XVIII ve XIX. yüzyıl tezkirelerinde sınırlı sayıda kıtalarına rastlandığı için Baba Tâhir yüzyılımızın ilk çeyreğine kadar pek tanınmamıştır. 1885'ten itibaren müsteşriklerin araştırmaları ve bu araş-
tırmaları takip eden İran'daki çalışmalar sadece bu kıtaları arttırmakla kalmamış, aynı zamanda az da olsa bazı gazellerinin bulunmasına yardımcı olmuştur. Nitekim Vahîd-i Destgirdî araştırmaları ile o zamana kadar bilinen seksen yedi kıtayı 296'ya, gazel sayısını da birden dörde çıkartmış ve bunları Dî-vân-i Kâmii-i Bahâ Tâhir cUryân adıyla neşretmiştir (Tahran 1306 hş.). Ancak Ömer Hayyâm'ın rubailerinde görüldüğü gibi bu kıtaların hepsinin Baba Tâ-hir'e ait olduğunu söylemek güçtür. Şeklen rubaiye benzemekle birlikte vezin bakımından ondan ayrılan bu kıtalar aruzun hezec-i müseddes-i mahzûf bahrin-dedir. Halbuki rubâî vezni hezec-i mek-fûf-i maksûrdur. Bu sebeple bu kıtalara rubâî değil dûbeytî denilmiştir. Baba Tâhir gazellerinde de kıtalarındaki vezni kullanmıştır. Baba Tâhir'in şiirlerinde dünyevî aşkla ilâhî aşkı birbirinden ayırt etmek güçtür. Nitekim kıtalarının hemen büyük çoğunluğu dünyevî aşkla ilgilidir. Şiirlerindeki en büyük özellik, ta-savvufî eğitim görmediği için duygu ve hayallerini herhangi bir abartmaya gerek duymadan vermiş olmasıdır. Ömer Hayyâm'ın yaşama zevkini ön plana almasına karşılık Baba Tâhir hayatın çilesini konu edinir ve bedbin bir şair olarak görünür.
Baba Tâhir İran halkı arasında şairden çok bir sûfî olarak tanınır. el-Keli-mâlü'l-kışâraûU yirmi üç baba ayrılmış olan eserinde ilim, marifet, ilham gibi tasavvuf! konularla ilgili 268 vecizesi vardır. Bu eser sûfiler arasında çok yaygın olup hakkında birçok şerh yazılmıştır. Bunlar arasında. Aynülkudât el-He-medânî ile meçhul bir şahısa atfedilen Arapça şerhlerle Molla Sultan Ali Gunâ-bâdî'nin Arapça ve Farsça şerhleri zikredilebilir. Bunlara, Baba Tâhir'in vecizelerinin kısaltılmış bir nüshasının Ganî Beg el-Azîzî tarafından yazılmış şerhi olan el-Fütûhâtü'r-rabbâniyye fî İşârâ-ü'1-Hemedâniyye adlı eseri de eklemek gerekir (Bibliotheque Nationale, nr. 1903).
Aynı zamanda bir velî olarak tanınan Baba Tâhir'e birçok keramet isnat edilir. Mevlânâ ve Hacı Bektâş-ı Velî gibi meşhur mutasavvıfları İnançlarına bağlı ileri gelenler arasında göstermeye çalışan Ehl-i Hak fırkasının ana kitabı olan Serencdm'da ona da yer verilmiştir. Ulû-hiyyetin, her birinin yanında dört melek bulunan yedi kişide göründüğüne inanan bu fırkaya göre Baba Tâhir, bu yedi kişinin üçüncüsü olan Baba Hûşîn'in yanında bulunan meleklerden biridir.
BİBLİYOGRAFYA:
Dîuân-ı Kâmİl-İ Bâbâ Tâhir-i 'üryan (nşr. Vahîd Destgirdî), Tahran 1306 hş.; Dîuân-ı Şi'r-i. Bâbâ Tâhir-i 'üryân-ı Hemedânî(nşr. M. Derviş}, 1984 (Müessese-i întîşârât-ı Nevîn); Df-uSn-ı Kâmil-i Bâbâ Tâhir-i "üryan (nşr. MU-hammed Ali Sadıki-yi Yağma), Tahran 1984; Rubâ'iyyât-ı Bâbâ Tâhlrinşr. Mehdî-yi İlâhî-yi Kumşâhî), Tahran 1363 hş.; Ravendi, Râha-tü'ş-şudûr, s. 98-99; Hidâyet, Mecma'u'l-fu-şaha', t, 326; Browne, LHP, I, 83-85; II, 259-261; E. H. Ailen, The Lament of Bâbâ-Tâhir, London 1902; Cl. Huart, "Nouveaux quatrains de Bâbâ Tâhir", Spiegei MĞmorial Voiume (nşr. I. J. Modi), Bombay 1908, s, 290-302; a.mlf., "Les quatrains de Bâbâ-Tâhir cUryân en peh-levi musulman", JA, VI (1885), s. 502-545; G. L, Leszczynski. Die Rubâ'iyât des Bâbâ-Tâhir 'üryan öder die Gottestrânen des Herzens, Mu-nich 1920; A. V. VVİlliams Jakson, "A Vİsit to Tomb of Bâbâ Tâhir at Hamadân", Browne Festschrift, Cambridge 1922, s. 257-260; R. Abrahamian. Diaiecte des IsmĞlites de Hamadân et d'lspahan et diaiecte de Bâbâ Tâhir, Paris 1936, s. 155-170; A, Pagliaro -A. Bausa-ni, Storia delia leüeratura Persiana, Milano 1960, s. 554-556; A. Hayyâmpûr, Ferheng-i Sü-hanuerân, Tebriz 1340 hş., s. 353; Rypka. HIL, s. 234; a. e. (trc. îsâ Şihâbî), Tahran 1354, s. 356-357; Safa. Edebiyyât, II, 383-386; Abdül-fıüseyin Zerrînkûb, Cüstücû der Tasauuuf-i Trân, Tahran 1367 hş,, s. 183-205; Mirza Mahdî Khân, "The Ouatrains of Bâbâ-Tâhir", JASB, sy. 1 (1904], s. 1-29; H. S. Nyberg, "Ein Hymnus auf Zervân im Bundahisn", ZDMG, sy. 82 (1928!, s. 217-235; C. R. Reşîd Yâsemî - Âzâd-ı Hemedânî, "Meşâhir-i Hemedân", Armağan, sy. 17. Tahran 1315 hş./1936, s. 433-440, 552-556; P. N. Hânlerî, "Dûbeytîlıâ-yı Bâbâ Tâhir", Peyâm-ı Nen, sy. 9, Tahran 1324 hş./1945, s. 26-30, 37-39; S. B. Ray, "Bâbâ Tâher "Oryan and his Robâ'iyat", Indo-Iranica, İ-II/32, Cal-cutta 1979, s. 58-62; V. Minorsky, "Baba Ta-hir Üryan", İA, İl, 166-170; a.mlf, "Bâbâ-Tâhir", El2 (İng.), I, 839-842; a.mlf., "Bâbâ Tâhir", ÜDMİ, III, 803-810; L. P. Elwell-Sutton, "Bâbâ Tâher", E/r., 111, 296-297.
Tahsin Yazıcı
sı
I. ... I
BABADAĞI
Romanya'da
Dobruca bölgesinin kuzeyinde eski bir Türk yerleşim merkezi.
Adını. Rumeli'nin Türkleştirilmeşinde büyük hizmetleri geçen ve civar tepelerden biri üzerinde türbesi bulunan San Saltuk Baba'dan almıştır. XIV. yüzyılın başlarında Ece Halil Bey kumandasında Anadolu'ya geçerek- Karesi Bey'e iltica eden Sarı Saltuk Türkmenleri'nin Dobruca bölgesinden göç ettiği göz önünde bulundurulursa o tarihlerde Babadağı ve yöresinin Türkmenler tarafından yurt edinildiği anlaşılır. Babadağı ve çevresi. Çelebi Sultan Mehmed'in Eflak Voyvodası Mircea ile oğlu Mihail'i mağlûp et-
371
meşinden sonra Osmanlı hâkimiyetine girdi (619/1416); ancak XV. yüzyılın ortalarında Eflak Beyi Kazıklı Voyvoda bu bölgede çok tahribat yapmıştır. İlk defa Osmanlı padişahlarından II. Bayezid, Sal-tuk Baba'nın türbesini tamir ettirmek ve yanına bir cami yaptırıp geniş araziler vakfetmek suretiyle bu kasabayı ihya etti. Kanunî Sultan Süleyman, Boğ-dan seferi sırasında (1538) burada birkaç gün kalmış ve türbeyi ziyaret etmiştir. XVI. yüzyıl boyunca sakin bir hayat yaşayan Babadağı ahalisi bu asrın sonlarına doğru Eflak Voyvodası Mihail Vi-teazul'un hücum ve yağmalarına uğradı (1594-1596). IV. Murad zamanında Ka-zaklar'ın baskınına karşı şehri koruyabilmek için Özi Valisi Koca Kenan Paşa1-ya burada bir kale inşa etmesi emri verildi. Fakat Koca Kenan Paşa'nın şehrin doğusundaki tepeler üzerinde başlattığı kale inşaatı, daha sonra Melek Ah-med Paşa ve Siyavuş Paşa'nın Özi valilikleri sırasında da tamamlanamadı ve Özi eyaletinde paşa hassı bir voyvodalık olan şehir, Evliya Çelebi'ye göre bir süre savunmasız kaldı. Bununla beraber Babadağı, Lehistan ve Rusya üzerine yapılan seferlerde Osmanlılar için yol üzerinde bulunan çok mühim bir kışlak kasabası haline gelmiştir. Evliya Çelebi'nin Seyahatname''sinde anlatıldığına göre 300 akçe pâyeli bir kaza olan Babada-ğı'nm yedi nahiyesi ve 100 köyü vardı. Kaza merkezinde 3000 kagir bina, sekiz han, başta Bayezid ve Ali Paşa hamamları olmak üzere üç büyük hamam, 390 dükkân, sekiz kahve ve çoğunlukla okçu, yaycı ve çuhacı dükkânlarının yer aldığı bir çarşı bulunuyordu. II. Bayezid'in
yaptırdığı Uiucami, Gazi Ali Paşa Camii ve Defterdar Derviş Paşa Camii 'nden başka birçok cami, mescid ve medresenin yanında on bir tekke ile yirmi kadar sıbyan mektebi kazanın belli başlı binalarını teşkil ediyordu.
Mart 1672 tarihinde IV. Mehmed, Kazaklar arasındaki mücadeleden faydalanmak isteyen Lehistan Kralı Minare karşı Leh seferine çıktığı zaman yanında bulunan oğlu Şehzade Mustafa'yı Ba-badağı'nda bırakmıştı. Eylül 1678'de Cehrin Seferi'nden dönen Osmanlı vezirlerinden Kara Mehmed Paşa da Özi eyaleti serdarı olarak burada kalmış ve kuzey sınırlarının emniyetini sağlamak, Rusya üzerine yapılacak yeni bir sefer için hazırlıklarda bulunmak amacıyla faaliyete geçmişti. 1684'te ise Lehistan Kralı Jan Sobieski'nin Kamaniçe ve Boğdan harekâtı sırasında Köprülüzâde Fazı! Mustafa Paşa gibi değerli vezirler, Silistre valisi sıfatıyla Babadaği'nda muhafızlık yapmışlardır. 1699 Kariofça Antlaşması ile Rumeli'de büyük toprak kayıplarına uğrayan Osmanlı Devleti, Babadağı'nı kuzeyden gelecek tehlikeye karşı bir üs haline getirerek buraya yeni kuvvetler yerleştirdi. Eylül 1736'da Babadağı. Osmanlı-Rus savaşını sözde önlemek için ara buluculuk yapmak isteyen Avusturya imparatorunun İstanbul elçisi Talman ile Osmanlı ordusu İleri gelenleri ve bilhassa Kethüda Osman Hâlisâ Efendi arasında siyasî müzakerelere sahne oldu; bir ara Hollanda ve İngiltere elçileri de bu görüşmeler dolayısıyla Babadağı ordugâhına geldiler. Babadağı'nın 1768 Osmanlı-Rus savaşı sırasında da tam manasıyla bir kışlak ve Osmanlı-Kırım kuvvetleri için bir üs olarak kullanıldığı görülmektedir. 1771'de Kırım'ın Ruslar tarafından işgali sırasında Kırım Hanı III. Selim Giray kuvvetleriyle birlikte sadrazamın yanında Babadağı ordugâhında bulunuyordu. Osmanlı kuvvetlerinin başında bulunan Veziriazam Silâhtar Mehmed Paşa'nın zaafından istifade eden Ruslar, ilk defa Kasım 1771'de Babada-ğı'nı geçici bir zaman için işgal ettiler; daha sonra 1773 yazında meydana gelen şiddetli muharebeler neticesinde ise civar şehirlerle birlikte burayı da yakıp yıktılar. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması'y-la tekrar Osmanlılar'ın eline geçen Babadağı, bu asrın sonuna kadar Osmanlı-Rus savaşları dolayısıyla daima ateş hattında kaldı ve tahribata uğradı. 1809 Osmanlı - Rus savaşları sırasında yine Ruslar'ın eline düşen Babadağı 1812'de geri alındı ise de 1878 Berlin Antlaşma-
sı ile Dobruca bölgesinin Romanya'ya terkedilmesi üzerine Osmanlı İmpara-torluğu'ndan ayrıldı.
