden, temellük ettikleri araziden ne bulursam,"
İmamet
Kur’an-ı Mecîd'de İmâm.
İmâm, Kur'ân-ı Mecîd'de, gerçek, yahut bâtıl işte kendisine uyulan kişi, uyulacak hükümleri gösteren kitab anlamına geçer. "İmâm-ı Mübîn", XXXVI, Sûre-i Celîle'nin (Yâ-Sîn), "Şübhe yok ki biz, ölüyü diriltiriz ve yazarız önceden yaptıklarını ve kalan izlerini ve her şeyi Kitâb-ı Mübinde (apaçık, her şeyi belirden kitapta) sayıp yazdık" mealindeki 12. âyet-i kerîmesinde, "Levh-i Mahfuz", Allâhu Taalâ'nın ilmi ve takdiri anlamındadır. Yapılanların yazıldığı a'mâl defterleri olarak da yorumlanmıştır. (Mecma'ul Beyân; VII, s. 416). XI. Sûre-i Celîle'nin (Hûd A.M) 17., XLVI. Sûre-i Celîle'nin (Ahkaaf) 12, âyet-i kerîmesinde, küfürde önder olanlar, "Eimmet-ül küfr-Küfr imâmları" diye tavsif olunmakta ve onlarla savaşmak emredilmektedir; XXVIII. Sûre-i Celîlenin (Kasas) 41. âyet-i kerîmesinde, bu çeşit kişilere, Firavun ve Hâmân da anılarak, halkı "ateşe (cehenneme) çağıran imamlar" denmektedir. XXI. Sûre-i Celîle'nin (Enbiyâ1) 73. âyet-i kerimesinde, önceki âyetlerde adlan anılan, olaylarından bahsedilen Musa, Harun, İbrahim, Lût, İshak ve Ya'kûb Peygamberler (s.a.a) kastedilerek, meâlen, "Onları, emirlerimizle, halkı hidâyete irşâd eden imamlar kıldık ve onlara, iyi işleri, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik ve onlar, bize kulluk edenlerdi" Duyurulmaktadır. XXV. Sûre-i Celîle'nin (Furkaan) 74. âyet-i kerîmesinde, Allah kullarının, imân ehlinin, "Rabbimiz, bizi çekinenlere îmân et" diye dua ettikleri, çekinenlere örnek ve önder olmayı diledikleri bildirilmektedir. XXVIII. Sûre-i Celîle'nin (Kasas) 5. âyet-i kerîmesinde, 'Yeryüzünde zayıf bir hâle getirilmesi istenenlere lütfedip onları imânı ve yeryüzüne mirasçı kılmayı irade" buyurduğu, insanlardan seçip bizzat kendisinin, onları bu vazifeye tâyin ettiği beyân olunmaktadır.
Risâlet ve İmamet.
Bütün bu âyet-i kerîmelerden anlaşılmaktadır ki yeryüzünde, insanları hidayete irşâd eden imamlarla dalâlete götüren, sapıklığa sevk eden imamlar vardır. XXI. Sûre-i Celîle'nin ve XXVIII. Sûre-i Celîle'nin 73. ve 5. âyet-i kerîmelerinde, Peygamberleri bizzat Allah-u Taâlâ'nın imâm ettiği, Onlara bu vazifenin, kendi iradesiyle verildiği bildirilmektedir. II. Sûre-r Celîle'nin (Bakara) 124. âyet-i kerimesinde de Allah-u Taâlâ'nın İbrahim Peygambere (s.a.a), O'nu insanlara imâm ettiğini vahyedince, İbrahim'in (A.M), soyundan gelenleri de imâm etmesini dilediği, Allah-u Taâlâ'nın, "Benim ahdıma zâlimler nail olamazlar" buyurduğu beyan buyrulmaktadır. XVII. Sûre-i Celîle'nin, (Esra1) 71. âyet-i kerîmesinde, kıyamet gününde, herkesin, kendi imamına, dünyada uyduğu kişiye çağrılacağı, kitabı sağ yanından verilenlerin, kitaplarını okuyacakları, onların kıl kadar bile zulüm görmeyecekleri bildirilmektedir.
XXI. Sûre-i Celîle'nin 73. XXVIII. Sûre-i Celîlenin 5. âyet-i kerîmelerinden açıkça anlaşıldığı gibi Peygamberler, ümmetlerinin imamlarıdır ve İmamet, II. Sûre-i Celilenin 124. âyet-i kerîmesinde beyan buyrulduğu gibi İlâhî bir ahiddir; bu ahde zâlimler, başkalarının haklarına tecavüz etmek üzere Allah'ın emirlerine uymayıp günah işleyerek nefislerine zulmedenler, yahut bilmeyerek, fakat öğrenmeleri gerekirken öğrenmedikleri, bilene sormadıkları için, yahut bilerek nefislerine uyup başkalarının haklarına tecavüz etmek suretiyle hem nefislerine, hem başkalarına zulmedenler, hiçbir suretle nail olamazlar, Allâh-u Taâlâ'nın takdiri, emri, irâdesi budur. Bu merkezdedir. Peygamber, Allâh-u Taâlâ'dan vahiy yoluyla telakkıy ettiği emirleri, ümmetine bildirmesi bakımından, Allah'ın risâletini ifâ ederler; bu, risâletleridir. Ayrıca o emirler mûcebince ümmetlerini idare ederler; o emir ve hükümleri içinde tatbik ederler; bu da imametleridir ve Peygamberde, risâlet ve imamet birleşmiştir; imamet Peygambere verilmiş olan bir vazifedir, bir ilâhi ahiddir.
Dostları ilə paylaş: |