1- GENEL DEĞERLENDİRME
Dünya, küreselleşme veya Yeni Dünya Düzeni (YDD) adı verilen süreçle birlikte, emperyalizmin yeni bir biçimiyle karşı karşıya kalmıştır. Emperyalizmin bu yeni biçimi tek merkezli iktidarını küresel sömürgecilik yöntemleriyle yürütmektedir. Küresel sömürgecilik yöntemleriyle yürütülen bu iktidar, dünyanın herhangi bir coğrafyasında hegemonyasını fiili işgalle sürdürürken, başka bir yerde kendi kontrol ettiği hatta kendi yetiştirdiği kadroları ülke yönetimlerine taşıyarak sürdürmektedir.
Ülkemizde de izlenen yöntem bilindiği üzere; özelleştirme, taşeronlaştırma, işsizleştirme, sendikasızlaştırma, kamu hizmetlerinin tasfiyesi kısaca tüm alanların piyasa koşularına terk edilmesi, sözleşmeli istihdam vb. biçiminde pratikleşen tümüyle ekonominin serbestleştirilmesidir.
Sosyal devlet yerine ''düzenleyici devlet'' ilkesinden yana tavır alınmaktadır. Sosyal devletin, toplumsal eşitsizlikleri ortadan kaldırmak amaçlı olduğu unutulmaktadır.
Kamu hizmetinde yeni eğilimlere bakıldığında; ilk olarak, kamu hizmeti alanında bir “daralma” gözlenmektedir. İkinci eğilim; daralmanın dışında kalan kamu hizmetleri alanında ise “parçalanma”ların yaşanmasıdır. Kamu girişimciliğini günün koşullarına göre yapılandırılıp, devletin ekonomideki payını arttırmakla ancak gelir dağılımına müdahale etmek mümkün olacaktır.
Kamu yönetimi, kamu yararı için vardır. Unutulmamalıdır ki kamu yönetiminde asıl amaç “kamuya yararlı” olmaktır.
Düzenleyici devleti yaratmanın ilk şartı, sosyal devletin mal ve hizmet üreten, dağıtan, yöneten tüm kurum ve mekanizmalarını (KİT'ler, bakanlıkların bağlı - ilgili kuruluşları - okullar, hastaneler) tasfiye etmek; devletin bu tür kurumlaşmaya gitmesini yasaklamaktır.
Sosyal devlette halkın ihtiyaçları ve toplumsal fırsat eşitliği ön planda iken, düzenleyici devlette öncelik küresel sistemle kaynaşması teşvik edilen şirket ihtiyaçlarına verilmektedir.
İzlenen “dışa dönük” ve “borçlanmaya yönelik” politikalar, Türkiye’yi bir çöküntüye sürüklemiştir. Bu tespitten hareketle, Dünya Bankası ile IMF’nin ülke ekonomisini açmaza sürükleyen programlar belirlemesi, siyasal ve kamusal alanda daralmalara yol açmaktadır.
Cumhuriyet kurulduktan bu yana büyük emek ve özveri ile oluşturduğu temel alt yapısı, tüm stratejik kurumları, sanayileşmenin temel unsurunu oluşturan büyük işletmeleri, "özelleştirme" politikaları adı altında tasfiye edilmektedir.
Özelleştirme mantığı ile diğer sektörlerde olduğu gibi, enerji sektöründe de uzun yıllar ihmal edilmiş olup ciddi yolsuzluklar ile karşı karşıya bırakılmıştır. Sektörde kamunun adım adım tahrip edilerek çalışamaz hale getirilişinin bedelini bu ülkenin insanı ödedi ve ödemeye devam ediyor.
İçinde yaşadığımız süreçte dünyada ve ülkemizde demokratik ve sendikal haklar üzerinde yoğunlaşan baskılar ve YDD uygulamaları sonucu emekçiler açısından ciddi hak kayıpları yaşanmaktadır. Kuşkusuz “sendikal hareketin krizi” diye nitelendirilen bu sürecin yaşanmasında YDD’nin neo-liberal politikalarının etkisi yanında, sendikal hareketin kendi içinden kaynaklı nedenlerinde etkisi olduğu su götürmez bir gerçektir.
Buradan hareketle ülkemizde kamu emekçileri mücadelesi bir an önce yapılan hatalardan ders çıkararak, toparlanıp, kamu emekçilerinin talepleri doğrultusunda onların sesi olmayı becermelidir.
ESM SÜRECİNE BAKIŞIMIZ
Örgütlü olduğumuz kurumlarda TEDAŞ, ÇAYKUR,TEKEL ve SEKA ile DSİ teşkilatı hakkındaki hükümetin tasarruf arayışı , halka, üreticiye ve de tüketiciye götürülen hizmetin azaltılmasına, hizmetin daha pahalı olarak teminine neden olacaktır.
Enerji sektörüne yönelik özelleştirme arayışının arkasında kimlerin olduğunu, ÇAYKUR kurumunun tasfiyesinin kimlere yarayacağını hepimiz bilmekteyiz.
Ülkemizin en büyük yatırımlarını sürdüren DSİ teşkilatının tasfiyesi sürecinin kimlerin ekmeğine yağ süreceğini çok çok iyi bilmekteyiz.
TEKEL kurumunun özelleştirilmesi ve sektörde kimlerin arayış içerisinde olduğunu,bu politikaların kimler tarafından yönlendirildiğini çok iyi bilmekteyiz.
Devlete en büyük katma değeri yaratan bu kurumu birilerine peşkeş çekmeye çalışmak,tütün üretimini sınırlayarak üreticinin mağdur edilmesi ile birlikte ithalatı kolaylaştırmak bu toplumu,halkı dikkate almamaktır.
Devletin sanayi yatırımları üzerindeki gücünü ve sürükleyici rolünü azaltma, toplumda istihdam anlamında ileriki süreçte önemli sıkıntılar da yaratacaktır.
Devletin müdahaleci olmadığı bir ekonomi modelinin bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde yaratacağı sosyal çalkantıların ne kadar arkasında olabileceklerdir.
60. Hükümetten biz çalışanlar olarak talebimiz, kurumlarımız üzerindeki siyasi tasarruflarını kaldırmaları ve siyasetten bağımsız özerk yönetimlerin sağlanması yönünde kararlar almalarıdır. Biz bu noktada ekmeğimize sahip çıkma kararlığındayız.
Sadece düşük ücretlerle değil haksız tayin ve terfilerle,sürgün ve cezalarla, işyerlerindeki baskılarla,olumsuz çalışma koşulları ile mücadele edilmektedir.
Çalışma hayatında bunlar olurken toplumun diğer kesimlerinin sorunlarına karşı da duyarlı olmak, sessiz çoğunluğun sesi olmak politikamız bugüne kadar olduğu gibi yeni süreçte de devam edecektir.
Ancak, örgütsel mücadelenin geniş üye kitleleri tarafından yeterince benimsenmemesi, çalışmaların işyerlerine yeterince aktarılamaması, kazanımların örgüt olarak sahiplenilememesi, keyfi uygulamalara boyun eğilmesi, üyelerin bireysel beklentileri ve havalecilik gibi zaafların aşılamaması nedeniyle bu sorunların çözümünde yeterince başarılı olunamamıştır.
Anayasa ile bağıtlanan devletin temel amaç ve görevi; Ülkenin bağımsızlığını, bütünlüğünü, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, bireyin ve toplumun huzuru ve mutluluğunu sağlamak,kişinin temel hak ve hürriyetlerini geliştirmek, sosyal hukuk devleti ilkelerine uygun şartları hazırlamaktır.
Anayasanın 60 ve 61. maddelerinde de devlet, herkesin, Sosyal güvenliğini sağlayacak tedbirleri alır.Dul,yetim,kimsesiz ve yaşlıları korur, demektedir.
İMF ve Sermaye çevreleri doğrultusunda görev yapan hükümetler,devletin temel görevini unutuyor, Sosyal Güvenlik Reformu maskesiyle gündeme getirdiği emeklilik yaşının yükseltilmesi konusunu toplumu yanıltıcı bilgilerle ,hakim düşünce olarak ortaya koyuyor.
4.5 Milyon insanın kayıtlı işsiz olduğu, kayıtsız işsiz sayısının 10 milyon ulaştığı,25 milyona yakın insanın sefalet içerisinde olduğu ,10 milyon insanın açlık sınırında olduğu,kayıt dışı ekonominin %50 seviyelere ulaştığı,sendikalı çalışan sayısının % 10 seviyelerinde kaldığı, sağlık ve sosyal güvenlik harcamalarının dünya standartlarından 5 kat küçük olduğu, iç ve dış borcun ödenemeyecek boyutlara ulaştığı ve bunun karşısında teslimiyetçi politikaların uygulandığı bir ülkede elbette Sosyal Güvenlik’ten bahsedilemez.
Kamu çalışanlarının ve ülkenin geleceğine tesir edecek politikaların biri de özelleştirme çalışmalarıdır.
Özelleştirmeye yönelik politikaların işler kılınması için ne söylemişlerdi? Halka durumu ifade ederken nasıl yaklaşmışlardı bir hatırlayalım.
Demişlerdi ki, mülkiyet tabana yayılacak, yatırımlar artacak, kalite artacak, fiyatlar düşecek, enflasyon azalacak, işsizlik azalacak, tekelleşme kırılacak, sağlam bir ulusal bütçe oluşturulacak, devlet küçülecek ve dolayısıyla da demokrasi gelişecek.
Evet ,27 yıllık bir süreçte ifade edilenler bunlar, özelleştirmenin kazanımı olarak söylenenler bunlar.
Ama yaşananlar.
Öncelikle özelleştirmenin tabana yayılması, halkın %95’inin geçim sıkıntısı içerisinde olduğu bir ülkede çalışanların bu kurumları satın alması mümkün mü?
Devletin % 60 nüfusun tarımdan geçimini sağladığı bir ülkede müdahaleci tavrından vazgeçmesi hayvancılığı da bitirmiştir.
BEKLENTİLERİMİZ
Sendikal Birliğin böylesi bir süreçte ve KESK bütünlüğü içinde, bu sıkıntılı dönemden çıkış için ortaya koyduğu perspektif ve yönelimler tarihi öneme sahiptir. Umarız ki Sendikal Birliğin belirlemeleri olarak ortaya çıkan bu yol haritası başka anlayışlar içinde anlaşılır ve dikkate alınır.
Küresel emperyalizmin küresel olarak sömürüsünü devam ettirmek, bu bağlamda tüm dünyayı istediği gibi dizayn etmek için çeşitli yöntemlerle sürdürdüğü işgal yöntemine karşı “Tam Bağımsız Demokratik Türkiye “ talebi tüm emekçilerin talebi olmalıdır.
Sendikal Birlik, işkolumuzda ve ülkemizde emperyalizmin ve ona bağlı AKP iktidarının uyguladığı özelleştirme, piyasalaştırarak kamunun tümüyle tasfiyesi olan sosyal devletin ortadan kaldırılmasına yönelik uygulamalara karşı çok daha etkili bir mücadeleden yanadır.
Sendikal Birlik, gerçekten tabanın söz ve karar sahibi olduğu bir sendikal işleyişten yanadır. Bunun için iç işleyişimizde tabanın kararlara katılımını sağlayacak mekanizmaların bir an önce oluşturulmasını istemektedir.
Sendikal Birlik, sendika seçimlerimizde uygulanan delege sistemine karşıdır. Delege sisteminin yerine tüm üyelerin katıldığı doğrudan seçim sistemini savunmaktadır.
Sendikal Birlik anlayışında, eylem amaç değil hak alma aracıdır. Bunun için eylem yapmış olmak içinin eylem değil hak almak için eylem yapılmasından yanadır.
Sendikal Birlik olarak bizim için örgütsel bağımsızlık vazgeçilmezdir. Hareketimiz, hiçbir politik parti ya da yapının yan örgütü değildir, olmayacaktır, organik ilişkiye girmeyecektir.
Sendikal Birlik gerçekten sendikal beklenti içinde olan tabanın sesidir.
Toplu sözleşmeli, grevli sendikal yaşamın yerleştirilmesini ve geliştirilmesini, işyerinden başlayarak tüm alanlarda, demokratik işleyişin sağlanmasını ve korunmasını sağlamaktır.
Kamu çalışanlarının siyasi partilere üye olmasından, sendikalara siyaset yasağı getiren hükümlerin kaldırılmasından yanadır.
Sendikal Birlik, politik bazlı gruplaşmalara, bu grupların sendikayı ele geçirerek, yalnızca kendi siyasal amaçlarına yönelik çalışma yapmalarına karşı olduğu gibi, politikayı aşağılayan görüşlere de karşıdır.
Sendikal Birlik, politik görüşü ne olursa, sendikal anlayışı benzeşen ve örgütsel bağımsızlığı öne alan, sendika disiplini yerine başka bir disiplin koymayan, ekonomik-demokratik haklar temelinde, tek tek üyelerin gönüllü olarak bir araya gelmesiyle oluşmuş, “çok sesli” olma özelliği gösteren bir harekettir.
Hareketimizin amacı, çalışanların ortak sorunlarını esas alarak, ülke sorunlarına duyarsız kalmayan bir anlayışla, işkollarında sendikasız çalışan bırakmamak, KESK’in doğru ve etkin bir mücadele örgütü olmasını sağlamaktır.
Yaşasın Grevli-Toplu Sözleşmeli Sendikal Mücadelemiz
Yaşasın ESM,
Yaşasın KESK,
Yaşasın Laik Demokratik Hukuk Devleti.
SENDİKAL BİRLİK GURUBU KESK- ESM YÜRÜTMESİ
EKLER
EKLER
Kamu Reformu”
Eğitime ve Eğitim Emekçilerine
Ne Getiriyor?
(Eğitim Sen Örgütlenme Sekreteri Ali Berberoğlu)
(6 Kasım 2003 Cumhuriyet gazetesi)
Konu kamuoyuna “reform” diye sunulmaya çalışılsa da, esas olarak eğitimi özelleştirip “piyasa”ya açma çalışmasıdır. Üstelik bu çabalar ülkemizin dünya kapitalizmine uyum sağlama süreciyle yakın ilişkili olup son 20-25 yıldır dünyada uygulanan neo-liberal politikaların ülkemize dayattığı sonuçlardır.
Öncelikle 80 yıldır Cumhuriyetin üzerinde geliştiği kamu iktisadi teşekkülleri (KİT) “aşırı istihdam” “siyasetin arpalığı” vb. tartışmalarla hem çalıştırılmamış, verimi düşürülmüş sonra da “devletin kamburu” olarak nitelendirilip karşılığında özelleştirme çözüm olarak sunulmuştur.
Eğitim alanına gelince zamanında, ülkenin başbakanı “icraatın(!) içinde” kalemini gözümüze sokarcasına bir öğrencinin devlete maliyetinin ince ince hesaplarını yapıp, bu miktarın çok küçük bir kısmının öğrenci tarafından ödenmesinin gayet makul yaklaşımlar olduğunu tv.ekranlarından anlatması anımsanmalıdır.
Biliyoruz ki bugün o makul harçlar ödenemez miktarlara yükselmiştir.
Diğer yandan, “efendim devletin okulları var, halkın çocukları buralarda okuyor zaten, eh parası olanda özel okula gitsin canım ne var bunda” vb. biçimindeki kandırmaca savlarla halkın kafasının karışması sağlanmış dolayısıyla özelleştirme politikalarının ideolojik alt yapısı oluşturulmuş, adım adım da özelleştirme uygulamaları yaşama geçirilmiştir.
Bir yandan kamu alanı işlemez hale getirilirken, diğer yandan pompalanan bu neo-liberal ideolojinin halkın üzerindeki etkisini küçümsemek mümkün değildir. Uzunca bir süredir uluslar arası sermayenin kendi kuruluşları aracılığıyla uygulamaya çalıştığı kamu hizmetlerinin tasfiyesi, ülkemizi yönetenlerin doğal siyasal tercihleri olarak gelinen nokta olan;
Dostları ilə paylaş: |