Birinci Bölüm / allah'i tanimak



Yüklə 1,3 Mb.
səhifə30/80
tarix21.08.2018
ölçüsü1,3 Mb.
#73543
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   80

Sorular:


1- Allah'ı tanıma (tanrıbilim) ile ilgili konuları neden sadece aklî yöntemlerle beyan ettik?

2- Peygamberliğin temel konuları nelerdir?

3- Peygamberlik ve meadın temel konuları naklî delillerle ispatlanabilir mi? Bu iki konu arasında belli bir fark var mıdır?

4- Kelam ilminin hangi konuları naklî delillerle ispatlanabilir?

5- Peygamberlik konusuna meadden daha önce yer verip öncelik tanımanın nedeni nedir? Bu iki konuyla ilgili mevzulara daha başka mantıklı bir düzenleme ve sıralama getirilebilir mi?

6- Kelamla felsefe arasında ne gibi farklar vardır?

7- Kelam konuları, ispat açısından kaça ayrılabilir? Bunları sıralayın.

22- İNSANOĞLUNUN VAHYE VE PEYGAMBERLERE İHTİYACI

Peygamberlerin Gönderiliş Zarureti


Peygamberlik konusunun en temel mihveri olan bu konu üç başlıktan müteşekkil bir delille ispatlanabilir:

1- İnsanın yaradılış gayesi, kendi iradesiyle davranarak nihaî kemale doğru kendi kemalinde ilerlemesidir. İrade ve tercihten başka bir yolla bu kemale erişebilmek mümkün değildir. Başka bir deyişle insan, Yüce Allah'a ibadet ve itaat etmek suretiyle kâmil insanlara mahsus olan rahmetlere kavuşma liyakatini kazanması için yaratılmıştır ve hekimâne ilâhî irade de esasen insanın kemal ve saadetine taalluk etmiş (bu ciheti seçmiş) durumdadır. Ancak, bu değerli ve ulvî kemal ve saadet; insanın kendi iradesiyle davranmasından başka bir yolla mümkün olmadığından insanoğlunun hayat güzergâhı ve yaşam çizgisi iki yol ve iki güzergâh şeklinde belirlenmiş, böylelikle onun için seçme ve tercihte bulunma ortamı hazırlanmıştır. Doğal olarak bu yollardan biri kötülük ve azaba çıkmaktadır ki bu da özü ve değeri itibarıyla değil, doğal olarak (bu yolun tercih edilmesinin bir sonucu olarak) ilâhî iradeyle gerçekleşmektedir.

Bu konu, ilâhî hikmet ve adalet mevzularında açıklanmıştır.[1]

2- Bilinçli tercih ve irade; bir fiili gerçekleştirme gücüne ve çeşitli işleri yapabilmek için gerekli dış ortamlara ve içten gelen güdülere sahip olmanın yanı sıra iyi ve kötü işleri tanımayı, doğru ve yanlış yolların neler olduğunu bilmeyi de gerektirir. Bu nedenle de insan ancak hem gayeyi, hem ona giden yolları tanıması, bu yoldaki zorluklar, inişler, çıkışlar ve sapma ihtimallerinden gereğince haberdar olması hâlinde tekâmül çizgisini hür ve bilinçli olarak seçebilir. O hâlde ilâhî hikmet; bu tanıma ve bilince kavuşabilme için gerekli araç ve vesilelerin insana sunulmasını gerektirmektedir. Aksi takdirde durum; birini misafirliğe davet edenin ona adres vermemesi, bu adrese nasıl ulaşacağını söylememesine benzeyecektir. Böyle bir davranışın ise hikmetle bağdaşmayacağı ve gayeye ters düşeceği apaçık ortadadır.

Meselenin bu kısmının daha fazla açıklanmaya gerek bırakmayacak kadar netleştiğini sanıyoruz.

3- İnsanların duygu ve akıl yardımıyla elde edebildiği normal bilgiler yaşamın ihtiyaçlarını gidermede önemli bir rol oynasa da yaşamın ferdî, sosyal, maddî, manevî, dünyevî ve uhrevî boyutlarının tamamında gerçek saadet ve kemale ulaşma yolunu bulabilmek için yeterli değildir. Bu eksikleri gidermek için başka bir yol bulunmaması hâlinde insanın yaradılışının ilâhî gayesi tahakkuk bulamayacaktır.

Bu üç açıklamadan sonra şu neticeye varmaktayız: İlâhî hikmet, insanın tekâmül yolunu bütün boyutlarıyla bilebilmesi için duygu ve akıldan öte bir yolu ona göstermeyi gerektirmektedir. Böylece insanlar doğrudan doğruya veya başkalarının yardımı ve vasıtasıyla bu yolu tercih edebilme şansına kavuşacaktır.[2] Bu yol, peygamberlerin emrine bırakılmış olan vahiy yolundan başkası değildir; onlar doğrudan doğruya ve başkaları da onların vasıtasıyla bundan faydalanabilmekte ve nihaî kemalle saadete kavuşabilmenin yolunu öğrenmektedirler.

Bu burhanların giriş açıklamasında takdim ettiğimiz son açıklama bazı soru ve şüpheleri de beraberinde getirebilir, bu nedenle bu konuyu biraz daha açıklamak istiyoruz. Böylece insanoğlunun çok yönlü tekâmül seyrini teşhis konusundaki bilgi yetersizliği ve vahiy yoluna ne kadar muhtaç olduğu yeterince aydınlığa kavuşmuş olacaktır.

 

[1]- 15. ve 20. derslere bakınız.



[2]- Bu burhan, pratik (olması gereken) sonuçlamadan teorik (varolan) sonuç-lamayı çıkarma mevzuatından olup illetin gerekliliği yoluyla malul için kıyaslama zaruretinin ispatlama mısdaklarından sayılır ve ilahiyatta limmî burhanların çözümü mevzuatında değerlendirilir.

İnsanoğlunun Bilgi Yetersizliği


Doğru yaşamın bütün boyutlarıyla tanınıp bilinmesi için öncelikle insanın varlığının başlangıcı ve sonu, diğer varlıklarla bağları, kendi hemcinsleri ve başka varlıklarla kurabileceği ilişki ve irtibatlar, onun mutluluk veya kötülüğünde etkili olabilecek türlü ilişkiler bilinmeli ve tespit edilmelidir. Aynı şekilde kâr ve zararlar arasındaki mesafe ve farklarla çeşitli maslahatlar ve kötülüklerin anlaşılması ve doğru bir değerlendirmeye tabi tutulması gerekir. Böylece, farklı fizikî ve ruhî özelliklere sahip olup farklı sosyal ve farklı doğa şartlarında yaşayan milyarlarca insanın vazife ve sorumluluğu belirlenebilecektir. Ne var ki bütün bunları bilip kavramak ve duruma hâkim olmak bir veya birkaç kişinin becerebileceği bir iş olmadığı gibi, insanla ilgili türlü bilim dallarında uzman olan binlerce ekip bile bunca karmaşık ve girift formülleri keşfedip bütün insanların ferdî ve sosyal, maddî ve manevî, dünyevî ve uhrevî bütün ihtiyaçlarını gereğince garantileyip karşılayabilecek şekilde dakik ve muntazam kanunlarla kurallar hâlinde ona sunamaz; insanlığın yararına ve zararına olabilecek türlü konularda sık sık baş gösteren çatışma ve ihtilaf hallerinde gerçekten en mükemmel karar ve maslahatı hiç hata yapmadan tespit ve ikame edemez.

İnsanlık tarihi boyunca süregelen hukukî ve kanunî değişimler; binlerce yıllık bir süreçte binlerce bilim adamı ve uzman tarafından gösterilen onca çaba ve yapılan onca çalışma ve araştırmalara rağmen halâ doğru, mükemmel ve kapsamlı bir hukuk sistemi oluşturulamadığını göstermektedir. Dünyanın bütün hukuk uzmanları ve kanun koyucu mahfiller, öteden beri kendi koydukları kanunların eksiklik ve yetersizliğini bir süre sonra fark etmekte ve bazı maddeleri çıkarıp bazılarını ekleyerek veya yeni açıklayıcı hükümler koyarak bu kanunları düzeltmeye ve mükemmelleştirmeye çalışmaktadırlar.

Kaldı ki bu beşerî kanunların yazılması sırasında da ilâhî hukuk sistemleriyle semavî şeriat kurallarından epeyce yararlanıldığı da bilinmektedir. Diğer taraftan hukukçularla kanun koyucuların bütün çabası öteden beri sadece sosyal ve dünyevî maslahatları gözetmek olmuş ve uhrevî maslahatları asla dikkate almamış, sırf maddî ve dünyevî maslahatların gözetilmesinin uhrevî maslahatlar üzerindeki olumsuz etkilerini hesaba katmamışlardır. Kaldı ki meselenin en önemli kısmı olan bu boyutuna dikkat gösterecek olsa idiler bile kesin doğru sonuca ulaşmaları yine mümkün olmayacaktı. Çünkü pratik tecrübelerin yardımıyla maddî ve dünyevî maslahatları teşhis edebilmek ancak bir yere kadar mümkündür; ama uhrevî ve manevî maslahatları duyum ve tecrübe yoluyla kavrayabilmek mümkün değildir. Dahası, bunları tam olarak bir değerlendirmeye tâbi tutup maddî ve dünyevî maslahatlarla çatışmaları hâlinde hangisinin daha önemli olduğu kıstasına ulaşabilmek de mümkün değildir.

Bugünkü beşerî kanunların durumuna bakıldığında binler veya yüz binlerce yıl öncesi insanlığının sahip olduğu bilginin etkinlik ölçüsünü tahmin etmek ve ilkel insanın doğru yaşam tarzını teşhis konusunda günümüz insanından çok daha aciz olduğu sonucuna varabilmek hiç de zor değildir.

Kaldı ki çağdaş insanın binlerce yıllık geçmişin tecrübesiyle doğru ve kâmil bir hukuk sistemine kavuşabildiği ve bunun insanoğlunun ebedî ve uhrevî saadetini temin edebilecek bir sistem sayıldığı farz edilecek olsa bile bu durumda tarih boyunca milyarlarca insanı bu şekilde bilgisizlik ve cehaletle kendi başına bırakmanın ilâhî hikmet ve onların yaradılış gayesiyle nasıl bağdaştırılabileceği sorusu ortaya çıkmaktadır.

Özetle; insanların ilk yaratılıştan sona kadar yaradılış gayesinin tahakkuku ancak, yaşamın gerçeklerini tanımak, bireysel ve grup sorumluluklarını teşhis edebilmek için duyu ve aklın ötesinde bir yolun varlığıyla mümkündür ki bu da vahiy yolundan başkası değildir.

Yine şu da açıktır ki bu mantık gereğince ilk insanın peygamber olması gerekmektedir. Böylece doğru yaşam tarzını vahiy vasıtasıyla bilecek ve yaradılışın gayesi bizzat onun hakkında da tahakkuk bulacak, sonra diğer insanlar da onun vasıtasıyla hidayet olunabilecektir.


Yüklə 1,3 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin