Birinci Bölüm / allah'i tanimak



Yüklə 1,3 Mb.
səhifə33/80
tarix21.08.2018
ölçüsü1,3 Mb.
#73543
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   80

Sorular:


1- Bütün peygamberler belli bir coğrafyada mı görevlendirilmiştir? Neden?

2- Peygamberlerin daveti neden bütün dünyaya yayılmadı?

3- Yüce Allah neden bunca kötülük edilip bunca kanın dökülmesine engel olacak bir ortam yaratmamıştır?

4- Niçin peygamberler doğanın bütün sırlarını insanlara açmamışlardır? Bu durumda onlara inananlar daha fazla maddî imkânlara kavuşmuş olmaz mıydı?

5- Peygamberler gayelerine ulaşabilmek için ekonomik ve teknolojik güçlerden yararlanma yolunu neden tercih etmemişlerdir?

[1]- bk. Enbiyâ, 78-82; Kehf, 83-97; Sebe, 10-13; bu arada bazı rivayetlere istinaden Zülkarneyn'in peygamber değil, evliyaullahtan biri olduğunu da hatırlatalım.

[2]-Yusuf, 55.

[3]-Nehcü'l-Belâğa, Kâsıa hutbesi; Furkan, 7-10; Zuhruf, 31-35.

[4]- Enbiyâ, 81-82; Neml, 15-44.

24- PEYGAMBERLERİN İSMETİ

Vahyin Masuniyeti


İnsanın gerekli bilgilere ulaşması için bir başka zarurî yolun da vahiy olduğunu ve bu yolla akıl ve duyu güçlerinin yetersizliğinin telafi edildiğini gördükten sonra bir nokta daha dikkat çekmektedir.

Normal insanların vahyi doğrudan doğruya kullanamadığına, vahyi alabilecek yetenek ve liyakate de sahip bulunmadığına ve bu ilâhî mesajı ancak özel bazı insanlar (peygamberler) vasıtasıyla alabildiğine göre, bu mesajın doğruluğu ve sağlamlığı için hangi güvence ve garanti vardır? Peygamberin ilâhî vahyi doğru aldığı ve insanlara doğru olarak iblağ ettiğinden nasıl emin olunabilir?

Eğer Allah'la peygamber arasında da bir vasıta varsa, onun da görevini dosdoğru olarak yerine getirebildiğine nasıl güven duyulabilir? Çünkü ilâhî vahyin gereken etkinliğe sahip olması ve beşerî ilmin yetersizliğini telafi edebilmesi için; Allah tarafından gönderilişinden, insanlara iblağ ediliş merhalesine kadar her nevi kasıtlı veya kasıtsız müdahale ve değişmeden masun kaldığına güvenilmesi ve bundan emin olunması gerekir.

Aksi takdirde onu ulaştıran vasıta veya vasıtaların hata edebilme veya unutkanlığı gibi ihtimallerin varolması hâlinde ya da kasıtlı veya kasıtsız olarak değiştirilebileceği ve müdahalede bulunabileceği ihtimali durumunda, insanlara ulaşan vahiyde yanlışlık ve tahrif ihtimali de ortaya çıkacak, bu da ona artık güvenilmemesine neden olacaktır.[1] Binaenaleyh: Allah'ın vahyinin insanlara dosdoğru olarak ulaştığından nasıl emin olunabilir?

Vahyin hakikati diğer insanlara meçhul olduğuna, onu doğrudan doğruya alma ve anlama becerisine de sahip bulunmadıklarına göre aracılığın doğru yapılıp yapılmadığını kontrol edebilmeleri de mümkün olmayacak ve ancak bu vahiyde, mantık kurallarına aykırı bir nokta gördüklerinde bir hata olduğunu anlayabileceklerdir. Mesela birisi, mütenakızların (çatışıkların) toplanmasının mümkün veya farz olduğu, ya da (haşâ) Yüce Allah'ın zatında artış, terkip veya zeval bulunduğu yolunda Allah tarafından kendisine vahiy geldiğini iddia edecek olsa akıl ve mantık prensiplerinin yardımıyla bunun batıl ve geçersiz olduğu kolayca ispat edilebilir.

Ama vahye duyulan ihtiyacın asıl sebebi, akıl ve mantıkla reddi veya ispatının mümkün olmadığı, insanın bu vesilelerin yardımıyla anlayıp idrak edemediği veya doğruluğundan emin olamadığı meselelerdir. Bu durumda vahyin muhtevasının doğruluğunu veya onu ulaştıran vasıtaların kasıtlı ya da kasıtsız bir müdahalede bulunup bulunmadığını anlayıp ispatlamanın yolu nedir acaba?

Cevap şudur: Daha önce 22. derste aktardığımız delil gereğince akıl; hakikatlerin ve sorumlulukların gereğince anlaşılabilmesi için başka bir yolun da var olması gerektiğini (bu yolun bizzat ne olduğunu tam olarak kavrayamasa bile) anlayabildiği ve bu da ilâhî hikmetin bir gereği olduğu gibi, Allah'ın mesajlarının hiçbir müdahale ve değişikliğe uğramadan insanların eline geçmesi gerektiği, aksi takdirde gayeye aykırı düşüleceği gerçeğinin de hikmet-i ilâhînin bir gereği olduğunu idrak edebilmektedir.

Başka bir deyişle; insanların irâdî tekâmül ortamının hazırlanması ve insanın yaradılış gayesinin ilahî amacına ulaşabilmesi için Allah'ın mesajının bir veya birkaç vasıtayla insanlara ulaşabilmesi gerektiği mevzuu açıklık kazandıktan sonra ilâhî kemal sıfatlarına istinaden bu mesajın kasıtlı-kasıtsız her nevi müdahaleden masun olduğu ispatlanmaktadır. Zira Yüce Allah'ın, mesajlarının kullarına sağlam olarak ulaşmasını istememesi hikmete aykırı olup ilâhî hekimane irade bunu reddetmektedir. Yüce Allah'ın, mesajının kullarına sapasağlam ulaşabilmesi için onu hangi yollarla ve kimlerle göndereceğini bilmemesi ise O'nun sonsuz-sınırsız ilmiyle bağdaşmaz, kendi mesajını ulaştırabilmek için uygun vasıtalar seçememesi ve onları şeytanların saldırılarından koruyamaması O'nun sınırsız gücüne ters düşecektir.

O hâlde Yüce Allah her şeyi bildiğine göre, O'nun "hata yapacağını bilmediği birini vasıta seçmesi" mümkün değildir[2] ve yine O'nun sınırsız kudreti dikkate alındığında kendi vahyini şeytanların müdahalesinden ve kasıtlı ya da kasıtsız hata ve unutmalardan koruyamayacağı ihtimalini öne sürmek de kabil değildir.[3]

Aynı mantıktan hareketle ilâhî hikmete binaen, kendi mesajını hatadan masun kılamadığı da kabul edilemez.[4] Binaenaleyh ilâhî ilim, kudret ve hikmet gereğince Allah Teala'nın kendi mesajını sapasağlam ve el değmemiş bir şekilde orijinal hâliyle kullarına ulaştırmış olması gerekmektedir; vahyin masun kalmış olduğu işte bu aklî delille ispatlanmış olmaktadır.

Bu açıklamadan sonra; vahiy meleği veya meleklerinin ve vahiy alan peygamberlerin aldıkları vahyi iblağ konusunda kasıtlı veya kasıtsız bir ihanet ya da unutkanlıktan tamamen masun olup ismete sahip bulundukları (günah ve hata işlemeyecekleri) ispatlanmış olmaktadır.

Bütün bunlar, vahiy meleğinin güvenilir, güvencede ve ilâhî emaneti koruyup onu şeytanların müdahalesinden muhafaza konusunda pek güçlü olduğu; peygamberlerin de tamamen güvenilir ve "emin" oldukları ve kısacası insanların eline ulaşıncaya kadar vahyin kesinlikle emin ellerde olup korunduğu konusunda Kur'ân-ı Kerim'in neden onca vurguda bulunduğunu gözler önüne sermektedir.[5]

 

[1]- Kur'ân-ı Kerim bu konuda şöyle buyuruyor: "Allah sizi gayb üzerine muttali kılacak değildir. Ama Allah, elçilerinden dilediğini seçer. Öyleyse siz de Allah'a ve elçisine iman edin…" Âl-i İmrân, 179.



[2]- Kur'ân-ı Kerim bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Allah, elçiliğini nereye vereceğini daha iyi bilir." En'âm, 124.

[3]- Kur'ân-ı Kerim şöyle buyuruyor: "O gaybı bilendir. Kendi gaybını (görül-mez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz. Ancak elçileri (peygamberleri) içinde razı olduğu kimseler başka. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına gözetleyiciler dizer. Öyle ki onların Rablerinden gelen risaleti (insanlara gönderilenleri) tebliğ ettiklerini bilsin. Allah onların nezdinde olanları sarıp kuşatmış ve her şeyi sayı olarak da sayıp tespit etmiştir." Cin, 26-28.

[4]- "Böylece helak olacak kişi apaçık bir delilden sonra helak olsun, diri kalacak kişi apaçık bir delilden sonra hayatta kalsın…" Enfal, 42.

[5]- bk. Şuarâ, 193; Tekvir, 21; A'râf, 68; Şuarâ, 107, 125, 143, 162, 178; Duhan, 18; Tekvir, 20; Necm, 5; Hakka, 44-47; Cin, 26-28.



Yüklə 1,3 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin