I. Ruhun Bedeni Terk Etmesi: Ölüm
A. Ölümün Keyfiyeti
Ölüm, her insanın duyu organlarıyla bizzat müşahede ettiği bir olgudur. Ölüm gerçeğini kabul etmeyen yeryüzünde hiçbir insan yoktur. Çünkü ölüm, zengin-fakir, büyük- küçük, bilgili- bilgisiz, itaat eden- isyankar herkesin başına geldiği bir hakikattir.
Kuran-ı Kerimde bu olgu, çeşitli yerlerde ifade edilmektedir. “Her nefis ölümü tadacaktır.”361 ,”De ki: Kaçıp durduğunuz ölüm, sizi mutlaka bulacaktır.”362, ve” Ey Muhammed, senden önce hiçbir insanı ölümsüz kılmadık.”363 gibi ayetler açık bir şekilde ölümün her canlının başına gelecek bir durum olduğunu ortaya koymaktadır.
Ölüm, insan ve diğer canlıların ölçülü ve belli olan hayat müddetlerinin sona ermesi, başka bir ifade ile ruhun cesetten ayrılmasıdır. Ruh cesetten ayrıldıktan sonra ölüm olayı meydana gelmektedir. Ölümle birlikte bedendeki organların fonksiyonu son bulur, dokulara hayat ve canlılık veren ruh ayrıldığı için vücut bir et yığını haline gelir, dirlik kalmaz artık.364
Ölümün hakikati ve mahiyetinin anlaşılması, ruhun anlaşılması ile doğru orantılıdır. Ruhun mahiyetini anlamanın mümkün olmadığına göre, ölümün mahiyetini kavramakta pek mümkün olmamaktadır.
Ancak ruhun bedeni terk etmesi ile yani bedeni hayatın sona ermesi ile birlikte tüm hayatın sona ermediğini ve ruhun ölümle tamamen yok olmayıp, sadece bir evden öbür eve, bir dünyadan başka bir dünyaya göçtüğünü ayet ve hadislerden anlıyoruz. Buna göre ölüm, yok olmak değil, belki dar dünyadan daha geniş bir aleme göç etmektir.365
Ölümün hakikati hakkında birçok şey söylenmiş: Kimisi, ölüm yokluktur, haşir, dirilme, iyilik ve kötülük için herhangi bir karşılık verme yoktur, derler. İnsanın ölümü hayvan ve bitkinin ölümü gibidir anlayışına sahip olmuşlardır. Bunlar Mülhitler ve Allah ve Ahirete inanmayanlardır. Kimisi de, kişi ölümle yok olur, kabirde olduğu müddetçe, haşir vaktinde ruh cesede dönünceye kadar azap çekmez, nimetlere de mazhar olmaz, görüşünü savunmuşlardır. Bir kısmı da, ruhun baki olduğunu, ölümle yok olmadığını, azap ve nimete erdirilmenin cesede değil, ruha olduğunu savunmuşlardır. Bunlara göre cesetler diriltilmez ve haşir edilmez.
Gazali, bu görüşlerin hepsinin fasit, haktan meyil etmiş düşünceler olduğunu söyler. Ona göre ölüm yalnızca durumun değişmesidir. Ruh ise cesetten ayrıldıktan sonra bakidir, ya azap görür ya da ikrama mazhar olur. Ruhun cesetten ayrılmasının anlamı, cesedin itaatinin sona ermesiyle cesetteki tasarrufunun sona ermesidir. Çünkü uzuvlar aletlerdir ve ruh bu aletleri kullanmaktadır. Ruh el ile tutar, kulakla duyar, gözle görür, kalp ile eşyanın hakikatini bilir. Kalp ise burada ruhtan ibarettir, ruh ise eşyayı bizzat alet olmadan bilir. Bütün bunlar ruhun bizzat vasıflarıdır, cesetten ayrıldıktan sonra baki kalır. Ruhun bedene kabirde dönmesi veya ahirete kadar ertelenmesi uzak ihtimal değildir. 366
Ruhun ölümlülüğü veya ölümsüzlüğü üzerinde bir çok tartışma yapılmıştır. Her insanın ömrü, Allah tarafından takdir edilmiş, olup, ne bir artma, ne de bir eksilmeye tabi tutulmaz. Allahın takdir ettiği zaman dolunca ya bir sebep çerçevesinde ya da sebepsiz olarak insan ölür.
İslam bilginlerinin çoğunluğuna göre, ruhlar beka (sonsuzluk) için yaratılmışlardır. Ruhlar ezeli değillerdir, ancak ebedidirler. Ölen insanın cesedidir. Ruh bedenden ayrıldıktan sonra tekrar bedene dönünceye kadar (ki, ruhların bedenlere tekrar dönmesi gerçektir.) 367 Allah’ın nimet ve azabına muhatap olacağı bir gerçektir.368
Ruhun bedenden ayrılışının, kendisi için bir ölüm olmadığına, Kur’an’daki şehitlerin ölüler olmadığını369 ve nimetler içinde rızıklanmakta olduklarını bildiren ayetler370 de delalet etmektedir. Şehitler diri olduğuna göre, elbette ki makam yönünden daha üstün olan peygamberler de diridirler. Ölerek aramızdan ayrılan ruhlar ise, bu alan hudutları dışında yaşamaktadır.371
“Her nefis ölümü tadacaktır.”372 ayetine göre, bütün canlılar ölecektir. Nefislerin ölümü tatması, bedenin ölümü esnasında ölüm acısını hissetmesi, bedenden ayrılırken acı duymasıdır. Tatmak için diri ve duyarlı olmak gerekmektedir. Nefsin ölümü, ruhun bedenden ayrılmasıdır. Bedenden ayrılan ruh, içinde kazandığı şekli bedensiz olarak sürdürür. Kurtubi’nin hocası olan Ahmet b. Amr şöyle demektedir: “Hz. Peygamber, Miraç gecesinde Mescid-i Aksa’da ve göklerde peygamberlerin ruhlarıyla karşılaşmış, onlarla görüşmüştür. Öte yandan Hz. Peygamber kendine selam veren herkese selamını iade edeceğini haber vererek, bedeninin ölümüyle ruhun ölmediğini ve verilen selam ve salâtların kendisine ulaşacağın bildirmiştir.373
Bayraktar Bayraklı’ya göre, “Her nefsin ölümü tatması” ifadesinden ölümü tadanın can olduğu sonucu çıkmaz; zira ölümü tadan can değil, bedendir. Ruh bedende hapsolduğundan, hapisten çıktıktan sonra tat alacaktır. Ölen ruh değil, bedendir. Tat duyan ise ruhtur. Ruh, bedenin ölümünden sonra da yaşadığına göre, tadı duyan da o olacaktır.374
Ruhlar ölümsüz olarak yaratılmıştır, öncesi vardır ama sonu yoktur. Beden içinde olgunlaşan ruh, bedenden ayrıldıktan sonra, varlığını korur, dünyada yaptığı işlere göre ya güzel yerlerde bulunur veya bir süre azap görür. Kıyamet gününde ruhlar bedenlere yeniden sokulup haşredilecektir.375
Kur’an, insanın öldükten sonra yaşamaya devam edeceğini söyler, fakat Allah’ın yaratma fiilinin orada nasıl tecelli edeceği konusunda bilgi vermez. Özellikle kelam âlimlerinin ölümsüzlüğü “halk” veya “ iadetü’l halk” gibi terimlerle ifade etmeye çalışmasının gerisinde bu tutum tatmaktadır.
Kur’an, nefsin yaşamasından, ölmesinden ve nefsin cennete veya cehenneme gitmesinden bahseder. Buradaki nefs, filozofların “düşünen nefs”i değil, bütünüyle kişidir. Kur’an, düalist insan kavramına iltifat etmemiştir. İnsan bedeni ve Allah’ın üflediği ruh ile bir bütündür376.
Bir kısım âlimin ruhun nefs olması hasebiyle ölümü tadacağını iddia etmesiyle birlikte,377 genel kanaat, ruhları baki kalacak şekilde yaratıldığından dolayı ruhların ölmeyeceği, ölümün sadece bedenlere ait olduğu şeklindedir. Ruhların bedenler gibi ölümlü olduğunu savunanlar, “Celal ve ikram sahibi Rabbinden başka her şef yok olacaktır.”378 ve “ Allah’ın yüzü dışında her şey yok olacaktır.”379 gibi ayetleri delil olarak kullanırlar. Bunlara göre melekler de öleceğine göre, beşeri ruhların ölmesi daha normaldir. “Ey Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa da dirilttin.”380 ayetindeki birinci ölümün bedene ait, ikinci ölümün ise ruhun ölümü olduğunu iddia etmişlerdir.381
Her şeyden önce ruhun ölümsüzlüğü fikri, akıl açısından yanlıştır. Çünkü ruh, mümkün varlıktır ve hadistir. Her hadis varlık ta ölümlüdür ve her mümkün varlık için varlık ve yokluk imkan dahilindedir. Ruh, varlığı zorunlu olan vacip varlık olmadığına göre, onun varlığı başkasındandır. Öyleyse ruhun ebediliği fikri Allah tarafından belirtildiği durumda bir realite olarak kabul edilebilir.382
Kur’an, insanın mutlak olarak ahirette yaratılmış olduğu için haddi zatında ölümlüdür. Ancak Allah Teala, insanın asli hakikatini yok olmaktan uzak kılmıştır. İnsan ölmekle ruh yok olmaz. Fakat ruhların ilişkide bulunduğu bedenden kesin bir şekilde ilişkiyi kesmeleri ve bedenleri aracılığı ile ortaya koydukları bir takım eserlerden ayrı kalmaları ruhlar hakkında bir tür helak demektir. Binaenaleyh, ruhların bekaya mazhar olmaları, “Allah’tan başka her şey helak olacaktır.”383 ayetine zıt değildir. Bununla birlikte, ruhların ansızın uğrayacakları bir helak ve tekrar iade edilmesi, yaratılması da caizdir.384
Ruhların da tıpkı bedenler gibi ölümlü varlıklar olduğunu savunanlara göre her şeyden önce ruhun ölümsüzlüğü fikri, akıl açısından yanlıştır. Çünkü ruh, mümkün varlıktır ve hadistir. Her hadis varlık ta ölümlüdür ve her mümkün varlık için varlık ve yokluk imkan dahilindedir. Ruh, varlığı zorunlu olan vacip varlık olmadığına göre, onun varlığı başkasındandır. Öyleyse ruhun ebediliği fikri Allah tarafından belirtildiği durumda bir realite olarak kabul edilebilir.385
B. Ölümden Sonra Ruhların Durumu
Şer’i deliller, ruhların var olduğunu ve Allah Teala’nın emriyle ölümden sonra başka bir âleme göç edeceğini haber vermektedir.386
Hadislere göre, kabzolunan ruhlar, göklere çıkarılmaktadır ve orada melekler iyi ruhları selamlamakta, nihayet Allah’ın huzuruna çıkmaktadırlar. Sema ehli, “Yer tarafından güzel bir ruh geldi. Allah sana ve yaşadığın cesede selam eylesin.” derler. Daha sonra onu Rabbine götürürler... Kafirin ruhu çıktığı vakit, sema ehli, “yer tarafından kötü bir ruh geldi.” derler.”387
İyi amellerle beslenmiş ruh, dünyadaki şeklinden daha mükemmel, daha parlak ve daha nurlu olmakta; ibadeti yüzüne ruh olarak yansımaktadır. Günahlara bulanmış ruh ise, dünyadaki şekline benzemekle birlikte çirkin bir hal almaktadır.388
Yine hadislere göre, iyi ruhlar yeşil kuşlar haline girip, cennetin ağaçlarına konmaktadır. Bu ruhların başka şekillere de girebileceğini gösterir. Fakat her durumda ruhlar, birbirinden ayırt edilir ve kendi kişiliklerini muhafaza ederler.389
“Hele can boğaza dayandığı zaman, siz bakar durursunuz. (O anda) biz ona sizden daha yakınız, ama göremezsiniz.”390 ayetlerinde önce can çekişmekte olan kişinin ruhunun yeniden bedenine geri döndürülmeyeceği ve Allah’ın ona, çevresinde toplanan insanlardan daha yakın olduğu vurgulandıktan sonra, bedenden çıkan canın, üç sınıftan birine mensup olacağı bildirilmektedir.
O can, ya mukarreb (Allah’a yaklaştırılmış)lardandır ki, bunlar sabıklardır; ya kitabı sağ taraftan verilen uğurlu insanlardır, ya da kitabı sol taraftan verilen uğursuz insanlardır. Birinci guruptan iseler, şu ayetlerde durumları bildirilen sabıklarla birlikte cennet nimetleri içinde olur: “(Hayırda) önde olanlar, (ecirde de) öndedirler. İşte bunlar, naîm cennetlerinde (Allah'a) en yakın olanlardır. Bunların birçoğu önceki ümmetlerdendir."391 Şayet ikinci guruptan iseler şu ayetlerde delirtilen sağcılarla beraber cennette olur: “Sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere! Düzgün kiraz ağacı, meyveleri salkım salkım dizili muz ağaçları,...”392 Ancak üçüncü guruptan iseler, onlar da şu ayetlerde durumları bildirilen solcularla birlikte cehennem azabı içindedirler: Meyveleri salkım salkım dizili muz ağaçları, içlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içinde, serin ve hoş olmayan kapkara dumandan bir gölge altındadırlar.393 İşte çıkan her ruh bu üç zümreden birine katılır.394
Ruhun Yüce Divanda hesap vermesi ölümle başlar. Kafirin zincirlere vurulup azaba atılması, müminin de okşanarak güzel kullar arasına katılıp cennete sokulması da ölümün ardından olur. Ruh bedenden ayrıldıktan sonra elbette yok olmaz. Çünkü ruh süreklilik için yaratılmıştır. Ölmediğine göre milyonlarca yıl atıl kalacak değildir. Kişinin ruhunun ölümden sonra hesap vereceği, ya cennet nimetlerine yahut cehennem azaplarına gönderileceği konusunda ayetler olduğu gibi, sahih hadisler de vardır.395
Ölüm, ruhun bedeni terk edip Allah Teala’nın huzuruna gitmesidir. İnsanların kabirlerden kalkıp Rableri huzurunda hesap vereceği Ahiret günü bir vakıadır. Büyük kıyametin yanında bir de her insanın ölmesi ile başlayan küçük kıyamet vardır. Ölümle birlikte ruh, bedenden ayrılıp nimet veya azap içine girer. Beden ise çürüyerek ve çözülerek toprağa karışır. Fertler için kıyamet ölümle başladığından, ahiretin ilk durağı başlamıştır. Ölümle ahiret başlar, ruh Rabbine döner, O’nun huzurunda durur ve hesabını verir.
Cesetlerden ayrılan ruhların yeri konusunda başka görüşler de ileri sürülmüştür. Rafiziler’den bir gurup, kâfirlerin ruhlarının Hadramet’te bir kuyu olan Berhut’ta olduğunu, müminlerin ruhlarının da başka bir yerde olduğunu söylemişlerdir.396
Ruhların mekânı konusunda bir başka görüş ise, ruhların kabirlerin başında olduğudur. Peygamber ruhları ise cennettedir.397
Şehitlerin ruhlarının yeşil kuşların kursaklarında olacaklarını bildiren hadise398 uyarak, şehitlerin ruhlarının bu kuşların kursaklarında olduğu da ileri sürülmüştür. Şehit ruhlarının cennette olduğu da iddia edilmiştir.399
Ruhları yeri konusunda diğer bir görüş, semada iyilerin ruhlarının Adem (as)’ın sağında, kötülerin ruhlarının da solunda olduğudur.400
Ruhların mekânı ile ilgili bu tartışmalar, ruhun cisim olduğunu ileri sürenlerin anlayışlarını yansıtmaktadır. Çünkü ruhun soyut bir cevher olduğu anlayışına göre, ruhun bir mekâna ihtiyacı yoktur.
C. Kabir Hallerinin Keyfiyeti
İslam Bilginleri, Allah Teala’nın kabirde ölü için elem duyacağı veya lezzet duyacağı miktarda bir çeşit hayat yarattığı konusunda fikir birliği etmişlerdir. Fakat ruhun kendisine dönüp dönmeyeceği konusunda fikir ayrılığına düşmüşlerdir.Ebu Hanife’ye göre, ruh kabirde cesede geri dönecektir. Çünkü, oradaki meleklere verilen cevap ihtiyarî bir fiildir. Ruh olmadan da soru sorulması düşünülemez. Bir kısım bilgine göre ruh olmadan da soru sorma düşünülebilir. Çünkü uyuyan insanın ruhu çıkar ve ruhu cesedine bitişik bir şekilde asılır, hatta uykusunda acı duyar, sevinir. Bu görüş sahipleri şu rivayeti delil getirirler: Hz. Peygamber’e, kendisinde ruh olmayan cesetin nasıl acı duyduğu sorulduğunda Hz Peygamber, “Ruhu olmadığı halde dişinin acı duyması gibi acı duyar.” buyurmuştur.401
Kabir azabı denildiği zaman anladığımız, ölümle başlayıp, ahirete kadar sürecek olan süredeki azaptır. İster normal bir şekilde ölüp defnedilsin, ister ölümü bilinmeyen ve gömülmeyen bir insan olsun, bu süreçten geçecektir.402
Kabir azabı ve nimeti hakkında bir takım deliller ileri sürülmüştür. Bu deliller bizim araştırma alanımıza girmediği için burada zikredecek değiliz. Kabir azabının varlığına inanmak zarurî olduğu gibi, inkârı insanı küfre götürecek konulardandır. Ancak kabir hayatının rûhî olması veya hem rûhî, hem de bedenî olması hususundaki görüş farklılıkları insanı küfre götürmez.403
Ehlisünnet âlimleri “ Ey Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defada dirilttin404 ayetini delil getirerek, kabir hayatının dünyadaki hayata denk bir hayat olması gerekmediğini, oradaki azab ve nimeti idrak edecek kadar olmasının yeterli olacağını ve Allah’ın ölüye bu kadar bir hayat vermesinin mümkün olduğunu söylemişlerdir. Ayet de buna işaret ettiğine göre hayat şarttır ve vardır.405
Kabir azabının insanın bedenine mi, ruhuna mı uygulanacağı hususu tartışmalı bir konudur. Kerramiye ve Salihiyye mensupları Kabirde ölünün hayat olmaksızın azap veya nimet göreceğini iddia etmiş, azap ve nimetin idraki için hayatın şart olmadığını söylemişlerdir.406 Bununla birlikte Kabir azabını toptan inkâr eden gruplar da vardır. Mutezile’den Dırar b. Amr el Gatafani ve Haricilerden bir grup da aynı şekilde kabir azabını inkâr etmişlerdir. 407
Bununla birlikte âlimlerin çoğunluğu hayat olmadan azap veya nimetin idrak edilemeyeceğini benimsemekle birlikte, bu hayatın niteliği hakkında farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Selefiyye âlimleri kabir hayatını nitelemenin mümkün olmadığını söylerken, bunlardan bazıları kabir hayatının sadece bedenle, bazıları da sadece ruhla yaşanacağını belirtmiştir.408 İbn Kayyım’a göre kabir azabı veya nimetine muhatap olan sadece ruhtur.409 Ebu Abdullah da bu konuda aynı görüşü serdederek şunu söyler: Kabir azabına engel olunamaz. Kabir fitnesi, azabı ve oradaki sorgulama, cesedden ayrıldıktan sonra ister kabre gömülsün ister gömülmesin sadece ruhadır.410 Şatibi ise şunu söylemektedir: Kişi, kendisine ruh iade edilmek suretiyle, hiçbir beşerin görmeye ve işitmeye güç yetiremeyeceği bir şekilde kabirde muamele görecektir.411
Ehli sünnet alimlerinin çoğunluğuna göre kabirdeki sual, azab ve nimet hem ruha, hem de bedene yöneliktir. Eş’ari ve Maturidi alimlerinin çoğunluğu, ölünün cesedinde azabın acısını ve nimetin lezzetini hissedecek kadar bir hayatın yaratılacağını söyleyerek ruhun cesede aynen iade edileceğini ifade etmekten çekinmiş, kabirdeki ölünün hayatına dair kesin bir şey bilinemeyeceğini kaydetmiştir.412
III. RUH BEDEN İLİŞKİSİ
Ruhun bedenle ilişkisi beş açıdandır.
1. Ruhun anne karnında cenin halindeki bedenle ilişkisi
2. Yeryüzüne çıktıktan sonraki bedenle ilişkisi
3. Uyku esnasındaki ilişkisi
4. Kabir hayatındaki ilişkisi
5. Cesetlerin diriltildiği gündeki ilişkisi413
Abdullah b. Mesud’un rivayetine göre Allah elçisi şöyle buyurmaktadır:
“Sizden birinizin anne karnında kırk gün içinde yaratılışı toplanır; sonra o kadar bir zaman (kırk gün) alaka olur, sonra ona ruh üflenir.”414
Bu hadisi şerifte rahimde çocuğun yapısını oluşturan ve ona insan ruhu üfleyen melek, Allah’ın rahme koyduğu güç, üreme yapısıdır.415
Anne karnındaki cenine meleğin ruh üflemesi, Allah’ın koyduğu üreme kanunu ile üreyen her hücreye ruhun nüfuz ve sirayetidir. Yoksa anne karnında birkaç gün veya birkaç ay ruhsuz olarak gelişen hücrelere sonradan ruh üflenmiş değildir. Çünkü ruhsuz bir maddenin büyüyüp gelişmesi, çoğalması ve hareket etmesi mümkün değildir. Ruh rahme düşen spermde ve rahimdeki yumurtada vardır. Fakat bunların ruhu, hayvani ruhtur. Bilinçleri, hücre bilinci olduğu için henüz bunlardaki ruh, insan ruhu düzeyinde değildir.416
Ana rahminde bir süre kaldıktan sonra cenine ruhun üflenmesi de, organların oluşmasından sonra ona insanî bilincin verilmesidir. Zira, cenin, hücrelerdeki cüz’i bilinç ile değil, ancak çevreyi ve kendini kavrama kaynağı olan bu büyük bilinç ile insan sıfatını kazanır.417 Cenin kendisine ruh üflenmeden önce canlı bir varlıktır. Döllenme anından ve rahme ulaşma öncesinden itibaren beslenir ve gelişim gösterir. Hiç şüphesiz bu esnada kendisinde hayat vardır.418
Uyku halinde, ruhun bedenle ilişkisi, bir açıdan bedenle alakalıdır, bir açıdan ise ondan ayrıdır.419 Uyku halindeki kişi, şüphesiz hayattadır. Vücudundaki sistem çalışmaktadır. Solunum yapar, kalbi atar ve diğer hayat belirtileri kendini gösterir. Fakat onda ruh var mıdır? Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Allah, (ölen) insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykuda alır. Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini belli bir süreye kadar bırakır.”420 Buna göre Allah, ölüm ve uyku esnasında ruhları alıyor, ölümüne hükmedilmiş olanların ruhları tekrar cesetlerine gönderilmiyor, ölümüne hükmedilmemiş olanların ruhları ise uykuda alındıktan sonra tekrar bedenlerine gönderiliyor.421
Ayete göre Allah, gerek ölüm, gerekse uyku halinde canları bedenlerden alır. Ölenin ruhunu yanında tutar, uyuyanın ruhunu ise yine bedenine gönderir. Ruh gelince beden uyanır. Ayetten anlaşıldığına göre, uyku halinde de, ölüm halinde de bedenden alınan bilinçtir. Bilinç, ruhun en yüksek vasfıdır. O gidince bedende kalan sadece canlılıktır. Ruhun bedeni yöneten bilinci serbest kalmıştır. Ama bedeni yaşatan kısmı henüz bedende bulunduğu için beden yaşar. Demek ki Allah, uykuda bilinci alır, hayatı bedende bırakır. Ölümde ruhun hem bilinç, hem hayat vasıflarını alır ve bir daha ruhu bedene döndürmez.422
Kabirde ruhun bedenle ilişkisine gelince Ehl-i Sünnet vel- Cemaatın ittifakıyla ruh kabirde cesede geri dönecektir.423Ruhun bedene bedene döneceğini söyleyenler, kabirde ruhun kuyruk sokumuyla bağlantılı olacağını söylerler.424 Azap ve nimetleri tatma, sadece ruha veya sadece bedene değil, ruh ve bedene birliktedir.425 Süleyman Ateş’e göre ise, ruh, kıyametten önce bedene dönmez.426
