RESİM
Alan çok geniş. Acele çalışmağa başladığımız için dizayn yapamadık. Yaptıklarımız alana dağılamıyor. Motif bulmakta zorluk çekiyoruz. Ayrıca motif ve konu bulunsa ile, taşı yontmak yardımcı güç istiyor. Sanatçı dostumuz paylaşmağı istemiyor. Çıkmaza düşüyoruz. Aslında hem de çıkar çatışması gündeme geldi. Ben böyle bir işe organizasyon olmadan soyunmamalıyım. Soyunmamalıydım. Çok çok güzel güzel işler ortaya koymağa açık olan Rafet’i küçük çıkarlardan uzaklaştıramıyorum. Aslında Rafet için yola çıkmıştım. O’nu isme ulaştırmak için yüreklendirmiştim. Şimdi ise Rafet hemen imza peşine düştü. Benben demeğe başladı. Tevazu’u unuttu. Beni az da olsa dışladı. Ortada basit bir çevre dizaynından başka bir şey yok iken, birçok şey yapılmış havasına girdi. Açılışı bile O teklif etti. Halbuki bu açılış eserin bitiminde kendine yakışır bir üslup içinde yapılmalıydı. Önümüzde çok yol var. Bu şekilde nasıl yürüyeceğiz? İşin akışını ve devamlılığını ve de esas finansman konusunu organize edecek olan ben’im. Finansman böylesine geniş çaplı bir iş için erken ortaya getirilirse bu güzel iş korkarımki durabilir. Zira karşımızdali insanlar sanata taşne değiller. İyi insanlar, müşfikler, ama sanata karşı haklı olarak çok duyarlı değiller. Zira onlar bir yerde siyasidirler. Büyük rakamlara karşı duyarlıdırlar. Ama işin bitiminde yine de kademeli olarak iyi bir parayı ödeyecek yürekliliktedirler. Bizim zoru kolay kılmağa yatkın olmamız hatta gerekirse sembolik değerle bu işi bitirmemiz, Rafet için şarttır. Aslında Rafet için bu, bulunmaz bir fırsattır. Çünki sanatı böylece kısa bir yoldan vesika edilmiş olacak. O’nun başarısıyla ben de övünme fırsatı bulacağım. Rafet’i Rafet olarak muhafaza etmek çok zor. Bu çizgiye kadar işveren çevreye karşı koyduğu tavırları kolay atlattık, ama zor oluyor. Bir yerde Rafet işi durdurmağa kalkabilir. Bu durumda bu işi nasıl bitireceğimi de düşünmek durumundayım.
SIRASIZ NOTLAR
Mut olayı çok çok iyi gelişti, bu bana Tanrı’nın bir lütfü oldu. Bir garip rastlantıyla başladı. Benim organizasyonum ve öğrencim Rafet Van’ın insan üstü çabalarıyla bitti. Olay elli metre kare bir alanda başlatıldı. Küçücük, yetersiz araçlarla, kırk günde, hatta çalışmalarıyla, Mut halkının beğenisi önünde geçti. Çok görülen, bir tas su içen herkesin, hemen hemen her gün karşısına geleceği, bakacağı, güncel insan davranışlarından soyutlanmış, uzun yıllar yaşama şansına ulaşmış bir eser odu. İçerik bakımından belki baş yapıt değil ama emeğin ve özverinin, doğaçlama yaratı gücünün ürünü. Benim, yerinde önerilerim ve sanat adına yönlendirmelerimle oluştu.
19 Eylül 1992 günü Çukurova Üniversitesi ’nden Sayın Tuncay Özgünen’in çabalarıyla, rektörlük bazında gidildi. Mut’ta dinlenildi, gezildi, yemek yenildi. Bütün bunları, Mut’un çok değerli genç Belediye Başkanı Selahattin Aslan’ın da inanmasıyla yaptık. Otobüs verildi, yemek verildi ve tekrar üniversiteye, aynı gün dönüldü. Röliyefin açılışı yapıldı. Bana ve Rafet Van’a hayatımızın en güzel ödülü olan plaket verildi.
Konuklara ben Mutlu’yu anlattım. Bu ulu çınarlar, Mutlu’nun danışmanlarıdır. Sevinen, canı sıkılan, işinde yorulan, çıkmazı ve Mut’u olan her Mut’lu, bu çınarların altına koşar, onlarla her şeylerini paylaşmaktan zevk alır. Mutlu’lar birer filozofturlar, ulu dostları sayesinde. Ben de yetmiş yıl önce, onların gölgesinde mevsim mevsim dolaştım, danışarak doğru bildiğimi yakaladım. Güncel olaylar yapraklarda, dün, gövdelerde, yarın, dallarda oluşur. Kendi görkemli diliyle yazılmış, okuyanı, dili çözeni bekler, her çıkmazın çıkarları vardır orada. Mut’lu, bu dili bilen kişidir. Böylece, bu evrensel doğa üniversitesine hoş geldiniz derim, ulular adına. Sarı yapraklar dünü, yeşiller bugünü ve yarını. Ulu çınarları, derinden akan bol ve soğuk pınarlarıyla, burası bir cennettir, bir çay içimi uğranan. Burada canlı cansız her yaratılışın dili vardır konuşulan.
Anektod : Eski yerleşim alanları, zevk, estetik, insan varlığı üzerine kurulmuş. Özgün insanın ayak izleri var her yerde. Dekor o kadar vurucu ki, oyuncuları düşünü sınırlarımı aşıyor. Işık, ısı, ses yankısı, havalandırma ufuk öylesine güzel, kayalar salt sevginin sıcak ellerinde, bin bir cümbüş, bin bir anı olmuş. Yaşam tanrılar düzeyinde. Akmış sanki. Burada onlar tanrılar kadar özgür, onlar kadar sorumlu yaşamışlar. Biz insancıklara bin bir mesaj vermişler. Nedense her zaman buldukça, onlara yine geliyorum. Geleceğim, gerekçem net değil. Ataların izi aranmaya geliniyor, evler konfordan arınmış. Zamanın doruklarında saklanmış bir şifre bunlar. İçimde bir yücelti, huzur, dinginlik, zamanda zamansızlığı yaşamak ne güzel.
E. Aydın
SEVGİLİ RAFET VAN
Yaşam ne güzel şey! Doğa ne denli öğretici, kendi asıl paralarının toplamından daha fazla olan bütünleri oluşturma eğiliminde. Parçalar ayrı ayrı güzel, ilgi çekici ama tüme vardıklarında bir başka görkemde ve görüntüde. Kuşkusuz insan bir amaç için şablone edilmiş, ama bir yönü varki şaşılası. Görüyor, duyuyor, yorumluyor, her dem ayakta, göre göre görmeyi, seve seve sevmeyi, duya duya duymayı öğreniyor, yorumladıkça hinterlandı büyüyor, büyükdükçe bir başka büyüklüğe eriyor. Bakar kör olmak bence kişinin ölümüdür, bugün sizleri daha çok sevebiliyorsam, doğayı hayranlıkla, her dem taze tınılarıyla algılama gücümden geliyor. Herşey ve olay her an taze ve yeni bir görüntüde, görüntüler toplamı ise beni kaynağıma, pınarlarıma yani sizlere götürüyor. Yüreğimizin yettiğinden çok sevme hem zor hem de sonsuz zevkte. Rafet'ciğim yaratılış kaosla başlar denir de, kaosla yani büyük patlamalarla sürer denmiyor. Aslında yaşam sudaki burgaç, gökteki viriller sistemiyle doyumsuzdur.
Bir düzelik doğanın kendinde yoktur. İnsanda onu yineleyen bir konumda olduğuna göre durağanlığı sevmez. Bir martı gibi, rüzgarda inerek, çıkarak, süzülerek uçmak ister. Ama hep uçmak ister.
İnsanın var olduğundan beri bu kuram geçerli. Mağara duvarları ilerlemeler birer macera olarak başlar, kişiler bu deneylerde ölseler bile insanlık ünlenir. Bayrak yarışının bir etabında pırıltı kazanırlar. Rafet Van bu çizgiye kadar iyi bir gözlemci oldu, körün ağaçtan düşüp gözü açılması gibi, şimdi uygulamacı çizgisine geldi. Yumurtadan yeni çıkmış bir tırtıl gibi kemirgen ve obur.
Ben aslında çok zor bir görev içindeyim, böylesine atomik, böylesine nükleer bir gücü ve canavarı kanalize etmeye çalışıyorum.
Aslan veya kaplan kafesindeyim, her an bir kol ve bacağımı kaptırabilirim. Bu bağlamda bana birilerinin yardım etmesi gerek, beni çok sevmek yetmez, beni de iyi dinlemek, bazı değişmezlere saygı göstermek gerek. Örneğin hiç bir zamanda sanat kuralsız olmamıştır.
Hemen "Altın Oran" isimli kitaptan bir tane edin. Doğada, bilimde, sanatta altın oran (Mehmet Suat Bergil). Her paragrafı anlamana gerek yok, anladığın kadarı da bana yeterli. İlk buluştuğumuzda lütfen bunu yapmış ol. Kafese dönüyorum, bu kesimde bir kaç yara aldım.
Henüz olgunlaşmamış, tümlüğe ulaşmamış bölümün açılışını beni aşarak empoze ettin, Rafet Van imzasını erken ve beni dışlayarak kullandın, tevazu, ılımlı olma anlaşmamızı bozarak, başkanın bize hizmetle bizzat görevlendirdiği kişiyi, bana ulaştığı kadarıyla azarladın, o da bire bin katarak yerine ulaştırdı.
Türkyılmaz kafilesiyle ilgili sürtüşmemiz de cabası.
Bütün bunlar işmizi bozmaz, kötü bir ihtimal bozsa bile sana ben birşeyler ödeyeceğimi önce söz vermiştim, yine de sözümde duruyorum. Ne istesen de istemesende ben onu ödeyeceğim.
Ben epeyce yüksek düşünürüm, eserin bitiminden sonra görkemli bir açılışı düşünüyordum, böylece ikinci açılış yersiz olacak.
Sizden ricam, ben gezide iken sizi ararlarsa benim dönüşüme kadar bir şey vaat etme. Onlara bayram tebriğinde yazmıştım, bu seranomilerin yorgunluğunu ve bayram yorgunluğunu çıkardığınız zaman bize bir telefonunuzun yeterli olacağını yazmıştım, bundan sebep biz şimdilik beklemede olalım. Sanırım biraz da fiyat karmaşasına düşmüş olabilirler. Çünkü biz henüz yapılmamış bir iş için fiyat veremezdik, vermedik. Ama işin çapını onlarda görünce bunun gerekliliğine inanmış olabilirler. Gündüz sekiz saat, gece beş saat emek aslında çok çok pahalı olması gerektiğinin bilincindedirler. Aslında, biz işin şerefi için soyunmuştuk, o kısım şu haliyle bile çok kalıcı oldu. Duvara kazıdıklarımızın bir anlam getirdiğini diyemem ama, o lahit kapağının oraya yerleştirilmesi bile yalnız başına beğeni getirdi, çevreyi değiştirdi.
Sonuç olarak, seninle ne kadar övünsem azdır. Sağol, varol.
Ankara'dan bir araştırmacı telefon etti, pantantifi çok beğenmiş, ama üzerindeki 1992 tarihiyle neyi kastetdiğimizi soruyor, yuvarlak birşeyler konuştum ama sana da sormayı yerinde buldum.
Seni öper, hanımefendiye saygılar sunarım.
E. Aydın, 17Haziran1992
RAFET'CİĞİM MERHABA
Zamanımızdan binyediyüz yıl önce, Eroastrat isminde bir kişi Efes'i yakmıştır. Kitaplar öyle yazar. Efes alevler içinde yanarken bu kişi yangının içinde bir kuleye çıkarak aşağıdakilere haykırmış, “tarih beni unutmayacak, Efes’i yakan Eroastrat diye yazacak” demiş.
Rafet'ciğim, hayatın ağırlığı da, hafifliği de bu tümcenin anlamında yatar. Eğer bir sıvıdan, bir gazdan daha hafif olan insanı ağırlıklarla donatmazsak insanlık tarihi bir düze doğum, ölümlerle sürer giderdi. İşte bu teviyeliği yenmek insanlıktır. O kişilerdir ki, tarihi daha irtifalı tavana ulaştırmışlardır. Onlar çadırımızın direkleridirler.
Sanatçı, belirsizliğin müphemiyetin emzirdiği çocuklardır. Sıradan gerçekliğin üzerinde gezinirler. İşte o ezeli gerçektir.
Onbin yıl önce veya onbin yıl sonra, şu bendeki heykeliniz bir kazmanın ucuna gelseydi, veya Mut'taki frontal arkeoloji bir kazıda insan eline değseydi! şimdiki suskunlukla ölçülemeyecek bir sevinç bir mutluluk kaynağı olmaz mıydı???
Bende sıradan, alelade bir insancığım, ama büyük düşünmeye başladığım zaman öylesine iç boyut kazanırım ki, kendime hayran olduğum olur.
Herşeyi, herkesi sevmeye çalışırım, yapabildiğimce üretenleri, hayatı sevenleri sever sayarım, kişilik çatışmam olsa bile. Böylece kişileri verimlilik derecesine göre sıralarım. Verimlilik insanlık çizgisinde sınır bulur. Bu bağlamda ben yalnız adamım sevilmemi ikincil tutarım. Methiyeleri eğretilerim, çünkü ben kendimi sıfır noktada ararım, orası kanımca çok çok sağlam bir mekandır. Kaybedeceğim yoktur, kazanırsam mutlu olurum.
Bu durum da benim için hiç anlaşılmayan yönümdür. Yine bence bile.
Sıradan iyiyik yapmayı sevmem, bana dilenciye sadaka verir gibi gelir. Ama kahramanları gördüğümde, duyduğumda canımı veresim gelir. Benim kanımca dünyamız kahraman sıkıntısı çekiyor, çevremiz yalancı, bir atım barutu olan sözde kahramanlarla dolu, hepside diplomalı. Ömürleri çağın içinde kalacak ve unutulacak. Medeniyet terihine ve sanat tarihine bakarsan bir avuç kahraman görürsün, çoğu da isimsiz ve anonimdirler.
Marifet odur ki, onların içinde olmayı amaçlayacak kadar basiret sahibi olunsun. Evrensel dolgu doğru budur, bu çizgidedir. Üst tarafı lafu güzaftır. Ethem hoca paranın hepsini aldı yedi, seni sömürüyor, seni taşçı ustası gibi kullandı, oradan çok aldı, sana az verecek, bunlar beni bağlamaz. O iyi gün dostlarına derim ki, yıllardan beri Rafet yanınızda çevrenizde idi, niçin bu yetisini tanımaya çalışmadınız? niçin yüreklendirmediniz? Bu nükleer güce bir defa olsun kendisini kanıtlamak fırsatını açmadınız? Şimdi bile hala neden yanında önünde değilsiniz?
Bana gelince, kesin kez beni bunlardan sebep sevmeni istemiyorum, sevgide karşılık beklemek benim felsefeme uymaz. İnsanlık adına bir hayli yol yürüdük, engebeler çok olsa bile bu çizgide durucu değilim, gücümün ve sağ duyumun yardım ettiği çizgiye kadar yolu açmaya devam edeceğim, bana lütfen inanmaya devam et. Sen önüme set koyma!
Örnekler: Sergileme dediğim bibloların sergilenmesi. Mut'taki çalışmamızda bordür olayında direnişin. Yapıtın tümünde birlik ve beraberliğin göz ardı edilmesi. Evrensel kuralların dışlanması. Parçalar bütünlüğü ile tüm arasında doğan basınç farkları. Dahası çevrende oluşan dar ve kısa çıkar dedikodularının seni ilgilendirmesi. Senin tarafından yanıtsız kaldığı gibi, bu utanç verici dedikoduların bana ulaştırılması. Güncel bir iletişimsizlik, dünkü konuşmamız içinde de oldu. (*)
Belki bu gerçekçi yazımda, bir takım yalın iletişim eksiklikleri bulacaksın, ama o benim eksiğim değil. Yakınlık çizgimizi ırgalamaz. Seni öper, çalışmalarınızda başarılar dilerim.
E. Aydın, 8Eylül1992
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SAYIN
REKTÖRLÜĞÜNE ADANA
Taşelinde, antik kalıntıları, folklorik özellikleri, yalın doğası ile küçük ama canlı bir beldemizdir Mut.
Tarih boyu gelip geçenlerin, bir çay içimi de olsa dinlenceyeri olmuştur pınarlarımız,çınarlarımız
Bugünün ve yarının gören gözleri olan sizleri, bir sonbahar çayı içmek için Mut'a çağırıyorum. Gelirseniz Mut'luyu daha mutlu eder, bir bayram atmosferi içinde ağırlamak fırsatı ve şerefi verirsiniz bizlere.
