İvan sır söyler gibi çok ciddî bir tavırla:
— Biliyor musun Alyoşa? Biliyor musun? «o»nun gerçekten varolmasını, benden ayrı bir varlık olmasını çok isterdim!
Alyoşa, ağabeyinin üzüntüsünü paylaştığını belli eden bir tavırla:
— Seni üzüntüden mahvetmiş! dedi.
— Beni kızdırıyordu! Hem biliyor musun, öyle becerikli, öyle becerikli bir şekilde yapıyordu ki bunu: «Vicdanmış! Ne-dfr ki vicdan? Ben onu kendim yaratıyorum. O halde ne diye acı çekiyorum? Alışkanlıktan. Yedi bin yıldır tüm In-sanlığın vazgeçemediği alışkanlıktan. O halde, bu alışkan-lığı bırakıp, birer Tanrı olalım.» İşte öyle diyordu, öyle söy-yordu!
Alyoşa, dikkatle ağabeyinin yüzüne bakıyordu, elinde ol-
— Bunları sen söylemedin, sen söylemedin öyle mi? Ma-em öyle, ne söylerse söylesin, bırak onu, unut onu! Varsın
şuanda nelere lanet ediyorsan, hepsini, kendisi ile birlikte götürsün! Bir daha da gelmesin!
İvan gücendiğini belli eden bir tavırla titreyerek:
— Evet ama, o kötü bir varlıktır. Benimle alay etti, ba-a karşı küstahlık etti Alyoşa. Ama bana iftira ediyordu, bir-304
KARAMAZOV KARDEŞLER
çok bakımlardan iftira etti bana. Gözlerimin içine baka bana yalan söyledi. «Ah, sen yok musun, sen iyilik ederek kahraman olmaya hazırlanıyorsun, gidip babanı öldürdüğünü, uşağın, senin öğüdün üzerine babanı öldürdüğünü söyleyeceksin» diyordu...
Alyoşa, İvan'ın sözünü kesti:
— Ağabey, kendine gel: Sen kimseyi öldürmedin. Katil olduğunu söyleyen yalan söylemiş olur.
— O öyle söylüyordu. Öyle diyordu. Ama yalan olduğunu biliyor. «Sen iyilikte bir aşama yapmaya gidiyorsun. Oysa iyiliğe inanmıyorsun. İşte seni kızdıran, sana üzüntü veren budur. Bu kadar hırslı olman bundan ileri geliyor!» Bunları beni kastederek söyledi. Ama o ne dediğini bilir...
Alyoşa, üzüntü içinde:
— Bunları sen söylüyorsun, o söylemiyor! Hem de hasta, sayıklarken, kendi kendine acı çektirerek söylüyorsun bunları!
— Hayır, o ne dediğini bilir. «Sen, gururundan bunu yapmaya gidiyorsun. Karşılarında durup: Katil benim! Ne diye dehşet içinde büzülüyorsun? Yalandır bu yaptığınız! Düşüncelerinizden nefret ediyorum. Duyduğunuz bu dehşetten tiksiniyorum, diyeceksin» diyordu. Bunları benim için söylüyordu. Sonra birden: «Biliyor musun, seni övmelerini istiyorsun. Gerçi kendisi katildir ama, ne kadar yüksek duyguları var, ağabeyini kurtarmak istedi ve gelip suçunu açıkladı! demelerini istiyorsun» dedi. İşte burası yalan Alyoşa!
İvan bunu birden, gözleri kıvılcımlar saçarak bağırmıştı:
— Pis heriflerin beni övmesini hiç de istemiyorum! Yalan söylüyordu Alyoşa. Sana yemin ederim ki yalandır! Üstüne bardağı attım. Bardak suratına çarpınca paramparça oldu.
Alyoşa:
— Ağabey, sakinleş, ne olursun, yeter! diye yalvarıyordu.
İvan onu dinlemeden:
— Hayır, o insana nasıl işkence edeceğini biliyor. O acıma nedir bilmez! diye devam ediyordu. Ben her zaman onun niçin bana geldiğini önceden sezmişimdir. «Diyelim ki sen gururundan bunu yapmaya hazırlanıyordun, ama gene de sözlerinde bir ip ucu bulup Smerdyakov'u suçlarlar ve kü rek cezasına çarptırırlar, Mitya'yı beraat ettirirler, seni ıs
305
sadece moral bakımından suçlarlar hatta bazıları seni överler diye bir umut var» diyordu söylerken, işitiyor musun beni, gülüp duruyordu. «Ama işte Smerdyakov kendini astı. Şimdi mahkemede tek başına bunları söylediğin vakit sana içim inanır? Ama gene de oraya gideceksin! Gidiyorsun! Ne olursa olsun gideceksin! Bir kez karar vermişsin gitmeye. Smerdyakov intihar ettikten sonra ne diye gidiyorsun sanki ?> Bu korkunç bir şey Alyoşa, ben böyle sorulara dayanamıyorum. Bana böyle sorular sormaya kimin hakkı vardır? Alyoşa, korkudan içi ürpererek, ama gene de bir yolunu bulup İvan'ın aklını başına getireceğini düşünerek:
— Ağabey, diye sözünü kesti. Ben gelmeden önce sana Smerdyakov'un ölümünden nasıl söz edebilirdi? Madem ki, daha hiç kimse onu bilmiyordu. Zaten kimsenin öğrenmesine henüz fırsat çıkmamıştı ki.
İvan, hiç bir itiraz kabul etmez, kesin bir tavırla:
— Söyledi, dedi. Hem doğrusunu istersen yalnız bundan söz etti. «İyiliğe inansam gene iyi» diyordu. «Ama sen, varsın bana inanmasınlar, ben yalnızca prensibime uymak için gidiyorum!» diyorsun. İşin doğrusu, sen de Fiyodor Pavlo-viç gibi domuzun birisin! Hem iyilik senin için nedir ki? Eğer yaptığın fedakârlık hiç bir işe yaramazsa, ne diye oraya sürükleneceksin? Kaldı ki, kendin de oraya ne diye gideceğini bilmiyorsun! Ah bunu neden yapmak istediğini bil-öjek için neleri feda etmezdim! Hem sanki karar verdin mi? Henüz kararım vermiş değilsin sen! Tüm gece oturup; gideyim mi, gitmeyeyim mi, diye düşüneceksin. Ama gene de Edeceksin ve gideceğini biliyorsun. Kendin de biliyorsun ki, kararını ne kadar kesin olarak verirsen ver, bu karar artık sana bağlı değildir. Gideceksin, çünkü gitmemek cesareti- bulamazsın kendinde. Bu cesareti neden bulamayacaksın, artık bunu kendin bul. İşte sana bir bilmece!» Bunu söy-ledi, kalkıp gitti.
Sen geldin, o da gitti. Bana «korkak» demişti Alyoşa! korkağım, le mot de l'enigmei(*) «Kanat açıp dünyanın dolaşacak kartal öyle olmaz!» Sözlerine bunu da ek-bunu da söyledi! Smerdyakov da öyle demişti. Onu öl-ü Katya, benden nefret ediyor. Bunu bir aydır se-. Hem Liza da nefret etmeye başlayacak! Bana ora-
(*) Bilmeceyi çözen gerçek bu.306
KARAMAZOV KARDEŞLER
ya «Seni övsünler» diye, gidiyorsun! diyecekler. Bu korkunç bir yalan! Sen de beni adi görüyorsun Alyoşa! Şimdi senden gene nefret edeceğim! O Mitya denen canavardan da nefret ediyorum! Nefret ediyorum ondan! Canavarı kurtarmak istemiyorum, varsın Sibirya'da çürüsün! Tanrı'ya ilahiler, övgüler okuyormuş! Ah, yarın bir olsun! Gidip karşılarında duracağım ve hepsinin suratlarına tüküreceğim!
Kendinden geçerek ayağa kalktı, başından havluyu çekip fırlattı, odada dolaşmaya başladı. Alyoşa, biraz önce söylediği sözleri hatırladı: «Sanki uyanıkken rüya görüyormuş gibi... Yürüyorum, konuşuyorum, duyuyorum, öyleyken uykudayım.» demişti. Şimdi işte öyle oluyordu. Alyoşa yanından ayrılmıyordu. Aklından, «bir koşu gidip doktor getirsem!» diye bir düşünce geçti ama, ağabeyini yalnız bırakmaktan korkuyordu: Onu bırakacak bir kimse yoktu.
Sonunda İvan, yavaş yavaş büsbütün kendinden geçmeye başladı. Hâlâ konuşuyor, hiç durmadan birseyler söylüyordu ama, artık söylediklerinde hiç bir anlam yoktu. Sözleri bile iyice söyleyemiyordu. Sonra da birden olduğu yerde şiddetle sallandı. Ama Alyoşa, tam zamanında onu yakaladı. İvan, Alyoşa'nın kendini yatağa kadar götürmesine karşı koymadı. Alyoşa güç belâ ağabeyini soyup yatağa yatırdı. Kendisi de yanında daha iki saat kadar kaldı. Hasta derin bir uykudaydı. Hiç hareket etmeden yatıyor, düzenli ,bir şekilde yavaş yavaş nefes alarak uyuyordu.
Alyoşa bir yastık alıp, soyunmadan divanın üzerine yattı. Uykuya dalarken hem Mitya, hem de İvan için dua etti. İvan'ın hastalığını anlamaya başlıyordu. «Bu gururlu bir adamın verdiği kesin karardan doğan bir acıdan başka bir şey değil. Çok vicdanlı bir insanmış!» diye düşündü. İnanmadığı Tanrı ve gerçek, artık hâlâ direnen, hâlâ boyun eğmek istemeyen varlığına hâkim olmuştu! Alyoşa, başını yastığa koyduktan sonra zihninden «evet, madem SmerdyaKo öldü, artık İvan'ın ifadesine hiç kimse inanmaz. Öyleyken. gene gidip açıklamada bulunacak!» diye bir düşünce geçti_ Hafifçe gülümsedi: «Tanrı onu yenecek!? diye düşündü. * zaman İvan, ya gerçeğin ışıkları altında yeni bir hayata, vuşacak, ya da... nefret içinde kendisinden de, inanç masına yol açanlardan da intikam ala ala mahvolacak!» son düşünce ona büyük bir üzüntü vermişti. Sonra gene için dua etmeye başladı.
DÖRDÜNCÜ CİLTOn ikinci Kitap
ADLÎ HATA
KADERİN ORTAYA KONDUĞU GÜN
Anlattığım olaylardan sonra, ertesi günü saat onda. bizim bölgenin mahkemesinde. Dimitriy Karamazov davasının ilk oturumu açıldı.
Önceden ısrarla şunu belirtmeliyim ki. kendimi, mahkemede olup biten herşeyi tam bir şekilde olmak şöyle dursun, gerektiği gibi, sırayla anlatabilecek durumda bir kimse saymıyorum. Bana öyle geliyor ki, herşeyi hatırlamak, herşeyi gerektiği gibi yansıtmak için tüm bir kitap, hatta büyük bir kitap yazmak gerekir. Bu yüzden, ancak beni şaşırtan ve özellikle aklımda kalan şeyleri bildirmekle yetinirsem beni suçlamasınlar. İkinci derecede olan şeyleri .en önemli şeyler sayabilir, hatta en keskin, en vazgeçilmez olayları gözden kaçırmış olabilirim... Bununla birlikte, görüyorum ki, özür dilememek daha iyi olacak. Elimden nasıl gelirse öyle yapacağım. Okuyucular da ancak elimden geldiği kadarını yansıt-totıım kendiliklerinden anlasınlar.
Herşeyden önce mahkeme salonuna girmeden, beni o gün özellikle şaşırtan bir şeye değineyim. Doğru söylemek gerekirse, bu yalnız beni değil, sonradan öğrenildiğine göre herkesi şaşırtmıştı. Olan şuydu: Herkes, dava ile sayısız kilerin ilgilendiğini, herkesin «acaba mahkeme ne zaman baş-310
KARAMAZOV KARDEŞLER
layacak» diye sabırsızlıktan kıvrandığını, bizim kentin sosyetesinde bu konuda birçok şeylerin konuşulduğunu, birçok tahminlerin yürütüldüğünü, «ah, vah» edildiğini ve herkesin iki aydır birçok şeyleri hayalinden geçirdiğini biliyordu. Yine herkes biliyordu ki, bu dava tüm Rusya'da duyulmuştu. Bununla birlikte, hiç kimse, bu davanın hepimizi, herbiri-mizi, herkesi o gün mahkemede görüldüğü gibi derinden sarsacağını ve herkesin ruhunda böylesine derin, yakıcı bir iz bırakacağını tahmin etmemişti.
O gün, yalnız bizim eyalet başkentinden değil, Rusya'nın bazı başka kentlerinden, sonunda da Moskova ile Petesburg'-dan da misafirler gelmişti. Her yerden hukukçular akın etmiş, hatta birkaç ünlü kişi de gelmişti. Bu arada bazı bayanlar da görülüyordu. Tüm davetiyeler kapışılmıştı.
Erkekler arasında özellikle saygı değer ve ünlü olan ziyaretçiler için yargıçlar heyetinin oturduğu kürsünün arkasında, hiç alışılmadığı halde bir dizi koltuk sıralanmış, bunlar da, çeşitli tanınmış kişilere ayrılmıştı. Oysa, daha önce böyle şeylere bizde hiç bir zaman izin verilmezdi. Dinleyiciler arasında, bizden olsun., dışardan olsun, özellikle pek çok bayan olduğu göze çarpıyordu; hatta bana öyle geliyor ki. dinleyicilerin yarısı onlardandı. Yalnız hukukçulardan bile gelenler o kadar çoktu ki, davetiyeler artık bin bir rica ve yalvarış üzerine çoktandır dağıtıldığı için, tüm bu kişilerin nereye, nasıl yerleştirileceğine kimse akıl erdiremiyordu. Kendi gözümle, salonun arkasında dinleyicilere ayrılan yerin gerisinde, geçici olarak çabucak özel bir bölme yapıldığını ve gelmiş olan tüm hukukçuları oraya aldıklarını, gördüm. Bu bölmenin arka tarafında ayakta durmayı bile kendileri için bir şans sayıyorlardı. Çünkü, bölmenin arkasındaki iskemleler, yerden kazanılsın diye oradan tüm olarak kaldırılmıştı. Bu yüzden toplanmış olan tüm kalabalık: davayı, yoğun bir şekilde bir araya toplanmış olarak başından sonuna kadar, omuz omuza ayakta izledi.
Bayanlardan bazıları, özellikle dışardan gelmiş olanlar, salonun dinleyicilere ayrılan bölümüne, son derece süslenmiş olarak gelmişlerdi; ama çoğu süslenmeyi akıllarına bile getirmemişlerdi. Öyleyken yüzlerinde isteriklere özgü, bir şeyler öğrenmeye susamış, nedereyse hastalıklı bir merak vardı-O gün, mahkeme salonundaki toplulukta, göze çarpan ve
311
belirtmeden geçemeyeceğimiz, sonradan da birçok izlenimlerle doğru olduğu anlaşılan, özelliklerden biri de şuydu; hemen hemen tüm hanımlar, hiç değilse büyük bir çoğunluğu, Mitya'nın tarafını tutuyor, beraatini istiyorlardı. Bu, belki de Mitya'yı kadınların gönlünü fetheden bir erkek saymalarından ileri geliyordu. Mahkemeye birbirlerine rakip olan iki kadının çıkacağını biliyorlardı. Bunlardan biri, yani Ka-terina İvanovna özellikle herkesi ilgilendiriyordu; onun hakkında pek çok alışılmamış şeyler anlatıyorlardı. İşlediği cinayete rağmen, Mitya'ya karşı olan tutkusunu belirten şaşılacak hikâyelerdi bunlar. Özellikle gururlu bir kadın olması üzerinde duruluyor, (kendisi bizim kentte hemen hemen hiç kimseyi ziyarete gitmemişti) «Aristokrasi çevreleri» ile olan ilişkilerinden söz ediliyordu. Kendisinin hükümet makamlarından, katilin kürek mahkûmu olarak sürüleceği yere onunla birlikte gitmesine ve toprağın altında bir madende nikâh-lanmalarına izin verilmesi için ricada bulunmağa niyetli olduğunu söylüyorlardı.
Gruşenka'nın da mahkemeye Katerina İvanovna'ya rakip olarak çıkmasını, ondan aşağı kalmayan bir heyecanla bekliyorlardı. Aristokrasiye mensup gururlu bir genç kızla, «feleğin çemberinden geçmiş» bir kadım meraktan kıvranarak bekliyorlardı; söz gelmişken belirteyim: Bizim bayanlar Gru-şenka'yı Katerina İvanovna'yı olduğundan daha iyi tanıyorlardı çünkü, «Piyodor Pavloviç ile zavallı oğlunu felakete sürükleyen» kadını, daha önce de görmüşlerdi ve hemen hemen hepsi, nasıl olup da baba ile oğulun böyle, «hiç bir özelliği bulunmayan, hatta hiç de güzel olmayan orta halli bir Rus kadım»na bu derece âşık olmalarına şaşıp kalıyorlardı.
Sözün kısası pekçok söylentiler vardı. Kesin olarak şunu da öğrendim ki, özellikle bizim kentte, Mitya yüzünden birkaç ciddî aile kavgası da olmuştu. Birçok bayanlar, bu korkunç dava ile ilgili herşeyde, ayrı düşünceler ileri sürdükleri için eşleri ile müthiş kavga etmişlerdi. Tabiî böyle olunca tüm bu bayanların kocaları, mahkeme salonuna artık sanık durucunda olana karşı dostça duygular beslemek şöyle dursun, içlerinde büyük bir öfke ile gelmişlerdi. Genel olarak, kesin bir şekilde denilebilir ki, kadın dinleyicilerin takındıkları tavırların tam tersine, tüm erkek dinleyiciler, sanığa kötü Duygular besliyorlardı. Dinleyiciler arasında sert, somurtkan,312
hatta açıktan açığa öfkeli yüzler göze çarpıyordu. Hem de bunlar çoğunluktaydı.
Doğrusu, Mitya bunlardan birçoğuna bizim kentte geçirdiği süre içinde şahsen hakaret etmekten kaçınmamıştı. Tabii, ziyaretçiler arasında hemen hemen neşeli bir tavır takman ve Mitya'nın başına geleceklerle hemen hemen hiç ilgilenmeyen kişiler de vardı. Ama, onlar da davaya karşı tüm olarak kayıtsız değildiler! Herkes davanın nasıl biteceğini merak ediyor ve erkeklerin çoğu suçlunun muhakkak cezalandırılmasını istiyorlardı. Yalnız, işin ahlâk yönü ile değil de. sadece çağdaş hukuk yönü ile ilgilenen hukukçular bunların dışında kalıyorlardı.
Ünlü Fetyukoviç'in gelişi herkesi heyecanlandırmıştı. Pet-yukoviç'in ustalığı, her yerde biliniyordu Ve bu onun taşrada çok gürültü koparan bir amme davasında sanığı savunmak için ilk gelişi değildi. Onun savunma söylevinden sonra, bu gibi davalar, her zaman tüm Rusya'da ün kazanıyor uzun bir süre unutulmuyorlardı. Bizim savcı ile yargıçlar heyeti başkanı hakkında da birkaç hikâye ağızdan ağıza dolaşıyordu. Söylendiğine göre, bizim savcı, Petyuköviç'le karşılaşmayı heyecandan içi titreyerek bekliyordu. İkisi daha Petesburg dan meslek hayatlarının başlangıcından bu yana iki eski düşmandılar. Bu gururlu ve daha Petesburg'da iken yeteneklerini gerektiği gibi değerlendirmediği için, daima kendisini başkaları tarafından hakkı yenmiş sayan İppolit Kiriloviç. Karamazov'ların davası eline geçince, neredeyse yeniden dünyaya gelmiş gibi olmuş, bu dava ile artık sönmeye yüz tutar. ününü yeniden canlandırmak hayaline kapılmıştı; yalnız Fet-yukoviç'den korkuyordu.
• İppolit Kiriloviç'in Fetyukoviç karşısında tiril tiril titrediği konusunda anlatılanlar pek yerinde değildi. Bizim savcı, tehlike karşısında morali bozulan tiplerden değildi. Tersine asıl tehlike büyüdükçe gururu artan, cesaretlenen tiplerdendi. Genel olarak ise, onun hakkında şöyle denilebilir: Bizim savcı aşırı derecede heyecanlı ve hastalık derecesinde etki altında kalan bir insandı. Bazı davalara tüm varlığı ile sarılır, onu, sanki kendi kaderi, hatta tüm varlığı verilecek karara bağ-lıymış gibi yürütürdü. Hukukçular arasında onun bu tutumuyla oldukça alay edilirdi. Çünkü bizim savcı bu özelliği ile belki her yerde değil ama hiç değilde, bizim kentte
313
mahkemedeki mütevazı mevkiden beklenmeyecek derecede geniş bir ün kazanmıştı. Özellikle psikolojiye olan tutkusu ile alay ediyorlardı. Bence herkes yanılıyordu: Bizim savcı, Karakter bakımından birçoklarının düşündüğünden de çok ciddî bir insandı. Ama bu hastalıklı adam, daha meslek hayatının başlangıcında, kendisini gerektiği gibi kabul ettire-memiş, sonra da ömrü boyunca öyle kalmıştı.
Bizim mahkeme heyeti başkanına gelince, onun hakkında yalnız bir tek şey söylenebilirdi. O da, kültürlü, insancıl, işin pratik uygulamasını çok iyi bilen, ve modern düşünceleri benimsemiş bir insan olduğuydu. Oldukça gururluydu ama, kariyer yapmak için pek o kadar uğraşmıyordu. Onun için yaşamda en önemli şey, önde gelen bir insan olmaktı. Bundan başka, önemli ilişkileri vardı ve varlıklı adamdı. Karamazov'ların davasına heyecanla sarılmıştı ama sonradan öğrenildiğine göre onu yalnız genel anlamda, belirli bir kategoriye giren bir şey, bizim toplumun sosyal temellerinin bir meyvesi, Rus halkının karakteristik unsurlarını ve buna benzer şeyleri yansıtan bir olay olarak ele alıyordu. Davanın özel karakteri ve içindeki trajedi ile olduğu kadar, bu dava ile ilgili olan sanıktan başlıyarak, diğer kişilere varıncaya dek, herkese karşı oldukça kayıtsız ve tarafsız bir tavır takınmıştı. Belki de aslında öyle olması gerekiyordu.
Daha yargıçlar gelmeden salon iğne atılmayacak kadar dolmuştu. Bizim mahkeme salonu kentin en büyük salonudur; geniş, tavanı yüksek ve sesi çok iyi yansıtan bir salondur. Biraz çıkıntılı olan bir yerde oturan mahkeme heyetinin sağında bir masa, onun arkasında da jüri üyeleri için iki dizi koltuk vardı. Sanık ile avukatının yeri soldaydı. Salonun ortasında, mahkeme heyetinin oturduğu yerin yakınında, üzerinde «suç delillerinin bulunduğu masa duruyordu. Masanın üzerinde Fiyodor Pavloviç'in kan içindeki ipek beyaz robdöşambrı, cinayet âleti olduğu tahmin edilen uğursuz bakır havaneli; Mitya'nın, kolu kan içinde olan gömleği, o anda kandan sırılsıklam olmuş mendilini soktuğu arka cebi ile sırt kısmı yer yer kanlanmış ceketi, şimdi artık büsbütün sarı bir renk almış ve kandan katılaşmış mendili. perhotin'in yanında iken intihar etmek için doldurduğu sonradan da Mokroye'de Tifon Borisoviç'in gizlice ondan alıp sakladığı tabanca, Gruşenka için hazırlanmış paraların bulunduğu, üstü yazılı zarf, paketin bağlandığı incecik, pembe314
KARAMAZOV KARDEŞLER
kurdele ve hatırlamayacağım daha birçok eşya vardı.
Masanın biraz ilerisinde, salonun dip tarafında, halka ayrılan yerler başlıyordu. Ama daha parmaklığın hemen öbür tarafına, ifadeleri alındıktan sonra mahkeme salonunda kalmaları istenecek olan tanıklar için birkaç koltuk duruyordu.
Saat onda, bir başkandan, bir üyeden ve fahri bir sulh yargıcından olan yargıçlar heyeti geldi. Tabiî, savcı da hemen göründü. Başkan, sağlam yapılı, etine dolgun, boyu ortadan biraz daha aşağı, elli yaşlarında, kırmızı yüzlü bir adamdı. Yer yer ağarmış koyu renkli saçları kısa kesilmişti ve üzerinde ' artık hangisi olduğunu hatırlayamadığım bir nişanı vardı. Savcı ise bana, hatta yalnız bana değil, herkese, çok solgun, yüzü neredeyse yeşil bir renk almış olarak hatta birden zayıflamış göründü; belki de bir gece içinde bu duruma gelmişti. Çünkü onu daha üç gün önce hiç de öyle değil, normal bir halde görmüştüm.
Başkan mübaşire:
— Jüri üyelerinin hepsi geldi mi? diye sorarak işe başladı.
Ama görüyorum ki, böyle devam edemeyeceğim. Çünkü, pek çok şeyi iyice işitemedim, birçoklarını anlayamadım, birçoklarını da akılda tutamadım. Asıl önemli nokta şu: Yukarda belirttiğim gibi, orada söylenen ve olup biten herşeyi harfi harfine anlatmaya kalkışırsam, buna ne zaman, ne de yer yetecektir. Yalnız şunu söyleyebilirim ki, her iki taraf da, yani hem savunma avukatı, hem savcı, jüri üyesi olarak gösterilenler arasında pek çoğuna itiraz etmemişlerdi. On iki jüri üyesinin kimler olduğunu hatırlıyorum: Bizim kentten iki memur, iki tüccar, altı köylü ve gene bizim kent esnafından iki kişi.
Hatırlıyorum, bizim sosyetede daha mahkeme başlamadan çok önce özellikle bayanlar: «Böyle ince, karışık ve psikolojik bir davada karar verme işi, nasıl oluyor da birtakı» memurlara, üstelik köylülere bırakılıyor?» diye hayretle sormuş, «hem bu işten bir memur, hele bir köylü ne anlar?* demişlerdi. Gerçekten de jüri üyesi olarak heyete sokulmuş olan dört memurun, dördü de memuriyetleri önemsiz, ak saÇ' h (aralarından yalnız biri biraz daha gençti) bizim sosye tede pek tanınmamış, küçük maaşlarla geçinen, herhalde hiç bir yere götüremeyecekleri yaşlı karıları ile belki de ya
KARAMAZOV KARDEŞLER
315
lınayak dolaşan sürü sepet çocukları olan, boş zamanlarında da bir yerde olsa olsa azıcık iskambil oynamayı büyük bir eğlence sayan adamlardı; tabiî ömürlerinde bir tek kitap okumamış kişilerdi. İki tüccara gelince: Bunlar gerçi oturaklı görünüyorlardı ama, garip denecek kadar sessiz hareketsiz insanlardı. Biri sakalsızdı ve Alman biçimi giyinmişti. Öbürünün ağarmış küçük bir sakalı vardı ve boynuna kırmızı bir kurdele ile, hangisi olduğu bilinmeyen bir madalya takmıştı.
Esnaftan olan adamlara ve köylülere gelince, bunlar için söylenecek bir şey bile yok. Bizim Skotoprigonyevsk'li esnaf, hemen hemen köylü gibidir. Çift bile sürerler. Arala-larından ikisi, gene Alman biçimi elbise giymişlerdi ve belki de bu yüzden öbür dördünden daha kirli, daha sevimsiz görünüyorlardı. Bu bakımdan, onları iyice gözden geçirdikten sonra, «bu adamlar böyle bir davadan ne anlarlar?» düşüncesi gerçekten akla gelebilirdi. Ben de onları iyice gözden geçirdikten sonra aynı şeyi düşündüm. Bununla birlikte, yüz-lerindeki anlam, garip, hemen hemen tehdit edici bir etki yapıyordu. Sert ve somurtkan yüzleri vardı.
Sonunda başkan, emekliye ayrılmış müşavir unvanına sahip olan Fiyodor Pavloviç Karamazov'un cinayet davasında celsenin açıldığım bildirdi. O sırada söylediği sözleri tam olarak iyice hatırlamıyorum. Mübaşire sanığı getirmesi için emir verildi; iste o zaman Mitya göründü.
Salonda herşey derin bir sessizliğe gömülmüştü. Sinek uçsa duyulurdu. Başkaları üzerinde nasıl bir etki bıraktığını bilmiyorum ama, benim üzerime Mitya'nın görünüşü hiç de hoş olmayan bir etki yaptı. En önemlisi mahkemeye çok sık giyinmiş olarak, yepyeni bir elbise ile gelmişti. Sonradan işittiğime göre, kendisi mahsus o güne yetiştirilmek üzere ölçüsünü bilen Moskova'daki terzisine bir giysi ısmarlamış-tı• Ellerinde siyah, yepyeni bir eldiven, sırtında da sık bir gömlek vardı. Hemen hemen uzun adımlarla, gözlerini yere Dikmiş olarak, dümdüz yürüdü ve kılı bile titremeden kendisine ayrılan yere oturdu. Hemen sonra savunma avukatı olan unlu Petyukoviç de göründü ve salonda hafif bir uğultu dola-şır gibi oldu. Fetkuyoviç uzun boylu, kupkuru bir adamdı, uzun ince bacakları, son derece uzun, ince ve solgun par-makları, traşlı bir yüzü, fazla göze çarpmayacak şekilde oldukça kısa saçları ve bazen alaylı alaylı, ya da316
gülümseyerek eğrilen ince dudakları vardı. Görünüşe bakılırsa, kırk yaşlarında kadar vardı. Eğer pek büyük olmayan, bakışları anlamsız, ancak uzun, ince burnunun ayırdığı ve şaşılacak kadar birbirlerine yakın olan gözleri böyle olmasa, belki de yüzü insana hoş görünebilirdi. Sözün kısası, yüzünde bir sertlik ve, onu kuşa benzeten bir şey vardı. Bu da insanı şaşırtıyordu. Sırtında Irak, boynunda da beyaz bir kravat vardı.
Başkanın Mitya'ya ilk sorduğu soruları, daha doğrusu adını, unvanını ve buna benzer şeyleri soruşunu hatırlıyorum. Mitya sert bir tavırla ama garip, beklenmedik kadar yüksek sesle karşılık verdi; o kadar ki başkan bile başını sallayarak ona hayretle baktı. Sonra, dava ile ilgili olarak getirtilen kişilerin, yani tanıklarla eksperlerin listesi okundu. Liste uzundu; tanıkların dördü, o sırada Paris'te bulunan, ama ifadesi daha önceki soruşturmada alınmış olan Mlusov, hastalık nedeniyle bayan Hohlakova, çiftlik sahibi Maksi-mov, bir de ani ölümü nedeniyle Smerdyakov, gelmemişlerdi. Smerdyakov'un ölümü ile ilgili olarak mahkemeye polisten gelmiş bir vesika sunulmuştu.
Smerdyakov'un ölüm haberi salonda birden şiddetli bir harekete ve fısıltılara yol açtı. Tabiî, halk arasında birçokları, bu ani intihar faslını hiç bilmiyorlardı. Ama herkesi en çok Mitya'nın beklenmedik çıkışı şaşırttı: Smerdyakov'un intihan bildirilir bildirilmez, birden oturduğu yerden bütün salona duyuracak şekilde:
— Köpeğin biriydi, köpek gibi de geberdi! diye bağırdı. Avukatın ona doğru nasıl atıldığını, başkanın nasıl ona