Atamalarda Merkezileşme Benimseniyor
1926 yılı içerisinde kabul edilen Kanun ile personel atamalarında vilayetin yetkileri budanmakta, atamalarda yetki merkeze çekilmektedir:
Polis Komiserleri ve Polis Memurları
3 Mart 1926’da kabul edilen 768 sayılı “İdarei Umumiyei Vilâyat Kanunun Onbeşinci Maddesinin Tadili Hakkında Kanun” ile 13 Mart 1913 tarihli Kanun’da değişiklik yapılarak komiser ve polis memurlarının atamalarında merkezileşmeye gidilmektedir. 13 Mart 1913 tarihli Kanunun ilgili maddesi gereğince polis müdürlerinden başka her çeşit komiser ve polis memurlarının tayin ve azilleri vali tarafından yapılmaktadır. Ne var ki, bazı küçük şehirler il dahilinde açık makamlara yerleştirilecek memur bulunamamakta, diğer tarafta ise terfi zamanı geldiği halde açık kadro bulamadığı için ataması yapılamayan memurlar vardır. Bu nedenle, atamaların İçişleri Bakanlığı tarafından merkezi olarak yapılması uygun bulunmuştur. Bu doğrultuda, iller arasındaki denge sağlanabilecektir (ZC C.23 İ.65).
Sıhhiye Memurları
1 Nisan 1926’da kabul edilen 796 sayılı “Umuru Sıhhiyeye Müteallik Bütçelerle Bilûmum Memurini Sıhhiye Hakkında Kanun” ile tüm belediye, il özel idaresi ve şehremanetleri teşkilatının inceleme ve onaylanması ve sağlık personelinin tayin ve azilleri Sıhhiye ve Muaveneti İçtimaiye Vekaleti’ne devredilmektedir. Mevcut durumda, sağlık teşkilatı belediyeler, il özel idareleri ve şehremanetleri tarafından kurulmakta ve sağlık memurlarının tayin ve azil işlemleri yine aynı kurumlar tarafından yürütülmektedir. Bu durumun, farklı ve yetersiz uygulamalara neden olması nedeniyle yeniden düzenlenmektedir (ZC C.24 İ.81).
Maarif Teşkilatı ve Öğretmenler
22 Nisan’da kabul edilen 819 sayılı “Muallim Mekteplerine Muavenet Hakkında Kanun” ile yapılacak on öğretmen okulunun inşaat ve tesisatına sarf edilmek üzere gerekli paranın il özel idareleri bütçelerinin yüzde onundan beş sene müddetle karşılanması ve bu paranın Eğitim Bakanlığı tarafından idare edilmesi kabul edilmiştir. İl özel idarelerinin görev alanında bulunan okul yapmak ve yetiştirmek konusunda çok geride kalınmıştır. Bu nedenle, öğretmen okullarının en iyi şartlarda, Maarif Vekâleti tarafından yapılması kabul edilmiştir (ZC C.24 İ.89).
?
Maliye Memurları
28 Nisan 1926’da kabul edilen 828 sayılı “Vilâyat Memurini Maliyesinden Bazılarının Sureti Tayinleri Hakkında Kanu”n ile önceden valinin yetkisi dahilinde bulunann varidat ve muhasebe tahakkuk şube müdürleri ile muhasebe mümeyyiz ve başkatipleri ve kaza mal müdürleri, defterdar ve muhasebecilerin seçimi, valinin göstereceği adaylar arasından seçilmek ya da valinin görüşü alınmak üzere Maliye Bakanlığına verilmektedir. Kanun, Teşkilatı Esasiye Kanununun 91 ve İdarei Umumiyei Vilayat Kanununda belirtilen tevsii mezuniyet ve tefriki vezaif ilkelerine aykırı olduğu yönünde yoğun eleştirilere maruz kalmıştır (ZC C.24 İ.92).
Yerel Yönetimde Belediyelerin Yükselişi
Belediye alanı genişletiliyor:
17 Şubat’ta kabul edilen 744 sayılı “Vilâyat Belediye Kanununa Müzeyyel Kanun” ile önceden en son ev sınırına dayanan belediye sınırları içerisine ev, bağ, bahçe, tarla ve meralar da alınmaktadır (ZC C.22 İ.57).
Belediye gelirleri artırılıyor:
31 Mayıs’da kabul edilen 883 sayılı “Kazanç Vergisine Munzam Vilâyat İdarei Hususiyeleri ve Belediye Hisseleri Hakkında Kanun” Kazanç Vergisinden % 5'lik pay il özel idareleri ve belediyelere aktarılmaktadır (ZC C.25 İ.111).
Belediye görevleri artırılıyor:
28 Nisan’da kabul edilen 831 sayılı “Sular Hakkında Kanun” ile suların temini ve idaresi belediyelere, belediye olmayan yerlerde Köy Kanunu gereğince İhtiyar Meclislerine devredilmektedir.
???
Tartışmanın Özü
Genel ve yerel yönetimler ile ilgili düzenlemelere hayat veren, Cumhuriyet’in genel ve yerel yönetim politikası nedir?
Dahiliye Vekili Cemil Bey (Tekirdağ) mülki taksimat üzerine tartışmalarda, genel politikayı şu şekilde özetlemektedir:
“İki esaslı fikir tebaruz ediyordu. Bir idarei umumiye fikri, diğer idarei mahalliye fikri… idarei umumiye fikri; deniliyor ki, memleket az miktarda, az adette vilayetlere taksim edilsin, onların idaresi çok kolay olur. Ve müteaddit kazalara taksim edilerek nahiyelere kadar taksimat teşkil edilsin. … İkinci fikir, idari mahalliye fikridir… memlekette devletin umumi vilayetini haiz idareler taaddüt etmeli, bu idarei umumiyei vilayet altında idarei mahalliyeler taaddüt ve inkişaf etmeli fikridir. Bir çok merkezler ve şahsiyeti hükmiye verilen vilayetler kendi kendini idare etmeli, bütçelerini tanzim etmeli ve meclisi umumilerini, toplamalı ve halkın kendi muhitinin mıntıkavî işlerini kendileri yapmalıdır.
…Cumhuriyeti idare ve Meclisi Âli ikinci fikre mütemayildir. Çünkü az adetteki vilayetlere inzimamen ve müstakil ve mülhak livaları da vilâyet yapmak suretiyle idarei mahalliyelerin inkışafı Cumhuriyet ve Meclisi Âlice kabul edilmiştir ve memlekette taaddüt eden bu merkezler halkın kendi kendini idare edebilmek kabiliyet ve cazibesi memlekette büyük bir hassasiyetle karşılanmış, hüsnü telakki edilmiş ve kemali arzu ile bunun inkışafına çalışılmakta bulunmuştur… Binaenaleyh Hükümetin doğru bulduğu fikir idarei mahalliyelerin inkişafı, bunların kuvvetlenmesi ve halkın kendi kendini idare edebilecek kabiliyeti idareyeyi iktisap etmesi fikridir. Binaenaleyh layiha bu esasa iptina etmiştir” (Vurgular bana ait, ZC C.25 İ.110 s.610).
Dahiliye Vekili’nin beyanına göre büyük bir coğrafi alanı kapsayan az sayıda il temelinde örgütlenme merkeziyetçilik ilkesini, genel idare fikrini; daha dar bir coğrafi alanı kapsayan çok sayıda vilayetin özel idarelerle yönetilmesi ise yerel yönetim fikrini temsil etmektedir. Yine Cemil Bey’e göre bu iki zıt fikir arasında Cumhuriyet, yerel yönetimlerin geliştirilmesi fikrini benimsemiştir.
1929’da Vilayet İdaresi Kanunu görüşmelerinde, Dahiliye Vekili Şükrü Bey, hükümet programında mülki teşkilat konusunda o güne kadar izlenen yöntemi şöyle tanımlamıştır:
“Köyleri güçlendirerek komün yasası ile temeli kurmak, onun üzerinde tam teşekküllü nahiye olarak adlandırılan ilçeye benzeyen yapıları yerleştirmek, bunların üzerinde yer alacak vilayetlere de yeterli yetkiyi verdikten sonra merkezi deneyimi sağlamak için ülkeyi bölgelere ayırarak umumi müfettişlikler kurmak” (TBMM ZC C.10 İ.54, s.73’den aktaran Keskin s. 313)
Ne var ki, Teşkilatı Mülkiye Kanunu ile vilayet sayısı azaltılmakta; kaza ve nahiye sayıları artırılmaktadır. Bu noktadan bakıldığında, uygulamada merkeziyetçiliğe doğru bir gidişin baskın olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.
***
Peki, yeniden düzenlenen yönetsel kademelerde “halkın kendi kendini idare edebilmek kabiliyet ve cazibesi” sağlanmış mıdır?
Memur atamalarında, valinin yetkilerini budayan ve yetkiyi merkeze kaydıran 796 sayılı Kanun müzakeresi sırasında alevlenen merkeziyetçilik tartışmalarında öne çıkan iki önemli muhalefet vardır.
Öncelikle, merkeziyetçiliğe gidiş ile kırtasiyecilik sorunun ortaya çıkacağı ve merkezden onay gidinceye kadar yereldeki sorunun ortadan kalkacağı savunulmaktadır. Eskişehir Mebusu Emin Bey, “…o memleketteki hastalığı Sıhhiye Vekâleti haber alıp tertibat alasıya kadar oradaki halk mahvolup gidecek… Kırtasiyeciliğe gitmektedir” diyerek karşı çıkmaktadır (31 mart 1926, Cilt: 23, s. 426).
İkinci önemli muhalefet, kabul edilen kanunların getirdiği merkeziyetçiliğin Anayasa’da belirtilen tevsii mezuniyet ve tefriki vezaif ilkelerinene aykırılığıdır. Bu kanunlar ile Teşkilatı Esasiyenin 91. maddesinde ilke olarak benimsenen tevsii mezuniyet’in fiili olarak yok edildiği iddia edilmektedir. Hatta, 796 sayılı Kanun görüşmelerinde Ardahan mebusu Tahir tarafından buna dair bir takrir verilir. Takrirde, bu düzenlemelerin Anayasa’ya aykırı olduğu, bu nedenle Anayasa Komisyonu’na gönderilmesi gerektiği belirtilir:
“Teşkilâtı Esasiye Kanununun 91nci maddesi vilâyetler idaresinin tevsii mezuniyet ve tefriki vezaif esasına müstenit olduğunu sarahaten gösteriyor. Halbuki bilcümle memurini sıhhiyenin, polis komiser ve muavinlerinin ve bazı memurini maliyenin muallimlerin tayin ve azil hakkı ayrı ayrı kavanin ile valilerden selp ve ref edilmiştir.Şu vaziyeti hukukiye muvacehesinde idareten vilâyatta tevsii mezuniyet ve tefriki vazaif esası tabiatiyle merfu olduğundan işbu şekli idarenin Teşkilâtı Esasiye Kanunun 91nci maddesiyle kabili telif olup olmadığını tayin ve tespit etmek üzere takriri acizanemin Teşkilâtı Esasiye Encümenine tevdiini..” (C.24, İ.83, s.55).
Çünkü, her vekilin mümessili olması gereken valinin bir çok yetkisi elinden alınmaktadır: “…valiler idarei umumiyede bilumum vekâletleri temsil etmek ve vilâyetler idarei hususiyede şahsiyeti hükmiyeyi haiz bulunmak itibariyle deruhdei mesuliyet eylediklerinden bu ağır vazifeye karşı kendilerine bazı hukk ve salâhiyet temini hak ve vazifenin mütekabil olması icabatı hukukiyesine binaen zarurîdir.” (Süleyman Sırrı Bey, Bozok, 31 mart 1926, Cilt: 23, s. 427). Belediyelerin ve il özel idarelerinin özerkliği gitmektedir. “Şehremaneti gibi, belediye gibi her şeyi müstakil ve bütçesinin parası halk tarafından verilen müesseseler istediğini istihdam eder. Yalnız bir talimatname yapılır, o da: memleketin ahvali umumiyesine göre şu suretle muamele görecekler, şu usul üzerine tayin olunacaklar, diye o talimatnamede tasrih olunur. Onlar da o talimata tabi olurlar” (Muhtar Bey, Trabzon, 31 mart 1926, Cilt: 23, s. 428).
Trabzon mebusu Muhtar Bey de aynı konuya vurgu yapmaktadır:
“Bundan evvel polis komiser muavinlerine kadar valilerden salâhiyeti, nüfuzu alarak merkeze vardık. Sonra bir hakkımız olmayarak belediyelerden ve şehremanetinden de – ki halkın teşkilâtıdır, Hükümetle hiçbir münasebeti yoktur – ellerinden bütün salâhiyetlerini kanunla merkeze aldık…. Zaten şimdiye kadar yaptığımız kanunlarla, idarei umumiyei vilâyatta valilerin iktidarını büsbütün kaldırdık, … Neticede göreceğiz ki bu İdarei Umumiyei Vilâyat Kanunu kalmadı, vali de kalmadı.” (C. 24, İ.82, s.24).
“Merkeziyetin iflas ettiği bütün dünyaca tahakkuk etmiş bir keyfiyettir” (Halis Turgut Bey, Sivas, 31 mart 1926, Cilt: 23, s. 429) gibi uçlara varan karşıt sesler de vardır.
Bunun karşısında Hükümet ise, şu gerekçelerle merkeziyetçiliğin gerekli olduğunu belirtmektedir:
İşler yürümemektedir. Mesela Doktor İbrahim Tali Bey, Diyarbekir’de hastalara bakılmaması nedeniyle sağlık personeli ve sağlık kurumlarının merkeze bağlanmasının gerekli olduğunu belirtmektedir: “Sebebi de belediyelerin, idarei hususiyelerin hastaya bakamadığındandır” (31 mart 1926, Cilt: 23, s. 429). Ayrıca, yerelde ne nitelikli personel vardır, ne de nitelikli kurumlar vardır.
Doktor İbrahim Tali Bey tarafından dile getirilen başka bir gerekçe de keyfi müdahalelerdir. Hem teşkilata hem memuriyete karşı keyfi kararların alındığını örnek göstermektedir: “Mahalleri meclisi umumîleri herhangi bir sebepten dolayı meselâ; tedrisatı iptidaiye müfettişlerine canları sıkılıyor da müfettişliği ilga ediyorlar” (Doktor İbrahim Tali Bey, Diyarbekir, 31 mart 1926, Cilt: 23, s. 430).
Bir diğer sıkıntı da yereldeki yönetimlerin, yakınlarına peşkeş çekmesi, ilişkilerde / hizmette yakınlık, ahbaplığın önemli rol oynamasıdır. Sıhhiye Vekili Doktor Refik Bey de bu durumu desteklemektedir (31 Mart 1926, cilt: 23, s. 435):
“İdarei hususiyelerden biri, memurin maşatını vermek için hastane eşyasını altmış bin kuruşa satmıştır. Bir belediye eczanesinde bir mutemet vardır, bu mutemedin doğrudan doğruya belediye reisi tarafından tayin edilmiş ve fennen hiçbir eczanede çalışmamış, bir kalfası vardır. Bunları tashih etmek bizim yedi iktidarımızda değildir. Hissettim ki: İdarei hususiyelerden biri parasını başka bir yere sarf edecek. Hemen evvelce istedikleri malzemeyi gönderdim. Bu malzemeyi mahallinde sattırdılar, idarei hususiye memurlarının maaşını verdiler. Belediye tabibi ile arası iyi olmayan belediye reisi, belediye tabibini azil değil, belediye tababetini ilga ediyor. Bu hadiselerin cereyan ettiği mahalleri arz edebilirim. Beyefendiler; buna razımısınız? İdarei umumiyei sıhhiyenin bütün mesuliyetini omuzlarına yıktığınız bir adamın sözünü dinlediniz.”
Sonuç olarak, yerel yönetimlerde görev, yetki ve gelir artırımı da teşvik edilmekte; yerel yönetimlerin yapamadığı noktada görev ve yetki merkeze çekilmektedir. Bu doğrultuda, 1926 yılına bakıldığında pratikte merkeziyetçiliğe doğru gidilmekte olduğu görülür.???
Maliye Vekili Hasan Bey, getirilen şeyin merkeziyetçilik değil; dekonsantrasyon olduğunu belirtmektedir. Hasan Bey’e göre, İdarei Umumiye Kanununa bir isim koymak gerekirse “yakıştırılan isim ne santralizasyon ne de desantralizasyondur. Buna vaktiyle dekonsantrasyon kanunu diye bir isim bulmuştuk” (Maliye Vekili Hasan Bey, Trabzon, 31 Mart 1926, Cilt: 23, s. 431). Ne var ki, Maliye Vekili, merkeziyetçiliğin bazı alanlarda zorunlu olduğunu savunur. Aslında Hasan Bey’e göre, maliye teşkilatı ademi merkezi olamaz; çünkü Muhasebe Kanunu’na tabi olarak çalışacak ve devletin gelirlerini tahakkuk ve tahsil eden memurların merkez tarafından tayin edilmesi gereklidir. Ne var ki şu andaki durumda, Maliye Vekaleti memurlarının % 80’i mahalli idareler tarafından tayin edilmektedir (Cilt: 23, s. 432). Nitekim, tevsii mezuniyet, merkezin vazifesini mahallerine terk etmek demek değildir (Maliye Vekili Hasan Bey, Trabzon, 31 Mart 1926, cilt: 23, s. 430). Aksine, Hasan Bey kendisinin de taraftarı olduğu tevsii mezuniyet ilkesini şöyle anlaşılması gerektiğini savunur: “mahiyeti hizmet itibariyle mahallerine ait olan şeyleri mahallerine bırakalım”, ve “hükümeti merkeziyenin ifa etmesi lâzım gelen hususatı hükümeti merkeziyete verelim” (C.23, s.430).
Tartışmalar, tevsii mezuniyet ve tefriki vezaif kavramları etrafında ve bu düzenlemenin nasıl yorumlanması gerektiği noktasında kilitlenmektedir. Yalnızca Tekirdağ mebusu Faik Bey, kavramlara dair bir açıklama getirir. Faik Bey’e, “tevsii mezuniyet dediğim zaman bendeniz merkeze ait vezaifi ifaya memur olan taşra memurlarının, yine o salâhiyeti haiz olmak üzere vazaiflerinin tevsiini anladım. Tefriki vazaif veyahut idarî ademî merkeziyet dendiği zaman idarei hususiyelere, belediyelere mevdu olan vezaif ve onlardaki salâhiyettir… Tevsii mezuniyet esasen merkeze ait olan vezaifin ifasında kullanılacak bir ölçü olmak itibariyle, vezaifi devleti en muvafık bir tarzda ifa edebilmek için, bu mezuniyet az veya çok memurini mahalliyeye veriliyor. Bunun üzerinde devairi merkeziyenin hakkı, salâhiyeti biraz geniş tutulur. İdarei ademî merkeziyet veyahut tefriki kuva, tefriki vezaif dediğimiz zaman, mahallerine ait ve mahallî vezaifi anlarız. Bunda da merkezin salâhiyeti diğerlerine nazaran azdır.” (C. 24, İ. 82, s.35-36).
Görüldüğü gibi, ???
Dostları ilə paylaş: |