2-ZARARLI ALIŞ VERİŞ
“İşte onlar, hidayete karşılık dalâleti satın alanlardır. Ancak onların bu ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir” (Bakara, 2/16)
Ayette bir istiare vardır. Burada bir alış veriş söz konusudur. Satın almada bir bedel verilir, karşılığında bir şey alınır. İşte bunlar hidayeti verip dalaleti satın alan kimselerdir.dolayısıyla ticaretleri zararlı bir alış veriş olmuştur. 173 Münafıklar ise İslam yerine küfrü satın almışlardır. Bu ticaretleri kar getirmediği gibi zararla sonuçlanmıştır. Doğru yolu bulamadıkları için hem dünyada hem ahirette hüsrana uğramışlardır
Hidayet ve dalalet birbirine zıt iki kavramdırlar. Hidayet yola varmak delalet ise hiç yola varmamak veya yoldan sapmaktır. Bunların hidayeti verip dalaleti satın almaları, zarar üzerine zarardır. Dalaleti almakla hüsrana düştükleri gibi hidayet gibi büyük bir nimetten de mahrum oldular. Ayetin “Yolunu da tutmuş değillerdir.” kısmı onların cehaletin işaret eder Çünkü ticaretten maksat sermayeyi muhafaza ile birlikte kazançtır. Bunlar ise, sermayeleri olan fıtrat-ı selime ve aklı zayi etmişlerdir. 174
“Onların (münafıkların) durumu, (karanlık gecede) bir ateş yakan kimse misalidir. O ateş yanıp da etrafını aydınlattığı anda Allah, hemen onların aydınlığını giderir ve onları karanlıklar içinde bırakır; (artık hiçbir şeyi) görmezler. Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple onlar geri dönemezler..” (Bakara2/17,18 )
Kur’an- Kerim bu temsille münafıkların durumunu gözler önüne serer. İfadeler öyle canlı tasvir öylesine hareketli ki muhatap okumak yerine sanki onların halinin sergilendiği bir tiyatro sahnesini izliyormuş gibi olay gözler önüne seriliyor. Ayet, münafıkların ilk anda İslam’ın nurundan aydınlanıp Müslüman olmalarını, karanlık gecede yanan meşaleye ve ondan faydalananlara; sonra hemen küfre dönmelerini de o meşalenin sönüvermesine ve oradakilerin karanlıkta kalmalarına benzetiyor.175
Vahidi, Esbab-ı Nüzul’ün de şu rivayeti nakleder: “ İbn Mesud dedi ki: Sahabelerden bazı kişiler şöyle demişlerdir: Medine ehlinden iki münafık Rasulullah’tan kaçarak müşriklere gitti. Kendilerine Yüce Allah’ın zikrettiği gök gürültüsü ve şimşek ile gökten boşanan şiddetli yağmur isabet etti. Her yıldırım çarptıkça, yıldırımın sesi kulaklarını sağır etmesin diye parmak uçlarını kulaklarına tıkarlardı. Şimşek her parıldadığında onun ışığında yürüdüler. Parlamadığı zaman ise karanlıktan önlerini dahi göremedikleri için eski yerlerine gerisin geri döndüler ve: “Keşke sabaha çıksak da Muhammed’e gitsek ve ellerimizi onun elleri üzerine koysak.” dediler. Sonra da Nebi’nin yanına gidip Müslüman oldular, ellerini onun eli üzerine koydular ve güzelce İslam’a dahil oldular. Bu yüzden Yüce Allah bu iki münafığın durumunu Medine Yahudilerine darb-ı mesel olarak örnek verdi. Nitekim münafıklar Rasulullah’ın meclisinde bulundukları zaman, Rasulullah’ın sözünden o münafıklar üzerine bir şeyler iner ya da bir şeyi zikretmeleri sonucu kulaklarını sağır ederler diye tıpkı o iki münafığın durumu gibi parmak uçlarını kulaklarına tıkarlardı. Şimşek çaktığı vakit ışığında yürüdükleri gibi malları ve çocukları arttığı, bir yeri fethettikleri ve ganimet malı elde ettikleri zaman “Muhammed’in yolu doğrudur.” diyerek mutlu bir şekilde İslam yolunda ilerlerler. Malları ve çocukları helak olsa, onlara bir musibet isabet etse bu sefer de: “Bu, Muhammed’in dini yüzünden başımıza geldi.” diyerek İslam’ı terk edip mürtet olurlar, şimşeğin kaybolması sonucu karanlıkta kalan o iki kimse gibi karanlıklar içerisinde kalırlar.176”
Bu ayetlerin devamında bu grubun karakter yapısı daha açık ve net biçimde ortaya çıksın diye yüce Allah bize onlarla ilgili müthiş örnekleri veriyor:”177
Hakiki münafıkların durumu, İslam'a girip, İslam’ın nuru kendilerini ve etrafı aydınlatınca, bile bile haktan yüz çevirmeleri sebebiyle Allah’ın , İslam’ın nurunu kendilerinden giderip şüphe ve korku içerisinde hakkı göremez bir halde bıraktığı kimselerin durumu gibidir. Münafıklar haktan yüz çevirdikleri için hakkı duyamayacak kadar sağır, hakkı söyleyemeyecek kadar dilsiz, hakkı göremeyecek kadar kör olmuşlardır. Bu yüzden artık küfür, şirk ve nifaklarını bırakıp hakka dönmezler.
Ayet Kur’an Yolu tefsirinde şu şekilde açıklanmıştır: “Biz Bu iki ayetteki ışığı ve aydınlığı “Güdüler, duyu organları ve akıl” gibi beşeri bilgi kaynakları ve araçları; karanlık, yağmur,gök gürültüsü, yıldırım,şimşek ve bunlar arasıda ilerlemeye yıl almaya çalışan insanı da “Bütün iniş ve çıkışlarıyla, maddi ve manevi meseleleriyle insanın dünya hayatı” olarak anlıyoruz. Kesintisiz ilahî irşat ve ışıkla desteklenmediğinde bir yakımlık ateşin, bir kibritin, bir şimşeğin ışığı kadar kısa ve yetersiz olan akıl ve beşeri bilgiler,onları bu çıkmazdan kurtaramaz.”178
Temsildeki ateşi yaka kimse münafığa; çevrenin aydınlanması iman izharına;ateşin sönmesi iman etmiş görünerek elde ettiği faydaların kesilmesine delalet eder. Bazılarına göre ise ışık İslam’ın nurunu;karanlık imansızlığı; yağmur rahmet ve ganimeti temsil eder.179
Mevdudi diyor ki: “Bu misâl şunu anlatmak ister: Bir kimse -Hz. Muhammed (s.a.)- doğruyu yanlıştan, hakkı bâtıldan ayıran Hakikat ışığını yaymaya başladığında, melekelerini iyi kullanabilen kimseler bunları ayırt etmeye başladılar. Fakat kişisel çıkarlarının kör ettiği münafıklar bu ışıkla bile doğru yolu görmeyi başaramadılar. "Allah onların nurunu giderdi" ifadesi hakkı görememenin sorumluluğunu onlardan kaldırmaz. Bu da 7. ayette anlatılan tabiat kanununun aynısıdır. Onlar karanlıkta salınmayı seçtiklerinde, Allah da onları bu sapık yolda bırakmıştır.”180
Ayette “Allah onların nurunu giderdi” denilip ,”narını giderdi” denilmemesi ince bir nükte ifade eder. Şöyle ki Ateşte hem aydınlatma (nur), hem de yakma özelliği vardır. Allah onların nurunu gidermiş dolayısıyla geriye bu münafıklara sadece ateş kalmıştır.181
Görüldüğü üzere ayet, münafıkları mahşerde ki perişan halini bir tablo olarak sunmaktadır.Artık nurları yoktur. Dünyada mümin görülmeleri sebebiyle orada müminlerin nurundan istifade etmek isteyecekler, fakat bir şey bulamayacaklardır.
Dostları ilə paylaş: |