Doğu Akdeniz Kıyısı Örneği
Türkiye’de kıyı alanların yönelik kullanım talepleri son 25 yılda artmıştır. Hızlı yapılaşmanın, bu dönemde Akdeniz kıyılarında meydana gelen alan kullanım taleplerinin ön sıralarında yer alması yanında, Doğu Akdeniz’de kıyı sulak alanları ve kumullarının oluşturduğu ekosistem kompleksi, giderek genişleyen tarımsal alan kullanımının baskısı altındadır. 1952 yılında 0.7 hektar büyüklüğünde alan kaplayan tarımsal kumullar, 1970 yılında 8.0 hektar ve 1996 yılında ise 4628 hektara ulaşmıştır (Kapur et. al, 1999).
İçel İl sınırları içinde yer alan Alata kıyı kumulları, 3, 5 km uzunluğunda bir kıyı şeridini kaplamaktadır. Kıyı kumulunun özgün rölyefi ile bunun üzerinde oluşmuş kumul vejetasyonu (psamophil ) ve eski kum tepelerini stabil halde tutan yaşlı maki vejetasyonunun yüksek tür çeşitliliği, ekosistemin doğallığı konusunda önemli bulgulardır. Kumulun oluşum evrelerini ve bu dinamiğin sürekliliğini yansıtan ön kumul zonu, genç kum setleri ve çok yıllık odunsu bitki örtüsü ile kaplı eski kum tepeleri gibi morfolojik oluşumların alanda halen varlığını sürdürdüğü görülmüştür. Özellikle yaşlı kum tepelerinin güney yamaçlarında yoğunlaşan Olea-Ceratonia çalılıkları, içerdiği pekçok maki elementi ile Akdeniz kıyı kuşağına ( termo-mediterran ) özgü bitki birliklerini temsil etmektedir.
Alata Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü sınırları içinde kalan kıyı alanı, bölgede yapılaşma baskısından korunmuş ve uzun yıllardır kıyı gerisinde sürdürülen tarımsal faaliyetlere rağmen doğala yakın habitat özellikleri taşıyan tek örneği oluşturması nedeniyle, doğa koruma yönünden bölgesel ve ülkesel ölçekte son derece önemli ve değerli bulunmuştur. Kıyı alanının, nesli tehlikeye girmiş deniz kaplumbağası türlerinin yuvalanma alanı oluşu göz önüne alındığında bu habitatın taşıdığı değer ve önem uluslararası düzeye ulaşmaktadır. 2000 yılı yaz döneminde alanda yapılan incelemeler sonucunda, bu kıyı kumulunun Doğu Akdeniz’de bilinen yuvalanma alanlarına göre kaplumbağalar tarafından çok yoğun olarak kullanıldığı bildirilmiştir.
Yukarıda özellikleri açıklanan kıyı kumulunun mevcut yapısının korunması gerek özgün rölyefin, gerekse doğal bitki örtüsünün gelişimine olanak sağlaması yoluyla biyoçeşitlilik yanında tarım potansiyeli açısından da son derece önemlidir. Karaya yakın olan kum tepelerinin, üzerlerindeki bitki örtüsü sayesinde stabilite kazandığı ve bu kumulları stabilize eden bu doğal bitki örtüsünün tahribi sonucunda, dinamik bir yapıya sahip olan kumulların rüzgarın etkisi ile harekete geçerek iç kesimlerdeki verimli tarım alanlarını tehdit etmesi beklenen bir sonuçtur. Hemen gerisindeki kıyı alanında uzun yıllardır sürdürülen tarımsal aktivitelere rağmen barındırdığı biyoçeşitlilik ile birlikte korunan Alata kıyı kumulları, planlı ve kontrollu bir tarım işletmesinin kıyı ekosistemi ile bütüncül yönetimi açısından nadir bir örnektir.
Ancak, sosyal ve ekonomik koşulların bir sonucu olarak ortaya çıkan plansız alan kullanımları, yukarıdaki örneğin aksine korunmaya muhtaç kıyı alanlarını hızla tahrip etmektedir. Bu tip alanlar için en çarpıcı örneği oluşturan ve Çukurova’nın güneybatı ucunda yer alan Seyhan Nehri ve Tuz Gölü Av-Yaban Hayatı Koruma Alanı, lagün, tatlı ve tuzlu bataklılar ve kumulları içermektedir. Türkiye’nin önemli kuş alanlarından birini oluşturan alan, çeşitli sulak alan habitatları ile flora ve fauna yönünden yüksek çeşitliliğe sahiptir. Buna ek olarak, gölü çevreleyen ve Bern Sözleşmesi’nde "Tehlike Altındaki Doğal Habitatlar" olarak sınıflandırılan; Akdeniz Tuzcul Çayırları, Akdeniz Tuz Stepleri, Kıyı Kumulları ve Akdeniz Amfibi Çayırları koruma açısından global ölçekte önemlidir. Bu ekosistem kompleksini tehdit eden en önemli kullanım tarımdır. Özellikle karpuz yetiştiriciliği için geniş kumul alanları son yıllarda giderek artan bir hızla tahrip edilmektedir. Bu amaçla, ön kumul ve ambarlar tarım makineleri ile işlenmekte ve yaşlı kum tepeleri yok edilmektedir. Tarımsal aktivitelerin sürdürüldüğü kıyı kumullarında bitki örtüsünün değişiminin izlenmesi amacıyla bir araştırma yürütülmüştür.
Alanda, daha önceki yıllarda tarım yapıldığı halde günümüzde tarımsal faaliyetlerden vazgeçilmiş, ve tarım yapılmayan (doğala yakın) kumullar üzerinde vejetasyon ve yetişme ortamı analizleri yapılmıştır. Kıyı kumuluna özgü türler ve sekonder nitelikli türler bazında elde edilen sonuçların karşılaştırılmasıyla; tarım yapılan alanlarda yerel kumul türlerinin kaybolduğu veya bu türlerinin populasyonunun azaldığı, bunun paralelinde alana özgü olmayan türlerin kumullarda yayıldığı saptanmıştır (Aytok, 2001).
Florada meydana gelen bu değişime ek olarak, alanada kıyı kumulları ve sulak alanlarda yaşayan ve üreyen kuş populasyonlarının, köy yerleşimlerinde barınan başıboş köpeklerin predasyonu ve tarımsal mekanizasyon araçları nedeniyle hissedilir düzeyde azaldığı bilinmektedir. (Szekely, 1997). Aynı alanda yürütülen diğer bir araştırma, insan aktivitelerinin kumulları tehdit ettiğini ortaya koymuştur. Alanın sahip olduğu doğal potansiyel ile karşılaştırıldığında Tuzla bölgesi için düşünülen imar planlarının, başta bölgede nadir bir habitat tipi olan tatlı su bataklığı ile yaşlı kum tepeleri ve tuzlu bataklık alanlarını ciddi biçimde tehdit ettiği görülmektedir (İzcankurtaran, 2000). Planlanan imar hareketi sonucunda alana yerleşecek 35 000 nüfusun, bölgede en yaygın alan kullanım biçimi olan tarıma yapacağı katkılar düşünüldüğünde kıyı ekosistemi açısından oluşabilecek zararın boyutu tahmin edilebilir.
SONUÇ
Tarım sektörü, çoğunlukla gıda maddeleri ile ilgili üretim gerçekleştirdiğinden politik ve stratejik bir önem taşımakta ve ayrıca çevre güvenliğinin sağlanmasını gerektirmektedir. Zira kıyı alanlarındaki kentsel gelişim, kentte üretilen mal ve hizmetlerin yüksek fiyatı ve kent merkezlerinin çekim özelliği kıyı tarımını ve bununla birlikte sektörde çalışan işgücünü bölgeye çekmektedir. Bu nedenle büyük kıyı kentleri etrafındaki potansiyel tarım alanlarının korunması ve yapılan tarımsal aktivitelerin iyi planlanması gerek gıda maddelerinin temini ve gerekse iş imkanlarının sağlanması açısından büyük önem taşımaktadır. Sanayi tesisleri için hammadde sağlayan tarım sektörünün ekonomik önemi ortadadır.
Kıyı ekosistemleri ve bu sistem içinde yer alan ekonomik sektörler son derece karmaşık olduğundan farklı uzmanlık alanlarına sahip kurum ve kuruluşların uyumlu çalışmaları ile yönetilebilmektedir. Sistemin kompleks oluşu entegre bir yönetim planının bir kurum tarafından yönetimini olanaksız hale getirmektedir. Bu yönetim modeli içinde her alt sektör temel yönetim modeline uyumlu ve onunla entegre bir yönetim modeli oluşturmak durumundadır. Kıyı alanları entegre yönetim modelinde tarımsal planlama; veri toplama-değerlendirme ile tarım yönetimindeki politik koşulların tanımlanması ve iyileştirilmesi şeklinde iki aşamalı olarak yapılandırılabilmektedir.
Biyofiziksel çevre koşullarının belirlenmesi, sosyo-ekonomik koşulların belirlenmesi, idare karakteristiklerinin analizi, sektörel faaliyetlerin özellikleri, tarım-kıyı ekosistemleri-diğer sektörler arasındaki etkileşimlerin saptanması ile sınırlayıcılar ve uygun alternatiflerin saptanması birinci aşamada gerçekleştirilen konulardır. Kıyı alanlarındaki tarımsal planlamada, bölgesel ekonomik ve tarımsal gelişme alanındaki ulusal politlikalarla uyum içinde kaba hedeflerin belirlenmesi birincil aşamadır.
Sözü edilen plan hedefleri diğer plan hedefleri ile mükemmel bir uyum içerisinde olmayabilir ya da sonradan birtakım aksak tarafları görülebilir, bu aşamada plan ayrıntılarının değiştirilmesi koşuldur. Kıyı alanlarının çok hassas ve kırılgan ekosistemler olması acil ve koruyucu önlemlerin alınması aşamasında tarımsal gelişim planlarının olası zararlı etkilerinden kaçınılması gerekmektedir.
Tarımsal planlar öncelikle su ve toprağın etkili kullanım kriterlerini belirlemenin yanı sıra, yeni alanların tarımsal açıdan uygunluğunun saptanması, kıyı alanlarını besleyen su akışı ile kalitesinin ve tarımsal kimyasal kullanımının kontrolü gibi çok yönlü ihtiyaçlara cevap verecek düzeyde yapılandırılmalıdır. Kıyı ekosistemlerindeki tarımsal gelişmenin sürdürülebilir nitelikte olması için önkoşullar aşağıdaki gibi özetlenebilir.
-
Yukarı alanlardaki tarımsal aktivitelerin doğal drenaj paternlerine uygunluğunun sağlanması
-
Tarım yapmaya uygun olmayan alanlarda ve kıyısal sulak alanlardaki baskının azaltılabilmesi için tarıma uygun alanlarda sürdürülebilir entansif tarım yöntemlerinin özendirilmesi
-
Önemli kıyısal sulak alanlarda yalnızca bu alanların ekolojik özellikleriyle uyum sağlayabilecek ürün yetiştirilmesine izin verilmesi
-
Önemli kıyı habitatlarının tarımsal gelişim amaçlı kullanılması ya da iyileştirilmesine engel olunması
-
Ekili alanlardaki erozyon ve yüzey akışı ile taşınımın önlenmesi için toprak ve su koruma önlemlerinin geliştirilmesi
-
Kıyı alanlarındaki tarımsal gübre ve kimyasal kullanımının kayıplar ve taşınımı en aza indirecek şekilde düzenlenmesi
-
Mümkün olan her koşulda organik gübrelerin özendirilmesi, zararlılarla biyolojik mücadele ve kalıcı olmayan kimyasal kullanımının sağlanması olarak sıralanmaktadır (Scialabba, 1998).
Ülkemizde yaşanan hızlı nüfus artışı ve ekonomik altyapıdaki yetersizlikler, toplumu temel olan yaşamsal faaliyetlerini sürdürmek için tüm kaynakları olabildiğince kullanmaya zorlamaktadır. Tarım açısından bakıldığında, bu durum korunması gerekli veya koruma altında olan kıyı alanlarının aleyhine olmaktadır. Büyük çoğunluğu hazine mülkiyetinde bulunan bu kıyı alanları, yerel toplumların yönetimde bulunan siyasi çevreler üzerinde baskı oluşturması sonucu plansız bir şekilde kullanıma açılmaktadır. Son yıllarda tarıma yönelik desteğin azalmasına rağmen, toplumumuzun sosyo-kültürel yapısı ve endüstriyel büyümedeki engeller, tarımsal üretimin vazgeçilmez ve öncelikli ekonomik faaliyet olarak sürdürülmesine neden olmaktadır. Bu noktada doğa koruma açısından beklenen, diğer alan kullanım faaliyetlerinde olduğu gibi, tarımsal aktivitelerin de çevresel etkileri boyutunda denetlenmesi ve yönlendirilmesi olmalıdır.
Tüm doğal ekosistemler için geçerli olmak üzere, kıyı ekosistemlerinde de doğal döngülerin sürdürülmesi ve böylelikle ekosistemi ayakta tutan fiziksel ve biyolojik unsurların korunması açısından en yaygın faaliyet olan tarımın, “ekolojik yaklaşım” boyutuna dönüştürülmesi son derece önemlidir. Gübreleme, hastalık ve zararlılar ile mücadele ve ekim nöbeti gibi temel uygulamalarda geliştirilecek ekosistem ile uyumlu teknikler, sulak alanlar, bataklıklar ve kıyı kumullarının entegrasyonundan oluşan hassas kıyı ekosistemlerinin korunmasında büyük yarar sağlayacaktır. Bu saptamadan hareketle; “kıyı alanlarında tarım, ekolojik tarım yöntemleri ile sürdürülmelidir” ilkesi, tarım ve kıyı ekosistemlerinin yönetiminde temel kural olarak kabul edilmelidir. Ancak Tuzla örneğinde görüldüğü gibi, yüksek biyo-çeşitlilik ile nadir ve hassas habitları içeren korunmaya muhtaç kıyı alanlarında, hangi yöntemler ile olursa olsun öncelikle tarımsal faaliyetin varlığı tartışılmalıdır. Daha önceki bölümlerde de değinildiği gibi, lagünleri kuşatan bir kıyı kumulunda ekolojik yöntemlerle de olsa sürdürülen tarımsal uygulamalar en azından habitat kaybı yoluyla o alanda kuluçkaya yatan kuş türlerinin populasyonlarını azaltacaktır.
Bu nedenle, tarımsal alan kullanımlarının ekolojik yaklaşım ile sürdürülmesinin yanı sıra, her türlü tarım kültürünün doğal çevreye zarar verebilecek bir girişim olarak ele alınması ve denetleme prosedürünün çevre koruma mevzuatı kapsamında yasal çerçeveye oturtulması gereklidir. Böylelikle bu amaca hizmat edecek olan ekolojik tarım yaklaşımı ve içerdiği yöntemler, çevresel etkilerin önlenmesi veya en aza indirilmesi amacıyla yasal platformda uygulanma imkanı bulabilir. Konunun bu şekliyle ele alınması halinde ekolojik tarımın, global ölçekte kabul gören kıyı alanlarına özgü habitatlar ve biyoçeşitliliğin korunması ile bu ekosistemlerin toplumun geleceği açısında sunduğu ayrıcalı tarımsal potansiyelin sürdürülebilmesine hizmet edeceği açıktır.
Dostları ilə paylaş: |