Bu dosya, Ethem Aydın isimli eserin web üzerinden izinli yayınlanan resimsiz hazırlanmış bölümüdür. Değiştirilemez. Serbestçe kopyalanıp dağıtılabilir. Bu dosyanın orjinali



Yüklə 2,29 Mb.
səhifə39/97
tarix29.10.2017
ölçüsü2,29 Mb.
#19746
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   ...   97

BENİM ÜNİVERSİTELERİM


Sevgi, varlğın özünde bağlayıcı birleştiriciliğin ara maddesidir. İnsanlar ,onu yaşamın yaşanmışlığın labirentlerinde usanmadan bıkmadan arar dururlar

Sevgi aklın ve deneyselliğin acemi hoyrat ellerinde, bir papatyada görkemin arandığı gibi, yaprak yaprak koparılarak sıradanlığa ulaştırılır. Ellerinde biriken bir avuç döküntüye bakarak, "görkem nerede, sevgi nerede" der?

Bilinen odur ki, varlık var olalı beri, anlam da anlamsızlık da çelişkideki gizini koruyor. Umarı akılcılıkta arayan insan günler ilerledikçe kendi boşluğunun sınırlarında acı çekmeği sürdürüyor.

Bana göre, sevgi hangi bilim dalının konusu olduğunun belirsizliği nedeniyle anlamında spekülasyona böylece de erozyona uğramıştır.

Platon’dan bu yana; Schopenhauer, Freut’a kadar; cinsellik, seks bağlamında incelenmiştir. Sevginin özünden uzaklaşılmıştır.

İnsanlarımızın büyük çoğunluğunca; yazarlar, şairler, halkozanları sevgiyi aşk olarak işlemişler pür sevginin saltık varlığına değinmemişlerdir.

Aşk bir çingene çocuğudur kanun dinelemez, öğrenilemez derken; sevgi kurulu düzenin birleştiricisi, yapıştırıcısıdır, diyoruz.

Sevgi bilimseldir,öğrenilebilir,öğretilebilir olmasıyla, cinsellikten ayırt edilir. (tensel sevgi,ana baba sevgisi, kardeş, arkadaş sevgisi, vatan ulus sevgisi gibi...). Sevgi karşılıklı bir alış veriş değildir. O, karşılıksız verilendir. Genellikle de zamanlar içinde çoğalarak yansıyan, bitmez güçtür. Nötür olarak algılanır...

Aşk iki karşı cins arasında; soyun süregenliği amacına dönük bir alkım gibi gelen, kuram ve kurallardan uzak oluşuyla; Schopenhauer’ın deyimiyle “kör irade”dir. Mantığı, düşünceyi, iradeyi fuluğlaştırarak; yaratılışın vaz geçilmezi olan, üreme, çoğalma adına ağırlığını kor. En yüksek varlık olan insan, en uzun sürede olgunlaşır. Evrim devam etmektedir. Rotamız sevgi üzere OLMALIDIR sağ duyu, uzgörü yüceltilerin temiz maviliklerindeki bin benekli kelebeğe “SEVGİYE” , ulaşmak için, doğayı ve insanları daha çok sevelim.

Sevdikçe,sevmeği daha çok öğrendiğimizi göreceğiz.

E. Aydın, 6Haziran1998

AŞKIN NESNELERİ:

Ahu bakışlı, nartanem, ince bel, zülüf tel tel, gerdanı püskürme benli, gözleri gayet güzel, gül yanaklı, gülgüli kerakeli, mor hareli, ince belli, dalgalı ipek saçlı, gamzeli, şehla bakışlı, selvi boylu, kıvrak belli, çağırgan gülücüklü, cilveli, nazlı, dolgun ve dik göğüslü....vs.

Tamamen, duygu kökenli nedenleri, birincil tutarak, “kör iradeyi” yani, aşkın seçici buyurganlığını egemen kılar. Binbir renkli, karmaşık duyguların, ebruli, dolaşık yumağıdır, ebemkuşağıdır aşk.

Seçicilik, canlı cansız varlıklarda da vardır. Duygusallığını hep korur.

Bireyler aşkı kendine özgü yaşar. Amacına ulaşamadığı zaman yok olmanın sınırlarını bile seçebilir (verter örneği).

İsa'dan önceki kaynaklar aşkı, göreceli bir yorumla ele almış, romantizm ummanında, erotizm ve platonik tümcelerde işlemişlerdir. Burada, aşk 'ın, düşüncenin, yani insanın doğaya eklediği yüksek bir buluş olduğunu da anımsamak gerekir.!

Öyleyse aşk nedir? Bu verelerden hareketle insanlık tarihine bir göz atalım:

Çağlar boyu öyküler, romanlar, söylenceler, sahne oyunları, müzik, müzikal gösteriler, resim, yontu; insanın kendi boşluğunun sınırlarında, uçurumlarında olanın imgesel görüntüleriyle avunmuş, romantizmin fantazyalarla yetinmiştir.

Zamanımızdan 2000 yıl önce eski Hintlilerin bir eseri karşıma çıktı, ilgiyle okudum. Sir Rişard Burton ve F.F. Arbuthnot, Türkçeye çeviren İlhan ve O.C. Güngören. 1997 Yol yayınları. Aşkın bir sanat olduğunu öğrenimin yapılabildiğini vurguluyor.

İsa'dan önce IV yıllarına bakılırsa aşk, sıradan bir sokak kızıdır, yalınayak, avare, her eve rahatca girip çıkar.

Antik çağlara gelince mitolojinin yarattığı tanrılar imparatorluğu kuruldu. Tanrı yeryüzüne inmişti. İnsan merkezli bu kuruluş bir mucizeydi. Mitoloji (söylence bilim) özgürleşen dünyanın hayal ürünleriydi. Yeryüzünde tanrılar vardı. Helenler, önceki deneyimlerinden hareket ederek, çok figürlü, çok sesli, kendi içinde bütünleşen, sanal otoriteler yarattılar. Bundan sonra bilim, fen, güzel sanatların gelişmesiyle yaşam kazandılar. Bilimler gövdeyse, güzel sanatlar onun kanatlarıydı. Konunun duygusal içeriğine yaklaşabilmek için insanın doğaya karşın varlık nedenini bilimin , felsefenin, metafiziğin, dinin ışığında yorumlamak gerekiyor. Mitolojinin yarattığı tanrılar imparatorluğu insan merkezli bu kuruluş bir mucizeydi..!! Kuramları da yoktu.

Hele ozanlar, gerçek üstü bezentilerle kelebeğin rüyası gerçek olur.

Örnek Tagore: ey kadın, sen yalnız tanrının değil, aynı zaman da erkeklerin de el emeğisin; bunlar daima ve daima kalplerindeki güzellik ile çeyizliyorlar. Şairler, sana altın hayal tireli bir ağ örüyor; ressamlar sana daima taze, daima yeni ölmezliğin şeklini veriyorlar. Deniz incilerini, madenler altınlarını; yazlar seni öğretecek, seni kapayacak, seni daha kıymetli, paha biçilmez gösterecek çiçeklerini verir. Erkek kalplerinin arzuları, zaferini senin gençliğinin üzerine sermiş. Sen bir yarım kadın ve bir yarım rüyasın.

Aşka inanmıyorum, aşk diye birşey yoktur diyen Tolstoy, Anna Karenina, Savaş ve Barış romanlarını, uzlaşılmaz aşk temalarıyla bezemiştir. Örneğin Prosper Merime –Karmen. Andre Gide, Pastoral senfoni, Victor Hugo’nun Notr Dam’ın kamburu bu tür romantik aşklara örneklerdir.

Ressam, Caravaggio, Muzafferaşk Prado, Aşkın Doğuşu Watteau amour au theatre yapıtlarıyla romantik ve platonik aşkı vurgular.

Asırlar süren uğraşlar, edebiyat duyumları imbiklenmiş değişmeziydi...!! Aşkın Ödeğiydi??.!!

Aşk bir bilimdir. Öğretisi ikibin yıl öncesinin belleğinde uyuyan, yoksunluğunu çekmemize karşın hala eğitimine başlayamadığımız..!!

Şimdilik konuyu sayın okurların yorumlarına bırakıyorum.

E. Aydın

DAHA ÇOK DEĞİŞECEĞİZ,

ŞİMDİLİK BAŞLARDAYIZ!!!.

"Sevgi"nin zaman içinde azaldığı görüşü güncel yaşamın, görünür gerçekleri ile doğrulanıyor ama yaşanacak uzun zamanlarla örtüşmüyor.

Bana göre ise yaşamın; yaşamaya değer, tutarlı, duyumsanan nedenleri olmalıydı. "İlgi ve Sevgi" evrensel ve sonsuz olmalıydı.!!

Kafam karıştı!. Tek umarımız, geleceğimiz tek düze ve böylesine çekilmez olmamalıydı.

İdea'daki insan düşüncesi; Sevgi ve ilginin süregenliği varsayımına dayanıyordu. Yaşamın kutsal anlamı da buradan kaynaklanıyordu.

Canlı ve cansız, bütün varlıkların varoluşları, sosyal bir düzenin direngen tümlüğüne koşullandırılmıştır. Bu onun değişmez kimliğidir.

Canlılığı tek hücrelilerden alıp, çok hücrelilere doğru irdelersek; erellik (cinsellik), çekim gücü olan erotizm ve seks'in, koruyucu, kollayıcı şemsiyesi altında süregenliğini koruyor.

Tipik örnek; arılar, karıncalar, sosyal yapının tansığ şaşılası anlamını sergilerler. Bireyler, görevleriyle kurgulu olarak devinirler. Tıpkı kalbimizin, midemizin, iç organlarımızın ayrı ayrı ama tümlük içinde çalışmaları gibi kurgulu.

Bal için çalışmaya başlarlar. Topladıklarını getirip peteğe yerleştirirler. Yuvaya yaklaşanı, birey olarak; toplum adına, sosyal yapı adına, canlarını verme pahasına kovarlar. Oğul verip, bir dal veya kayaya asıldıkları zaman, arı beyi üzerine öbeklenmiş bir salkımdırlar. Saldırgan değildirler, organik bir bütünlük içindedirler. Dokunulabilir, başka bir kovana taşınabilir.

Karıncalar da, topladıklarını yuvaya taşırlar. Birikimden, herkes canı istediği kadar yer. Yuvanın temizliği, savunması, araştırmaların tümü sosyal bütünlük içindedir.

Düşüncenin insanla başladığını varsayarsak, insanın da düşünceyle yeni bir evrime girdiğini onaylamış oluruz.

Uzamda, zamanlar boyu diğer canlı kardeşlerimizle paylaştığımız, bir düze sıradan yaşam bitiyor.

İnsan, düşüncenin sınırsız verileriyle donanmış olarak sonsuzluğa, bilinmezliğe karşı savaşım başlatıyor.!

Biz buna “Kaosta İkinci Büyük Patlama” diyebiliriz.

Evrimin süregenliğine uyumlu olarak, insan da değişiyor. Daha çok değişeceğiz, şimdilik başlardayız !!!

Başlangıçtan beri vurguladığımız gibi; varlık sosyal bütünlüktür.

Yaratılış veya raslantı kurgusunu böylece değerlendirmemiz doğru olur diye düşünüyorum.

En küçük sosyal birimin "aile" olduğuna göre;

Yapımız, biyolojimiz, anatomimiz ayrı ayrı sosyal birimlerdir. Kendiliğinden düzenli çalışarak, organizma bütünlüğünü oluştururlar.

İnsan kendini yeni tanımaya, tanımlamaya başladı. Eğer başladı denilebilirse.!

Bütün canlılar vücut diliyle anlaşırlar. Koklaşırlar, dokunurlar, dalaşırlar, sevişirler. İnsanlarsa konuşarak iletişim yolunu seçmişlerdir. Dilin ise, anlaşmada çok yetersiz olduğunu biliyoruz. Bundan neden, sevgimiz de, saygımız da yara alıyor, bir birimizi anlayamadan yaşıyoruz. Bu bir gerçek.! Yine de aferin bize!

Yeni yeni, düşünceye giren, anlambilim'in ilk ışığımız olacağını ummalıyız.!!! Yakın bir zamanda, (belkide binlerce yıl sonra), doğayla, kaosla, kozmosla bir bütün olduğumuzu düşünmeyi, düşündürmeyi, bireyin bir amaç değil, sosyal yapı için, bir küçük araç olduğunu özümseyebilirsek; ancak idealdeki insana doğru kürek çekmiş olacağız.

Bu yazımda, anlatıma diregenlik kazandırmak için, kanıtlanmış iki kuramdan, yer çekim, erellikten yola çıktım. Kurgum güncel; ama çağdaş bile değil.

