V. KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJELERİ TOPLUMA SUNULURKEN NASIL BİR SÖYLEME OTURTULUYOR ?
Toplumda gayrimenkul alanına giren güçlü aktörlerin, kentin değişik yerlerinde büyük uygulamalara girerek, kentin anlam alanlarını değiştirecek biçimde kentleri dönüştürmeye çalışması konusunda olumlu bir hava yaratmak kolay değildir. Bu kabulü sağlamak için olumlu bir dönüşüm söyleminin oluşturulmuş olması gerekir. Türkiye’de desteğini gayrimenkul sektöründen alan bir kentsel dönüşüm lobisi bulunmaktadır. Artık belli başlı gazeteler gayrimenkul sayfaları yayınlama başlamışlardır. Gazeteler sayfa boyundaki gayri menkul ilanlarıyla dolup taşmaktadır. Bu lobi ülkede kentsel dönüşüm projelerinin yaygınlaşmasını sağlamak için basını da kullanarak kamu alanında adeta bir baskı yaratmaktadırlar. Kentsel dönüşüm lobisi bu konuda olumlu hava yaratan olumlu bir söylem geliştirmiştir.
Bu söylemi kentsel dönüşümün en yoğun yaşandığı İstanbul’da neler söylendiğinden yola çıkarak kurgulamaya çalışalım. Kurulan söylemin birinci boyutu İstanbul’un bir dünya/küresel kent haline gelmesi üzerinden gelişmektedir. Olumlu söylem, İstanbul’un dünya kenti haline gelebilmesi ve dünyada yarışma gücünü artırabilmesi için kentsel dönüşme projelerinin hayata geçirilmesi gerektiği üzerinden kurulmaktadır. Bu bir bakıma başlangıçta sözünü ettiğim, dünyadaki dönüşümle yakından ilgilidir. Çok sağlam görünen bir meşruiyet gerekçesi olarak ileri sürülmektedir.
Söylemin ikinci ayağı ise kentte yaşayanların doğal afetler, daha spesifik olarak deprem karşısında risklerini ortadan kaldırma gerekliliği üzerinden kurulmaktadır. İstanbul 1999 yılında çok önemli bir depreme maruz kalmıştır. Yaşanan bu felaket büyük bir ikna ediciliğe sahiptir. İnsanın yaşam hakkını gerçekleştirmek için yaşadığı konutların depreme dayanıklı hale getirilmesine karşı çıkılması kolay değildir. Bu nedenle dönüşümü gerekçelendirmeye depremden başlamak hemen olumlu bir hava yaratmaktadır. Ama uygulamada yaşananlar sonrasında elde edilen deneyim ilgili yazında felaket kapitalizmi diye de bir kavramın üretilmesine neden olduğunu da unutmamak gerekir.
Söylemin üçüncü ayağını da gecekondu alanlarının tasfiyesi oluşturmaktadır. Türkiye’de yönetici elitler gecekondunun Türkiye’nin sanayileşmesini kolaylaştıran bir çözüm olduğunu hemen hemen hiçbir zaman farkedememişler, topluma hep bir sorun olarak sunmuşlardır. Günümüzde de dönüşüm projelerinin öncülüğünü yapanlar gecekondu alanlarını kötülemektedirler.TOKİ Başkanı Bayraktar’a göre gecekondular “terörün,uyuşturucunun,devlete çarpık bakmanın” mekanıdır. Altındağ Belediye Başkanı ise “Çinçin Bağları gecekonduları ve geçmişteki yaşanmış tüm anılarıyla yok olacaktır” demektedirler.23 Bu nedenle gecekondu alanlarının gerçeğini bilmeyenlerde bu alanların dönüştürülmesi gerektiği hakkında geniş bir oydaşma bulunmaktadır.
Bu bu üç ayaklı söylemin genelde dönüşüm projeleri konusunda olumlu bir hava yarattığı gözlenmektedir. Kentsel dönüşüm projelerinin bu üç temel meşruiyet kaynağının, genelde içten yaşayanların deneyimlerine değil, dıştan teknisyenler/plancılarca yapılan değerlendirmelere dayandırıldığı söylenebilir.
Kentsel dönüşüm projeleri ve buna dayanarak yapılan operasyonların savunmasının dayandırıldığı söylemlerde başka mekanizmalardan da yararlanıldığı gözlenmektedir. Bunlardan biri kentsel ya da bina ölçeğindeki mimarlık tasarımlarına dayanarak, güzel ve estetik olanın vaad edilerek, eskinin yıkılarak yeninin yapılmasının savunulması olmaktadır. Geçmişin yıkılması geleceğin güzel olacağı üzerinden savunulmaktadır. Yeni yapılacak henüz yapılmadan güzel, yıkılacak olan da onların kullanıcılarının değerlendirmelerini dışlayarak,çirkin olarak ilan edilmektedir.
Böylece, kentsel dönüşüm projelerinin savunması içinde, genellikle toplumun muhafazakar olsun, muhafazakar olmasın yükselen orta sınıflarının değerlerine hitap edilmiş olmaktadır. Dikkat ederseniz, bu söylem içinde genelikle gecekondulunun adı yoktur. Onlara vaad edilenler yasal ve insanca yaşanabilir konutlara kavuşturmaktır. Borçlandırıldıklarında “kira öder gibi taksitlerini ödeyerek kolayca ev sahibi olacakları söylenmektedir.24
Kentsel dönüşüm projelerinin girişimciler açısından karlı hale gelebilmesi genellikle imar haklarının artırılmasıyla olmaktadır. Kentlerin yoğunluğunun artmasının savunulmasında bir yan desteğin olabileceği de söylenilebilir. Bu destek sürdürülebilirlik ilkesinden geliyor. Günümüzde sürdürülebilirliğin ancak kompakt şehirlerde gerçekleşebileceği konusunda Avrupa Kentsel Şartı’nda ve başka benzer belgelerde bir oydaşma olduğunu biliyoruz. Şehirler kompaktlaştırmamızın gerektiği söyleniyor. Aslında Türkiye’de şehirler kompakt. Amerika’nın sürdürülebilirlikte karşılaştığı en önemli problem kompakt şehirlerinin olmaması. Çok dağınık. Bu, yaşlılara hizmet sağlamakta problem oluyor, ısıtmada, insan başına enerji sarfiyatında problem oluyor. Onlar ne yapıyorlar, o boşlukların içini dolduruyorlar. “Infill” diye adlandırdıkları projeler geliştiriyorlar. Bizde zaten kompakt bir kent var. Biz kompakt kentin nasıl kullanılacağını bilmiyoruz ve nasıl geliştirileceğini bilmiyoruz. İlginçtir kentsel dönüşümü savunanların söylemlerinde bu konu yer almıyor.
Kentsel dönüşüm konusu toplumda yalnız bir savunucu söylemle değil estetize edilmiş bir güç gösterisiyle yer almaktadır. Bu postmodernitenin siyasal kararları ahlak üzerinden değil estetize ederek meşrulaştırma eğiliminin bir parçası olarak da yorumlanabilir. Kenti dönüştürmekte rol alan ister özel, ister kamu aktörleri olsun kamu alanında bir biçimde güç sergiliyorlar ve bu gücü dönüşüm projelerinin arkasına koyuyorlar. Bu söylemde güç kullanılması utanılır saklanılır bir şey olmaktan çıkıyor, satış kampanyalarının parçası haline gelerek sergileniyor.
Estetiğe dayanarak, geçmişi yıkıcılığı meşrulaştırmanın bir yolu olarak tarihselcilik kullanılmakta, Yeni Osmanlıcılık ya da Selçuklu yüceltmesi yapılmaktadır. Siyasetçilerin yapı stillerinde bu tür tercihleri yapmasını demokratik bir rejimle bağdaştırmak olanağı yoktur. Demokratik rejimlerde bu tür siyasal tercihler yapıldığında, yetki sınırlarının dışına çıkılmış olduğunun hemen farkına varılmaktadır.
Gayrimenkul piyasasında özel kesimin güçlü aktörleri arasında ikonlaşmış olan Ali Ağaoğlu’nun kendini topluma sunuş biçimi bu bakımdan çok öğreticidir.25 Ali Ağaoğlu kamu alanında muktediri sergiliyor. Sahip olmanın doyumunu, hazzını yaşamın anlamı gibi göstermeye çalışıyor. Bir çeşit güç sergilemesine dayanan bir pazarlama stratejisi izliyor. Dönüşüm alanı bir güç sergileme alanı haline geliyor. Siyasi aktörlere bakıyorsunuz, onlar da farklı davranmıyor,güç sergiliyorlar. Bunu fark etmek için son seçim kampanyasını hatırlamak yeterlidir.
Şimdi düşününüz ki bir kent mekanının dönüşmesinde özel aktörler ve resmi aktörler güç sergileyerek yer alıyorsa, bu dönüşümün içinde yoksulun yahut işçinin yahut gecekondu kiracısının adı olabilir mi? Duygu Asenanın kitabına koyduğu“Kadının Adı Yok”tan esinlenerek, bu “Kentsel Dönüşüm içinde Güçsüzün Adı Yok” diyebiliriz. Eğer toplumda kentsel dönüşümün gecekonduların sorunun çözecektir havası yaratmış iseniz, gecekonduyu ağza almanız için bir neden kalmaz. Tabii kentsel dönüşümün pratiğinde gecekondulunun sorununun çözülmediği ortaya çıkarsa bu söylemin sürdürülmesi olanağı kalmaz.
GMYOrtaklıklarının söylemi içinde son zamanlarda ürünlerini topluma sunum stratejilerinde iki konuya eğildikleri görülmektedir. Bunlardan biri artık konut değil birçok hizmeti içeren bir ürün paketi satmalarıdır. Son yıllarda buna yeşil bina olmak eklenmiş görülmektedir.26 Bunların gazetelere verdikleri ilanlara göz atarsanız. Tüm ilanlar inşaa edilen kent parçasının içindeki yaşama ilişkin olmaktadır. Ama buna, bu kent parçasının istanbul’daki ana yollar ağına kolayca eklendiğini gösteren bir şema eklenmektedir. Bir anlamda kentin bir parçası değil, yalıtılmış bir hücresi satılmaktadır.
VI. KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJELERİ VE YAPILAN UYGULAMALAR KARŞISINDA GELİŞEN ELEŞTİREL SÖYLEMLER NASIL BİR TEMELLENDİRMEYE DAYANIYOR ?
Kentsel dönüşüm lobisinin kullandığı iyimser söylemin karşısında, bu söylemin karşısında bir direnç söylemi de gelişmektedir. Önce bu direnç söyleminin estetik vaadine dayandırılan yıkımı meşrulaştırması karşısındaki pozisyonuna açıklık sağlayarak başlayalım.Varolan bir kentsel alanda uygulanacak dönüşüm projelerinde, hazırlanan bir projenin estetik değerinin daha yüksek olduğu söylenerek, varolanın yıkılarak onun yerine tasarımcının estetik yargılarına göre oluşturulmuş yeni bir binanın yapılması meşru olabilir mi? Estetiklik iddiası, henüz yapılmamış olanın gelecekte nasıl yorumlanacağına ilişkin olarak bir vaade dayanarak, varolan yıkılıyor. Vaad edilen estetik değer gerçekleşmezse, yıkılanın taşıdığı anlam da tahrip olmuş olacaktır. Bu nedenle, bu sorunun sorularak açıkça yanıtlanması gerekir.
Bu soruya açıkça bir yanıt verebilmek için önce yer kavramını tartışmamız gerekiyor. Türkçe’de kullandığımız yer sözcüğüne İngilizce de iki kavram tekabül ediyor. Bunlardan biri “location” kavramı ikincisi ise “place”. Eğer bir kentin merkezinin koordinatlarını verirsek o kentin “location”unu tanımlamış olur. Buradaki tartışmamız açısından üzerinde durmamız gerekmiyor. Eğer yaşadığımız yerin orada yaşayanlar için bir anlamı olup olmadığı üzerinde durmaya başladığınızda yeri “place” anlamında kullanmaya başlıyorsunuz demektir. Bir yerin anlamlığı yaşanan kültürel süreçler içinde oluşmaktadır. Eğer bir kentte yer niteliği kazanmış bir alana müdahalede, tasarım yapıyorum, benim yaptığım tasarım güzeldir, diyerek o yerin anlam alanını tahrip ediyorsanız, bu müdahaleleri savunmak olanağı kalmaz, bir yaşam kültürünü tahrip etmiş olursunuz. “Place” olan yere siz nasıl müdahale edersiniz. O müdahale yıkarak, yaparak falan olamaz, ancak çok ufak müdahalelerle oranın anlamlılığını geliştirerek yapılır. Ona estetik getiriyoruz diye, büyük müdahaleler yaparsanız, oranın anlam alanını tahrip edersiniz.
.
Türkiye’de kamu kesiminin müdahaleleriyle yürütülen kamu dönüşüm projeleri konusundaki olumlu söylemin kendisine bir direnç gösterilmekten çok işlerin yürütülme biçimine karşı bir direç ortaya çıkmaktadır. Bu direnç gösterenleri başlıca iki grupta toplamak olanaklıdır. Birinci grupta konuyla ilgili STK’lar ve TMMOB’ye bağlı odalar yer almaktadır. İkinci grupta ise dönüşüm projelerinin uygulanması dolayısıyla önemli kayıplara uğrayan gecekondularda yaşayanların gerçekleştirdiği direnişler yer almaktadır.