İnsan için üç yurt vardır: Dünya yurdu, kabir yurdu ve ahiret yurdu. Allah Teala her yurt için kendine has hükümler koymuştur. İnsanı da beden ve ruhtan müteşekkil bir varlık şeklinde yaratmıştır. Dünya ile ilgili hükümleri bedenlere göre düzenlemiş; ruhları da bedenlere tabi kılmıştır. Kabir ile ilgili hükümleri ise ruhlara göre düzenleyip, bedenleri ruhlara tabi kılmıştır. Ahiret gününde insanlar kabirlerinden kalkarken hüküm, nimet ve azap ruh ve cesede birlikte olacaktır.427
Ruhun varlığını kabul edenler ikiye ayrılır: Bunlardan bir kısmı olan muhakkik alimlerden bazılarına göre, insan ruh ve bedenden oluşmuştur. Bu görüşe göre insan, ne alemin içinde, ne de dışında bir varlık olup, ne alemin içine girmiş, ne de onun dışına çıkmıştır. Yine insan ne aleme bağlıdır, ne de ondan ayrıdır. Fakat onun, beden ile onu idare etme ve tasarrufta bulunma gibi bir ilgisi vardır. Bu tıpkı, alemin ilahının alem ile ancak tasarruf ve tedbir cihetinden bir ilgisinin bulunmasına benzer.428
Ruh bedenle ilgi kurduğunda onunla aydınlanmış olur. Böylece ruh bedenin aynısı, beden de ruhun aynısı olur. Dolayısıyla insan bu ikisinin bir araya gelmesinden, ikisinin toplamından meydana gelen bir varlıktır. Ölüm vakti geldiğinde bu birliktelik bozulur, ruh devam eder, ama beden yok olur.429
Ahiret aleminde ise Allah Teala ölüleri cismani bir şekilde diriltir. Vucutlarından ayrılan parçaları bir araya getirir, sonra yeni bir dirilişle onları diriltir veruhlarını iade eder.430
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
NEFS
I. NEFSİN MAHİYETİ
Cahiliye dönemi Arap şiirinde daha çok bir şeyin özünü, kendisini belirten zamir olarak kullanılan nefs kelimesi, zamanla yirmiyi aşkın anlamı dile getirecek biçimde kullanılmaya başlandı. Ruh, kan, can, benlik, kalp, iç, kimse, büyüklük, yücelik, cevher, nefret, irade, kem göz, nefs kelimesinin dile getirdiği başlıca anlamlar arasındadır. Kuran’la zamir biçiminden başka ruh, can, iç ve kalp anlamlarında kullanılır. Felsefi düşüncenin yaygınlaşmasıyla kelime daha çok ruh anlamında kullanılmaya başladı; kelâmi, tasavvufi ve felsefi nazariyesinin konusu haline geldi.431
Nefsin mahiyeti konusunda çeşitli fikirler ileri sürülmüştür: Bir kısım bilgine göre, nefs bir madde ve cisimdir. Bir kısmına göre, maddeden farklı ruhanî bir tabiattan ibarettir. Diğer bir grup ise, bu iki görüşün ortasında bir görüş ortaya koymuştur.432
Amidî ise, nefs hakkındaki ihtilafı şöyle dile getirir: nefsin bir a’raz olduğunu söyleyenler olduğu gibi, onun bir cevher olduğunu söyleyenler de vardır. A’raz olduğunu söyleyenler de kendi aralarında ihtilafa düşmüşlerdir. Mütekellim âlimlerinden bir grup ve İmam Hirasi’ye göre, nefs a’razlardan bir a’razdır. Fakat bundan ne anlaşılması gerektiği konusunda bilgi vermezler.433
Nefsin soyut bir varlık olmadığını savunan düşünürler, nefsi mahiyeti konusunda birbirinden farklı çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunlardan bazıları şunlardır:
1. Nefs, bir atomdur. İbn Ravendi’nin savunduğu bu görüşe göre, soyut mümkünlerin olması imkânsızdır. Nefs ya da ruh, kendi özüyle var olan bir bir cevherdir. Bu cevher basit varlıkları kavrar. Yeri kalptır. Bu nefs insanın özünü oluşturur.
2. Nefs, bedenle birlikte ortaya çıkan canlılıktır. Nazzam tarafından savunulan bu görüşe göre insan, bedenle birlikte var olan bu hayattan ibarettir. İnsanda beden dışında bir şey yoktur.
3. Nefs, beyinde bir güçtür.
4. Nefs, üç ayrı cisimde oluşan bir bileşiktir. Eski Müslüman hâkimlerin savunduğu bu görüşe göre, nefsi oluşturan bileşiklerden birisi buhar gibi sıcak ve latif bir cisimdir.
5. İnsanın gerçekliğini oluşturan nefs, insanın maddi bedenidir. Bazı kelamcılar bu görüşü savunmuşlardır.
6. Nefs, mahiyet bakımından maddi bedene muhalif, ama gül suyunun gülde, zeytinyağının zeytinde yayılması gibi bedene yayılan nurani, yüce, diri ve hareketli bir cisimdir.
7. Nefs, keyfiyet ve kemiyet bakımından dört sıvının mutedil ölçüdeki bileşiminden oluşur.
8. Nefs, mutedil ölçüdeki kandır.434
Tüm İslam fırkaları nefsin kadim olmadığında, sonradan yaratıldığında görüş birliği içerisindedir. Buna karşılık nefsin bedenden önce yaratılıp yaratılmadığı konusu görüş ayrılıklara sebep olmuştur. İslam filozofları olarak bilinen Meşşailer, nefsin bedenden sonra,yani ceninin ana rahmindeki oluşumundan sonra yaratıldığını savunmuşlardır. Bazı ifadeleri Gazali’nin de bu görüşü benimsediğini göstermektedir. Ne var ki, Gazali’nin nefsin bedenden önce yaratıldığını kabul ettiğini gösteren ifadeleri de bulunmaktadır. Kelamcılarla Mutasavvıfların büyük çoğunluğu ise nefsin bedenden önce yaratıldığını kabul etmektedir.435
İbn Sina’ya göre nefs, bedenin iyiliği için, özellikle yaratılmıştır. Kendisiyle birleşeceği beden yaratılmadan önce var değildir ve şahsi varlığı da yoktur. Çünkü böyle bir halde, onun kişiselleşme ilkesi eksik olur. Nefs, sultanlığı ve aleti olacak olan bedenî maddenin var olmaya başladığı andan itibaren nefs adıyla var olmaya başlar, yani onun varlığı bedenledir.436 İbn Sina düşüncesinde nefs, bedenin hareket ettirici kuvvetidir. Nefs, insan, hayvan, bitki ve meleklerde ortak bir addır. İbn Sina nefsi bir manada tabii cismin olgunluğu olarak değerlendirirken,diğer taraftan da bedeni istekle harekete geçiren cevher olarak nitelemektedir.437
Daha çok filozoflarca benimsenen düşünceye göre, insan nefsi üç farklı gücün bileşiminden oluşmuştur:
1.Akıl ve İdrak Gücü (Kuvve-i Akliye ve Müdrike): Düşünce, ayırt etme ve olayların gerçekleri hakkında akıl yürütme gücüdür.
2. Öfke Gücü (Kuvve-i Gazabiye): Tehlikeler karşısında kendini koruma, gözü peklik, saldırganlık, ataklık, egemen olma, yüceltme ve her çeşit şerefi kazanmayı arzu etme gücüdür
3. İstek ve Arzu Gücü (Kuvve-i Şeheviye): Bedenî arzuların gerçekleşmesini, beslenmeyi, yiyecek, içecek, cinsî ilişkiler ve her çeşit zevk verici şeyleri isteme gücüdür.438
Dostları ilə paylaş: |