BİBLİYOGRAFYA;
Evliya Çelebi, Seyahatname, İM, 362-370; Si-lâhdar, MusreLnâme, ], 129, 234, 349; 11/2 (1969), s. 212, 263; Râşid. Târih, III, 335 vd.; Ferâizîzâde, Gülşen-i Maârif, istanbul 1252, II, 1584 vd.; Kâmûsü'l-a'lâm, II, 1178; Cevdet Paşa, Târih, III, 164, 181, 198, 332; IV, 76; V, 45, 46, 86, 90, 92, 94, 97, 98, 101, 118, 122, 225, 267; IX, 140; XI, 137, 180, 195, 264; XII, 67, 100; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/1-2, bk. İndeks; IV/1, bk. İndeks; Ayverdi, Aurupa'da Osmanlı Mi'mârî Eserleri i, s. 10-20; B. Lewis, "Babadaghi", El2 (Ing.), 1, 842-843; a.mif.. uBâ-bâ Tâği", ÜDMİ, III, 801-803.
life! Münir Aktepe
BABAESKİ KÖPRÜSÜ
Babaeski ilçesinde XVII. yüzyıla ait bir köprü.
Babaeski kasabasının doğusundan geçen ve Ergene ırmağının kollarından biri oian derenin üstünde bulunan bu köprü, kitabe köşkündeki beş beyitlik manzum kitabesinden öğrenildiğine göre, 1043'-te (1633-34) Sultan IV. Murad zamanında inşa edilmiştir. İstanbul'dan Rumeli içlerine uzanan büyük kervan ve sefer yolunun üstünde olan Babaeski Köprü-sü'nün kimin tarafından yaptırıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Kitabede sözü edilen Sultan Murad'ın "cihad"ı, 1043'te yapılan Lehistan seferi olmalıdır. Ancak, "Bu cisri bir kulu yolunda etti pây-endâz" mısraından anlaşıldığına göre köprü padişah tarafından değil bir "kul"u tarafından yaptırılmıştır.
Köprünün yapıldığı yıllarda yaşamış olan Evliya Çelebi, bu eserin Çoban Veli Kasım Ağa'nın hayratı olduğunu kaydetmektedir. Onun anlattığına göre aslında bir hıristiyan olan Kasım Ağa bu civarda koyun güden bir çobanken müslü-man olmuş ve Yeniçeri Ocağı'nda kul
kethüda lığına kadar yükselmiştir. Ancak Sultan Murad zamanında zindana atılan Kasım Ağa, buradan kurtulduğu takdirde vaktiyle koyun güttüğü yerde bir köprü yaptırtmayı adamış ve "haiâs olduktan sonra ahdini yerine getürüp dört yüz resmî kîse sarf ederek..." bu köprüyü inşa ettirmiştir. Köprünün, XVII. yüzyıl Osmanlı Devleti tarihinde iç siyasette adı çok geçen Hassa mimarı Kasım Ağa tarafından yapıldığı, hatta onun hayratı olduğu yolundaki söylenti sağlam bir esasa dayanmamaktadır.
Babaeski Köprüsü 72 m. uzunluğunda ve S.85 m. genişliğindedir. Evliya Çe-lebi'nin sayılarını yedi olarak verdiği gözlerden bugün altı tanesi görülebilir. Yedincisinin toprakla dolduğu anlaşılmaktadır. En geniş göz 7.30 metrelik bir açıklığa sahiptir. Muntazam işlenmiş kesme taşlardan yapılmış olan Babaeski Köp-rüsü'nün sivri kemerli gözlerinin aralarında menba tarafında yarım piramit, mansap tarafında yarım koni biçiminde tepelikii sel yaranlar ve mahmuzlar vardır. Her tepeliğin iki tarafında ayrıca birer küçük menfez açılmıştır. Taştan korkulukları olan köprünün ortasında kitabe köşkü bulunmaktadır. Burada sivri kemerin içine, iki yanına rozetler ile lâle kabartmaları işlenmiş olan beş beyitlik mermer kitabe yerleştirilmiştir. Kitabenin önünde taştan bir çift baba bulunur; tam karşısında ise bir çıkıntı üstünde bir namazgah vardır. Bunun da dört köşesinde kavuk biçiminde tepelikii dört baba yükselir. Rıfat Osman Bey, Mimar Kemaleddin Bey'den naklen bunların belki köprünün banisinin bir vezir olduğuna işaret ettiğini yazmaktadır, Ancak bu tahminin pek inandırıcı olma-
dığı açıktır. Babaeski Köprüsü, Rumeli topraklarından elde kalabilen Türk Trakyası'nda eski sefer yolunun işaretlerinden biri olarak tarihî değere sahip olduktan başka Türk köprücülük sanatının güzel eserlerinin başlıcaiarından-dır.
BİBLİYOGRAFYA:
Evliya Çelebi, Seyahatname, III, 481; Cevdet Çulpan, Türk Taş Köprüleri, Ankara 1975, s. 171, resim 103, 1-3; a.mlf.. "Köprülerde Tarih Köşkleri", STY, II (1966-68), s. 27; Gülgün Tunç, Taş Köprülerimiz, Ankara 1978, s. 23-25; Semavi Eyice, "Mimar Kasım Hakkında", T7TCBefleten,XL[[[/172( 1979), s. 802-803.
Mİ Semavi Eyice
F BABAİLİK
Anadolu Selçukluları devrinde, Orta ve Güneydoğu Anadolu'da Baba İlyas'a bağlı Türkmenler'in
isyanı dolayısıyla ortaya çıkan ve gayri Sünnî bir İstikamette gelişen
dinî-tasavvufî hareket.
L ■ J
İsyanı Amasya yöresinde faaliyet gösteren Baba İlyâs-ı Horasânî (ö. 637/1240) adında bir Türkmen şeyhi yönettiği için hareket onun adına izafeten Babaîlik adıyla anılmaktadır. "Babaî" terimine ilk defa, isyanı oldukça teferruatlı bir tarzda anlatan ve hadiseye çağdaş olan kaynaklardan İbn Bîbrnin Farsça el-Evâmi-rü'J-ea]â'iyye'sinde rastlanmaktadır. Öteki kaynaklar bu terimi kullanmazlar. İbn Bîbfden sonra bu terim ancak XV. yüzyılda başta Oruç Bey'in Tevârîh-i Âl-i Osmân'\ olmak üzere daha sonraki Osmanlı kaynaklarında tekrarlanır. İbn Bî-bî ile Oruç Bey "babaî" terimiyle sadece isyana katılanları kastettikleri ve bu adı taşıyan herhangi bir tarikattan söz etmedikleri halde, XVI. yüzyılda Taşköpri-zâde'nin eş-Şekâ* iku'n-nu'mâniyye'-sinde Baba İlyas'ın kurduğu farzedilen bir tarikatın ismi olarak kullanılmıştır. Bu sebeple de sonraki müeliif ve araştırmacılar babaî terimini hep bir tarikat adı olarak kabul etmişler ve yorumlarını bu istikamette yapmışlardır. Amasya Tarihi müellifi Hüseyin Hüsâmeddin de bunlardan biridir. Yalnız Claude Ca-hen. Baba İlyas'ın böyle bir tarikatı belki de hiç kurmamış olabileceğini söylemekle doğruya yaklaşmıştır.
Babaîlik hareketinin doğuşuna yol açan Babaî isyanı veya diğer adıyla Baba Resul kıyamı, 1240 yılında 11. Gıyâseddin Keyhusrev zamanında meydana gelmiştir. Babaîlik tarikatı meselesi gibi bu isyan da çok defa iyi teşhis edilememiş,
Babaî isyanıyla ondan sonra teşekkül edip gelişen Babaî hareketi birbirine karıştırılmıştır. Halbuki Babaî isyanı kendine mahsus birtakım şart ve sebeplerin meydana çıkardığı siyasî-sosyal bir olaydır. Babaîlik ise hükümetin isyanı bastırmasından sonra kurtulmayı başaran Baba İlyas müridierinin başarısızlıkla sonuçlanan hareketlerinin fikrî sahaya intikal ederek mahiyet değiştirmesinden ibarettir. Babaî isyanı büyük ölçüde, I. Alâeddin Keykubad'dan sonra yerine geçen oğlu 11. Gıyâseddin Keyhus-rev'in kötü idaresi yüzünden bozulmaya yüz tutan Selçuklu iktisadî-sosya! yapısıyla ilgilidir. Bozulmanın yol açtığı idarî yolsuzluklar toprak ve vergi nizamının sarsılmasıyla sonuçlanmış ve bu olay göçebe hayatı süren Türkmen topluluklarını diğer bütün zümrelerden çok daha güç bir duruma sokmuştu. Hayatlarını sürdürebilmek için zorlu bir mücadele vermek durumuna düşen Türkmenler, tarihin hemen her devrinde benzer durumlarla karşılaşan toplumlarda olduğu gibi kendilerini kurtaracak semavî bir şahsiyet beklemeye başladılar. Bu şahsiyet de Baba İlyâs-ı Horasânî oldu. Onun, Tâcülârifîn Seyyid Ebü'1-Vefâ Bağdâdî'-nin (ö. 501/1107} kurduğu bir tarikat olup Türkmenler arasında çok yayılan ve Yesevîliğe benzediği anlaşılan Vefâîliğe mensup olduğu bilinmektedir.
1. Alâeddin Keykubad zamanında Amasya yakınlarındaki Çat (bugünkü ilyas) köyüne yerleşerek burada kurduğu zaviyesinde yaşamaya başlayan Baba İlyas. bir Vefâî şeyhi olarak civarda yaşayan Türkmenler arasında, daha çok eski Türk inançlarının İslâmiyet'le yorumlanmış bir şeklini tasavvufî hüviyetle tâlim etmekteydi. Bu fikirlerin kısmen İsmâilî tesirler taşıması muhtemeldir. Ancak muhakkak olan bir şey varsa o da Baba İlyas'ın kendisini bir mehdî (belki peygamber) hüviyetiyle Türkmenler'e tanıttığı, baskı altında kalmış ve türlü sosyal-iktisadî zorluklar içinde bunalmış sade insanların da onu bu gözle gördükleridir. Bu yüzden kaynaklar kendisini Baba Resul diye de zikrederler.
Olayların akışına bakılırsa Baba İlyas, Türkmenler'! bu durumdan kurtarmak için Selçuklu hükümetini devirerek idareyi ele almaya ciddi bir şekilde taliptir ve faaliyetlerini bu hedef üzerinde yoğunlaştırmıştır. Bu yolda kendisinin en büyük yardımcısı iieri gelen halifelerinden Baba İshak'tır. Baba İshak, merkez Kefersud olmak üzere Türkmenler'in yo-
373
ğun olduğu Güneydoğu Anadolu'da şeyhi adına propaganda yapmaya ve teşkilâtlanmaya başlamış, aynı faaliyetler Amasya'dan Orta Anadolu'nun muhtelif merkezlerine gönderilen öteki halifeler tarafından da sürdürülmüştür.
İsyanın propaganda ve hazırlıklarını yürütenler Baba İlyas'ın yakın çevresiydi. Bu çevrenin mensuplarından Elvan Çelebi, başka hiçbir kaynakta yer almayan önemli birtakım isimler zikrederek Baba İlyas ailesine mensup biri sıfatıyla hadiseyi belgelemekte ve diğer kaynakları kontrol imkânını sağlamaktadır.
İsyanı fiilen başlatan Baba İshak oldu. 637'de (1240) Kefersud'da Türkmenler ayaklandılar ve burayı ellerine geçirdiler. Ardından Hısnımansûr, Gerger ve Kâhta zaptedildi. Bu safhada ayaklanmaya bazı gayri müslim grupların da katılması hayli dikkat çekicidir. İsyan kıvılcımı kısa sürede Orta Anadolu'ya sıçradı ve Türkmenler epeyce başarı kazandılar. Ancak aradan fazla zaman geçmeden Baba İlyas Selçuklu kuvvetleri tarafından Amasya'da kuşatılıp yakalanarak idam edildi. Onun intikamını almak isteyen Baba İshak Amasya'ya gelerek beraberindeki kalabalık kuvvetlerle Konya üzerine yürüdü. Fakat yolda Kırşehir yakınındaki Malya ovasında Selçuklu ordusu tarafından mağlûp edilip öldürüldü. Türkmenler'in çoğu kılıçtan geçirildi; kalanlar esir edildi: halifelerden kurtulabilenler ise sağa sola kaçıp izlerini kaybettirmeyi başardılar.
"Babaîlik" yahut "Babaî hareketi" bu safhadan sonra başladı. Her ne kadar Baba ilyas'ın çevresinde toplanan Vefâî, Yesevî, Kalenderi ve Haydan Türkmen dervişlerinden pek çoğunun katıldığı bu isyan hedefine ulaşamadı ise de bu başarısızlık kurtulabilen taraftarları sıkı bir dayanışmanın içine soktu. Baba İlyas'ın daha hayattayken kutsallaşan şahsiyeti giderek yeni bir "syncretiste" (farklı dinî inanç ve telakkileri birleştirici) dinî-ta-savvufî hareketin merkezi oldu. Babaîlik adı verilen bu akım Türkmenler arasında doğduğu ve onlara hitap ettiği için sosyal, dinî ve kültürel yapılarına uygun bir mahiyet ortaya koymuştur. Bu mahiyet, Türkmenler henüz müslüman oldukları, yeni dini özümseyecek yeterli zamana sahip bulunmadıkları, eski inanç ve geleneklerinin tesiri büyük ölçüde devam ettiği için genellikle Sünnîliğe uymayan bir yapıyı yansıtıyordu. Ancak bugün için bu yapıyı bütün ayrıntı, nitelik ve özellikleriyle tesbit etmeye ve sergi-
374
lemeye yarayacak bizzat Türkmenler tarafından bırakılmış yazılı kaynaklara sahip değiliz. Zaten bu kaynaklar hiçbir zaman mevcut olmamıştır. Zira ne Babaîliğin ortaya çıkıp geliştiği Türkmen zümreleri inançlarını s istemi eştirecek ve sonra da kaleme alacak bir durumda idiler, ne de bu inançlar böyle bir sistem oluşturacak yapıda idi.
Bununla beraber bu durum, Babaîliğin mahiyetini az çok teşhis etmeye ve anlamaya engel değildir. Her ne kadar bugün Babaîlik adını taşıyan bir mezhep veya tarikat yoksa da Babaîliğin inanç ve gelenekleri kendilerine miras kalan Kızılbaş zümrelerle bir Bektaşîlik tarikatı vardır. Bunlar, sonraki Şiî ve Hurü-fî tesirleri hariç tutulursa Babaîliğin isim değiştirmiş şeklinden başka bir şey değildirler. Aksi halde gerek Kızılbaş zümrelerin gerekse Bektaşîliğin mevcudiyetini ilmî olarak sırf Şiîlik'Ie açıklamak mümkün değildir. Bu sebeplerle, Bektaşîlik bünyesinde XVI. yüzyıldan evvei. yani Şiî tesirlerin yoğunlaşmasından önce meydana getirilen ve bir kısım menâkıb-nâmelerden ibaret bulunan eserler Babaîliğin inanç yapısını doğruya yakın bir biçimde tahlile yarayacak kaynaklar olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca bu eserlerde yer alan inançların onların yazıldıkları devirde birden bire var olmadıkları, eskiden beri kuvvetle devam edegeldik-leri için bunlara girdikleri şüphesizdir.
Söz konusu eserlerdeki metinler dikkatle incelendiği zaman farklı kaynaklardan gelen çok değişik inançları yansıttıklarını görmek zor değildir. Bunlar muhtelif tabiat.kültleri ve Gök Tanrı kültü gibi eski Türk inançları ile Şamanizm, Budizm, Zerdüştîlik, Maniheizm, Maz-deizm, Hıristiyanlık gibi çeşitli zaman ve mekânlarda Türk zümreleri arasında az çok yer bulmuş dinlerin ve hatta kısmen mahallî Anadolu inançlarının kalıntılarıdır. Bu kalıntılar arasında bilhassa atalar kültü, dağ tepe, taş kaya kültleri, ağaç, su ve ateş kültleri, tenasüh, hulul ve metamorfoz ile ilgili inançlar kuvvetli bir yer işgal eder. Bugün de Bektaşî ve Kızılbaş zümreler arasında bu inançlar aynı kuvvetle mevcudiyetlerini sürdürmektedir. İşte Babaîlik, bütün bu karışık ve farklı menşelerden gelen inançların İslâmî cila altında bir "syncretism" ile eski Türkmen sosyal yapısının birbirini tamamladığı bir bütündür.
Bu bütün içinde Şiîliğin payına gelince, bugün, Babaî isyanı ve hareketinin meydana geldiği XIII. yüzyıl Anadolu'sun-
da sistemli Şiî propagandasının ve mevcudiyetinin söz konusu olmadığı bilinmektedir. Ancak bir kısım Türkmen aşiretlerinin Anadolu'ya gelmeden önce İran ve Suriye'de İsmâllI propagandalar tesirinde kaldıkları kuvvetle muhtemel ve hatta VIII-IX. yüzyıllarda Mâverâünne-hir, Horasan ve Azerbaycan'da bazı hareketlere katıldıkları bir gerçektir. Bununla beraber bu kısmî tesirlere bakarak Türkmenler'i Şîa mezhebine mensup kabul etmek, dolayısıyla Babaîliğin Şiî" bir cereyan olduğunu ileri sürmek yanfış olur. Anadolu'da asıl Şiî tesirleri taşıyan hareketler ancak XV. yüzyılın sonlarından itibaren Safevî propagandasıyla başlamış. Bektaşî ve Kızılbaş zümrelerde kuvvetle yer eden on iki imam kültü bu devirde Anadolu'ya girmiştir. Ancak burada unutulmaması gereken son derece önemli bir nokta da söz konusu bu Şiî tesirlerin bile adı geçen zümreler arasında eski Türk inançlarının geniş ölçüde damgasını yemiş olduklarıdır. Babaîliğin önemi Anadolu Türk din tarihinde gayri Sünnî hareket ve zümrelerin temelini oluşturmasından, dolayısıyla bugünkü yapının iyi kavranmasına büyük ölçüde yardım etmiş olmasından ileri gelmektedir. Bu sebeple Babaî isyanının ve hareketinin Anadolu Türk din tarihinde mühim bir yer işgal ettiği söylenebilir.
BİBLİYOGRAFYA :
Sibt İbnü'l-Cevzî, Mir'âtü'z-zamSn, Türk-ls-lâm Eserleri Müzesi Kip., nr. 2138, XV, vr. 165a; Ebü'l-Ferec, Târih, II, 539; İbn Bîbî. et-Evâmi-rü'i-'alS'igye, s. 488-489; Eflâkî. Menâkıbül-"ârifîn, I, 381; Oruç b. Âdil. TeuSrîh-i Al-i Osman, II, 86; Neşrî, Cihannümâ lîaeschner), I, 47; Mecdî, Şekâik Tercümesi, s. 23; Elvan Çelebi, Menâkıbü'l-kudsiyye, s. 10-26; Niğdeli Kadı Ahmed, cl-Veiedü'ş-şefîk, Süleymanîye Ktp., Fatih, nr. 4518, vr. 574a; Vilayelnâme (haz. Ab-dülbâki Gölpınarlı), istanbul 1958; Amasya Tarihi, I, 180-182, 223-240; Köprülü, İlk Muta-savmflar (Ankara 1976), s, 189, 207-209; a.mlf., "Anadolu'da İslâmiyet", DEFM, sy. 4-6 [1338-39), s. 303-311; Walter Hınz. Uzun Hasan üe Şeyh Cüneyd Itrc. Tevfik Bıyıklıoğlu), Ankara 1948; Abdülbâki Gölpınarlı, Yunus Emre üe Tasavvuf, İstanbul 1961, s. 41 vd.; S. de Saint fjuentin, Histoire des Tartares (nşr. ). Richard), Paris 1965, s. 62; Cl. Cahen. Pre-Ottoman Tur-key, London 1968, s. 136-137, 221-222; a.mlf., "Le probleme du Shiisme o.n Asie Mineure", Le Shiisme İmamite, Paris 1969; a.mlf,, "Bâ-bâY, El2 (Fr ), I, 866-867; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul 1971, s. 421-424; A. Yasar Ocak, X///. Yüzyılda Anadolu'da Babaîler İsyanı, İstanbul 1980, s. 141-149; a.mlf., Bektaşi Menakıbnâmeterinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul 1983, s.
Dostları ilə paylaş: |