Üre-tüketici Olgusu
Üre-tüketici kavramını ilk olarak Alvin Toffler (1981), Üçüncü Dalga isimli eserinde kullanmıştır. Tüketicilerin, endüstri sonrası girilecek çağda, kullandıkları ürünlerin ve hizmetlerin bir çoğunun üreticisi konumuna gelecekleri öngörüsünü ifade etmek için, üretici (producer) ve tüketici (consumer) kelimelerinin birleştirilmesi (prosumer) ile türetilmiştir. Her ne kadar, tüketicilerin, üretime katılması, İnternetin yaygınlaşması ile birlikte gündeme gelmekteyse de, kapitalist ekonomi ve reklamcılık için yeni bir olgu değildir. İş dünyasında bu eğilim 1950’lerden itibaren, özellikle ABD’de başlayarak kapitalizmin geliştiği ülkelerde, ATM’lerden banka işlemlerini gerçekleştirmek, süpermarketlerde elektronik kasaları kullanmak gibi işlerde başlamış ve fastfood restoran zincirleri ile ivme kazanmıştır (Ritzer ve Jurgenson, 2010). Medyada ise, üretime katılan tüketici yaklaşımı, radyo ve televizyonda izleyiciyi ve okuyucu türevli içerik üretiminin etkisinin anlaşılmasından beri kullanılmaktadır. Özellikle televizyonda izleyicinin içerik üretimine katıldığı (reality) şovlar, yarışma programları, konuklu programlar ve evlilik programları gibi gerçek hayat deneyimlerinden faydalanılan yayınlar, yıllardır ve hala ilgi çekmekte ve izleyiciyi ekrana bağlamaktır. Reklamcılıkta ise tüketicilerin bizzat tanıtım işinin içine dahil olması, örneğin üzerinde bariz biçimde markaların logolarının göründüğü giysilerin giyilmesi, reklam baskılı poşetler ya da kahve bardakları ile kamusal alanlarda dolaşılması şeklinde, son yüz yılda farklı biçimlerde gerçekleşmektedir.
Geleneksel medya ve reklamcılıkta, hali hazırda bulunan kullanıcı türevli içerik üretimi, İnternetin toplumsal yaşamda yaygınlaşması ile büyük ivme kazanmıştır. Ritzer ve Jurgenson’a (2010) göre diğer kapitalizm biçimlerindekinden farklı bir karaktere sahip olan üre-tüketici kapitalizmi İnternet ortamında yükselmekte, ücretli emeğin yerine bedava emek almakta, bedelsiz ürünler sunulmakta ve eskiden kıtlığın belirlediği sistemi artık bolluk belirlemektedir. Armağan ekonomisi olarak sunulan bedava içerikler sayesinde Web sayfalarına çok sayıda kullanıcı çekilmekte ve bu kullanıcılar reklam verenlere pazarlanmaktadır. Yüksek ziyaretçi sayısına sahip sitelerden elde edilen reklam gelirleri, bedava sunulan içeriğin finansmanı sağlamanın ötesinde büyük gelirler de getirmektedir. Böylelikle reklamcılık dijital kapitalizmde geçerli, "hediye ekonomisi" (gift economy) olarak adlandırılan yeni ekonominin baş aktörü konumuna gelmektedir. Üre-tüketim olgusu özellikle Web 2.0 ile gelen yeni medya teknolojileri sayesinde ise bariz bir dönüşüme uğramıştır. Yeni medya ekolojisinde gönderici ve alıcı arasındaki ayrım ortadan kalkmış ve katılımcıların tamamı içerik üretim ve dağıtım olanaklarına ve gücüne sahip hale gelmiştir (Lister, 2009, s. 21). Başka bir değişle, her bir kullanıcı geleneksel medyada "izleyici" kümesinin bir elemanı olarak kabul edilirken, Web 2.0 uygulamaları ile "üretici" konumuna gelmiştir. Bu yeni güç ve sorumluluk değişikliği tüketici ya da izleyici diye anılan, reklamcılığın alıcı kesimi ile ilişkilerde dönüşümleri başlatmıştır.
Reklamcılıkta, tüketicinin bir çok üretim sürecinde aktif rol üstlenmesi "katılım çağı" olarak değerlendirilmekledir (Deuze, 2005). Katılım çağı, yaratıcılığın ve kendin-yap (do-it-yourself) tüketicinin yükselişi ile şekillenmektedir (The Economist, 2005). Tüketiciler, özellikle "kendin yap" mantığına uygun olarak, işlem gerçekleştirme ve dağıtım süreçlerinde de aktif rol üstlenmektedirler. Bu bağlamda Web 2.0 sonrası İnternet, kurumsal tanıtım ve marka reklamlarında işlevsel bir mecra olmanın ötesine geçerek, mağazalar, seyahat acentaları ve satış danışmanları gibi aracıların ortadan kalktığı ve enformasyonun üretilmesi ve yayılmasında kolektif zekanın ve emeğin kullanıldığı araçlar bütününe dönüşmektedir (Terranova, 2015). Böylelikle pazarlama karması "kendin yap" mantığının işlediği yeni bir alana kavuşmaktadır. Amazone.com sitesi bu mantık üzerine inşa edilmiş çarpıcı ve bilindik örneklerinden birisi olarak gösterilebilir. Bu ve benzeri alışveriş sitelerinde bütün; enformasyonun aranması, bulunması, karşılaştırılması, sipariş verilmesi, sipariş takibi ve yorum yazılması işlerini, üre-tüketiciler gerçekleştirmektedir. Bu işlemlerde ise kullanıcıyı reklamlar yönlendirmektedir. Böylelikle İnternette reklamlar, geleneksel kullanımının ötesine geçerek yeni görevleri yerine getirmektedir.
Reklamcılığın katılım çağında, tüketicilerden tanıtım ve özellikle viral (ağızdan ağıza) pazarlamada da faydalanılması önem kazanmıştır. Sosyal medya kullanıcıları, İnternet reklamcılığının önemli aktörleri haline gelmiştir. Hatta her sosyal medya kullanıcısının, markalar için içerik üreten birer reklamcıya dönüştüğü düşünülmektedir (Çakır, 2015, s. 213). Bu dönüşüm iki biçimde; öncelikle profesyonel hazırlanan reklamların dağıtımına gönüllü ve aktif katılma ve ikinci olarak, çoğunlukla çok da bilincinde olmadan, kendi deneyimlerini paylaşma ile gerçekleşmektedir.
"Paylaşmak", İnternet reklamcılığında dağıtım için anahtar sözcük haline gelmiştir. İnternette profesyonelce dolaşıma sokulan reklamlar ancak kullanıcı tarafından izlenip, beğenildiği sürece etkili olabilmekte bunun da ötesinde paylaşıldığı zaman başarılı kabul edilmektedir. Bu nedenle reklam içerikleri ve tasarımları da değişmektedir. Geleneksel medya reklamlarında geçerli kitlesel ikna mesajlarının yerine, kullanıcı ile etkileşime giren, yaratılmış hikayeler ve metinlerden oluşan reklamlar kullanılmaya başlamıştır (Deuze, 2005). Böylelikle birer reklam olarak bu hikayelerin sosyal medya da bireysel kullanıcın tercihli izlemesi, beğenmesi ve hatta kendi içerik üretimine gömerek paylaşması hedeflenmektedir.
Reklamcılıkta üre-tüketici etkinliklerinde bir diğeri ise kullanıcıların kendi yaşam deneyimleri içinde markaları paylaşmalarıdır. Genellikle doğrudan reklam amacı taşımamasına rağmen etkisinin yüksek olduğu düşünülen bu paylaşımlar yeni satın alınan ürünlerin, okunan kitapların, gidilen mekanların ve yemeklerin ve içeceklerin paylaşılması şeklinde görülmektedir. Bu tip paylaşımlar sayesinde reklam verenler, kişisel iletişimin gücünden faydalanmaktadır. Faydanın ve etkinin arttırılması için Instagram ve Foursquare gibi yeni uygulamalar geliştirilmektedir. Kimi zaman da bu tip paylaşımlar, Starbucks örneğinde olduğu gibi (kahve bardakları üzerine yanlış yazılan eğlendirici ve komik isimlerin paylaşılması) sosyal medya yöneticileri tarafından örgütlü biçimde başlatılmakta, desteklenmekte ve yürütülmektedir.
Kullanıcı türevli içerik üretimi reklamcılık adına medya kullanımında yeni olanaklar ve güçlü bir potansiyel sunarken, bir yandan da medya kontrolünü zorlaştırmaktadır. Reklam verenler ve reklamcılar geleneksel mecralarda kendi kontrollerinde paketledikleri enformasyonları, yine kendi belirledikleri zaman ve frekanslarda tüketiciye ulaştırırken, üre-tüketicilerin etkili olduğu sosyal medya ortamlarında bu kontrol zayıflamaktadır. Dijital reklamlar kolaylıkla kopyalanarak manipüle edilebilmekte veya kullanıcı yorumları eklenerek yeniden yayınlanabilmektedir. Reklama yapılan müdahalenin niteliğine göre esas reklam mesajının içeriği değişebilmektedir. Tüketicilerin İnternette, reklamların altında olumlu yorum ekledikleri gibi, olumsuz görüş ve deneyimlerini paylaştıkları da görülmektedir. Bununla beraber çeşitli sosyal platformlarda paylaşılan kişisel mesajlar, fotoğraflar ve videolar olumlu ya da olumsuz marka imajı oluşmasına neden olabilmektedir. Örneğin 2013’de, Amerika’daki Burger King restoranlarından bir tanesinde, personel tarafında çekilen hijyenik olmayan ve karalayıcı görüntüler, sosyal paylaşım sitelerinde yayınlanmış ve bu durum firma için olumsuz reklama, hatta krize dönüşmüştür.
Reklam verenler ve reklamcılıklar açısından ticareti destekleyebileceği gibi onu bozabilme potansiyeline de sahip olan kullanıcı türevli içerik üretimi, çevrimiçi tüketiciler için, genellikle demokratik ve işbirlikçi enformasyonun paylaşılması ve yayılması açısından, önemli bir güç olarak da değerlendirilmektedir. Tüketicilerin eskiden beri satın alma kararlarında şirket merkezli (ticari) reklam mesajlarının yanı sıra, aile ve çevrelerinin deneyimlerinden faydalandıkları bilinmektedir. İnternet sayesinde ise tüketicilerin kişisel sınırlı çevreleri küresel ölçekte genişlemektedir. Sosyal platformların yanı sıra, çeşitli tüketici toplulukları, tartışma grupları ve bloglar sayesinde ticari olmayan, objektif görüşler ve farklı deneyimlerden oluşan bilgilere, ulaşmak ve onları yaymak kolaylaşmaktadır. Bu sayede İnternet, tüketiciler için kolektif bilginin üretilebileceği ve paylaşılabileceği ve rasyonel kararların alınmasının kolaylaşacağı yeni bir ortam olarak görülmektedir. İnternetin gelecekte toplumsal yaşamı olumlu yönde dönüştürme potansiyeli çerçevesinde, reklam iletişimi ve tüketiciyi aldatma ve yanlış yönlendirmeye yönelik uygulamalarda da azalma olacağı öngörmektedir.
Ancak dijital kullanıcıların işbirlikçi cemaat üyeleri olmaması durumunda, beklentilerin tersine dönmesi de mümkündür. Üre-tüketici olgusu göndericinin kimliği konusunda çeşitli belirsizlikler barındırmaktadır. Bireysel tüketici tarafından üretilmiş gibi görünen bir takım içerikler, ticarette avantaj sağlamak için profesyonelce hazırlanmış hatta bir takım dolandırıcılar tarafından kurnazca kurgulanmış olabilmektedir (Grazioli ve Jarvenpaa, 2000). Bu koşullarda işbirliği yerine, İnternet kullanıcılarının aldatılma olasılıkları da artmaktadır (Grazioli ve Jarvenpaa, 2003).
Son olarak kullanıcı türevli içerik üretimi ile çoklu medya özelliği birleştiğinde İnternette farklı reklam biçimleri oluşmaya başlamıştır. Farklı prensipler ve amaçlarla tasarlanmış çeşitli medya ve iletişim biçimleri iç içe geçmektedir. Örneğin bir FaceBook kullanıcısı, bir gazete makalesini (tamamen ya da kısmen) kopyalanarak paylaşabilmekte ve çevrimiçi arkadaşları bunun altına kişisel yorumlar, emojiler hatta bir YouTube videosu ekleyebilmektedir. Dijital oyun oynayan bir kullanıcı kendi ya da ekranın görüntüsünü, kaydederek isteyen her kullanıcın çevrim içi bağlanabileceği bir kanaldan yayınlayabilmektedir. Bir kullanıcı WhatsUp’tan kendisine gönderilen bir reklam videosunu tweet atarak takipçileri ile paylaşabilmektedir.
"Tek bir ağ içinde birden fazla iletişim hizmetinin gerçekleşmesine" bağlı bu yeni enformasyon taşıma ve yayınlama/iletme biçimi, telekomünikasyon, görüntülü-sesli endüstriler (müzik, fotoğraf, sinema vb.) programlama, basım ve TV yayıncılığı gibi daha önceki farklı iş sektörleri arasındaki ayrımı muğlaklaştırmaktadır (Blackman, 1998). Hem medya içerikleri hem de ticari olan ile olmayanın iç içe geçmekte ve kişisel içerikler karışmaktadır. Reklam, medya ve kişisel içeriklerin yöndeşmesi neticesinde, İnternette hangi içeriklerin reklam olduğu muğlaklaşmakta ve kullanıcıların birer tüketici olarak reklama maruz kaldıklarının farkındalıkları azalmaktadır. Böylelikle reklamcılık paradigmaları, halkla ilişkiler paradigmaları ile karışarak, yeni hibrid bir ikna metodolojisi yükselmektedir.
Sonuç
Son yıllarda İnternet baş döndürücü bir hızla toplumsal hayatın vaz geçilmez bir parçası haline gelmiş ve kişisel kullanıcıların hızla bu siber ortama dahil olmasıyla, pazarları ve reklamcılığı yeniden şekillendirmeye başlamıştır. 1970’lerden beri var olan ve devlet, akademi ve iş dünyası arasında bağlantı kurmaya yarayan uluslararası ağ olarak tanımlanan İnternet, 90’ların ortalarından sonra hızla ticarileşmiş ve reklamcılığın yeni cenneti haline gelmiştir. Reklamcılık, bir yandan yeni iletişim teknolojileri sayesinde pek çok yeni olanağa kavuştuğu, bir yandan da yeni zorluklara karşılaştığı yeni bir döneme girmiştir.
Reklamcılığın "katılım çağı" olarak adlandırılan bu yeni dönem, çevrimiçi tüketici iletişimindeki dönüşümlere bağlı olarak şekillenmektedir. Yeni medyanın etkileşimli özelliğine sayesinde kullanıcıların reklam üretim ve dağıtımına aktif katılmaya başlaması geleneksel kitle iletişim ve ikna yöntemlerini büyük oranda geçersiz hale getirmektedir. İletişimindeki gücün tüketiciye geçtiği ve mesajlar üzerindeki kontrolün zayıflamakta olduğu şeklinde yorumlanan bu yeni durum, çevrimiçi reklamlıkta yeni yöntemlerin geliştirilmesine ve uygulanmasına yol açmaktadır. Uygulanan yeni yöntemlerde, halkla ilişkiler ve reklam paradigmalarının birleşmekte ve İnternet reklamcılığında yeni hibrid ikna yönetmeleri yükselmektedir.
Katılım çağında aktif olarak reklam üretim ve dağıtımına dahil olan tüketici/kullanıcı çevrimiçi her etkinliğinde reklamcılara geri bildirim sağlamaktadır. Başka bir deyişle, tüketicilerin reklam tercihleri, beğenileri ve satın alma davranışları gibi tüm harekeleri izlenmekte ve kaydetmektedir. Bu olanak reklam verenlere müşterilere hedeflenme ve nokta atışı yapmada büyük oranda yardımcı olmakla beraber, reklam yatırımlarının geri dönüşünün ölçülebilmesini de sağlamaktadır. İnternette tüketicilerin izlenmesi bir yandan iktisadi getirileri ile övülürken diğer yandan gözetim ve sosyal profilleme gerçekleştirildiği için eleştirilmektedir.
Çalışmada, sürekli değişen İnternet teknolojilerine bağlı reklam iletişiminde yaşanan dönüşümler incelenmiştir. Ancak bu makalede konu edilen dönüşümlere, belki de yazı yayınlandığında bir yenisi eklenecektir. Bu da İnternet reklamcılığı konusunun, daha fazla ve farklı yönleri ile incelenmesi zorunluluğunu getirmektedir. Bu çalışmada başlatılan tartışmaların, özellikle tüketici çıkarları ve toplumsal faydayı merkeze koyarak yapılacak yeni araştırmalara katkı sağlaması beklenmektedir.
Kaynakça
Başaran, F. (2005). İnternetin Ekonomi Politiği. (Der. M. Binark ve B. Kılıçbay),içinde, İnternet, Toplum, Kültür. (s. 32-52) Ankara: Epos.
Bezjian-Avery, A., Calder, B. ve Cobucci, D. (1998). Interactive Vs. Traditional Advertising. Jurnal of Advertising Research, July, August.
Binark, M. (2013). Yeni Medya ve Yaratıcı Endüstri. (Der. E. Dağtaş), içinde Medya Ekonomisi ve İşletmeciliği (s. 163-190). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi.
Blackman, C. R. (1998). Convergence between telecommunications and other media: how should regulation adapt? Telecommunications policy, 22(3), 163-170.
Bruns, A. (2006). Towards Produsage: Futures for User-Led Content Production. Paper presented at the Cultural Attitudes towards Communication and Technology, Estonia.
Çakır, S. Y. (Der.) (2015). Kullanıcı reklamcı mı oldu?: Sosyal medya etkileşimliliğinin gücü ve kullanıcı merkezli içerik üretimi Yeni Medya ve Reklam: Derin.
Deuze, M. (2005). Towards professional participatory storytelling in journalism and advertising. First Monday, 10(7).
Donaldson, D. (2008). Online Advertising History. London: Bournemouth Media School.
Elden, M., Ulukök, Ö. ve Yeygel, S. (2005). Şimdi reklamlar: İletişim.
Grazioli, S. ve Jarvenpaa, S. L. (2000). Perils of Internet Fraud: An Empirical Investigation of Deception and Trust with Experienced Internet Consumers. IEEE Transactıons On Systems, Man, And Cybernetıcs, 30(4), 395-410.
Grazioli, S. ve Jarvenpaa, S. L. (2003). Deceived: Under Target Online. Communıcatıons Of The ACM, 46(12), 196-205.
Hoffman, D. L., Novak, T. P. ve Chatterjee, P. (1995). Commercial scenarios for the web: opportunities adn challenges. Journal of Computer-Mediated Communication, 1(3).
Jenkins, H., & Deuze, M. (2008). Convergence culture. The International Jurnal of Research into New Media Technologies, 14(1), 5-12.
Lister, M. (2009). New media: A critical introduction: Taylor & Francis Pub.
Marilyn S. R. ve Ko, H. (2001). Global interactive advertising: Defining what we mean and using what we have learned. Journal of Interactive Advertising, 1(2), 18-27.
Mestçi, A. (2013). İnternet reklamcılığı. İstanbul: Pusula.
O’Guinn, T. C., Allen, C. T. ve Semenik., R. J. (2000). Advertising (2 baskı). Cincinnati: South-Western College.
Pavlou, P. A. ve Stewart, D. W. (2000). Measuring the effects and effectiveness of interactive advertising: A research agenda. Journal of Interactive Advertising, 1(1), 61-77.
Ritzer, G. ve Jurgenson, N. (2010). Production, Consumption, Prosumption: The nature of capitalism in the age of the digital ‘prosumer’. Journal of Consumer Culture, 10(1), 13-36.
Rust, R. T. ve Oliver, R. W. (1994). Notes and Comments: The Death of Advertising. Journal of Advertising, 23, 4.
Tellan, D. (Der.) (2009). Reklamcılık: bakmak ve görmek. Ankara: Ütopya.
Terranova, T. (2015). Bedava Emek: Dijital Ekonomide Kültür Üretimi. Folklor/Edebiyat, 21(83), 343-363.
The Economist. (2005, 10 Mart). The rise of the creative consumer. The Economist.
Toffler, A. (1981). Üçüncü Dalga: İstanbul:Altın Kitaplar.
Turow, J. (2015). İzleniyoruz. İstanbul: Hil Yayın.
Turow, J. ve Draper, N. (2014). The Industrial Construction of Audience in Mass Media Industries. Cultural Studies, 28(4), 643-656.
Wells, W., Burnett, J. ve Moriarty, S. (1998). Advertising : principles & practice (4. baskı). London Prentice-Hall International.
Williams, R. (2005). Advertising: the magic system Culture and Materialism. içinde (s 170-196). U.K.: New Left Books.
Xiao, B. ve Benbasat, I. (2011). Product-Related Deceptıon In E-Commerce: A Theoretıcal Perspectıve. MIS Quarterly, 35(1), 169-196.
Haber Merkezlerinin Yeni Medya İle Dönüşümüne “Emek” Verenler
Dr. Recep Ünal 4
4Mersin Üniversitesi, İletişim Fakültesi
recepunal01@gmail.com
2000’li yılların başında çalıştığım haber kanalında haber prodüktörleri olarak bizler, her yeni yıl öncesinde aynı tedirginliği yaşardık: Yıl sonu toparlaması... Bitmek üzere olan yıl içinde dünyada ve Türkiye’de farklı konu başlıklarında (gündem, dış haberler, eğitim, sağlık, bilim, ilginç olaylar vb.) neler olup bittiğini derlediğimiz bu vtr’leri hazırlamak için editörlerin bizlere verdiği sayfalar dolusu gelişmeye ilişkin görüntüleri bir araya getirmek işin en zor kısmıydı. Önce metni inceler, hangi görüntülere ihtiyaç duyulduğunu tespit eder ve haber merkezi arşivinin yolunu tutardık. Devasa bir alanda yan yana duran çok sayıda dolap, raflar dolusu kasetlerin olduğu yere...
Haber merkezinde çalışan arşiv sorumlularının en fazla emek harcadığı aşama, haber kameramanlarının çektiği ya da haber ajanslarından alınan görüntülerin “90’lık” dediğimiz Betacam kasetlere aktarılması ve aktarılan görüntülerin neler olduğuna ilişkin içerik çözümlemesi (deşifre, timecode alma) gibi işlemlerdi. Arşivciler hangi arşiv kasetinde hangi görüntü bulunduğu bilgisini bilgisayara işlerlerdi. 10-15 sayfalık yıl sonu toparlamasına ilişkin metnin bazen her cümlesine ayrı bir görüntü gerekiyor, arşiv taraması sonucunda her bir görüntü ayrı bir bantta olabiliyor, dolayısıyla haber prodüktörleri onlarca bandı yüklenerek kurgu setine taşımak zorunda kalıyordu. Ama daha bitmedi... Kasetler, okuyucu cihaza takılır, ihtiyaç duyulan görüntüye ait timecode ayarlanır, kurgu setine aktarılır, tüm görüntüler yüklendikten ve aradan saatler geçtikten sonra kurguya başlanabilirdi. Elbette aynı anda sizin kullandığınız banttaki görüntüye ihtiyaç duyan diğer prodüktör beklemek durumunda kalırdı... Kurgu bitince yaptığınız işi tekrar başka bir kasede aktarmanız, daha sonra bu kasedi aktarma (Ingest) görevlisine teslim etmeniz, onun da aynı süreyi tekrar ederek yayına bandı aktarması gerekmekteydi. İşin bitiminde daha fazla git gel yapmadan tek seferde tüm kasetleri arşive götürmek isteyen prodüktörlerin kucağına dizdiği ama bir süre sonra boyunu aşan kasetlerden önünü görmeden yürümeye çalışması “yıl sonu toparlaması”nın şanından sayılırdı.
Yeni İletişim Teknolojileri ile Değişen Haber Merkezleri
Günümüzde yeni medyanın siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik, psikolojik vb. pek çok alanda görülen etkileri (Binark, 2015), haber üretim ve tüketim pratikleri açısından da temel bir değişim ve dönüşüme neden olmuştur. Haber üretimi açısından değerlendirdiğimizde profesyonel haber merkezleri bu değişim ve dönüşüm neticesinde hem yapısal hem de işleyiş olarak yeni bir görünüm kazanmıştır. Teknolojik değişimlerin haberciliği dört biçimde etkilediğini savunan Pavlik (2000), habercilerin işlerini yapma biçimi, haberlerin içeriği, haber merkezlerinin ve haber endüstrisinin yapısı ile haber merkezleri ve izleyiciler arasındaki karşılıklı ilişki gibi alanların teknoloji ile yeniden şekillendiğini ifade etmektedir. Yine Pavlik (2013), özellikle “İnternet aracılığıyla sağlanan yeni medya araçlarının” habercilerin ve hikaye anlatım biçimlerinin değişiminde önemli rol oynadığını vurgulamaktadır.