Eğer, kausa ulaşmak amaçsa, ideal sonsuzluksa, yer çekimini yenmek gerek.!

Sonsuz, ideal sevgiyi düşlüyorsak; Erelliği (cinselliği) yenmemiz ön koşuldur.!

"Düşünce"; olmazsa olmazımızın ikisiyle de, bütün olanaklarıyla, var gücüyle çalışıyor.

Evrim sürdüğüne göre, bir gün başarırlar da.!

Değişmez uzam, zamanda, değişen dekorlarda, değişen figüranlarla, yine bir masada oturup "Kozmos"u irdeleme umuduyla!..

Yine de her olumsuzluğa karşın sevgi, konfetimiz olsun.

E. Aydın, 26Eylül1999

EY SEVGİ. !!

UYSAL, YAŞAMSAL, GÜÇ.!

Kağıt'tan bir kayık, ummanlardayız.

Umarız, sevginin bitmeyen ılık nefesi.!!

Bir o yana, bir bu yana yalpalıyoruz, yekesiz.!

İdeo'daki insana doğru; pupa yelken.

Bunca zorlu yaşanmışlığın, yaşanacak nice nice zamanlara direnebilmesi için, yaşamı bize çekilebilir kılan sevgi, kaçınılmaz yokluğa karşı tek güvencemizdir.!.

Konumuz, İnsan olduğuna göre; önce onun yapısında var olan ebrulu dolaşık yumağın, duyum ve duygularını tanımamız gerek.

Zaman zaman aramızda iletişim kurmakta çaresiz kalışımızın nedeninin altında, dolaşık ebrulu yumağın, binbir lifinden biri “Sevmek Dokunmaktır” (Desmond Moris) özellikle beden dili üzerinde uzun uzun durur.

Sevdiklerimizden, çocuklarımızdan esirgediğimiz, sıradan saydığımız, dışladığımız, dokunmaktır

Ceninden başlayarak dokunulan, ninnilerle uyutulan, öperek uyandırılan, kucaktan kucağa geçen bebek, çevresini tanımaya, sevmeye başlar. Sevgiyi yaşayarak öğrenirdi. Çoğaltır, çoğalırdı.

Birey yalnızlık duymazdı.!!.

Çağımız da ise; zamanın akışına ayak uydurmak için hep koşuluyor. Böylece sevgiden yoksun kalınıyor. Ben merkezli, çıkarcılığa dönüşüyor.

Sevginin bilimsel ve kültürel ölçütlerle incelenebilirliği nedeniyle, çağdaş bilimde yerini almıştır.

Sevgi Bir Sanattır. Öğrenimi, geçmişin belleğinde kayıtlıdır.

Leonardo Da Vinci; “Sevgi bilginin kızıdırNe kadar çok bilirsen, o kadar çok seversin” der...

Eğitim, öğretim bize geçmişin belleğini sunar, kitaplar sonsuza açılan kapılarıdır. Anahtarı “sevgi”dir!, sabırdır, emektir, uğrunda ölünen yaşamsal gerçeğimizdir.!dir.!

Aslında varlık sıradandır, niceliktir. Deneyimlerle zenginleşerek kişilik ve nitelik kazanır. İdeodaki insana doğru yol alınır.

Ey Yaşam Hoşgeldin.! Milyonuncu kez gidiyorum karşılamaya, deneyimin gerçekliğini dövmeye, ruhumun örsünde soyumun yaratılmamış vicdanını (James Joyce)

Canlı, cansız; yaratılışın sarmal, iç mantığında kendi gerçeklerini koruyarak, kollayarak hep sevgi var olmuştur. Aşk'ın yan ürünlerinden biridir. Zayıf kuvvettir, ama çoğalma özelliği vardır. Nötürdür, sadece verilir.

Asla bir alışveriş değildir. Olmamalıdır.!!

E. Aydın


SEVGİNİN NESNELERİ:

Anababa sevgisi, kardeş sevgisi, cinsel sevgi, tinsel sevgi, tensel sevgi, ben sevgisi, vatanUlus sevgisi, dinsel sevgi, sanat sevgisi vs. vs. vs. Doğada var olan herşey.

Sanat sevgisi ölüme karşı; insanın seçtiği ve zamanlar içinde durmadan, usanmadan yarattığı ölümsüz yapıtlar, Sanattır. Zaman yolculuğunda, uzama kurduğumuz evrensel köprülerdir.

Öğrencilerimize sunduğumuz “Medeniyet Tarihinin, 7 harikası”: Piramitler, ziguratlar, Babil’in asma bahçeleri, İskenderiye feneri, Rodos heykeli, Efes Artemis tapınağı, Bodrum mozolesi çağımızda binbirlere ulaşan sayısız yapıtlar.

Totemler, Mastabalar, ölü kuyuları, heykeller, Freskolar, kabartmalar, camiler, çeşmeler katetraller dünyanın her yerinde ulusal müzelerde olarak korunan her türlü kalıt, insanlık tarihinin derinliğini ve zenginliğini, görkemini geleceğe taşıyor.

Ulusal, uluslararası sayısız resim müzeleri, dolup taşan izleyicilere sunulmaktadır.

Prof. İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Sultan Ahmet parkı'nda dinlenirken, üç öğrenci yaklaşır,

Hocam bize Sultan Ahmet çeşmesinin özellikleri ve güzelliklerini anlatır mısınız? derler.

Sevinir ve konuşmaya başlar:

Çocuklar içinizde saz çalanınız var mı? Yok,

Resim yapanınız, yok; yanıtlarını alınca!

Çocuklar, ben size bu çeşmenin özellik ve güzelliklerini nasıl anlatacağım der.??.

Prof. yerden göğe kadar haklı değil mi?

Bir sanat yapıtında, şiir vardır, müzik vardır, estetik vardır, sabır ve sevgi vardır. Duyguların derin ve soyut anlamına ulaşabilmek için, uzamla zamanı örtüştürebilmek için, geçmişten geleceğe köprülerimiz “sanat” dediğimiz, evrensel dilin yapı elemanlarını bilmeden çağımızı yaşama hakkını nasıl kazanırız.?

E. Aydın



KURUMSAL YAZIŞMALAR

İÇEL SANAT KULÜBÜ ÜZERİNE

BİR ÖZ ELEŞTİRİ

Organize öğretilere otuz yılını vermiş birisiyim.

Kars lisesinden başlayarak, Düziçi, İvriz, Mersin, Osmaniye, Adana'da devletin koymuş olduğu eğitim programlarına içten inanarak öğretmen olarak çalıştım. İyi öğretmen olmak için çaba verdim. İyisi olamadım ama popüler, en geniş çizgisinde, resim iş derslerini gençliğe ulaştırdığımı sanıyorum.

Şimdileri daha iyi anlıyorum ki, organize eğitim çok çok önemli bir ayrıntıyı hep atlamış. Kamu için oluşturulmuş bu kurumlar, kamuyu atlayarak, onu dışlayarak yürümüşler. Yürümeğe devam ederek bağnaz tutumlarını sürdürüyorlar.

Bireydeki yaratıcı gücün, nükleer yapısından habersiz, şablon insanlar yetiştirmeyi sürdürüyorlar

Bindokuzyüzyirmi'ler sonrasındaki insanımızın olağanüstü çabalarla nasıl bütünleştiklerini, halk evlerinin nasıl çalıştıklarını, nasıl savcı, kaymakam, öğretmen, ayakkabı boyacısı, berber, tüccar, kol kola iç içe sahnelere çıkıp, müsahip zadeden eserler oynadıklarını, imtiyazsız sınıfsız nasıl evrensel yaşamın temellerini attıklarını unutmuş gözüküyorlar.

Bu melonkolik düşüncelerin ezgisi altında yorgun, bezgin, yürüken bir Fazıl Tütüner çıkıyor, İçel Sanat Kulübünü çekirdek olarak seçiyor. Çağdaş olmuş bir halkevi modelini maddi ve manevi binbir yorgunluğuna karşın ortaya koyuyor, insanımıza bir umut penceresini açıyor. “Mustafa Kemal'in Kağnısı yolda kalmaz” dedirtiyor.

İçel Sanat Kulübünün aylık yayın organını gözlerim yaşararak okudum. Bir avuç isimsiz kahramanın, insanımıza neden çaplı hizmetler verebileceğinin kanıtlarını derinden duyumsadım. Sizleri kutluyorum, bugün daha mutluyum.

E. Aydın, 5Mayıs1993


Yüklə 2,29 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   ...   97




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin