Kıyı terimi; deniz, doğal ve yapay göller ile akarsuların çevresini kuşatan; dalga akıntı ve rüzgar etkisi ile oluşan kumluk, çakıllık, taşlık bataklık ve kayalık kara alanları ile sazlıklar gibi, su bitkilerinin yetişmesine elverişli olan sığ alanları ifade etmektedir. Doğa koruma açısından incelendiğinde deniz ve kara ekosistemleri arasında bir geçiş özelliği gösteren kendi içinde dinamik döngülere sahip kıyı zonu, birçok çevresel bileşeni bir arada bulundurmasından ötürü oldukça önemli, öncelikli ve aynı zamanda hassas olarak nitelendirilmektedir (Alphan, 1998).
Dünya üzerindeki en dinamik peyzaj öğeleri olarak değerlendirilen kumullar ve sulak alan sistemleri, büyük ve karmaşık dinamik döngüleri sebebi ile dış etkilerden çok çabuk zarar görebilen hassas ekosistemlerdir. Dünyadaki kıyıların %40’ında var olan kumulların, kıyıların korunması, yaban hayatına barınak sağlaması, tatlı su temini ve su akışının düzenlenmesinde önemli bir rolü vardır. Karaya yakın olan kum tepelerinin, üzerlerindeki bitki örtüsü sayesinde stabilite kazandığı ve bu kumulların, kıyıdaki genç kumullara oranla daha eski olduğu bilinmektedir (Dinç ve Ark, 1979). Kumul alanları ile bağlantılı sulak alan sistemleri, kıyı sularının üretkenliğinde, biyokimyasal yenilenmede ve jeomorfolojik stabilitenin sağlanmasındaki önemli işlevlerinin yanında kabuklu deniz canlıları, balıklar ve kuşlar için önemli habitatlar içermektedir. Bu alanlar ayrıca, yukarı havzada kullanılan kimyasal gübreler ve organik maddelere birikme yeri ve dalgalara karşı bariyer görevi de görmektedir. Dünya nüfusunun % 50’den fazlasının kıyılar ve kıyıdan 60 km içeriye kadar olan kuşak içerisinde yaşadığı (OECD, 1993), sadece Batı Avrupa’daki tüm bitki türlerinin yarısından fazlasının kıyı zonunda bulunduğu ve bunların büyük çoğunluğunun da endemik olduğu (Council of Europe, 1991), 8333 km uzunluğunda kıyı şeridine sahip olan ülkemizde ise nüfusun yarıdan fazlasının kıyı alanlarında yaşadığı düşünüldüğünde kıyı alanlarının gerek ekolojik, gerek sosyal-kültürel-ekonomik ve gerekse doğa koruma açısından ne derece önemli olduğu anlaşılmaktadır.
Ekolojik Tarım
Üretimde kimyasal girdilerin kullanılmadığı, çevreye ve insan sağlığına saygılı, üretimden tüketime kadar her aşaması kontrollü ve “sertifikalı” bir üretim biçimi olan ekolojik tarımın geçmişi 20. Yüzyıla dayanmaktadır. 1950’lerden sonra hızlı ekonomik büyümenin, özellikle yenilenemeyen doğal kaynakları hızlı tüketmesi, kaynakların geri dönüşülmez bir şekilde tahrip edilmesi ve insan refahının çevre kalitesi ile de yakından ilişkili olduğu ortaya çıkmıştır. Tarımdan kaynaklanan kirliliğin kontrolüne yönelik çevre politikaları ve sürdürülebilir tarımsal kalkınma yaklaşımları, 1980’li ve 1990’lı yıllarda tartışılmıştır ve bu tartışma günümüzde de devam etmektedir (Bülbül ve Tanrıvermiş, 1999).
Ekolojik ürünlerin ticari bir boyut kazanması kontrol ve sertifikasyona ilişkin yasal düzenlemeleri beraberinde getirmiştir. Avrupa Topluluğu içindeki ekolojik tarım faaliyetlerini düzenleyen 2092/91 sayılı yönetmelik 24 Haziran 1991 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Ülkemizde ekolojik tarım faaliyetleri 1986 yılında Avrupa’daki gelişmelerden farklı şekilde, ithalatçı firmaların istekleri doğrultusunda, ihracata yönelik olarak başlamıştır. Önceleri ithalatçı ülkelerin bu konudaki mevzuatına uygun olarak yapılan üretim ve ihracata, 1991 yılından sonra Avrupa Topluluğu’nun yukarıda adı geçen yönetmeliği doğrultusunda devam edilmiştir. Avrupa Topluluğundaki bu gelişmelere uyum sağlamak üzere Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı ile çeşitli kurum ve kuruluşların işbirliği ile hazırlanan “Bitkisel ve Hayvansal Ürünlerin Ekolojik Metotlarla Üretilmesine İlişkin Yönetmelik” uygulamaya konulmuştur.
Organik tarımda amaç, kimyasal gübre ve tarımsal mücadele ilaçlarının mümkün olduğu kadar az kullanılması, bunların yerine aynı görevi yapan organik gübre ve biyolojik savaş yöntemlerinin alınmasıdır. Böylece, çevreye olan zarar en aza indirilip ekolojik denge korunurken, tarım yapılan alanlardan en yüksek ürünü almak mümkündür. En yüksek ürünün alınması ise toprak verimliliğinin en üst düzeyde tutulması ile sağlanabilir. Monokültür tarım yapılan bölgelerde toprak tek yönlü olarak devamlı sömürüldüğünden, verimlilik azalmakta, bu da birim alandan alınan ürün miktarını düşürmektedir (Er ve Uranbey, 1999).
Birim alandan daha fazla verim almak için yoğun bir şekilde kimyasal gübre ve ilaçların kullanılması, verim artışını sağlamakla birlikte, ürün kalite kaybına neden olmasına, toprak yapısını zamanla bozması, ürünlerde kalıntı etkisi bırakması, çevreyi kirletmesi ve toprakta doğal dengeyi bozması gibi sakıncaları da beraberinde getirmektedir (Çelik ve Bahar, 1999). Ürünler uygun bir ekim nöbetine göre yetiştirildikleri zaman verim, monokültür şeklinde yetiştirilmeye oranla %10-15 daha fazla olmaktadır. Ürün kaybını minimize etmek için yabancı otlar, hastalık etmenler ve zararlılar daha iyi kontrol altına alınabilerek uygun bir ekim nöbeti sistemi uygulanabilmektedir (Er ve Uranbey, 1999)
Ekolojik tarım sistemlerinde dışarıdan girdi kullanımının ve besin maddelerinin döngüsünün azaltılması “ekim nöbeti” sistemleri ile kolaylıkla sağlanabilir. Geleneksel tarım yapan üreticiler suni olarak üretilen azotlu gübreleri yoğun olarak kullanırken, ekolojik tarımla uğraşan üreticiler biyolojik azot fiksasyonu ile elde edilen azota güvenmektedir (Karadavut ve Erdoğan, 1999). Tüm bu bilgi birikimine rağmen, Türkiye’de ekolojik yöntemlerle üretilen ve sertifikalandırılarak iç piyasada Türk tüketicisinin tercihine sunulan ürün yok denecek kadar azdır. Bu ürünlerin üretimi, sözleşmeli olarak yapılmakta ve bu özelliğin güvenilir kuruluşlar tarafından sertifikalanması belli bir masrafı gerektirmektedir (Abay ve Ark., 1999).
Kıyı Ekosistemlerinin Bütüncül Yönetimine Ekolojik Tarımın Katkısı
Bütüncül kıyı yönetimi (BKY) içindeki sürdürülebilir tarımsal aktiviteler tarım ve çevresi arasındaki fiziksel mekan dağılımı, küresel ölçekte gıda sağlanması, peyzaj planlama-su ve toprak kullanılması, tarımda enerji kullanımı, besin maddesi girdisi, hastalık zararlı ve yabancı ot kontrolünün ekolojik sonuçları, tarımın biyoljik çeşitlilik üzerindeki etkilerinin analizi ile tarım ekolojisi bilimine hem teorik hem de uygulamalı olarak yapılan katkıların geliştirilmesi konularında gerçekleşmektedir.
BKY kapsamında tarımın ekosistem işleyişi üzerindeki etkilerinin ve biyosfer taşıma kapasitelerinin belirlenmesi, farklı coğrafik, demografik, sosyal, ekonomik, kültürel yapılar içerisinde tarımsal üretim ve çevre koruma uygulamaları arasında bir denge kurulması önem taşımaktadır. Ayrıca mekanizasyon, girdi uygulamaları-yeterliliği ve gıda kalitesi ile ilgili sorunlardan yola çıkarak kırsal alanlarda farklı tarımsal amaçlar için alan kullanım seçenekleri değerlendirilmekte, gübre ve kimyasal kullanımına bağımlı yüksek düzeyde mekanize fosil yakıtlara bağımlı olan tarımsal aktiviteler için değişik alternatifler aranmaktadır. Yapılan araştırmalarda, ekosistem karşılaştırmaları sonrasında yeni gelişmekte olan alanlarda tarımın yarattığı çevresel etkiler, ekosistem dinamiklerinin ve etkileşimlerinin modellenmesiyle ortaya konmaktadır. Agro-ekosistemlerde tarım ve hayvancılık sektörlerinde kullanılan pestisitler ile organik ve inorganik gübrelerin etkileri, dolaylı olarak yaratılan etkilerin ve ekolojik etkileşimlerin karakterizasyonu ve biyolojik dengelerdeki değişimler bu çalışmaların kapsamı içerisinde yer almaktadır.
Tarımın ekolojik anlamda yapılabilmesi, diğer bir ifade ile sürdürülebilir olmasını gerektirmektedir. Sürdürülebilir tarım yöntemleri ise tarımsal aktivitelerin arazi düzeyinde değil peyzaj birimleri düzeyinde olması anlamına gelmektedir. Tarım aktivitelerinin çevresel koşullara bağımlılığı, kaynakların ve peyzajın sürdürülebilirliğini garanti etmektedir (Di Pietro, 2001). Tarım ve çevre arasındaki ilişki sosyo-ekonomik ve kültürel koşullardan büyük oranda etkilenmektedir. Sanayileşmiş ya da çevre koruma bilincini yeterince oluşturmuş olan toplumlarda entansif tarım faaliyetleri sırasında çevre korumaya ciddi bir ilgi gösterilirken, gelişmekte olan ülkelerde geleneksel tarım yöntemlerin değiştirilmesi ya da geliştirilmesi eğilimi bulunmaktadır. Bu durumda ortaya çıkarılan etkiler genellikle ciddi ekolojik ve çevresel sorunlar yaratmakta, su ve toprak kalitesi azalmakta, tuzluluk ya da daha ciddi olarak fiziksel mekan kaybı gibi sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bütün bunlar göz önüne alındığında tarım ve çevre arasında çevre yönetimi, gıda üretimi ve diğer tarımsal aktivitelerin tamamının entegrasyonunu sağlayacak araçların geliştirilmesi zorunludur (Scialabba, 1998).
Tarımsal Aktivitelerin Bütüncül Kıyı Yönetimindeki Yeri
Kıyı bölgelerindeki tarımsal alanlar kullanılabilir alanın çok büyük bir kısmını oluşturmaktadır. Kıyı alanlarında tarımın yapılmasını teşvik eden başlıca faktörler, kıyı kaynaklarının doğal karakteristikleri ve tarımın buna bağımlı oluşu, kıyı alanlarının kara ve denizi ayıran veya bağlayan özelliğidir. Kıyı alanlarındaki uygun iklimsel koşullar ve toprak özellikleri bu alanların tarım için daha da önemli olması sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Özellikle alüviyal kıyı ovaları, derin, verimli topraklar, düz bir morfolojik yapı, yüzey ve yer altı sularının bol miktarda olması sebebi ile tarım için son derece değerli alanlardır. Birçok kıyı alanındaki iklim paternleri, ürün yetiştirilmesinde son derece uygun şartlar sunmaktadır. Balıkçılık ya da ormancılıkta olduğunun aksine kıyı tarımında, kıyı kaynakların ürün olarak kullanımı söz konusu değildir. Burada gerçekleşen döngü daha çok kıyı kaynakları ile rekabet edebilen (tarım alanlarının kumullar ve sulak alanlara doğru yayılması) ve zaman zaman da yıkıcı özelikte(kıyı ekosistemlerinin modifiye edilmesi) bir yapı göstermektedir. Gerek düşük taşıma maliyetleri, gerekse kıyıdaki yol ağları ve deniz taşımacılığı seçenekleri sayesinde girdilerin sağlanmasında ve pazarlamadaki kolaylıklar, iç alanlarda yapılan tarımla kıyaslandığında kıyı tarımını daha cazip hale getirmektedir.