Yeni medya ortamına ilişkin tartışmalarda anahtar kavramlardan biri olarak gösterilen sayısal temsil (sayısallaşma/dijitalleşme) ile birlikte (Manovich, 2002), haber merkezlerindeki analog üretim süreci son 10 yılda yerini dijitale bırakmıştır. Artık kameralar kasede değil karta kayıt yapmakta, her kameraman görüntüsünü aktarma noktalarındaki kart okuyucular aracılığıyla bilgisayara aktarmakta, dijital ortama geçen arşiv sayesinde dilediğiniz görüntü saniyeler içinde kurgu setinize indirilebilmektedir. Üstelik bilgisayar tabanlı sistem ve ağ yapısı üzerinden artık aynı görüntü, aynı anda, çok sayıda kişi tarafından kullanılabilir hale gelmiştir. Elbette bu, yayıncılık sürecinin sadece bir bölümü... Kısaca Pavlik tarafından söz edilen haber merkezlerinin yapısı, işleyişi ile habercilerin üretim süreci bu dönemde köklü değişimlere uğramıştır.
Özelde habercilik genel anlamda yayıncılık alanında yeni medya ile gelen değişimi anlamamıza yardımcı olacak kavramlardan biri olan yakınsama, hem üretim hem de istihdam alanında etkisini göstermiştir. Örneğin 2000’li yılların başından itibaren televizyon yayıncılığında bilgisayar teknolojilerinin ağırlığının artmaya başlaması ile enformasyon teknolojileri kökenli uzmanların yayıncılık alanında da etkin bir içimde rol üstlendiği görülmektedir. Doğan TV Yayın ve Teknoloji Direktörü Hasan Kırağı, yeni teknolojilerin kullanımının bir yandan yayıncılık maliyetini düşürdüğünü diğer yandan da farklı sektörleri bütünleştirdiğini belirterek, özellikle dijital yayın platformlarında kullandıkları teknolojik altyapıya ilişkin cihazların, çimento veya tekstil fabrikalarında ya da bankalarda kullanılabildiğini ifade etmiştir (Ünal, 2012, s.61).
Yakınsama ile farklı sektörlerin istihdam ve üretim ilişkileri bağlamında iç içe geçtiği, dijitalleşme ile haber merkezlerinde maliyetlerin ucuzladığı, üretim ve paylaşım hızının arttığı söz konusu dönem, aynı zamanda çalışan sayısının azaldığı ve kalanlar için emeğin yoğunlaştığı bir dönemi de beraberinde getirmiştir. Bu sürecin ilk aşamasında, birden fazla yayın organı bulunan medya holdinglerinin bünyesinde haber havuzları oluşturulmuş, böylece medya grupları, bir yandan muhabir kadrolarını daraltma yoluna giderken diğer yandan da emeği karşılığında hiçbir artı ücret ödemeden muhabirlerinin farklı mecralar için haber üretmelerini zorunlu kılmışlardır (Seçkin, 2004, s.132). Multimedya üretimi ve dolasıyla çoklu beceriyi zorunlu kılan tümleşik haber merkezleri, çok sayıda işi az kişinin yaptığı bir yapıyı da beraberinde getirmiş, dolayısıyla çalışanların üzerindeki yük ve sorumluluk artmıştır. Örneğin bir televizyon muhabirinden aynı kurumun diğer mecraları (web sitesi vb.) için de içerik üretmesi beklenmektedir. Bu dönemde “ücretsiz çalışma saatlerinin artması, yeni beceriler açısından eski çalışanların tasfiyesi, iş güvenliği ve yeni becerilere adaptasyon konusunda kurumsal eğitimin eksikliği” gibi konular, profesyonel habercilerin öteden beri yaşadığı “eski sorunlara” “yeni”lerinin eklenmesine neden olmuştur (Yıldırım, 2010, s.246).
Yeni iletişim teknolojilerinin haber merkezi çalışanlarının “yükü”nü nasıl artırdığına, dijitalleşmenin emeği nasıl yoğunlaştırdığına ilişkin bir örnek de mobil canlı yayın cihazlarıdır. Aslında bu cihazlar, mobil iletişim teknolojilerinin hızla gelişiminin bir yansıması olarak görülebilir. İlk dönemlerde iki kişinin kablosuz olarak iletişimini sağlayan cep telefonları, zamanla bilgisayara, kameraya ve daha bir çok araca ihtiyacımızı ortadan kaldıran mobil cihazlara dönüşmüştür (Aguado ve Martinez, 2008, s.226). Profesyonel habercilerin ağır kameraları, artık haber üretiminde görüntü elde edilmesini sağlayan tek araç olmaktan çıkmış ve mobil cihazlar, görüntü kaydetmek, kurgulamak ve paylaşmanın kolay ve pratik bir aracı halini almıştır. “MoJo” (mobile journalist) olarak ifade edilen mobil haberciler, artık her an her yerden çok daha az bir maliyetle haber üretimini mümkün kılmıştır (Cameron, 2008, Quinn, 2009). Gelişen mobil teknolojiler, bir noktadan canlı yayın yapmak gibi televizyon yayıncılığı açısından hem rekabet alanı hem de prestij kaynağı görülen bir sürece de alternatif oluşturmuştur.
Televizyon haber merkezleri için bir canlı yayın gerçekleştirmek, her ne kadar yukarıda ifade edildiği gibi önemli bir yayıncılık unsuru olarak nitelendirilse de donanımları nedeniyle oldukça pahalı canlı yayın araçları, bu araçlarda yayın yapabilecek görevliler, uydu kirası vb. gereksinimler nedeniyle aynı zamanda maliyetli bir iş olarak da görülmektedir. Ancak haber merkezleri, önemli bir olaya ilişkin görüntüyü ilk olarak aktarmak için kimi zaman yüzbinlerce doları gözden çıkarırken “son dakika hikayesinin çılgın koşuşturmacasında” muhabirlerinin yüzeysel bilgi aktarımının ötesine geçememesini pek de önemsememektedir (Postman ve Powers, 1996, s.42). Üstelik doğal felaketler, kaza, terör eylemleri vb. gelişmelerin hemen ardından yayına geçme yarışı ve haber merkezlerinin eline ulaşan ilk görüntülerin anında aktarılması rekabeti, mesleki ilkeler, etik değerler ve kimi zaman da insan hakları ihlallerine örnek oluşturabilecek yayıncılık hatalarına neden olabilmektedir (Vural, 2010). Ancak mobil iletişim altyapısı kullanılarak geliştirilen ve bir sırt çantası büyüklüğündeki mobil canlı yayın cihazları ile birlikte bu “hız” daha da artmış ve maliyetler büyük oranda düşmüştür.
Mobil tabanlı kablosuz canlı yayın cihazları, Türkiye’de 2009 yılında 3G’ye geçilmesinin ardından yaygın olarak kullanılmaya başlanmış, yurtdışından cihazları Türkiye’ye getiren şirket tarafından kanallara aylık 25 saate varan kullanım süreleri karşılığında kiralanmıştır. Haber kameramanlarının sırtlarına yüklendikleri bu cihazlar ile hem canlı yayın aracının gidemediği noktalardan örneğin hareket halinde iken ya da deniz ortasında bir gemiden canlı yayın yapabilmek mümkün hale gelmiş hem de yayınlar daha düşük maliyetle gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Elbette mobil canlı yayın cihazları, uydu üzerinden yapılan canlı yayınlar kadar yüksek görüntü kalitesi sağlamaması, sinyal kesici (jammer) vb. cihazlar ya da baz istasyonlarının yetersiz kalması gibi nedenlerle yayınlarda kesinti olması gibi problemler de barındırmaktadır. Ancak pratik, hafif ve düşük maliyetli olmaları, tüm bu sorunların ikinci plana atılması ihtimalini artırmaktadır. NTV prodüksiyon müdürü Cengizhan Kocahan, canlı yayın için bir bölgeye gönderilen canlı yayın aracını bir şoförün kullandığını, teknik ekibin bir araçla, muhabir ve kameramanın bir diğer araçla gittiğini dolayısıyla sadece ulaşım maliyetinin bile bu cihazların kirasını karşılayabilecek düzeyde olduğunu belirtmektedir (Ünal, 2012, s.83).
Ancak kullanılmaya başlandığı ilk dönemden itibaren övgülerin sıralandığı sırt çantası büyüklüğündeki bu cihazlar, özellikle haber kameramanlarının daha fazla emek harcamak zorunda kaldığı bir işleyişi de beraberinde getirmiştir. Televizyon kanalları, mobil iletişimin sağladığı bu olanaktan yararlanırken önemli olayları aktarmakta kullandığı gibi örneğin bir telefon bağlantısı ile de gerçekleştirilebilecek yayınları “nasıl olsa aylık kirasını peşin verdik, sonuna kadar kullanalım” mantığı ile neredeyse “son dakikasına” kadar kullanır hale gelmiştir. Bu durum muhabir ve kameramanların var olan iş yükünü daha da artırmıştır. Televizyon muhabiri Hüseyin Yılmaz, bu durumun çalışanlar açısından getirdiği olumsuz durumu şu sözlerle değerlendirmiştir:
“Sabah 3G ihalesi kime kaldıysa akşama kadar o (kişi), birbirinden alakasız yerlerden, hastaneden, postaneden, bir mahkeme binasının önünden ya da bir alışveriş merkezinden yayın yapmak zorunda kalıyor. Üç kişinin yapacağı işi bir kişi yapıyor ve o da insanı yoran bir şey. Cihaz kimdeyse “Oradan oraya geç, oradan oraya geç” deniliyor, çünkü verimli kullanma esasına dayalı. (..) Hele ay sonları yaklaştığı zaman o çizelgeye bakılıp da “Bizim daha 10 saatimiz varmış” denilerek iyice suyunu çıkardığımız zamanlar da olabiliyor” (Ünal, 2012, s.85-86).
NTV kameramanı Alihan Sönmez ise haber kameramanları açısından bu yayın teknolojisinin sağlık sorunları oluşturabileceği endişesi taşımaktadır. Omuzlarındaki kameranın yanı sıra sırtlarında taşıdıkları mobil canlı yayın cihazlarının içerisinde yedi adet sayısal kart bulunduğunu belirten Sönmez, uzun süreli kullanım sürecinin ardından kameramanların ciddi sağlık riski altında olabileceğini vurgulamaktadır (Coşkun, 2015).
Canlı yayın araçlarından sırt çantasına sığdırılan mobil canlı yayın cihazlarına geçişin olumlu ve olumsuz özellikleri tartışılırken sosyal ağ tabanlı canlı yayın teknolojileri habercilik adına yeni bir ufuk açmış, artık bir cep telefonu ya da tabletten canlı yayın imkanı mümkün hale gelmiştir. İranlı girişimci Kayvon Beykpour tarafından geliştirilen ve 2015 yılında Twitter tarafından satın alınan Periscope adlı uygulama hem profesyonel haberciler hem de yurttaşlar adına haber değeri taşıyan herhangi bir gelişmeyi olduğu anda canlı olarak aktarma imkanı sunmuştur. Periscope uygulaması haber merkezlerinde çeşitli şekillerde kullanılmaktadır. Örneğin ABD’de özellikle yerel televizyon kanallarının haber merkezlerindeki muhabirler, üzerinde çalıştıkları konuya izleyicilerin katkısını sağlamak üzere Periscope yayınları yapmaktadır. Pek çok haber merkezinde yapılan bu tür yayınlar sırasında gelen yorum, soru ve bilgilerle haberler daha da zenginleşmekte, izleyiciler haber merkezlerinin nasıl çalıştığını görmekte ve haberciler ve izleyici arasındaki etkileşim artmaktadır (Frankel, 2015). Profesyonel habercilerin bu tür uygulamaları sahada da etkili biçimde kullandığı görülmektedir. Bild Gazetesi muhabiri Ronzheimer, Suriyeli mültecilerin Yunan adalarından başlayan Avrupa yolculuğunu Periscope canlı yayınlarıyla aktarmış, daha sonra bu yayınlar bir belgesele dönüştürülmüştür (Dredge, 2015).
Yeni medya ile birlikte haber merkezlerinin dönüşümü kadar çeşitli nedenlerle anaakım televizyon kuruluşlarının ya da gazetelerin haber merkezleri dışında kalan gazeteciler için de Periscope gibi mobil canlı yayın teknolojilerinin önemli bir fırsat sunduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Örneğin Türkiye’de uzun yıllar çeşitli televizyon kuruluşları ve gazetelerde görev almış iki deneyimli isim Ruşen Çakır ve Ünsal Ünlü, yaptıkları düzenli Periscope yayınlarıyla bu alanda öncü olmuşlardır. Ruşen Çakır’ın kişisel Periscope hesabından yaptığı yayınlar 2015 yılında “Medyascope” adlı bağımsız bir haber platformuna evrilmiş, Periscope ve Youtube üzerinden farklı isimlerin çeşitli konularda yayın yaptığı yeni bir gazetecilik deneyimi halini almıştır. www.medyascope.tv web sitesinden de takip edilebilen platform, diğer ülkelere de örnek olabilecek bir model olması dolayısıyla Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI International) tarafından “2016 Free Media Pioneer Award” ile ödüllendirilmiştir (IPI 2016 Free Media Pioneer Ödülü Medyascope'a, 2016).
Medyascope.tv’ye katkı sunan isimlerden olan Ünsal Ünlü de hafta içi her sabah yaptığı Periscope canlı yayınları ile gündeme dair gelişmeleri yorumlamakta, izleyicilerden gelen soruları yanıtlamakta, böylece anaakım medya dışında da gazetecilerin söylemek istediklerini söyleyebileceği bir yeni iletişim teknolojisinin önemini göstermektedir. Ancak hem medyascope.tv hem de Ünsal Ünlü’nün kişisel hesabından yaptığı yayınların sürdürülebilirliği ve dijital ortamdaki emeklerinin karşılığını nasıl alabileceği konusu belirsizdir zira bu tür alanlara reklam ve sponsorluk konusundaki yetersizlik bu tür yeni deneyimlerin önündeki en önemli engel olarak görünmektedir.
Özetle İnternet ve sosyal medyanın tüm bu süreçte haber merkezlerinin yapısı kadar haber üretim ve tüketimini etkilediğini söylemek mümkündür. Haber ajansları haber kaynaklarına ulaşmak, yeni gelişmelerini takipçilerine iletmek ve onlarla etkileşim sağlamak bu haberleri iletmek üzere sosyal medya hesaplarını kullanmaktadır. Reuters Institute tarafından 2012 yılında yayınlanan raporda sosyal medyanın haber üretim ve dağıtımının etkili aracı olduğunun ancak bunun yanı sıra bu hesapların yönetilirken profesyonel habercilik kimliğinin ve bunun getirdiği sorumlulukların unutulmaması gerektiğinin altı çizilmiştir. Raporda ayrıca sosyal medyanın gelecekte habercilerin iş üretim pratiğinde daha da fazla yer alacağı ifade edilmiştir (Griessner, 2012).
Yine aynı kurumun 2016 yılında “Digital News Report 2016” adıyla yayınladığı rapor ile paylaşılan sonuçlar ise sadece habercilerin değil haber tüketicilerinin de sosyal medyayı giderek artan oranda tercih etiklerini ortaya koymuştur. Raporda, 2012 yılından 2016 yılına kadar geçen sürede elde edilen veriler karşılaştırılmış ve kullanıcıların Facebook, Twitter, Snapchat ve Instagram gibi sosyal medya ağları aracılıyla habere erişenlerin oranının yüzde 46 arttığı, geleneksel medyada özellikle gazetelere olan ilginin belirgin bir şekilde düştüğü sonucuna ulaşılmıştır. Türkiye ise yüzde 73 ile sosyal medyayı haber kaynağı olarak kullananların oranının en fazla olduğu ikinci ülke olarak dikkat çekmektedir (Newman, Fletcher, Levy ve Nielsen, 2016).
Dostları ilə paylaş: |