Birinci grupta yer alan meslek çevrelerinden gelen eleştiriler iki grupta toplanabilir. Bunlardan birinci gruptakiler karar verme süreçlerine ilişkindir. Bunlar planların ihlal edilmesi, plan değişikliklerinin ve plana emrivakiler yaratacak şekilde güçlü siyasetçilerin ( örneğin Başbakanın) ilan ettiği projelerin nitelikleri, karar ve proje geliştirme süreçlerinin şeffaflık taşımayışı, yapılan uygulamalarda özellikle yüklenici seçiminlerindeki siyasal kayırmacılığın işlediği konusundaki kuşkuların yok edilemeyişi üzerinde durmaktadırlar. Bu çevrelerden gelen eleştirilerin ikinci grubunda projelerin içeriklerine yönelmiş olanlar yer almaktadırlar. Bunların arasında; tarihi değerlerin korunmasına duyarsızlık, yeşil alan kayıpları, bu projelerin yaratabileceği çevresel sorunlar, tarih inşaa etmeye çalışmak, insan haklarına duyarsızlık vb.leri diye sayılabilir.
İkinci grupta ise dönüşüme konu olmuş mahallelerde yaşayanların ortaya çıkardığı direnişler yeralmaktadır. Bunlar arasında, Sulukule, Başıbüyük, Bezirganbaşı, Ayazma, 1 Mayıs ve Gazi Mahalleleri ve daha başkaları sayılabilir. Dönüşüm projelerine ilişkin olumlu söylemde anlatıldığı gibi, gecekondu mahallelerinde yaşıyanların kira öder gibi ödedikleri taksitlerle yasal ve insanca yaşanabilir konutlara kavuşmaları gerçekleşmemektedir. Bunu bize bu mahallelerde yapılan saha araştırmaları ya da antropolojik çalışmalar göstermektedir.27 Gerçeğin farkına varılabilmesi için bu çalışmaları okumak gerekiyor. Propagandası yapılanın gerçekleşemeyişinin değişik nedenleri bulunmaktadır.
Bu nedenlerden birincisi dönüşüm projelerini yapanların çözmeye çalıştıkları soruna indirgemeci bir mantıkla yaklaşmalarıdır. Dönüşüm projesi yapanlar kentte bir gecekondusu olan bir kişinin gecekondusu yıkıldığında ona bir apartmanda bir daire verildiğinde sorunun çözülmüş olduğunu düşünmektedirler. Kentte yaşayan bir kişinin içinde yaşadığı konut, sadece onun başını soktuğu bir barınak değildir. Bu konut kullanıcısına bir barınak sağladığı kadar, kullanıcısının belli bir toplumsal ilişkiye sahip olmasını da önemli ölçüde belirler. Bir mahallede konutu bulunan bir kişiye modern konut sağlıyoruz diye uzak bir yerde bir konuta taşınmaya zorlamak o ailenin ekonomik ve sosyal ilişkilerini değiştirmeye zormak demek olmaktadır. Türkiye bunun farkına Sulukule’de yaşananlarla varmışlardır.28
Antropolojik çalışmalar gecekonduları yıkılarak kendilerine konut verilenlerin durumdan çok memnun olmadıklarını ortaya koymaktadır. Bu çalışmaların bazılarında yeni apartmanlardaki konutlarına taşındıktan sonra yüzde 60’şa yakını konutlarını terketmişlerdir. Bu terkedişin temel nedeni konut verilenlerin borçlanmaları karşılığında her ay belli bir taksiti ödemek durumunda olmalarıdır. Ayrıca bu konut alanının yönetimi bir şirkete verilmektedir. Şirket te küçük sayılamayacak bir aidat istemektedir. Gecekondu kesiminden gelen ailelerin ise düzenli gelirleri bulunmamaktadır. Borç taksiti ve aidatın ise her ay düzenli olarak ödenmesi gerekmektedir. Bu yükümlülüğü üç ay yerine getiremeyenler kendilerine imzalatılan sözleşme gereği konutlarını kaybetmektedirler. Kentsel dönüşüm öncesinde bir konutu olan yani belli bir güvencesi olan aile birden kendisini sokakta bulabilmektedirler.
Yine antropolojik çalışmalar taşınılan toplu konut alanının işletilmesi için kurulan yönetim şirketlerinin maliklerin katılımına ve isteklerine duyarsız kaldığı, konut sahiplerinin ortak alanlarda görünmesini istemediği, yaşam alışkanlıklarını sorguladığı yeşil alanlara ağaç dikmelerini yasakladığını ortaya koymaktadırlar. Burada yaşayanlar gecekondu alanlarındaki gibi mahalle içi samimi ilişkilerin kalmadığını, her ailenin yalnızlığa itildiğini, aileler arası yardımlaşmanın yokolduğunu söylemektedirler. Onlar gecekondu alanlarında yaşarken daha mutlu olduklarını düşünmektedirler. Ama yine de apartmanlara taşınmaktan memnun olanlar da bulunmaktadırlar. Sorulduğunda, her ne kadar yeni mahalle ilişkilerinden yakınsalar bile, gecekondu geçmişlerinden kurtulmak onlara yetiyor ve onların zihinlerinde yıkıcı bir dönüşmeyi meşrulaştırıyor.
Gecekonduluların kentsel dönüşüm projelerine tepki göstermekte olmalarının başka nedenleri de bulunmaktadır. Kent mekanını dönüştürecek güçlü aktörlerin henüz oluşmadığı, Özal’ın iktidarı döneminde, gecekonduya bakış açısıyla, bugünkü gecekonduya bakış açısı arasında, çok büyük bir fark doğmuş bulunmaktadır.Özal döneminin 2981 sayılı af yasasıyla aslında ne yapılıyordu? O zamana kadar bütün yasalar gecekonduluya bir güvence sağlayarak, konutunu iyileştirmesini sağlayacak bir meşruiyet veriyordu. Oysa 2981 ile gecekonduluya şöyle denildi; “Kardeşim bak bütün öteki adamlar şehirde oturuyor. Şehirde oturdukları zaman şehirde yaratılan ranttan pay alıyor. Neden sen almayasın, sen de al.” Kentin gelişmiş bölgelerine yakın kesimlerinde bulunan gecekonducular bu olanaktan yararlanarak gecekondularını yapsatçılara verdiklerinde elde ettikleri dairelerle ailenin çocuklarına da konut sağlamış oldular.
Oysa şimdi durum tamamen değişmiş bulunuyor. Gecekondu alanları toplumun güçlü yeni aktörleri tarafından yararlanılacak büyük toprak olarak görülüyor, gecekondulular da bulundukları yerden uzakta TOKİ’nin yaptığı konutlara gönderilmek isteniyor. Geçmişte yaptıkları gecekondular artık kentin merkezine yakın bir hale gelmişken, buradan koparılarak uzağa tekrar çepere gönderiliyorlar. Bu konudaki yazında kentsel dönüşümün toplumsal sorunları ve yoksulluğu ortadan kaldırmadığı, yapabildiğinin ise ancak sorunları kent mekanında yeniden dağıtmak olduğu, açık olarak yazılırken, bunun farkına varılmayışında ısrarcı olmayı anlamak, tabii zor olmaktadır.
Kentsel dönüşüm sırasında o mahallede yaşayanların başka yerlere gönderilmesi konusunda TOKİ’nin ve GMYO’larının ısrarlı olmasının gerisinde bir rant mantığı bulunduğu açıktır. Muhalif belediyeler ise genellikle konut sahiplerinin bulunduğu yerlerde kalmasına ve gecekondu sahiplerinin müteahhitlerle müzakere yapmasına olanak veren kentsel dönüşüm modellerini savunmaktadırlar. Bunun basına yansıyan en bilinen örneği Fikirtepedeki uygulama olmaktadır. Türkiyenin ilk gecekondu mahallerinden olan Fikirtepede mülk sahipleriyle müteahhitler arasında sıkı bir pazarlık gerçekleşmiş ve uygulama başlamıştır.29
Küçük mülk sahibinin direncinin kırılması TOKİ ve GMYO’larının ana hedefi haline gelmiştir. Bir GMYO yetkilisi Kentsel Dönüşüm Yasasının esas çözdüğü sorunun kat mülkiyetinin önüne geçmek olduğunu belirtmiştir. Kat mülkiyetinin kentsel dönüşümün önüne kesen bir silah olarak çalıştığını, eğer kat mülkiyeti kanunu olmasaydı Kentsel Dönüşüm Yasasına gerek duyulmayacağını söylemiştir.30 Bu çok ilginç bir tepkidir. Kat mülkiyeti Türkiyenin 1960’lı yıllarda Türkiye’de yaşana hızlı kentleşme karşısında Türkiye’deki kentlerinin yapılaşmasını sağlayan çok önemli bir kurumsal düzenlemedir. Büyük sermaye küçük semayeye ve onun haklarını müzakere etmesine tahammülsüzlük göstermektedir.
VII. KENTSEL BÖLGELER NASIL YENİDEN YAPILANIYOR
Şimdi Dünya’da sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçilirken kentlerde yaşanan bu dönüşümün İstanbul özelinde,Türkiye’nin oluşturduğu güçlü aktörler eliyle nasıl yaşandığını ele alalım. İstanbul’da yaşanan dönüşümün özgüllüğünün, Dünyada büyük metropoler bilgi toplumunun kentsel bölgelerine dönüşürken İstanbul’da yaşananan dönüşümün azman sanayi kentinden kentsel bölgeye geçiş halinde yaşanmakta olmasından kaynaklandığı üzerinde durmuştuk. Şimdi bu farklılığı daha ayrıntılı olarak ele alalım.
Sanayi Nasıl Dönüşüyor ?
Dünya’da sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçişte, büyük kentlerin yeniden yapılanmasında etkili olan temel süreç sanayisizleşmedir. İstanbul’da da 1980 sonrasının dışa açılan liberalleşen ekonomisi içinde İstanbul sanayisi Marmara bölgesinde desantralize olurken, İstanbul küresel sermaye için bir çekim merkezi haline gelerek finans, bankacılık ve gayrimenkul sektörlerini öne çıkararak gelişmesini sürdürmüştür. Sanayinin Bilecik, Edirne, Kırklareli, Çanakkale’ye desantralizasyonunda, verilen teşviklerin de önemli payı olmuştur.
1980’de kent batıda Tekirdağ ili Kınalı Köprü ile doğuda Hereke sınırına dayanmakta iken 1990’larda ise batıda Çerkezköy Sanayi Bölgesi, doğuda Gebze Sanayi Bölgesi dolmuş, Çorlu ve Babaeskiye desantralize olmaya başlamıştır.
Yine de azman sanayi kenti olan İstanbul’un bilgi toplumuna geçerken sanayisizleştiğini söylemek zordur.311980 sonrasında orta ve büyük sanayi kenti terkederken, küçük ve orta işletmeler, batıda İkitelli doğuda ise Tuzla Organize Deri Sanayi Bölgesinde toplanmıştır. Bunlara ek olarak Dudullu ve Tepeören’de benzer gelişmeler yaşanmıştır. Kent MİA’sından imalat sanayiinde çalışanlarda bir boşalma yaşanırken kentin tümünde imalat sanayiinde çalışanların oranında önemli bir düşme yaşanmamaktadır. İstanbul bir dünya kenti haline gelirken sunduğu hizmetler alanını geliştirmekte ve çeşitlendirmektedir. İstanbul’da hizmet ve sanayi bir birinden kopmayan bir bütünlük içinde bulunmaktadır.
Kentte organize sanayi sitelerinin ve küçük sanayi sitelerinin arttığı 1990’lı ve 2000’li yıllarda büyük kentlerin merkezlerinde, kira bedellerinin düşük olduğu ama çöküntü merkezi sayılamayacak alanlarda apartman katlarında üretim yapan atelyelerin açıldığı görülmüştür. Esnek üretim ilişkileri temeline dayanan ve çoğunlukla fason üretim yapan tekstil, konfeksiyon, deri,deriden mamul eşya üretimi bu bağlamda merkeze yakın alanlarda yer seçmiştir.
Kentin makro formu İstanbul’daki hizmet faaliyetlerinin niteliklerini biçimlendirerek çok merkezli bir kentsel bölge oluşturmaktadır. Bu çok merkezli yapının oluşma dinamiğini sergilemeye tarihi MİA’nın dönüşümünden başlamak gerekiyor. Tek hakim bir merkezi olan azman sanayi kentinin merkezinde sanayisizleşme başlamış ve çok sayıda üretim merkezin dışına çıkarılmıştır. Bu çıkarılmada iki mekanizma etkili olmaktadır. Bir yandan planlama örgütleri çoğu kez trafik yoğunluğunu ve çevresel etkileri azaltma kaygılarıyla belli faaliyetleri merkezden uzaklaştırma kararları almaktadırlar. Öte yandan Türkiye’nin kentsel dönüşümü gerçekleştirecek büyük projelerin gerektirdiği finansman olanaklarını harekete geçirebilecek mekanizmaların geliştirilmesi sonucu, kentin çeperlerinde organize sanayi bölgeleri, serbest bölgeler, nakliye bölgeleri vb. kurularak tarihsel MİA’ları boşaltılmasını hızlandırmıştır.
MİA Nasıl Yapılanıyor ?
1960’lara kadar İstanbul’da ofis alanları Eminönü ve Karaköy’de yoğunlaşmıştı. 1960 sonrasında bu işlevler kuzeye yönelmiştir. 1960-1985 arasında Taksim Şişli ve Şişli Gayrettepe arasında yeralmaktaydı. Banka ve sigorta şirketlerinin ofisleri 1985’şe kadar Karaköy, Salıpazarı- Fındıklı aksında yer almıştır. Daha sonra Şişli-Mecidiyeköy-Maslak aksı boyunca yapılan modern büro binaları yeni MİA’yı oluşturmaya başlamıştır.Ulusal ve uluslar arası büyük kuruluşların merkezleri Büyükdere Maslak aksında ilk olarak Sabancı Holding,İşbankası, Yapı ve Kredi Bankası, Garanti Bankası, Tatlıcılar Holding, Alarko Holding yeralmışlardır.
MİA yüksek gelirli konut alanlarının bulunduğu yöne doğru kaymıştır. Kentin yeni denetim fonksiyonlarının Eminönü, Beyoğlu gibi eski merkezlerde gerçekleşme olanağı kalmayınca Mecidiyeköy ve Maslak ekseninde gökdelenlerin oluşturduğu bir merkez ortaya çıkmıştır.İstanbul’da Şişli Maslak arasında oluşan gökdelenler bölgesinde İstanbul’un dünya kenti olmasının gerektirdiği finans, sigorta, emlak vb. hizmetlerin verildiği yeni MİA işlevleri bu alanda toplanmıştır.
Büyük kentsel projeler bağlamında, çoğunluğu birden fazla işleve sahip (mixed-use) ofis, alışveriş merkezi,otel ve rezidans türü gelişmeler kentin önemli gelişim akslarında yaygınlık kazanmaya başlamış ve bu gelişimlerin bu alanlardaki dönüşümü tetiklemesi ve rantları artırması hedeflenmiştir.Kent merkezi Levent-Maslak aksında gökdelen formunda yoğunlaşarak gelişmesine devam ederken, kentin hem merkezinde hem de yeni gelişme alanlarında alışveriş merkezinin sayısı hızla artmıştır. Diğer taraftan kenti küresel kent yapma iddiası ile paralel olarak, kentte lüks otellerin yapılması da hızlanmış , hem kent merkezinde hem de hava alanına yakın yerlerde lüks otel inşaatları hızlanmıştır.
Çok merkezli hale gelen İstanbul’da ticari faaliyetler bir yandan yeni oluşan merkezlerde yer alırken, öte yandan yüksek gelir gruplarının konut gelişmini ve üniversite, havaalanı gibi yatırımların gerçekleştiği yerleri izlemektedir. Bu gelişmelerle bir yandan kent çeper ayrımı yumuşamakta, öte yandan yeni odaklar yaratılmaktadır. Kentin yeni sınıfsal yapısını ve ekonomisini canlandırmakta etkili olan yeni tüketim kültürü, aynı zamanda yeni gelişen Gayri Menkul Yatırım Ortaklıklarına kentin değişik bölgelerinde AVM’leri inşasını karlı bir yatırım haline getirmektedir. AVM’ler perakende sektör arzının en önemli elemanlarından biri ve kentsel bölgelerde yaşam alanlarının yeni kamusal merkezleri haline gelmiştir. Bu sektörde 2000 yıllarında uluslararası yatırımcılar fazlayken, 2003 yılından itibaren yerel yatırımcılar yatırımlarını hızlandırarak paylarını artırdılar. AVM’lerde mağaza açılıp kapanma oranı gelişmiş ülkelerde yüzde 8-10 iken, Türkiye’de yüzde 20 ‘ye ulaşmaktadır.32
Bunlar ve kentin çeperlerine sıçrayan üniversite ve sağlık kampusları, kenti çok merkezli hale getiren odakları yaratıyor. Bu alanlar eski metropolün alt kentleri (suburb) gibi değil. Bu kent parçaları, küresel sistemle doğrudan ilişki kuruyorlar. Devlet bu çok odaklı sistemin oluşması için gerekli alt yapıların oluşumunu sağlamaya çalışıyor.
Tek merkezli kentlerde merkezin üstünlüğü iş adamlarının yüzyüze ilişkilerini kolaylaştırmasından kaynaklandığını biliyoruz. Çok merkezli sistemlerde yüzyüze ilişkilerin kurulmasını kolaylaştıracak düzenlemelere de yol açılması gerekmektedir. İş adamlarıyla, karar süreçlerinde kritik öneme sahip profesyonellerin yüzyüze temasını kolaylaştırmak için yeni oluşan merkezler, yeni gelişen hava alanlarının yakınında oluşmakta, helikopter pistleriyle ve iş toplantıları için geliştirilmiş özel otellerle donatılmaktadır.
Bu çok merkezli kentler, lojistik bölgeleri, arka ofis parkları, teknopolleri, gökdelenlerdeki ofis kompleksleri, uluslar arası banka, finans kuruluşlarıyla kentin ekonomisini küresel ekonomiyle ilişkilendirmektedirler. Yönetici işlevleri, ileri üretici hizmetleri ve yüzyüze ilişki gerektiren işlevler merkezlerde yer alırken, arka ofisler, lojistik parkları vb.yerler daha düşük arazi değeri bulunan alanlara yerleşmektedirler
Kentin çok odaklı hale gelmesi kent merkezinde bir boşalma yaratmaktadır. Eğer bu yerlere yeni işlevler gelmese MİA ve çevresi çöküntü alanı haline gelecektir. Oysa canlı bir ekonomiye sahip olan İstanbul’da, bir yandan İstanbul’u bir Turistik merkez haline getirme çabaları, öte yandan İstanbul’un yüklendiği kültür endüstrisi işlevleri eski MİA ve yakın çevresindeki konut alanlarının yeniden yapılanmasına olanak vermektedir. Bu alanlarda bazı kentsel dönüşüm projeleri uygulanmaya çalışılsa da temelde ortaya çıkan dönüşümler, küçük girişimcilerin ya da tarihe duyarlı konut alıcılarının tek tek kararlarıyla soylulaştırma (gentrification) süreçleriyle gerçekleştirilmektedir. Bu süreç Sultanahmet çevresinde bir butik oteller yenilemesi olabildiği gibi, Beyoğlunda yaşanan yeniden canlanma, paralelinde Cihangirde yaşanan konut yenilemeleri ya da, Haliç aksında toplanan müzeler, üniversiteler, kongre merkezleri vb.leri kültür endüstirisi bağlamında görülebilecek bir yenilenme halinde ortaya çıkmaktadır.
Bu alanlar; kültürel ve sosyal çeşitliliğin yüksek olduğu, sanat ve kültürel etkinliklerine erişebilirliği yüksek, kendi yaşam stillerini seçmekte kişilik iddiası taşıyan kişilerin yaşadığı, ikinci el dükkanların geliştiği, özgüllükler taşıyan küçük işlerin oluştuğu yerlerdir.
İstanbul’da soylulaştırmanın en gözde mekanı haline delen Cihangir’de bu süreç zirvesine 1990’lı yılların ikinci yarısında ulaşmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında inşa edilen Boğaz manzaralı apartman daireleri yenilenmiştir. Burada yaşanan soylulaşma İstiklal Caddesi, Asmalı Mesçit, Nevizade vb. alanların kafeleri, restoranları, gurme mekanları, birahaneler, meyhaneleriyle yeniden canlanarak en gözde eğlence mekanı haline gelmesiyle yakından ilişkilidir.33 1980’lerde Boğaziçi (Arnavutköy, Ortaköy ve Kuzguncuk) 1990’larda Beyoğlu (Cihangir, Galata ve Asmalımesçit), 2000’lerde Haliç (Fener ve Balat) soylulaştırılma süreçleri içine girmiştir.
Konut Alanları Nasıl Yeniden Yapılanıyor?
Dönüşümler yalnız iş alanlarında değil, konut alanlarında da ortaya çıkmaktadır. Ayrıntılara girmeden konut alanında yaşanan dönüşümlerin genel bir tablosunu ele alalım. Çok değişik konut sunum biçimleri birarada çalışmakta İstanbuldaki konut sunumlarını çeşitlendirmektedir.
Bu bakımdan araştırmacıların en çok dikkatini çeken gelişmeler “kapalı korunaklı siteler olmuştur”. Bu sitelerin büyüklükleri 10-15’den 3000 konutluk girişimlere kadar değişmektedir. Toplumun üst ve üst orta sınıflarına yönelmiştir. Pahalı lüks sitelerdir, pazarlanmasında Amerikan yaşam imajlarına atıf yapılmaktadır. Bu sitelerde otopark olanakları, kondisyon salonları, tenis vb. spor alanları, güzel manzara sunulmaktadır. Kentin çeperinde bu sitelerden biri yer seçti mi yeni başka korunaklı siteleri de yanına çekmekte, bir kümelenme yaratmaktadır. Bu odağın etrafına başka faaliyetler de çekilmektedir. Bu siteler kentteki güvenlik sorunu abatmakta, giriş ve çıkış kontroluyla kendilerini toplumdan koparmaktadırlar. Bu sitelerde yaşayanlar kendilerini yalnız kendi sitelerinin içine kapamamaktadırlar. Kentin içinde ilişki kurdukları alanı da daraltmaktadırlar. Ancak kentin seçkin tüketim alanlarına gitmektedirler. Birlikte kapandıkları site içindekilerle de ilişkileri çok sınırlı kalmaktadır. Bir komünite oluşturduklarını söylemek zordur. Bu alanlarda çok pahalı konutları alırlarken seçimlerini bu komünitedeki kişilerle ilişki kurma fırsatını kullanmaktan çok, gösterişçi tüketim eğilimleri belirlemektedir.
1999 depremi sonrasında kentin kuzeyinde Boğaziçi sırtlarında gelişmeler hızlanmıştır. Bu dönemde konut ve yapı üretiminin hacmi ve girişimci sermayenin tipi değişmeye başlamıştır. Bunda büyük sermaye gruplarının konut ve kent topraklarına sermaye amaçlı yönelmeleri ile mevcut yapı şirketlerinin sermaye birikimlerini artırmalarının payı büyüktür. Bu dönemde orta ve üst sınıfların konut alanları tercihleri değişmiş ve bunun sonucu “mekansal ayrışma derinleşmiştir.” Güvenlikli kapalı sitelerde yaşamaya başlamışlardır. Bu süreçte Avrupa yakasında Göktürk-Kemerburgaz, Zekeriyeköy-Demirciköy, Bahçeşehir, Büyükçekmece, Anadolu yakasında ise Beykoz, Çekmeköy-Dudullu ve Ömerlide korumalı yerleşmeler oluşmuştur. Ormanlar içinde kara delikler açılmıştır. Bu saldırıda sermaye gruplarının üniversiteleri, ya da özel vakıf üniversiteleri de pay almıştır.34
Yine saptamalar göstermektedir ki bu alanlardaki konutların satımı kolay olmakta ama çok sayıda boş bina bulunmaktadır35. Bu saptamaya dayanarak bu sitelerdeki konutların finansal araç (instrument) haline geldiği yorumlaması yapılabilir.
Kapalı sitelerin bir bölümü ise farklı nitelikte oluşmaktadır. Dini cemaatler ya da kendilerini toplumdan kopararak gettolaşmak isteyenler de bu tür siteler oluşturmaktadır. Buradaki ilişkiler tabii ki çok farklıdır. Bir tarikat ya da cemaat disiplini sürmektedir.
Bu üst ve üst orta sınıflara konut arzeden, aynı zamanda bir finansal instrument niteliğini taşıyan bir başka konut arzı rezidansların inşasıyla olmaktadır. Güçlü özel sektör emlak sermayesi, kentin erişebilirliği yüksek bölgelerinde gökdelenler halinde ya da AVM’lerle bütünleşmiş biçimde konut dışında sunduğu konutu tamamlayıcı hizmetleri bulunan konut sunumları yapmaktadır.
Bir başka konut sunum biçimi de ölçeği büyümüş yapsatçı türü konut arzıdır.
1950-1970 arasında inşaa edilmiş apartman bloklar yıkılarak yeni orta sınıfın ihtiyaçlarına cevap veren apartman bloklar inşaa edilmektedir. Örneğin Huzur Apt, Oya Apt ya da Güven Palas yerlerini Park Residances, Elsyum Residence gibi Apartman kompleksleri yer alıyor. Süreç 1990 larda başlıyor, 2000’lerde Avrupa yakasında Taksim –Mecidiyeköy ekseniyle Sirkeci Halkalı tren hattı boyunca, Yeşilköy, Yeşilyurt’u da içerecek biçimde, Anadolu yakasında ise Kadıköy Bostancı ekseni ve Kadıköy-Acıbadem-Koşuyolu-Üsküdar eksenlerinde yayılıyor. Eski Laz müteahhidin yerini alan daha büyük şirketler 15 katlı ya da daha yüksek ve malzeme kalitesi gelişmiş konut sunumuna girişmektedirler.36
Bir yanda üst sınıf şehir dışında müstakil villalarda kendilerine benzeyen ama tanımadıkları ailelerle buluşurken, diğer yandan orta sınıflar türdeş bloklara taşınmaktadır.37 Kentin merkezindeki yüksek arsa fiyatlarını ödememek için güçlü dönüşüm aktörlerince kentin çeperine sıçrayarak inşaa edilen kent parçalarıyla varolan kentsel doku arasındaki boşluklar ise uzun süre boş kalamamakta, orta boy girişimciler eski yapsatçı yaklaşımıyla bu boşlukları yapılandırarak konut arz etmektedirler.
Kent plancılarının gündeminde üst ve orta sınıfların konut sunumlarını incelemek varken gecekondular, ve düşük gelirli gruplar artık büyük ölçüde yer almamaktadır. Dünyada yaşanan dönüşümde esnek üretime geçince mavi yakalılar azaldı beyaz yakalılar çoğaldı demek, yaşamını emeğiyle kazanan düşük gelirli emekçiler yok oldu demek değildir. Fordist üretim yerine esnek üretim gelmektedir. Ama kentte hizmetler alanı gelişmekte, bu alanda düşük ücretle çalışan, güvencesiz çok sayıda emekçi bulunmaktadır. Enformel kesimde de çalışan çok kişi bulunmaktadır. İstanbul hala göç almaktadır. Bu göçün belli bir kısmı artık yurt dışından gelmektedir. Onlar nerede yaşıyor? Bu soruyu sormuyoruz, onların konut sorunlarının muhasebesini yapmıyoruz. Onlar gecekondularda ya da kentin geçiş bölgelerindeki eski konut stokunda yaşamaktadırlar. Gazetelere sık sık Tarlabaşı’nda ya da benzeri yerlerde bir evde 5-10 kişinin yaşadığı bekar odalarından söz edilmektedir. Bu alanlarda yaşayanların plancıların yönetiminin gündemine girmemesinin en önemli nedeni dönüşüm projeleri kavramının ortaya atılmasıdır. Bu kavramı ortaya atanlar, kamu oyuna dönerek, onları merak etmeyin dönüşüm yaşanacak bir sorun kalmayacak diyorlar. Oysa dönüşüm projelerinin uygulamada çözdüklerinden çok sorun yarattığını gördük. Gecekodularda yaşayanlar bunun bir şey çözmediğini öğrenmiş bulunuyor. Bu iyimser beklentiyi onlara satmak olanağı kalmadı. Ama kentin diğer kesiminde yaşayanlara hala satılabiliyor.
Kent mega projelerle toplu olarak soylulaştırılarak kent yoksulları şehirde tutunamaz hale gelmiş kent mekanı orta ve üst-orta gelir gruplarına tahsis edilmiştir. Kentin yeni varsılları ve yoksulları arasında mesafe artmıştır.38
Gecekondunun yerine geçen varoş artık sadece coğrafi olarak değil, kültürel, ekonomik ve siyasi olarak da şehrin marjinlerine ve hatta dışına işaret eden bir kavram. Yumuşak ve bütünleştirmeci bir kentleşmeden gergin ve dışlayıcı kentleşmeye geçilmiştir.39 Yeni alanlara yayılan kentsel bölge içinde eski gecekondu alanları erişebilirliği yüksek alanlar halinde kalmışlardır. Kentin aşırı güçlendirilmiş aktörleri de bunlara büyük arsa arzı sağlayacak, dönüştürülmesi gereken bir olanak olarak bakmaktadırlar. Bu da bu alanlarda hukuk devleti kurallarına uymadan dönüşüm projeleri uygulamalarına girilmesine neden olmuştur. Siyasetin gecekonduya artık başka bir gözle bakması ve bunu uygulamaya yansıtması gecekonduları varoşlara doğru evriltmiştir.
Gecekondu alanlarının evrilmesi konusunda Ankara’da Murat Karayalçın döneminde uygulanan ilk dönüşüm projesi olan Dikmen Projesinde katılımcı süreçler kullanıldığı ve dönüşüm gecekonduluların rızasıyla gerçekleştirildiği için bir sorun yaşanmamıştır. Ama İstanbul’da TOKİ’nin tek başına ya da ilgili belediyelerle yaptığı uygulamalar da gecekondulular ile ya çatışmalar yaşanmış ya da gecekondulullar kendi mahalleri dışında yerleştirildikleri uzaklardaki TOKİ apartmanlarını terk ederek kente kiracı olarak ve çoğu kez işini kaybetmiş olarak geri dönmüşlerdir. Bunlardan kamu alanına intikal edenleri arasında Maltepe-Başıbüyük’teki, Sarıyer-Derbent Mahallesindeki, Gebze Aydınlı’daki, Beyoğlu-Tarlabaşı’ndaki, Küçükçekmece Bezirganbaşı’ndaki, Güngören Tozkoparan’daki ve Sulukuleden Taşoluk Toplu Konutlarına taşınanları sayabiliriz.40
İstanbul’da Dönüşümler yalnız iş alanlarında konut alanlarında da ortaya çıkmaktadır. Bu bölüme kadar yaptığımız çözümlemlerde değişik vesilelerle İstanbul’un konut alanlarında yaşadığı dönüşüm üzerinde durmuştuk. Ayrıntılara girmeden konut alanında yaşanan dönüşümlerin genel bir tablosunu ele alalım. Çok değişik konut sunum biçimleri birarada çalışmakta İstanbuldaki konut sunumlarını çeşitlendirmektedir.
Dönüşümün Genel Özellikleri
İstanbul ,beş yıldızlı otelleri,iş ve alışveriş merkezleri, özel müze, sergi ve gösteri mekanları, soylulaştırılmış eğlence ve konut mekanları, şehir içinde ve dışındaki güvenlikli siteleriyle bu yeni dönüşümün vitrini oldu.41 İstanbul oldukça karmaşık mekanizmalarla azman sanayi kentinden kentsel bölgeye dönüşürken kentin esneyebilirliği artıyor, kentin kendi kendini örgütleyebilme niteliği hergeçen kendisini gün daha çok hissettiriyor.
Sanayi dağılımında, MİA’nın yeniden yapılanmasında ve konut sunum süreçlerinde yaşanan gelişmelerin kentin formu üstüne olan etkilerinin ne olduğu konusunda Murat Güvenç’in bulguları bize ilginç bilgiler vermektedir. 42 Yaşanan dönüşümün sonuçlarından biri İstanbul nüfusunun Avrupa ve Anadolu yakası arasındaki dağılımının değişmekte olmasıdır. 1973’de Boğaz köprüsünün inşasından önce Anadolu yakasında yaşayanların oranı yüzde 20 düzeylerinde iken günümüzde yüzde 50 düzeyine gelmiştir.
İstanbul’da yaşanan dönüşümde azman sanayi olma niteğinin kolayca yitirmediği anlaşılmaktadır. Murat Güvenç 1990’larda Merkezden 70 Km mesafedeki dairenin içinde yaşayan nüfus 7 milyon kişi iken, 1911’de 14 milyona yükseldiğini saptamıştır. İlk 5,4 km’deki nüfus 2000 yılında azalmış 2011 yılında önemli ölçüde artarak 1990’daki nüfusun önemli ölçüde üstüne çıkmıştır. Bundan sonraki, 10 km, 20 km ve 30 km. lik dairelerde 1990-2011 arasında nüfus sürekli artış göstermiştir.
Kentsel dönüşümü kolaylaştırmak için çıkartılan yasalar önümüzdeki yıllarda merkez çevresindeki yığılmayı daha da artıracaktır. Nitekim bir gayri menkul brokerının bildirdiğine göre İstanbul çevresinde konut yapmak için arsa toplayan müteahhitler topladıkları arsaları elden çıkarmaya başlamışlardır. Müteahhitler kentsel dönüşümün fırsatlarını yaşama geçirmek için bir an nakite geçmek istemektedir. Bu arsa sunumu arazi fiyatlarının yükselmesini engellemiş ve bunun sonucu, Azerbeycanlılar, Kuzey Iraklılar ve Araplar arsa alımına başlamışlardır.43
İstanbul’da kentin yaşadığı dönüşümü sadece konut ve iş yeri binalarının sunumlarıyla ile anlayamayız. Kent formunun betimlenmesi sadece binaların mekandaki mekansal dağılımının anlatılmasıyla tanımlanmış olmaz, bu form içinde alandaki sosyal farklılaşmanın nasıl oluştuğunu da anlatmak gerekiyor. Gerçekte bu sosyal farklılaşmanın taşıdığı eğilimler hem konut sunumun nerede olacağını, hem de belli yerlerde sunum yapan girişimcilerin başarılı olma derecesini belirliyor.
İstanbul’da insanların kentte ayakta kalabilme mücadelesinde, konutlarını (büyüklük ve yer olarak) ve onunla çok yakın ilişki içinde yaşam kalıplarını seçmeleri önemli bir rol oynamaktadır. Kentte yaşayanlar karşılaştığı fırsatlardan yararlanabilmek ya da karşılaştığı sorunların bir bölümünden kaçınabilmek için kent içinde yaşadığı yeri değiştirme konusunda bilinçli bir strateji izlediği düşünülebilir. Biz bu stratejiyi tasarlayabilirsek İstanbul’un yeniden yapılanmasının en önemli dinamiklerinden birinin nasıl çalıştığını da anlama yolunda büyük bir adım atmış oluruz.
İstanbul’da kent içi yer değiştirmelerin önemi ve hacmi konusunda hassas bilgilere sahip değiliz. Ama bunun küçük olmayabileceği konusunda dolaylı bilgilere sahibiz. İstanbul ulaşım çalışmasında yaya yolculukların oranı yüzde 44 gibi yüksek bir sayı bulunmuştur. Bu İstanbul’da yaşayanların ev ve iş yerlerini seçerken uyum yaptıklarının bir göstergesi olarak alınabilir. Öte yandan Murat Güvenç’in İstanbul’un ilçeleri arasındaki göçle ilgili olarak yaptığı henüz yayınlanmamış bir araştırmada yüksek değerlere ulaşılmıştır. Ayrıca Avrupa ve Anadolu yakalarındaki yer değiştirmelerin büyük ölçüde yakalar içinde kaldığı ortaya çıkmıştır.
İstanbul’da insanların yaşam yerlerini (konutlarını) seçerken kent içi yolculukların süresini azaltacak bir eğilim içinde olmaları beklenen bir şeydir. İstanbul’un Boğazla ve Haliçle bölünmüş topografyası bu alanda yaşayanlara önemli bir görsel zenginlik kazandırırken, İstanbul’daki toplu ulaşım sisteminin gelişmişlik derecesi İstanbullunun gündelik ev-iş yolculuklarında büyük zamanlar harcamasına yol açmaktadır. Trafikte harcanan bu zaman insanın yaşamından kayıptır. Bu bazı hallerde yüzde 10 düzeyine çıkabilmektedir. Eğer insanların İstanbul’da iş bulmasındaki zorluklar da düşünülürse, kent içi yolculuklardaki zaman kaybını düşürmesinin kendi denetimindeki çözümü iş yerine yakın bir eve taşınmaktır.
Oysa toplunda bu çözümü zorlaştıran değişik ataletlerin bulunduğu söylenebilir. Bunlardan biri Türkiye’de konut sektöründe devlet politikasının mülk konut inşasına dönük olmasıdır. Bu durumda konutunu terk edemeyen İstanbullu işine uzak mesafelerden gitmek zorunda kalmasıdır. Benzer sorun çocukların okul yolculuklarında ortaya çıkmaktadır. İlk ve orta eğitimde öğrenciler okullar arası önemli kalite farklılıkları bulunması dolayısıyla, yakın çevresindeki okullara gitmemekte uzun mesafeler seyahat etmek durumunda kalmaktadırlar. Bu sıkıntıların İstanbul’da bazı girişimcilerin konut sahipleri arasında konut takasını kolaylaştıran mekanizmalar geliştirdikleri görülmektedir.
Bir başka sorun ödeyebilirlik seviyesinin düşüklüğü dolayısıyla ortaya çıkmaktadır.1950’lili yıllardan sonra kentin gelişen dokusu içinde gecekondular büyük yer tutuyordu. Gecekondularda yaşayanların yarıya yakını kiracıydı. Gecekondular, kentin hemen, hemen tüm mekanına yayılmış olduğundan gecekondu kiracıları kendi ödeme kapasiteleri içinde işyerlerine yakın gecekondu bulabiliyordu. Kentsel dönüşüm bu ucuz kiralık konut arzını azaltacak, gecekondu sakinlerinin daha uzak mesafelerden yolculuk yapmasına neden olacaktır.
İstanbul’da yaşayan kimselerin konut yerini seçme stratejisi sadece kira düzeyleri ve ulaşım giderleri ve zamanı tarafından belirlenmemekte aynı zamanda da dini inanç ve etnik farklılıklarının ortaya çıkardığı yaşam kültürü farklılıklarından etkilenmektedir. İstanbul gibi bir dünya kentinin kozmopoliten yapısı içinde bu farklılıklar olacaktır, ama günümüz Türkiye’sinde Alevi inaç grupları ve Kürt etnik gruplarının farklılıkları bu bakımdan çok etkili olmaktadır. Kürt, Alevi kadınlarla yapılan bir odak grup çalışmasında44 ilginç bir sonuç ortaya çıkmıştır. Bu gruplardan gelen kadınlar kentte adeta iki kimlikle yaşamaktadırlar. Konut alanlarında aynı kültürel gruptan gelenlerle birlikte yaşadıklarında rahat etmektedirler. Oysa kentin Taksim gibi kozmopoliten kesimlerinde, anonim ilişkiler içinde yaşamayı özgürleştirici bulmaktadırlar. O halde Türk yurttaşı olma kimliğini ön plana çıkartmaktadırlar. İlginç olan onların kenti çok kimlikli olarak yaşamasının kendilerini rahat ettirmektedir. Kentin yaşam kalitesinin yüksekliği iki kimlikle yaşanacak mahallelere ayrılmasıdır.
İstanbul’da yaşanan dönüşümün güçlü kamu ve özel kesim ajanları eliyle gerçekleşirken, toplumun güçsüz kesimlerinin ve gecekonduların geçmişteki dönemlere göre bile önemli ölçüde dışlandığını gördük. Yaşanan dönüşümün sonuçlarını değerlendirirken unutulmamalı ki, kentsel aktörler dönüşümün pasif alıcıları değil, aktif yapıcılarıdır. Böyle olunca da kentsel dönüşümün başarısı ya da başarısızlığı, belli ölçüde, kentsel, kurumsal, ekonomik, siyasi ve sivil aktörlerin iradesi, çabası ve vizyonu çerçevesinde şekillenmektedir. Geliştirilen bu analiz bize tam olarak bir kentsel bölgeye dönüşümün (transformation) yaşandığı konusunda çok sağlam kanıtlar ortaya koyamamaktadır. O zaman da Uğur Tanyelinin yaşananın bir transformasyon mu yoksa malformasyon mu olduğu konusundaki sorusu önem kazanmaktadır.45
Dostları ilə paylaş: |