Ancak kıyı alanlarında yapılan tarım için bir dizi kısıtlamaların olduğu da gerçektir. Bunlar, denize yakınlıktan kaynaklanan deniz etkisi, lokasyon ile ilgili sorunlar, genişleme ve yayılma için fiziksel mekan sınırlaması olarak özetlenebilmektedir. Drenaj sorunları, toprak tuzluluğu, nehir akışları ve yüzey sularının oluşturduğu etkiler, hava ile taşınan deniz tuzu etkisi, kıyı erozyonu sonrasında suların iç alanlar kadar ilerleyerek oluşturduğu tehditler, aşırı nem ve sıcaklık nedeniyle ortaya çıkan ve kolayca yayılabilen bitki hastalık ve zararlıları bu alanlarda tarımı zorlaştıran etmenlerdir. Yukarı havzadaki farklı aktiviteler için kullanılan su, son olarak alüviyal kıyı alanlarına ulaştığından gerek kalite ve gerekse miktar açısından sıkıntı yaratabilmektedir. Yukarı havzadaki barajlar ve sulama programları kıyıdaki tarım alanlarında su sıkıntısı yaratabilmekte, farklı sektörler tarafından kullanıldıktan sonra kıyıya ulaşan su (endüstriyel tesislerin akarsu deşarjları ile taşınan su) kalite normları açısından yetersiz olabilmektedir.
Tüm bunlara ek olarak kıyı alanlarının çok sınırlı yayılış göstermesi ve hassas ekosistemler ile birlikte karmaşık-kompleks bir sistem oluşturması da kıyıda yapılan tarımın yayılma ve genişleme eğilimini kısıtlamaktadır. Kıyı ovalarının dağlar ile çevrili olduğu düşünülünce fiziksel genişleme olanağı ortadan kalkmakta, birim alanda yapılan tarımın yoğunluğu artmakta ve bunun sonucu olarak da toprak ile yer altı ve yer üstü sularının kirlenmesi kaçınılmaz olmaktadır. Kıyı ekosistemleri ve diğer sektörler üzerinde tarımın yarattığı etkileri şu şekilde sıralamak mümkündür.
-
Yoğun ve kontrolsüz yapılan tarımsal aktiviteler ile kıyı bölgelerinde, genellikle sınırlı olan kara ve su kaynaklarının bozulması.
-
Tarımsal aktivitelerin kıyı alanlarında neden olduğu karmaşık fiziksel, biyolojik ve sosyal boyutlu direkt ve dolaylı etkiler.
-
Kıyı alanları üzerinde yaratılan tarımsal aktivitelerin yoğunluğu, yayılma eğilimi ve marjinal olmasıdır.
Tarımsal aktivitelerle yaratılan etkiler; taşkın kontrolü ve sulama için, kıyı nehirlerinin ve havzalarının değiştirilmesi, tarımsal kimyasalların yoğun olarak kullanılması, aşırı gübre kullanımı, aşırı otlatma, yeraltı sularının aşırı kullanımı, yoğun hayvancılık aktiviteleri, tarımsal endüstriyel aktiviteler ve kıyı kumulları üzerinde aşırı otlatma ya da tarım amaçlı sulama, kıyı sulak alanlarına müdahale, yoğun hayvancılık aktiviteleri, tarımsal endüstriler ve kıyı kumullarında aşırı otlatma olarak özetlenebilir.
Toprak ve yer altı suyu tuzluluğunun artması, kıyıyı besleyen materyalin azalması ve sonrasında ortaya çıkan kıyı erozyonu, yer altı-yer üstü sularının toksik olarak kirlenmesi, kimyasal akümülasyonu ve ötrofikasyon sonrasında nehir ağızlarının kirlenmesi, havza erozyonu sonrasında sedimantasyonun artması, taşkın havzalarında artan malzeme birikimi, kıyı akiferlerinin bozulması, kıyı sulak alanlarının drene edilmesi sonrasında habitat kayıpları, organik ve toksik atıkların su ve toprakta birikimi ve kıyı kumullarının erozyonu yoğun ve kontrolsüz tarımsal aktiviteler sonrasında ortaya çıkan sorunlardır. Ancak kıyı alanları üzerinde tarımsal faaliyetlerin gerçekleştirilmesi ile negatif etkilerin azaltılması ya da dönüştürülmesi yoluyla çok sayıda fayda sağlanabilir.
İlk olarak yapılması gereken, tarımsal faaliyetlerin planlanması aşamasında rekabetçi ya da yıkıcı olan etkilerin azaltılması veya ortadan kaldırılmasıdır. Örneğin daha az su kullanan sulama sistemleri ya da üretim desenlerinin kullanılması ya da su, toprak ya da bitki bünyesinde kalabilen kimyasallara gereksinim duymayan bitki koruma yöntemlerinin kabul edilmesi sürdürülebilirlik konusunda önemli bir katkı sağlayabilir. Mevcut tarım alanları üzerinde daha yüksek ve sürdürülebilir bir verimliliğin sağlanması aynı zamanda yeni alanların da tarımsal amaçlı kazanılmasına yönelik baskıları azaltıcı bir etki yaratmaktadır.
Uygun tarımsal gelişim aynı zamanda pozitif sekonder etkiler de yaratabilmektedir. Örneğin, civar köylerde tarımla uğraşan nüfusun yaşam koşullarının artan verimlilikle iyileştirilmesi, kıyıdaki kumullar ve sulak alanlar üzerindeki baskıları azaltabilmektedir. Tarımsal gelişim, kıyı alanlarındaki ekonomik aktivitelerin genel düzeyini olumlu yönde etkilemektedir. Tarımsal çıktılar ve servislerin tarımsal mal ve hizmet tüketimindeki artışa paralel olarak artması, üretilen gıda maddeleri miktarının yanı sıra ihraç ürünleri ve hammaddelerinin de artmasını sağlamakta, bu süreç içinde yaratılan yeni iş alanları bölgesel ekonomiye ciddi katkılar sağlayabilmektedir.
Ancak ne yazık ki kıyı alanlarında yüksek düzeydeki ekonomik aktivitenin yükselmesi bir yandan yöreye kıyı ekosistemlerinin korunmasını da sağlayan bir zenginlik getirirken bir yandan da yükselen ekonomik hareketliliğin kırsal alanlarda yarattığı kirlenmeye engel olamamaktadır. Öte yandan tarımsal ürünlerdeki verim artışı yeni tarımsal alanların oluşturulması talebini azaltırken aynı zamanda bitkisel üretimi daha çekici ve cazip hale getirmekte ve yeni tarım alanları talebi yaratılmaktadır. Tarımsal gelişimin ekonomik, sosyal ve politik yönleri olan hassas bir konu olduğunu söylemek olasıdır. Bu nedenle, kıyı alanlarındaki en onemli sektörlerden biri olan tarımın bütüncül yönetim planları içinde ele alınması, değerlendirmesi ve yönetimi yaşamsal önem taşımaktadır.Tarımsal gelişimin kıyı ekosistemlerinin sürdürülebilir yönetimi ve geliştirilmesine yaptığı potansiyel katkılar Çizelge 1’de verilmiştir.
Çizelge 1. Tarımsal Gelişimin Kıyı Ekosistemlerinin Sürdürülebilir Yönetimi ve Geliştirilmesine Yaptığı Potansiyel Katkılar (Scialabba, 1998).
Faaliyet
|
Olası Faydalar
|
Çekişmeci ve Yıkıcı Etkilerin Azaltılması
|
Daha Etkili Sulama Sistemleri
|
Tarım ve diğer sektörler için kullanılabilir su miktarındaki artış.
|
Birim alandan daha fazla verim alınmasını sağlayan bitkisel ürün ve tarımsal üretim varyasyonları
|
Diğer sektörler için gerekli olan alan miktarının artması, dik ve erozyona açık alanlarda daha az tarım yapılması, kumul çalılıkları ve ormanlık alanlarda yapılan kesimlerin ve sulak alanlardaki baskının azalması
|
Dik yamaç alanlarda tarımın azaltılması, kontrollü otlatma, uygun gübreleme yöntemleri, bütüncül zararlı yönetimi yöntemleri
|
Artan su kalitesi, erozyon ve besin elementleri yıkanmasının azalması, organik ve kimyasal kirliliğin azaltılması
|
Pozitif Sekonder Etkiler
|
Tarımdan sağlanan ekonomik fayadanın artışına paralel olarak yaşam kalitesinin ve yeni girişimlerin artması
|
Kaynak tahribinin azalması, sulak alanların sürdürülebilir kullanımı
|
Genel Ekonomik Hareketliliğin Artması
|
Gıda temininin artması, tarımsal girdi ve servisler, tarımsal hammaddeler ve ihracata olan talebin artması
|
Artan gelir, beslenme ve işsizlik oranının azalması diğer sektörlerde gelirin artması
|
Dostları ilə paylaş: |