Ondokuz Eylül Cumartesi günü, eğer uygun bulursanız, elli kişilik otobüsümüz saat dokuzda sizleri almak için Balcalı'da olacaktır. Günün programı:
Cumartesi günü saat dokuzda Balcalı'dan hareket
Oniki de Mut'a varış,
Mut'un mesire yeri Karaekşide öğle yemeği,
İstenceye bağlı Ören gezisi(1015km civarı)
Pınar başında yapılmış Relief Panosu'nun açılışı,
Halkla bütünleşmiş folklor gösterileri, otantik dinletiler, ezgiler,
Veda çayı sunu. (Bütün sunular pınar başında, çınarların gölgesinde),
Aynı araçlarla Adana'ya hareket.
Saygılarımla
Mut Belediye Başkanı ,Selahattin Aslan, 10Eylül1992
SAYIN KÜLTÜR BAKANIM
KIYMETLİ HEMŞEHRİM
FİKRİ SAĞLAR
Siz genç ve dinamik kuşağın az bulunur nitelikte, kıymetli bir temsilcisiniz. Bir ülkenin var veya yok olması kendi öz kültürüne yaklaşımından geçer. Ellili yıllardan beri hata üzerine hatalar yapıldı ve çapraşık durum ortaya çıktı. Hiç bir siyasinin ve faninin sorumluluğu, sizinki kadar kutsal ve önemli değildir, kanımca. Bunun bilincinde olduğunuzu düşünerek, endişe ve beklentilerimi size ulaştırmak istedim.
Bildiğim kadarıyla ve inancıma göre kültür, siyasi bir çizgide düşünülmemesi gereken, halkların özbenilerinde yerleşik tinsel bir olaydır. Yönlendirilmeside aynı bağlamda olması gerekir. Kültürdeki her oluşum ve gelişim, değişim bireye aileden, oradan da topluma, kendi içinde korunarak ilerler, siyasi düzeye böylece yaklaşır. İşte size düşen bu yansımaları çok ince, hassas antenlerle toplayıp değerlendirmektir. İşiniz o kadar zor, o kadar nuanslarla dolu ki, yanılgınız yılların ötesinden duyulur.
Size güncel bir kaç örnek vermeye çalışacağım:
Sonbaharla beraber yörelerimizde yoğun bir kültür şenlikleri başladı. Ama halka rağmen halktan uzak. Geçen yıllarda Mersin'de Karacaoğlan üzerine bir sempozyum vardı, Ankara'dan, İstanbul 'dan yolluk alarak çok sayıda öğretim üyesi, sırayla kalkıp ellerindeki notlardan birşeyler okudu, oturdular, ama asıl Karacaoğlan diyarından bir muhtar ve bir kaç kişi orada eğretileme bulundular. Öyleyse sorulabilir, bu toplantı neden üniversitede değildi de Mersin'deydi?
Yine geçenlerde onbeş kadar ressam sanatçı seçtiniz, onurlandırdınız, neye göre seçtiniz? Türkiye binbir memeli bir anadır, emzirdiği çocuklar öyle bir bakışta gözükmezler. Karacaoğlan, Veysel ve nice niceleri yaşıyor bu ülkede. Mersin'in Mut kazasında, sayın belediye başkanı Selahattin Aslan'ın kişisel çabalarıyla, akademik kariyeri olmayan Mersin'li Rafet Van, pınarbaşında iki ay geceli gündüzlü çalışarak otantik karakterde doğaçlama bir relief panosu ortaya koydu, bir baş yapıttır iddiasında değilim ama yerine öyle bir oturdu ki, pınar başına her gelen, her su içen doğrulup bakıyor. Bu kişiyi sizin keşfetmeniz için uzun çabalar verdim, ulaşamadım, ulaştımsa da etkisiz kaldım.
Mersin'e bir Karacaoğlan heykeli kazandırdınız, var olun sağ olun, ama heykel Karacaoğlan imajını bozuyor, duyumsal yönü eksik.
1950'lerden beri Türkiye genelinde dikmeye çalıştığımız büst ve heykellerden bu heykelin ne farkı var. Çağdaşlık neresinde?
Mut olayı bu bağlamda halktan halka ilk kültür olayıdır.
Şimdiden anonim olmuş, halkın beğenisini kazanmış, bir bakıma halk jürisinin süzgecinden geçmiş, arkaik ve antik çağların birikimleriyle çağdaş bir yorum olmuştur.
Sözümü burada kesiyorum. Hoşgörünüze sığınıyorum. Ben bir sanatçıyım, duygusal olmuş yersiz yargılarda bulunmuşsam beni bağışlayınız.
Saygılar, sevgiler sayın hemşehrim.
E. Aydın, 16Eylül1992
Dostları ilə paylaş: |