Edebiyatimizda balkan acilari hayriye Memoğlu-Süleymanoğlu Ankara-2009



Yüklə 0,78 Mb.
səhifə32/41
tarix05.01.2022
ölçüsü0,78 Mb.
#70580
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   41
İşyerim-Gaziantep.

Kızlar okulda,

Büyük oğlum kâtip.

Kimlik aldık yakında.

Hepsi, hepsi yolunda.

Bir tek zorumuz var

Anamızı koşalayan.

Adı: "Ülkeye hasretlik!"

Kanserden beter.

Aretlik, bu kadar yeter.119
Bağından bahçesinden koparılarak Türkiye’ye yeni gelmiş göçmenler, çürümüş ayva ağıcının bile hasretini çekmektedirler. İstanbul’da çalışan bir Bulgar’a Razgrat bölgesinden 1989’da gelmiş göçmen Kadir, Deliorman’a vardığında onun köyüne de uğramasını, ayva ağacının meyve verip vermediğini görmesini rica eder. Bulgar, Kadir’in evine uğrar ve bahçesindeki ayva ağacının dallarının bol meyveden yerlere kadar eğilmiş olduğunu görür. İstanbul’a döndüğünde Kadir’i arar, onu sevindirecek ümidiyle ayva ağıcındaki meyve bolluğunu anlatır. Kadir ise: "Arka tarafta çürümüş bir dal vardı, o dal düşmüş mü?" diye sorar ve ağlamaya başlar...120

1989’un yaz aylarında Avrupa ülkelerine de gidenler oldu. Bunlardan birtakım aileler İsveç’te bir otele yerleştirilirler. Bu köylülerin de aklı hep hayvanlarında, bahçelerindedir. Şu ilginç olay anlatılmaktadır: Deliorman’dan gelmiş aileler, odalarındaki telefonlarla devamlı Bulgaristan’ı arayıp yakınlarından, komşularından rica ettikleri sadece şudur: "Pililerimizi (civcivlerimizi) sakın kedilere kaptırmayın", "Kuzularımızı aç tutmayın", "Çiçeklerimizi sık sık sulayın" vb. Bir müddet sonra telefon faturası gelince otel sahibi şoke olur. Bundan böyle Bulgaristanlı "konukların" telefonlarını kesmek zorunda kalır, sadece dışardan aranmaları için hatları açık bırakır. Zaten çok geçmeden İsveç hükümeti ülkede bulunan binlerce Türk’ü Bulgaristan’a geri gönderdi.

Göçmenliğin sıkıntılarını, ayrılıkları, hasretliği en ağır yaşayanlar, yaşlılar olmuştur. Filibe'ye bağlı Kriçim'den İstanbul'a göç etmiş Meliha Atalay şöyle anlatıyor:

"Anacığım ağlayarak gurbet türküleri söylüyordu. Ninem, dedem, yakınlarımızdan birçoğu Bulgaristan'da kalmışlardı, onlara yanıyordu ve gurbet türküleriyle derdini döküyordu:


Gurbet elde ölenlerin

Çenesini kim bağlar

Ne anam var, ne babam var

baş ucumda kim ağlar.

Bazen biz de anama eşlik ederek hep bir ağızdan devam ediyorduk:


Yeşil kurbağlar öter göllerde

Kolum kanadım kırıldı

Kaldım çöllerde

Vatanımdan ayrıldım

Kaldım gurbet ellerde
Ben ağlamayım eller mi ağlasın

Bu gurbeti icad eden cennet görmesin

Şu türküleri de söylediğimiz günler oluyordu:


Şu dağlar olmasaydı

Yaprağı solmasaydı

Ölüm Allah'ın emri

Ayrılık olmasaydı
Yol verin gideyim

Dumanlı dağlar

Dağların ardında

Nazlı yâr ağlar
Şu dağlar ulu dağlar

Yaprağı sulu dağlar

Yolda bir garip ölmüş

Kimi var kimi ağlar

Gerçekten de kimilerinin nazlı yârleri kalmıştı memlekette. Ah dağlar, dumanlı dağlar, viran dağlar, diye diye geçti ömrümüz. Zalim düşman attı bizi dağlar ardına:


Atma zalim, atma

Beni dağlar ardına

Hiç kimsem yok yansın

Annem yansın derdime

Babam da "Gurbet, adı bet" sözünü sık sık tekrarlıyor ve bahçede iş yaparken sessizce şu türküyü söylüyordu :



Dağlar dağlar viran dağlar,

Yüzüm güler kalbim ağlar,

Yüreyimden kanlar damlar
Ah, sen ağlama ben ağlayayım,

Ah, yüreyime dert bağlayayım.
Kılıcımı urdum taşa,

Taş yarıldı baştan başa,


Yüklə 0,78 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   41




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin