Birinci Bölüm / allah'i tanimak


Neden Yüce Allah İhtilaf ve Sapmaları Önceden Önlememektedir?



Yüklə 1,3 Mb.
səhifə32/80
tarix21.08.2018
ölçüsü1,3 Mb.
#73543
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   80

Neden Yüce Allah İhtilaf ve Sapmaları Önceden Önlememektedir?


Peygamberler insanların tekâmül şartlarını olgunlaştırmak için gönderilmişse, onların varlığına rağmen neden yeryüzünde bunca kötülük, bozulma ve fesat var ve neden insanların çoğu, genellikle küfre ve isyana sapmaktadır? Hatta semavî dinlere mensup insanlar bile birbiriyle çatışmış, onca kanlı ve dehşetengiz savaşlar çıkarmışlardır? İlâhî hikmet, Yüce Allah'ın bunca fesada engel olmasını, en azından peygamberlere inananların birbirleriyle savaşmamasını sağlayacak şartlar yaratmasını gerektirmiyor mu?

Bu sorunun cevabı da, yine insanın tekâmülünün onun kendi iradesine bağlı olma özelliğinde yatmaktadır. Zira daha önce de belirttiğimiz gibi ilâhî hikmet, insan için iradî olan (cebrî olmayan) tekâmül şartlarının ortam ve araçlarının ona takdim edilmesini gerektirmektedir. Böylece isteyen herkes hak yolu bulup tanıyabilecek ve bu yolu kat ederek kemal ve saadetine ulaşabilecektir. Ne var ki böyle bir tekâmül için gerekli şartların hazırlanması; bütün insanların bu şartları doğru şekilde kullanarak mutlaka doğru yolu seçeceği anlamına da gelmemektedir. Başka bir deyişle, Kur'ân'ın da tabiriyle Yüce Allah insanları bu dünya şartlarında yaratarak, kimin daha iyi amel işleyeceğinin görülmesi için onları sınamakta, denemektedir.[1] Kur'ân-ı Kerim'de de defalarca tekrarlandığı gibi Allah isteseydi herkesi doğru yola hidayet edip bütün sapma ve kötülükleri engelleyebilirdi.[2] Ama bu durumda seçme ve tercih ortamı diye bir şey kalmaz, insanların davranışları "insanî değer" taşımış olmaz ve Yüce Allah'ın "özgür iradeli ve tercih edebilen" insanı yaratma gayesi amacına ulaşmazdı.

Kısacağı insanların kötülük, bozulma, küfür ve isyana eğilim göstermesi bizzat kendi iradelerini kötüye kullanmalarının sonucudur, bu tür davranışlarda bulunabilme gücü insana verilmiştir ve onun yaradılışı bu imkânla donatılmış durumdadır; tercih ettiği yolun vesile, gerek ve akıbetini elde etmesi de bunun en doğal sonucudur. Her ne kadar ilâhî irade özü itibariyle insanların tekâmülünden yana ise de insana verilen irade ve hür davranış da yine ilâhî irade gereği olduğundan; insanın iradesini kötüye kullanma sonucu bozulup kötüleşmesine de ilâhî irade engel olmamaktadır. İlâhî hikmetin gereği, bütün insanların "isteseler de, istemeseler de" doğru yolda hareket etmeleri ve "kendi iradelerine aykırı olduğu hâlde" böyle davranmaları değildir.

 

[1]- bk. Hud, 7; Kehf, 7; Mülk, 2; Mâide, 48; En'âm, 165.



[2]- bk. En'âm, 35, 107, 112, 137, 128; Yunus, 99; Hud, 118; Nahl, 9, 93; Şûrâ, 8; Şuarâ, 4; Bakara, 253.

Niçin Peygamberler Ekonomik, Teknik İmtiyaz ve Patentlerle Gönderilmemiştir?


Hikmet-i ilâhî, insanların en iyi şekilde ve bir an önce kemal ve saadete erişmesini gerektirdiğine göre, Allah Teâla’nın doğanın bütün sırlarını vahiy yardımıyla insanlara açıp onların türlü nimetlerden yararlanmasını sağlaması ve böylece tekâmüllerini daha kolay ve hızlı şekilde tamamlamalarına yardımcı olması daha doğru olmaz mıydı? Nitekim son birkaç asırda bazı doğa güçlerinin sırrının çözülmesi ve birçok yeni yaşam gerecinin geliştirilip insanın hizmetine sunulması medeniyetin ilerlemesi ve insanın kalkınmasında göz kamaştırıcı etkiler yaratmış ve sağlığın korunması, hastalıklarla mücadele, karşılıklı bilgi akışı iletişim vb. hizmetlerin çok yaygın hale gelmesine yardımcı olmuştur. Binaenaleyh peygamberler de insanlığa bu şekilde ileri teknolojiler ve ilimler sunarak yaşam ve refah düzeyini yükseltecek araçlar verselerdi, insanlar üzerindeki sosyal nüfuzları ve siyasi güçleri artmış olur, gayelerine ulaşmaları kolaylaşırdı.

Bu eleştirinin cevabı şudur: İnsanoğlunun vahiy ve nübüvvete olan asıl ihtiyacı, normal bilgileriyle halledemeyeceği ve ulaşamayacağı, bilememesi hâlinde gerçek kemal yolunu bulamayacağı ve kat edemeyeceği konulardadır. Başka bir deyişle peygamberlerin asıl görevi insanları tekâmül yoluna yöneltip bu cihette yaşamlarına yön vermek, böylece bütün şartlarda sorumluluk ve görevlerini bilmelerini ve kemal gayesine ulaşma yolunda güçlerini doğru kullanmalarını öğretmektir. İster çölde ve çadırda yaşayan, ister başka gezegenlere uçup okyanuslar kat edebilen toplumlara asil insanî değerleri öğretmek, Yüce Yaratıcı'ya karşı, bireylere ve hemcinslerine veya diğer varlıklara karşı sorumluluklarını bilmelerini sağlamaktır. Böylece insanlar bu sorumluluklarını yerine getirmek suretiyle gerçek ve ebedî saadet ve kemale erebilecektir. Ancak, insanların yetenekleri veya doğal ve teknik imkânlarının farklı olması ister belli bir süreçte olsun, ister çeşitli zamanlarda olsun, özel bazı neden ve durumlardan kaynaklanır ve ebedî ve gerçek tekâmül yolunda belirleyici bir rol oynamazlar. Nitekim bugün insanoğlunun maddî ve dünyevî refaha kavuşmasını sağlayan ilmî ve teknolojik gelişmeler onun ruhî ve mânevî tekâmülünde hiçbir olumlu etki yaratmamış, hatta tam tersine, olumsuz etkilerde bile bulunmuştur.

Kısacası: İlâhî hikmetin gereği, insanların maddî nimetlerden faydalanarak dünya hayatlarını sürdürmesi ve akılla vahiyden faydalanarak gerçek kemal ve ebedî saadet yolundaki çizgisini belirlemesidir. Ama insanlar arasındaki fizikî ve ruhî farklılıklar, toplum ve tabiat şartlarının farklılığı, bilim ve teknolojiden yararlanma oranları gibi farklılıklar neden-sonuç ilişkisine dayalı yaradılış sisteminin şartlarından kaynaklanan sonuçlar olup insanların ebedî kaderini belirleyecek ölçüde önemli bir role sahip değildir. Nitekim çok sade bir hayat sürdürüp en asgarî maddî imkânlara sahip olduğu hâlde fevkalade yüksek bir maneviyata ve ileri kemal derecelerine ulaşan nice birey ve gruplar vardır, aynı şekilde en ileri teknoloji ve bilimlere sahip olup en müreffeh hayatı yaşayan ama nankörlük, gurur, kibir ve başkalarına zulümde bulunarak kötülük ve alçaklığın en aşağılık derecesine inen niceleri de vardır…

Bu arada peygamberlerin asıl görevleri olan "insanlığı gerçek saadet ve kemale yöneltme" dışında bu dünyada da daha rahat yaşamaları için epey yardımlarda bulunduklarını ve ilâhî hikmetin gerektirdiği yerlerde tabiatın sırlarından nice perdeleri açıp medeniyetin gelişmesine yardımcı oldukları da unutulmamalıdır. Hz. Davud, Hz. Süleyman ve Hz. Zulkarneyn'in (hepsine selâm olsun) hayatlarında bunun örneklerini sıkça görebilmek mümkündür.[1] Ya da Hz. Yusuf'un (a.s) Mısır diyarında yaptığı gibi devlet idaresi ve toplumu yönetme konusunda önemli metotlar öğretmişlerdir[2] ve bütün bunlar peygamberlerin asıl vazifelerine ilave olarak insanlığa sunmuş oldukları hizmetlerdir.

Peygamberlerin gayelerine ulaşabilmek için teknoloji, ekonomi ve askerî güçlere neden başvurmadıkları konusuna gelince; daha önce de defalarca belirttiğimiz gibi peygamberlerin asıl görevi insanların özgür ve bilinçli bir iradeyle tercihte bulunabilmesi için gerekli olan ortamı hazırlamaktan ibarettir. Normal olmayan yollara ve güçlere başvurmak isteselerdi insanlar için manevî olgunlaşma ve özgür tekâmül diye bir şey vuku bulamazdı; insanlar ilâhî saikler ve kendi özgür iradeleriyle değil, peygamberlerin gücüne karşı duramadıkları için onlara eğilir, mecburen itaat etmiş olurlardı.

Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) bu konuda bakınız ne diyor:

Eğer Yüce Allah dileseydi, peygamberlerini bizlere gönderirken altın ve mücevher hazinelerini, değerli madenleri, türlü meyvelerle dolu bağlarla bahçeleri onların emrine verir, gökteki kuşlarla, yerdeki hayvanları kolayca onların emrine sokardı; ama böyle yapmış olsaydı o zaman sınama ve ödül ortamı ortadan kalkmış olurdu.

…Yüce Allah peygamberlerine kimsenin hayal edemeyeceği bir güç ve iktidar verebilir, herkesin ya korku ya tamahla onlara eğilip itaat etmesini sağlayacak bir saltanatla onları donatabilirdi, herkes teslim olur, önlerinde hiçbir güç duramazdı; ama o zaman saikler ve değerler birbirinden farksız olurdu. Ama Yüce Allah insanların sadece ilâhî saiklerle davranıp hiçbir art niyet taşımaksızın O'nun peygamberlerine uyup Kitaplarına inanmalarını, O'na ihlasla eğilip kulluk etmelerini istemiştir. Bela ve imtihan ne kadar zor ve büyük olursa, kazanılacak sevap ve alınacak ödül de bir o kadar büyük ve fazla olmaktadır.[3]

İnsanlar kendi iradeleriyle ve isteyerek hak dine girip Yüce Allah'ın rızasına uygun bir toplum oluşturduklarında, ilâhî gayelerin gerçekleşmesi için; özellikle mütecaviz ve saldırganlara karşı koyup müminlerin haklarını savunabilmek için çeşitli güç ve imkânlardan faydalanmaları elbette yerinde olacaktır. Nitekim Hz. Süleyman'ın (a.s) devletinde bunun örneğini görmek mümkündür.[4]


Yüklə 1,3 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin