Birinci Bölüm / allah'i tanimak



Yüklə 1,3 Mb.
səhifə65/80
tarix21.08.2018
ölçüsü1,3 Mb.
#73543
1   ...   61   62   63   64   65   66   67   68   ...   80

Aklî Deliller


Kur'ân-ı Kerim ayetlerinin çoğunda, meadın zaruretine dair aklî deliller öne süren bir üslup vardır, bunları hikmet ve adalet delilleri arasında saymak mümkündür. Bu cümleden olmak üzere Kur'ân'da muhataptan itiraf almayı amaçlayan soru terkibiyle şöyle buyrulmaktadır:

Sizi boş yere yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız? [1]

Bu ayet-i şerife, Yüce Allah'a dönüş ve meadın olmaması hâlinde bu dünyada insanın yaratılmasının boş yere yapılmış bir iş olacağını açıkça belgelemektedir. Oysa bilge ve hikmet sahibi olan Yüce Allah asla abes yere ve boşuna bir iş yapmaz; o hâlde yarattıklarını tekrar kendisine geri döndürmek için başka bir dünya yaratması kaçınılmazdır.

Bu burhan, istisnaî bir tasımdır aslında ve onun koşuklu önermesi olan birinci öncülü şunu ifade etmektedir: İnsanın bu dünyada yaratılması, ancak bu dünya yaşamından sonra Allah'a geri dönmesi ve yaptıklarının karşılığını ahiret âleminde görmesi hâlinde hekimane ve bilgece bir gaye taşıyabilecektir. Bu gerekliliği, "hikmet delili" konusunda yeterince açıkladığımız için burada tekrarlamaya gerek olmadığı kanısındayız.

İkinci öncül ve girişse Yüce Allah'ın hiçbir şeyi boş yere ve gayesiz olarak yaratmamasıdır, bu da ilâhî hikmet ve O'nun işlerinin boşuna olmayışı mevzuudur; bunu da daha önce "Allah'ı Tanıma" başlıklı bahsimizde ele almış, hikmet delili mevzuuna da etraflıca değinmiştik. Binaenaleyh mezkûr ayet, söz konusu delil ve burhanla tamamen mutabık olup örtüşmektedir.

Burada şu noktayı ekliyoruz sadece: İnsanın yaratılışı, bütün kâinatın yaratılışının gayesi konumunda olduğuna ve kâinat insan için yaratıldığına göre, insanın bu dünyadaki yaşamı bilgece bir gayeden yoksun ve boşuna bir yaşam olacaksa, kâinatın yaratılışı da batıl boş yere gerçekleştirilmiş bir yaratılış olacaktır. Ahiret dünyasının varlığını, kâinatın bilgece yaratılmasının bir gereği olarak değerlendiren ayetler işte bu gerçeği vurgulamaktadır. Mesela Kur'ân-ı Kerim "ulü'l-elbab" , yani "akıl sahipleri"ni tanımlarken şöyle buyurur:

Onlar ayaktayken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler (ve derler ki:) "Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru!" [2]

Bu ayet, kâinatın yaratılışı hakkında düşünmenin, insanın ilâhi hikmeti fark etmesine yaradığını göstermektedir: Yani "Hekim ve Bilge" olan Yüce Allah bu muazzam kâinatı bilgece bir gaye ve amaç için yaratmıştır, bu yaratış asla amaçsız ve boşuna değildir. Kâinatın yaratılışının nihaî gayesi sayılacak bir dünyanın var olması hâlinde bu ilâhî yaratılış -haşâ- gayesiz ve abes bir meşgale olacaktır.

Meadın zaruretinin aklî delillere dayandığını gösteren diğer gruptaki ayetlerse adalet burhanıyla örtüşür niteliktedir.[3] Yani ilâhî adaletin gereği; iyilerle kötülere yaptıklarının karşılığının verilmesi ve bu ikisi arasında fark gözetilip akıbetlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Bu dünyada böyle bir ayırma olmadığından, adaletin tecellisi için bir başka dünyanın varlığı zaruriyet arz etmektedir.

Bu konu, Casiye Suresi'nde şöyle geçer:

Yoksa kötü amellere boğulanlar, kendilerini iman edip salih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri bir mi olacak (bu dünyanın nimetleri, belaları, mutlulukları ve üzüntülerinde ortak oldukları gibi, öldükten sonra da mı aralarında fark olmayacak?) (Böyle zannedenler) pek kötü bir yargıda bulunuyorlar! Yüce Allah gökleri ve yeri hak olarak (ve hekimâne bir gayeyle) yarattı ki herkes kendi kazandıklarıyla karşılık görsün, onlara zulmedilmez. [4]

Burada şu noktanın altını çiziyoruz: Bu ayette geçen "Allah, gökleri ve yeri hak olarak yarattı" ibaresi hikmet burhanına işaret olarak değerlendirilmelidir; nitekim adalet burhanını da aslında hikmet burhanında mütalaa etmek gerekir. Zira ilâhî adalet bahsinde de açıkladığımız gibi "adalet", "hikmet"in mısdaklarından biridir.


Sorular:


1- Kur'ân-ı Kerim meadı nasıl ispatlamakta ve insanlara hüccetini nasıl tamamlamaktadır?

2- Hangi ayetler hikmet burhanına işaret etmektedir? Bu ayetlerin gösterdiği delil ve mantık üslubunu açıklayınız.

3- Hangi ayetler adalet burhanına işaret etmektedir? Bu ayetlerde gösterilen delileri açıklayınız.

4- Adalet burhanı nasıl hikmet burhanının bir kıstası olarak mütalaa edilebilir?

[1]- Müminun, 115.

[2]- Âl-i İmrân, 191.

[3]- Sad, 28; Mümin, 58; Kalem, 35; Yunus, 4.

[4]- Casiye, 21-22.


48- AHİRET DÜNYASININ ÖZELLİKLERİ

Giriş


İnsanoğlu, hakkında hiçbir tecrübeye sahip bulunmadığı; ne bâtınî gözlem ve sezgisel ilimle bilinçli olarak kavrayabildiği, ne de duyu yoluyla algılayabildiği şeyler konusunda tam bir bilgiye sahip olamaz ve bunları tam anlamıyla bilemez. Bu gerçek ışığında, ahiret dünyası ve onunla ilgili olayları tam olarak anlayıp bilmemiz ve bütün boyutlarını kavrayabilmemiz beklenemez. Bilakis, bu konuda ancak akıl veya vahiy yoluyla elde edebildiğimiz tarif ve tanımlarla yetinmemiz ve ileri gitmekten sakınarak küstahlıktan uzak durmamız gerekir.

Ne yazık ki bazıları ahiret dünyasını bu dünya gibi tanımlama yoluna gitmiş ve ahiret cennetinin bizzat bu dünyada bir (veya birkaç) gezegende olduğu sanısına kapılarak bu zanlarını, günün birinde teknolojik ve ilmî buluşlar sayesinde insanların bu cennet gezegeni keşfedip oraya gideceği ve orada huzurlu ve rahat bir yaşam sürdüreceği noktasına vardırmışlardır!!

Diğer taraftan kimileri de ahireti büsbütün inkâr ederek cennetin ahlâkî değerlerden ibaret olduğu iddiasını öne sürmüş ve onlara göre ancak kendilerini insanlığa hizmete adayan dürüst insanlar bu ahlâkî değerlere bel bağlamıştır ve dünyayla ahiretin farkı, maddî çıkarla ahlâkî değerler arasındaki farktan ibarettir!

Birinci gruptakilere şu soruyu sormamız yerinde olacaktır: Ahiret cenneti bizzat bu dünyadaki bir gezegendeyse ve gelecek nesiler oraya gidecekse; Kur'ân'ın tasdiklemiş olduğu kıyamette dirilme ve toplanma gününün ne anlamı kalmaktadır? Geçmişte yaşayan insanların bütün davranış ve eylemlerinin ödül ve cezası nasıl verilecektir orada?

İkinci gruptakilere de şunu sormak istiyoruz: Eğer cennet denilen şey ahlakî değerlerden başkası değilse (ve bu durumda cehennem de ahlâksızlıktan ibaretse), Kur'ân-ı Kerim, insanların öldükten sonra dirileceği ve kıyametin mutlaka gerçekleşeceğini ispatlamak için neden bunca ısrar etmektedir? Bu durumda peygamberlerin insanlara bu hakikati(!) açıkça anlatıp onca itiraz ve eziyete; delilik, masalcılık vb. suçlamalara maruz kalmamaları gerekmez miydi?!

Bu saçma görüşler bir tarafa bırakılacak olursa felsefecilerle kelamcıların fizikî mead ve ruhî mead tartışmalarıyla bu madde dünyasının tamamen yok olup olmayacağı, ahiretteki vücudun dünyadaki vücutla aynı mı, yoksa onun benzeri mi olacağı vb. konulardaki ihtilafları gündeme gelmektedir.

Hakikatleri anlama ve gerçeğe bir adım daha yaklaşma yolunda gösterilen bu tür aklî ve felsefî çabalar her ne kadar takdire şayan olup bunların ışığında fikir ve düşüncelerin zaaf ve kuvvet noktaları daha iyi ortaya çıksa da; bu tür tartışmalarla uhrevî yaşamın künhüne varmamızın ve o hayatı adeta bizzat yaşamışçasına tanımamızın beklenmemesi gerektiği de unutulmamalıdır.

Sahi, ahiret bir yana dursun, içinde yaşamakta olduğumuz bu dünyanın bütün hakikatleri bilinmekte midir acaba? Asrımızın fizikçileri, kimyacıları, biyologları vb. pozitif ilim dallarının bilginleri madde ve enerjinin hakikatini ve çeşitli güç ve enerji türlerinin hepsini keşfedebilmişler midir bugün? Dünyanın geleceği hakkında "kesinlikle şöyle olacaktır" diyebiliyorlar mı? Mesela yerçekimi yok olsa veya elektronlar hareket etmeyip dursa, neler olacağını bilen bir bilim adamı var mıdır bugün?! Esasen bu tür şeylerin vuku bulup bulmayacağını kesin söyleyebilecek biri var mıdır?

Filozoflar bu dünyayla ilgili bütün aklî meseleleri kesinlikle dos-doğru bir şekilde çözüp halledebilmişler midir sahi? Cisimlerin ger-çekleri, türel sûretlerin biçim ve yapıları, ruhla vücut arasındaki iliş-ki vb. gibi konular üzerinde daha epeyce araştırmalarda bulunulması gerekmiyor mu?

Bunca eksik ve sınırlı bilgi ve düşüncemizle; hakkında hiçbir tecrübe taşımadığımız bir dünyanın bütün gerçeklerini kavrayabilmemiz mümkün müdür acaba? İnsanın bilgisinin sınırlı ve eksik olması, onun hiçbir şeyi bilemeyeceği veya varlık âlemini daha iyi tanıma yolunda çaba göstermemesi gerektiği anlamına gelmez elbette. Allah'ın vermiş olduğu akıl gücüyle birçok hakikati anlayabilir; duyu, tecrübe ve edinim yoluyla doğa sırlarının çoğunu keşfedebiliriz, bundan kuşku duyulmamalıdır; keza bilgi ve basiretimizi artırmak için ilmî ve felsefî çabalarımızı sürdürmemiz gerektiğinde şüphe yoktur. Ama aklın gücünün bir sınırı olduğu ve pozitif bilimlerin ancak belli bir yere kadar işlerlik taşıdığı da unutulmamalı ve yersiz mağrurluklardan cidden sakınılmalıdır, zira Kur'ân "…size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir." buyurmaktadır.[1]

Evet, bilgece bir bakış açısı, hekimâne bir tevazu ve sorumluluk taşıyan dindarca bir ihtiyatlılık, kıyamet günü ve gayb âlemi ile ilgili hakikatler hakkında kesin görüşler serdetmekten sakınmayı, temelsiz ve delilsiz yorum ve tevillere girişmekten uzak durmayı gerektirmektedir. Aklî burhan ve Kur'ân nassının izin verdiği ölçüde bu konulara girilebilir ancak… Zaten bir mümin için, Rabbinden inen her şeyin hak ve doğru olduğuna inanmak yeterlidir aslında; bütün bunların teferruatını bilme ve derinlemesine beyan etme zorunluluğu bulunmamaktadır. Hele, akıl ve edinim yoluyla ulaşılması mümkün olmayan ve hakkında çok kısıtlı ve eksik bilgilere sahip bulunduğumuz konularda bu zorunluluktan hiç söz edilemeyeceği apaçık ortadadır.

Şimdi akıl vasıtasıyla ahiret âleminin özellikleri ve dünyayla ahi-ret arasındaki farkların ne kadarını anlayabileceğimize bir bakalım:

 

[1]- İsrâ, 85.



Yüklə 1,3 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   61   62   63   64   65   66   67   68   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin