4. Evlenmenin Gizlenmemesi
Bu şart sadece Mâlikîler tarafından ileri sürülmüştür. Onlara göre şahitlerle anlaşarak yapılan evlenmenin gizlenmesi ve etrafa duyurulmaması sıhhat şartlanna aylandır; dolayısıyla böyle olan nikâhlar geçersizdir. Ne var ki diğer üç mezhep bunu bir sıhhat şartı olarak kabul etmez, şahitlerin duyduğu nikâh artık gizlilik sınırını aşmıştır derler. Ne var İd günümüzde resmî şekil ve kayıt bulunmadığı sürece iki şahidin, özellikle büyük yerleşim merkezlerinde alenîliği sağlamaya yetmeyeceği ortadadır, Fakihlerin çoğunluğunun iki şahidi yeterli görmesi dönemlerinin toplumsal telakkileriyle yakından ilgili olup böyle bir gizliliği tasvip ettikleri şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu itibarla, ülkemizde iki şahitle fakat gizlilik içinde kıyılan nikâhların taşıdığı sakıncalar göz önüne alındığında Mâlikîler'in bu görüşünün de tamamen yabana atılmaması gerektiği ortaya çıkmaktadır,
d) Yürürlük Şartlan
Evlenmenin hükümlerinin işlerlik ve yürürlük (nefâz) kazanması için aranan şartlardır, Bazan nikâh geçerli olarak akdedildiği halde hükümleri
Rlie HflVflTI 209
hemen işlerlik kazanmaz. Meselâ eksik ehliyetlilerin velilerinin iznini almadan yaptıkları evlenme böyledir. Veli icazet verene kadar bu evlilik normal sonuçlarını doğurmaz. Tam ehliyetli bir kimseyi velisinin evlendirmesi de aynı gruba girer; ancak tam ehliyetli bu işlemi kabul ederse hükümlerini doğurmaya başlar. Genel olarak bizzat evlenecek kimseler tarafından akdedilen evlilik velilerin, veliler tarafından akdedilen evlilik de tarafların izin veya icazetine muhtaç olduğu durumlarda bu iznin alınması bir nefâz şartı olmaktadır,
e) Bağlayıcılık Şartlan
Evliliğin bağlayıcı (lâzım) olması için aranan şartlardır. Evlilik sözleşmesi esas itibariyle bağlayıcıdır, diğer bir ifadeyle lâzım bir akiddir. Taraflardan birisi veya her ikisi evliliği bütün sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldıramaz. Ancak boşanmanın farklı bir hukukî işlem olduğu belirtilmelidir. Fakat bazı durumlarda nikâh akdinin bağlayıcı olmadığı, taraflardan birinin bunu feshedebildiği görülmektedir.
Tam ehliyetli bir kadın evlenme akdini velisinden izinsiz yapıyorsa, bir kısım İslâm hukukçusuna göre kocasının kendi konumuna denk, mehrinin de misil mehir, yani kadının konumuna denk olması gerekir. Aksi halde velilerin bu evliliği feshettirme hakları vardır. Öte yandan baba veya baba-dedesi dışındaki bir velisi tarafından evlendirilen küçüklerin nikâhı, kocası kendisine denk (küfüv) ve mehir de misil mehir olsa bile, bağlayıcı olmayan, yani gayri lâzım bir nikâhtır. Böyle bir durumda bulunan küçükler ergenlik çağma gelince evliliği feshettirebilirler. Bunun için herhangi bir sebep ileri sürmek zorunda da değildirler. Bu durumdaki genç kızların bir seçim hakkından bahsedilir. Buna da bulûğ muhayyerliği (hıyârü'l-bulûg) denir, İslâm hukukçularının gündeme getirdiği bu şart, genç kızlann konumuna ve ailesine denk bir kimseyle evlilik yapmasını, böylece hem evliliğin mâkul bir zeminde kurulmasını hem de taraflann ve ilgililerin haklarını korumayı hedefler.
f) Şartlara Uymamanın Sonucu
Bu unsur ve şartlardan birisine riayet edilmemesi durumunda ihmal veya ihlâl edilen unsur ve şarta göre evliliğin ya tamamen veya bazı yönleriyle geçersiz olması söz konusu olacaktır,
Unsurlan, kuruluş (in'ikad) ve geçerlilik (sıhhat) şartlan tamam olan evlilik hukuken geçerli (sahih) bir evliliktir. Böyle bir evlilik kan-koca ilişkisinin
£1Û İLAAIHRL
helâl olması, mehir, nafaka, evlilikten doğan sıhrî hısımlık ve mahremiyet (hürmet-i musâhere), neseb ve karşılıklı mirasçılık gibi evliliğin bütün sonuçlarını doğurur. Unsurları ve in'ikad şartları tamam olup sıhhat şartlarında eksiklik olan evlilik fâsid evliliktir. Bu tür evlilikte tarafların derhal ayrılmaları gerekir, Fâsid evlilik kendi başına herhangi bir sonuç doğurmaz. Ancak bu evlilikle birlikte fiilî birleşme de (zifaf) vuku bulmuşsa bu evlilikten şu sonuçlar doğar: 1, Mehr-i misil ile müsemmâdan az olanı kadının hak etmesi, 2, Böyle bir birleşmeden doğacak çocukların nesebinin babaya bağlanması, 3, Ayrıldıklarında kadının fesih iddeti beklemesi, 4, Fâsid nikâhla bir araya gelen eşler arasında hürmet-i musâhere denilen sıhrî hısımlıktan doğan evlilik engelinin teşekkülü, Ebû Hanîfe diğer akidlerde yapmış olduğu bâtıl-fâsid akid ayırımını nikâh akdinde de yapmaktadır. Ona göre unsurlan veya in'ikad şartlarında eksiklik olan akid bâtıl akiddir. Tarafların derhal ayrılmak zorunda oldukları böyle bir akidden herhangi bir hukukî sonuç doğmaz. Ancak zifaf olmuşsa mehr-i misil gerekir. Unsurları, in'ikad ve sıhhat şartları tamam olan yürürlük şartlarında eksiklik bulunan akde de mevkuf akit denir. Mevkuf akid yetkili kimsenin izin ve icazet vermesine kadar doğuracağı sonuçlar bakımından fâsid nikâh hükmündedir. Diğer şartları tamam olup, bağlayıcılık (lüzum) şartlarında eksiklik bulunan akde gayri lâzım veya caiz akid denir. Fesih hakkı sahibi bu yönde bir talepte bulunup evliliği feshettirinceye kadar geçerli bir evliliğin bütün sonuçlarını doğurur,
E) Evlenme Ehliyeti
Geçerli bir evlilik yapabilmek için hukuken sahip olunması gereken yeterliliğe evlenme ehliyeti denir. Bütün hukukî işlemlerde olduğu gibi evlenme sözleşmesini başka bir kimsenin iznini almadan yapabilmek için de tam ehliyetli olmak gerekir, Hanefîler'e göre aile hukukunda tam ehliyetli olmak için akıllı ve baliğ olmak yani temyiz gücüne sahip olarak ergenlik çağma ulaşmak yeterlidir. Bu mezhebe göre kadın olsun erkek olsun bu iki şartı kendisinde toplamış bulunan her şahıs başka bir kimseden izin almaksızın evlenme sözleşmesi yapabilirler. Bu kimselere tam ehliyetli denir, Hanefîler'e göre evlenme ehliyetine sahip olmak için rüşd şart değildir. Bir diğer ifadeyle mal varlığını gerektiği gibi idare edemeyen, gereksiz yere veya gereğinden fazla sarfeden sefihler, diğer hukukî işlemler bakımından eksik ehliyetli sayılırlarsa da aile hukuku bakımından tam ehliyetli kabul edilirler. Ancak sefihlerin eşlerine verdikleri veya vermeyi taahhüt ettikleri mehrin misil bir mehir olması gerekir. Bunun üstündeki miktar bağışlama kabul edi-
RııeHnvflTi 211
lir. Sefihlerin mal varlıklarında mutlak bir azalmaya yol açan bağışlama yapmaları mümkün değildir,
Mâlikîler'e, Şâfiîler'e ve Hanbelîler'e göre ise tam evlenme ehliyetine sahip olmak için rüşd de şarttır; buna göre sefih aile hukuku bakımından tam ehliyetli değildir, Mâlikîler'e göre velisinin izin veya icazetiyle evlenebilir; diğer iki mezhep bunu da kabul etmez. Onlara göre sefihi ancak velisi ev-lendirebilir.
Ergenlik biyolojik bir olgunluğu ifade eder. Bu da insandan insana, bölgeden bölgeye göre değişir. Bu bakımdan herkes için sabit bir ergenlik yaşı belirlemek mümkün değildir. Bu sebeple İslâm hukukçuları ergenlik için genel duruma bakarak bir alt bir de üst sınır belirlemişlerdir. Bu iki sınır arasında kişi ne zaman biyolojik olarak ergen olursa o andan itibaren baliğ sayılır. Alt sınırdan önce ergenlik iddiası dinlenmez. Üst sınıra ulaşan kimse de ergenliğe ulaşmasa bile baliğ kabul edilir. Alt sınır kızlarda dokuz, erkeklerde on ikidir. Üst sınır ise Ebû Hanîfe'ye göre kızlarda on yedi, erkeklerde on sekiz, İmam Mâlik'e göre her iki cins için on sekiz, Ebû Yûsuf ve Muham-med'e göre yine her iki cins için on beştir,
Hanefîler'e göre tam ehliyet için gerekli olan iki vasıftan birisi eksik o-lursa eksikliğin türüne göre kişi ya tam ehliyetsiz veya eksik ehliyetli olur. Kişide temyiz gücü henüz gelişmemiş bulunur veya akıl hastalığı gibi bir sebeple hiç bulunmazsa bu kişiler tam ehliyetsizdirler. Bunlar da gayri mümeyyiz küçüklerle akıl hastalarıdır. Temyiz gücü gelişmiş bulunan ancak ergenlik çağma gelmemiş olanlar yani mümeyyiz küçükler ile temyiz gücü tam olarak gelişmemiş bulunan akıl zayıfları ve bunaklar yani matuhlar eksik ehliyetli sayılır. Eksik ehliyetlilerle ehliyetsizler arasında evlenme sözleşmesini yapma bakımından şu fark vardır İd ehliyetsizler hiçbir şekilde böyle bir sözleşmeyi bizzat yapamazlar ise de eksik ehliyetliler ya velilerinin önceden izin veya yapılmış bir evliliğe sonradan icazet vermesi suretiyle evlenebilirler,
F) Velayet
Hukuk dilinde velayet, başkaları adına onların rızâları aranmaksızın hukukî işlemde bulunma yetkisini ifade eder. Aile hukukunda velayet eksik ehliyetli ve ehliyetsizlerin bir yakını tarafından rızâları alınarak veya alınmaksızın evlendirilme yetkisidir. Özellikle Hanefîler'in dışındaki mezheplerde kadınlar, bazı durumlarda rızâlan aransa bile, ancak velileri aracılığıyla evlenebildikleri için velayetin bu alanda özel bir önemi vardır. Bu mezhepler
IIJVlIHfll
"Velisiz nikâh olmaz" (Buharı, "Nikâh", 36; Ebû Dâvûd, "Nikâh", 19; Tirmizî, 14, 17) hadisini ve benzeri hadisleri mutlak olarak değerlendirmekte ve her durumdaki kadınların -nzâları alınsa bile- sadece velileri aracılığıyla evleneceklerini söylemektedirler, Hanefîler ise bu hadisleri tam ehliyetli olmayan kadınların ancak velileri aracılığıyla evlenebilecekleri şeklinde yorumlamaktadırlar, Hanefîler'de âkıl-bâliğ olan kadın, aynen erkek gibi velisinin aracılığına gerek olmaksızın evlenebilir.
Evlenmede kadınlara velayet konusuna ait detayların, dinin doğrudan düzenlediği bir mesele olmadığı gözden uzak tutulmamalıdır. Velayet konusu, içinde bulundukları şartlara bağımlı olarak kadının insanları tanıma konusundaki tecrübesizliğini telâfi etmeye ve onun haklarını güvence altında tutmaya matuf bir tedbir niteliğinde görülebileceği gibi kimlerin hangi sıra ve ölçü dahilinde kadının velisi olacağı hususu da ailenin ve toplumun yapısıyla ve telakkileriyle ilgili görünmektedir. Evlilikte velayet kurumunun ön plana çıkması, hayat boyu birlikteliği başlatacak olan evlilik akdinin gerekli araştırmalar yapılarak mümkün olduğu ölçüde sağlam temellere oturtulması, telâfi edilmesi ve geri dönülmesi âdeta imkânsız olan hataların önceden görülmesi ve önlenmesi, bir yönüyle de evlenecek tarafların aileleri arasında kaynaşmanın kolay sağlanması gibi hedeflere yöneliktir,
a) Kısımları
Velayet, velilerin velayetleri altında bulunan kimseleri onlann rızâlarını almaksızın evlendirme yetkisine sahip olup olmamalarına göre ikiye ayrılır: Zorlayıcı velayet, zorlayıcı olmayan velayet,
-
Zorlayıcı Velayet (Velâyet-i tcbâr). Veliye velayeti altında bulunan
kimseyi rızâsını almaksızın evlendirme yetkisi veren velayettir. Bu tür vela
yet altına ehliyetsizler ve eksik ehliyetliler girerler. Bu yetkiye sahip veliler
diğer mezheplerde çok sınırlı tutulduğu halde Hanefîler'de çok geniş bir
zümreye bu yetki verilmiştir,
-
Zorlayıcı Olmayan Velayet (Velâyet-i İhtiyar veya tstihbâb). Ve
liye velayet altında bulunan kimseyi ancak onun nzâsıyla evlendirme yet
kisi veren velayettir. Bu velayet altına bulûğa ermiş kızlar girer. Bu isimlen
dirme Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf'un anlayışını yansıtmaktadır, Hanefîler'den
İmam Muhammed velayeti velâyet-i istibdâd ve velâyet-i şirket tarzında iki
ye ayırmaktadır, Velâyet-i istibdâd yukarıda tanımı verilen zorlayıcı vela
yetten başkası değildir, Velâyet-i şirket ifadesiyle ise bulûğa ermiş kızla ve
lisi arasında mevcut olan müşterek velayet kastedilir. Çünkü İmam Muham-
RlieHflVflTI 213
med'e göre bulûğa ermiş kızlar velilerinin nzâlarını almadan evlenemezler, velileri de rızâlarını almaksızın onlan evlendiremez. Bu sebeple aralarında müşterek bir velayet söz konusu olmaktadır. Zorlayıcı velayet altına kimlerin gireceği mezheplerce farklı kriterlere göre belirlenmiştir, Hanefîler'de burada dikkate alınacak kriter yaş küçüklüğü, Şâfîîler'ce bekâret yani daha önce evlenmemiş bulunmak, Mâlikîler'e göre her ikisidir,
b) Veliler
Başkalarını evlendirme yetkisine sahip olan velileri iki grupta incelemek gerekir: Hususi veli, umumi veli,
1. Hususi Veli, Velayeti altında bulunan kimseyi evlendirme yetkisine
sahip bulunan akrabalardır. Hukukçuların çoğunluğuna göre bu grupta yer
alan veliler asabe sınıfında yer alan akrabalardır, Asabe bir kimsenin araya
bir kadın girmeyen bütün erkek akrabaları anlamına gelmektedir. Baba, ba-
ba-dede, erkek kardeş, amca, amca oğlu gibi. Bu veliler kendi aralarında mi
rastaki sıraya göre sıralanırlar; önceki sırada bir veli varken sonra gelen ve
linin evlendirme yetkisi yoktur. Bu grupta bir akraba mevcut olmazsa ve
layet umumi veli konumundaki hâkime geçmektedir. Yalnız Ebû Hanîfe
asabe akraba bulunmadığında velayetin umumi veliye değil, zevi'l-erhâm
denilen diğer akrabalara geçtiğini söylemektedir. Bu iki farklı içtihadın hu
kukçuların içinde yaşadıklan toplumun akrabalık anlayışından etkilendiğini
söylemek yanlış olmasa gerek,
Hanefîler ister asabe isterse zevi'l-erhâm grubunda yer alsın bütün hususi velilerin zorlayıcı velayet yetkisine sahip olduğunu söylemektedirler. Diğerleri ise bu yetkiyi asabe akrabalar arasında çok küçük bir zümreye tanımaktadırlar.
Hususi velinin bu yetkiye sahip olabilmesi için temyiz gücüne sahip olması, ergenlik çağma gelmiş bulunması, ayrıca veli ile velayeti altında bulunan kimse arasında din farkı gibi mirasçılığa mani bir durumun da olmaması gerekmektedir, Hanefîler ve Mâlikîler'de velinin reşid olması gerekmemektedir, Şâfİîler ve Hanbelîler ise velinin reşid olmasını da ayrıca aramaktadırlar. Öte yandan Hanefîler'in aksine Mâlikîler'e, Şâfİîler'e ve Hanbelîler'e göre velinin erkek olması da gerekmektedir,
2. Umumi Veli, Umumi veli devlet başkanı veya hâkimdir. Hususi veli
nin bulunmadığı veya yetkisini kötüye kullandığı durumlarda hususi velinin
yerini umumi veli almaktadır. Umumi velide mirasa ehil olma, yani veli ile
velayet altında bulunan kimsenin aynı dine mensup olması aranmaz.
âl 4 IIJVlIHfll
c) Bulûğ Muhayyerliği
Hanefî mezhebinde çok geniş bir zümreye zorlayıcı velayet yetkisinin verilmesinin muhtemel zararlanm önlemek düşüncesiyle velisi tarafından evlendirilen kimselere bulûğ muhayyerliği denilen bir seçim hakkı tanınmıştır. Buna göre babası veya baba-dedesi dışındaki bir velisi tarafından küçükken evlendirilen kimseler bulûğa erdiklerinde dilerlerse hâkime başvurup velilerinin yaptığı evliliği feshettirebilirler. Hâkimin feshetmesine kadar evlilik geçerliliğini korur. Baba ve baba-dedesi tarafından evlendirilenlerin yapılan evliliğe itiraz ve dolayısıyla bulûğ muhayyerliği hakkı yoktur,
G) Denklik
İslâm hukuku literatüründe kefâet terimiyle ifade edilen denklik ile, evlenecek eşler arasında dinî, iktisadî ve sosyal bakımdan bir denkliğin olması kastedilir. Burada esas itibariyle erkeğin kadına denk olması aranmaktadır. Eşler arasındaki uyumun sağlanmasında taraflar arasında söz konusu alanlar bakımından bir denkliğin, bir yakınlığın mevcut olması şüphesiz önemlidir. Ancak bunun kurulmuş bir evliliği sona erdirme sebebi olarak kabul edilmesi yine de ayrı bir konudur. Bu sebeple hukukçuların önemli bir kısmının kefâeti gerekli görmesine mukabil Kerhî, Sevrî gibi bazı hukukçular kefâeti İslâm'ın getirdiği eşitlik anlayışına aykırı olduğu için reddetmektedir. Esasen Kur'an ve Sünnette kefâeti gerektiren bir hüküm de mevcut değildir. Bu kurum hukukçuların daha ziyade evlilikte uyumu sağlamak için kabul ettikleri bir tedbir olarak karşımıza çıkmaktadır. Tabii bunda sosyal gruplaşmaya ve aristokratik yapılanmaya gereğinden fazla önem veren Arap toplum yapısının da etkisi vardır. Ne var ki kefâeti günümüzde evliliğin devamı bakımından dikkate alınması faydalı görülen bir unsur olarak kabul etmek, ancak nihaî seçimi taraflara bırakmak daha uygun görünmektedir,
Hanefî mezhebinde şu altı noktada kocanın kadına denk olması aranmıştır: Soy, müslüman oluş, dindar oluş, hürriyet, servet ve meslek. Âkil baliğ olan kadın velisinin rızâsını dahi almaksızın evlenebilir. Ancak seçmiş olduğu eşinin sayılan altı noktadan ailesine denk olması gerekmektedir. Eğer bu denklik gözetilmemişse velisinin bu evliliğe itiraz ve fesih hakkı vardır. Yalnız bu itirazın çocuk olmadan veya kadın hamile kalmadan yapılması gerekmektedir; daha sonra yapılan fesih talebi dikkate alınmaz, Kefâet şartı Hanefîler'e göre bir lüzum şartıdır. Yani evlilik feshedilinceye kadar bütün muteber sonuçlarını doğurur. Diğer mezheplerde kefâet, genelde sıhhat şartı, bazı durumlarda da nefâz şartı olarak kabul edilmektedir.
RııeHnvflTi 21S
H) Evlenme Engelleri
İslâm hukukunda belirli akrabalarla evlenilmesi yasaklanmıştır (en-Nisâ 4/22, 23), Kendileriyle evlenilmesi yasak olan bu kadınlara muharremât denmektedir. Bu yasak bazı kereler devamlıdır; hiçbir hal ve durumda ortadan kalkmaz, Bazan da bu yasak sürelidir; belli sürelerin geçmesi veya bazı durumların gerçekleşmesi halinde bu kimselerle evlenilebilir,
a) Devamlı Evlenme Engelleri
İslâm hukukunda devamlılık arzeden, yani tarafların birbiriyle evlenmesine ebedî olarak engel olan sebeplerdir. Devamlı evlenme engelleri üç grupta toplanır,
-
Kan Hısımlığı, Kan hısımlığı sebebiyle evlenilmesi yasak olan akra
balar dört grupta toplanır, 1, Usul (üst soy hısımları); 2, Fürû (alt soy hısım
ları); 3, Ana babanın fürûu; 4, Dede ve ninenin sadece çocuklan. Buna göre
kişinin kendi annesi, ninesi, kızı, kız torunları, kız yeğenleri veya onların
kızları, teyze ve halasıyla evlenmesi yasaktır,
-
Sıhrî Hısımlık, Evlenmeden doğan hısımlık sebebiyle kendileriyle
evlenilmesi yasak olanlar da keza dört gruptur, 1, Usulün eşleri yani üvey
anne ve üvey nine. Üvey ninenin baba veya anne tarafından olması
farketmez, 2, Fürûun eşleri, yani gelinler, 3, Eşin usulü, yani kayınvalide ve
eşin her iki taraftan nineleri, 4, Eşin fürûu, yani üvey kızlar veya bu du
rumda olan kız torunlar. Ancak bu son grupta evlenme engelinin doğması
için sadece nikâh yetmemekte, evliliğin zifafla da fiilen başlaması gerek
mektedir,
-
Süt Hısımlığı, Çocukla öz annesi dışında kendisine süt veren kadın
ve onun belirli derecedeki yakınları arasında meydana gelen hısımlıktır. Süt
hısımlığı miras hakkı doğurmazsa da bir evlenme engeli teşkil eder. Bu
gruptaki hısımlar da kendileriyle sürekli olarak evlenilmesi yasak olan akra
balar grubunda yer alırlar. Bu yolla evlenilmesi yasak olan hısımlar şunlar
dır: 1, Süt usul, yani sütanne, baba, sütnine ve dede, 2, Sütfürû, yani süt
çocuklar ve torunlar, 3, Sütanne ve babanın neseb ve sütten olan fürûu,
yani sütkardeşler ve onların çocukları, 4, Sütdede ve ninenin sadece çocuk
ları ki bunlar süthalalar ve sütteyzeler olmaktadır, 5, Eşin sütannesi ve ni
nesi, 6, Eşin sütten olan kız çocukları ve kız torunları. Burada söz konusu
olan koca eşin süt çocuğu emzirirken evli bulunduğu koca değildir, O zaten
süt usul olarak yukarıda zikredildi. Buradaki koca sütanne ile daha sonra
evlenmiş bulunan kimsedir. Bu son durumda kız çocuk ve kız torunların ya-
£l'Ö İLAAIHRL
sak olabilmesi için nikâh yetmeyip evliliğin zifafla fiilen başlaması da gerekmektedir, 7, Sütbaba ve dedenin sütanne ve nine olmayan eşleri. Sütanne ve nine süt usul olarak yukarıda zaten zikredildi, 8, Sütten olan fürûun eşleri.
Hukukçuların çoğunluğuna göre çocuğun ilk iki yaş içerisinde emdiği süt az olsun çok olsun süt hısımlığının meydana gelmesi için yeterlidir, İmam ŞâfİÎ ise süt hısımlığının oluşabilmesi için ilk iki yaş içinde beş fasılalı ve doyurucu emişin şart olduğunu söylemektedir, İki yaşından sonra emmiş olduğu süt müctehidlerin çoğuna göre bu tür bir hısımlık ve evlenme yasağı doğurmaz,
b) Geçici Evlenme Engelleri
Ortadan kalkmalan mümkün olan, bu sebeple de devamlı evlilik engeli oluşturmayan sebepler şunlardır:
-
Başkasının Eşi Olma, Evli olan veya boşanmış veya kocası ölmüş
olup da henüz iddet beklemekte bulunan kadınlarla evlenmek yasaktır,
-
İki Akraba ile Birden Evlenme, İslâm hukukunda bir erkeğin belirli
şartlarla birden fazla kadınla evlenmesi mümkündür. Ancak bir erkek iki
yakın akraba ile aynı anda evli olamaz. Bu ilişkinin akrabalık ilişkisine zarar
vereceği düşünülmüştür. Bu yakınlığın ölçüsü iki kadından her birini ayn
ayrı erkek kabul edildiğinde bunların birbirleriyle evlenemeyecek derecede
yakın akraba olmalarıdır. Teyze ile yeğen buna örnek gösterilebilir. Çünkü
hangisi erkek kabul edilirse edilsin diğeriyle evlenmesi hukuken mümkün
değildir. Bu durumda bunların aynı kişinin nikâhında birleşmeleri de söz
konusu olamaz,
-
Üç Kere Boşanma. Bir erkek üç boşama ile boşamış olduğu eşi ile
tekrar evlenemez. Bakara sûresinin 227, âyetinde, "Boşanma, iki keredir;
sonra ya iyilikle tutmak veya güzel bir biçimde bırakmak (gerekir) " buyurul-
muştur, İslâm hukukunda kolay boşanma usulü benimsendiğinden ve ko
canın karısını tek taraflı bir irade beyanıyla boşaması mümkün olduğundan
bunun kötüye kullanılmasını önlemek için üç boşama ile boşadığı eşiyle tek
rar evlenememe gibi bir yasak getirilmiştir. Bu durum boşayan eş için geçici
bir evlenme engeli teşkil eder. Bu engelin ortadan kalkması için kadının bir
başkasıyla geçerli bir evlilik yapması, bu evliliğin hileli olmaması ve zifaf ile
fiilen başlaması daha sonra da boşanma veya ölümle sona ermesi gerek
mektedir. Bu durumda artık ilk koca dilerse boşamış olduğu eşiyle onun da
rızâsını alarak tekrar evlenebilir.
RlieHflVflTI 217
4. Din Farla, Müslüman bir erkeğin Ehl-i kitap yani yahudi ve hıris-tiyan olmayan bir kadınla evlenmesi yasaktır, Kur'ân-ı Kerîm'de, "Müşrik kadınlarla, iman edinceye kadar evlenmeyin..." (el-Bakara 2/221) buyurul-maktadır. Müşrik Allah'ın birliğine inanmayan, ona ortak koşan kimse demektir, Yahudi ve hıristiyan kadınlarla evlenilebilir (el-Mâide 5/5), Buna mukabil müslüman bir kadının gayri müslim bir erkekle isterse bu erkek Ehl-i kitap olsun evlenmesi dinen mümkün değildir, İslâm hukukçuları bu konudaki görüşlerinin Mâide sûresinin 5 ve Mümtehine sûresinin 10, âyetlerine dayandırmaktadırlar, İslâm hukukçularının bu âyetleri gayri müslim erkeklerle evlenmeyi yasaklayacak biçimde yorumlamaları, Ehl-i kitap da olsa başka bir din mensubuyla evlenmenin kadının ve doğacak çocukların dinini menfî olarak etkilemesi endişesine dayanmaktadır. Ancak tabiatıyla bu engeller geçicidir. Gerek erkeğin gerekse kadının müslüman olarak bu engelleri bertaraf etme imkânı her zaman vardır,
I) Evliliğin Sonuçlan
Geçerli bir evliliğin doğurduğu sonuçlar derken bu evlilikten karı ve koca için doğacak hak ve borçlar kastedilmektedir. Evlilikte eşlerin birbirlerine karşılıklı sevgi, saygı ve sadakat borcunun olduğu muhakkaktır. Çocukların bakım ve terbiyesi de eşlerin müşterek borçlarındandır. Bunlar dışında karı ve kocanın evlilikten doğan birtakım hakları daha vardır ki hukuk düzeni daha çok bu haklar ve bunların ifası üzerinde durmaktadır. Tabiatıyla bir taraf için hak olan diğer taraf için borç teşkil etmektedir,
a) Kadının Haklan
1. Mehir
Erkeğin evlenirken karısına verdiği veya vermeyi taahhüt ettiği para veya sair bir mala mehir denmektedir, Kur'ân-ı Kerîm'de evlenen erkeğin ka-nsına vermek zorunda olduğu mehirle ilgili olarak müteaddit âyetler vardır (en-Nisâ 4/4, 24), Birçok toplumda evlenme esnasında eşlerden birinin diğerine veya diğerinin ailesine para ya da sair bir mal verme geleneği vardır, Hıristiyanlardaki drahomada olduğu gibi zaman zaman aksi örnekleri görülmekte ise de umumiyetle kadın değil, erkek tarafı evleneceği kızın ailesine bazı hediyeler vermekte ve ödemelerde bulunmaktadır. Eski Türkler'de de bu anlamda olmak üzere kalın uygulaması vardır. Kalın evlenecek erkeğin müstakbel kansının ailesine yaptığı ödemeler anlamında kullanılmaktadır. Bu ödemeler mutlaka evlilikten önce yapılırdı. Benzer uygulamaya muh-
£1$ İLAAIHRL
telif adlarda (meselâ mehir, dowry) diğer toplumlarda da rastlanmaktadır. Bu yönüne bakarak evlenme akdinin eski dönemlerde bir satım akdi, erkeğin yaptığı edimin de bir satış bedeli olarak kabul edilip edilmediği tartışılmıştır,
İslâm hukukundaki mehir uygulaması da bir yönüyle bu uygulamaya benzemektedir. Ancak yine de aralarında önemli bir fark vardır, İslâm hukukundaki mehir evlenecek kızın ailesine değil, doğrudan kendisine verilmekte veya doğrudan ona borçlu olunmaktadır. Dolayısıyla İslâm hukukunda uygulandığı şekliyle mehirin satış bedeline, evlenmenin de satım akdine benzetilmesi mümkün değildir. Çünkü nikâh akdini satım akdine benzettiğimizde satım bedeli bizzat satımın konusu olan kimseye verilmiş olmaktadır. Öte yandan evlenecek kızın evlenme sözleşmesinin tarafı olduğunda hiç tereddüt yoktur. Bir kimsenin bir akdin hem konusu hem de tarafı olması ve satım bedelini de bizzat alması hukuken mümkün değildir. Üstelik kadın almış olduğu bu mehir karşılığında Hanefîler'e göre herhangi bir çeyiz hazırlamak mecburiyetinde de değildir. Diğer mallannda nasıl tasarruf edebiliyorsa bunda da aynı şekilde tasarruf etme hak ve yetkisine sahiptir, Aynca mehir nikâhın şartlarından değil sonuçlarından biridir; nikâh esnasında belirtilmemiş bile olsa, hatta verilmeyeceği şart edilmiş bile bulunsa yine evlenen kadın mehire hak kazanır, Mehirin belirlenmemiş bulunması evlenmenin geçerliliğine halel getirmez. Bu yönüyle de mehir satım bedelinden ay-nlmaktadır. Çünkü bir satım akdinde satım bedeli sonuç değil o akdin sıhhat şartlarından biridir. Satım bedeli belirlenmediğinde akid fâsid olur,
İslâm dünyasının önemli bir kısmında uygulanma imkânı bulan Hanefî görüşünü dikkate alırsak İslâm hukukunda mehirin kadını hem evliliğe ısındırmak hem de ona belli bir malî güç kazandırmak düşüncesiyle getirilmiş olduğunu söylememiz gerekir. Özellikle kocanın sahip olduğu tek taraflı irade beyanıyla boşama yetkisini kötüye kullanması durumunda kadın böyle bir malî imkâna fazlasıyla ihtiyaç duyacaktır. Boşanma hakkının suistimal edildiği bölgelerde mehir miktarının yüksek tutularak bu suistimale belirli ölçüde engel olunması da mehirin kadına ve evlilik birliğine kazandırdığı bir başka avantaj olmaktadır,
Mehirin mahiyeti ve çeyiz konusunda Mâlikîler Hanefîler'den farklı düşünmekte ve mehiri âdeta evliliğin kuruluş harcamalarına kocanın önceden yapmış olduğu bir ödeme olarak kabul etmektedirler. Çünkü onlara göre kadın almış olduğu mehir karşılığında ve onunla orantılı bir çeyiz hazırlamak mecburiyetindedir,
Mehir olarak her türlü mal veya parasal değeri olan her türlü menfaat tesbit edilebilir, Mehirin en az miktarı Hanefîler'e göre 10 (ilk asırda 10 dirhem
RlieHflVflTI 219
yaklaşık iki koyun bedeli idi), Mâlikîler'e göre ise 3 dirhem gümüştür, ŞâfİÎ ve Hanbelî hukukçulara göre ise mehirin bir alt sının yoktur, tıpkı bir üst sınırı olmadığı gibi, Mehirin üst sınırının olmadığı konusunda Hanefî ve Mâli-kîler de diğer iki mezhep gibi düşünmektedir, Hz, Ömer kendi halifeliği döneminde evlilikleri kolaylaştırmak için mehire üst sınır getirmek istemiş, fakat bir kadının "Onlara kantarla vermiş olsanız da hiçbir şeyi geri almayın " (en-Nisâ 4/20) âyetini delil getirmesi karşısında bu düşüncesinden vazgeçmiştir,
Mehir nikâh anında belirlenip belirlenmemesine göre ikiye ayrılmaktadır. Eğer nikâh anında belirlenmişse buna mehr-i müsemmâ, belirlenmemişse buna da mehr-i misil denir. Misil mehir evlenen kızın akrabalan arasında her bakımdan kendi konumundaki kızlara ödenen mehir demektir. Bir anlamda rayiç mehir olmaktadır. Evlilik sırasında mehir belirlenmemişse veya bir sebeple belirlenen mehir geçersiz sayılırsa o zaman evlenen kadın misil mehire hak kazanır, Mehir, ödenme zamanına göre de muaccel veya müeccel mehir diye ikiye ayrılmaktadır. Muaccel mehir evlilik anında peşin o-larak ödenen mehir demektir. Ödenmesi sonraya bırakılan mehire de veresiye mehir anlamında müeccel mehir denmektedir. Ödenmesi sonraya bırakılan mehir için bir ödeme zamanı belirlenmişse o zaman ödenir. Ancak genellikle yapıldığı üzere bir vade belirtilmemişse mehirin vadesi boşanma anında veya taraflardan birinin ölmesi durumunda gelmiş kabul edilir.
Sahih bir evliliğin ardından mehirin ödenmesinin gerekli olması, bir başka ifadeyle mehir borcunun doğması için ya evlenen kadın zifaf için hazır olmalı ve aralannda sahih halvet vuku bulmalı veya taraflardan birisi nikâhtan sonra ve zifaf veya sahih halvetten önce ölmüş bulunmalıdır. Sahih halvet eşlerin izni olmadan kimsenin giremeyeceği, erkek ve kadının, kimsenin göremeyeceği, uğrayıp rahatsız edemeyeceği bir mekânda baş başa olmaları anlamına gelmekte ve bazı bakımdan zifafla aynı hukukî sonuçları doğurmaktadır. Nikâh akdi yapıldıktan sonra, fakat zifaf veya sahih halvetten önce bir ayrılık vuku bulursa ayrılığa kimin sebep olduğuna bakılır. Eğer ayrılığa erkek sebep olmuşsa mehirin yarısını karısına ödemelidir. Ayrılığa kadın sebep olmuşsa veya erkek velisinin kendisi adına yapmış olduğu evliliği bulûğ muhayyerliği denilen seçim hakkını kullanarak bozmuşsa eski ka-nsına mehir adına herhangi bir ödeme yapması gerekmez,
Dostları ilə paylaş: |