52. EL-VEKÎL
Kendisine güvenilip, dayanılan,1138 işlerini yoluyla kendisine bırakanların işini düzeltip, onların yapabileceğinden daha iyisini te'mîn eden. 1139
"Allah'a güven. Allah vekil olarak yeter." 1140
Vekil, “Vekele” kökünden türemiş olup vekil kılma demektir. Sübhan Tealâ kendisine güvenen ve dayanan için vekil olarak yeter. Allah kullarının işlerini idare edendir. O, her şeyden müstağni güvenilip dayanılandır. O, iradesi yönünde bütün işleri çekip çeviren, bütün işlerin çekip çevrilmesinde kendisine güvenilip dayanılandır.
Yüce Allah'ın el-Vekil ismi şerifi, Kitab-ı Hakim'de 13 yerde zikredilmiştir. "O her şeye vekildir:” "Allah söylediğimiz şey üzere vekildir", "Allah güvenilip dayanılan olarak yeter", "Rabbin vekil olarak kafi", "Allah'a güvenip dayan", "Allah vekil olarak yeter" şeklinde geçmektedir.
"O doğunun da batının da Rabbidir. Ondan başka ilâh yoktur. Öyleyse yalnız Onun himayesine sığın." 1141
"Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever."1142
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir."1143
O, ilmi, mükemmel kudreti ve kapsamlı hikmeti ile bütün varlıkların rızık ve idarelerini üstlenendir. O veli kullarına/dostlarına yardım eder ve onları kolay şeylerde muvaffak kılar, zorluklardan uzaklaştırır. Her şeylerinde onlara kâfidir.
Kim Allah'ı kendisine vekil edinirse Allah ona kâfidir.
"Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır." 1144
Kendisine iş ısmarlanan zâta vekîl denir. Allahu teâlâ ne güzel ve ne büyük vekildir. İşlerin hepsini tedbir ve idare eden O'dur. Fakat kendisi hiçbir işinde vekîle muhtaç değildir. O her şeyin yerini tutar, fakat hiçbir şey O'nun yerini tutamaz ve O'na dayanmadan duramaz. Allah'ın yerini tutacak bir vekîl düşünülmesine imkân yoktur. Peygamberler bile O'nun makamına kâim, vekîl olamaz. Fakat O hepsinin üzerinde Rab ve Mâlik olduğu gibi, her şeye karşı Vekîl'dir de. Peygamber demek, Allah'ın bir vekîli demek değildir. Allah'ın buyruklarını insanlara öğreten bir emir kulu demektir. Bunun için Hıristiyanlık dünyâsının patriklere, papazlara ve hele Roma'daki Papa'ya "Allah'ın vekilidir" diye i'tikad etmeleri bâtıldır.
Allahu teâlâ, kendisine yoluyla tevekkül edenlerin işlerini en iyi bir neticeye ulaştırır. Gerçi O'na hiçbir şey vâcib değildir. Yani hiçbir şeyi yapmağa veya yapmamağa mecburiyeti yoktur. O'nun irâdesi çerçevelenemez; isterse yapar, istemezse O'na zorla yaptıracak bir kuvvet yoktur. Fakat O'nun razı olacağı surette işler kendisine bırakılırsa, hayırlı ve kârlı olanı işler; âdeti ve hikmeti budur. 1145
Kim Vekîl Olabilir?
Bilindiği gibi vekîl yapılacak zâtın, vekîl olacağı iş hakkında kâfi derecede bilgi sahibi olması, o işi yapmağa gücü yetmesi, kendisini vekîl edenin her bakımdan güvenine lâyık olması iktizâ eder. Şu halde, tevekkül, emin ve muktedir bir vekile güvenerek, işlerini ona tefviz etmektir. Meselâ bir da'vâ için vekîl tutmak lâzım gelse, evvelâ o da'vâya âit geniş bilgisi ve müdâfaa kudreti, bununla beraber sadâkat ve merhameti var mıdır? Bu cihetler araştırılır ve ancak bu hususlar tahakkuk ettikten sonra i'timâd edilir. Şu hâlde, bir adam her iş için vekîl olamaz, bilemediği veya yapamayacağı işlerde vekîl de, müvekkil gibi acz içindedir, hele müvekkiline merhameti olmayan vekiller daha korkunçtur.
Hakîkî vekîl ancak Allahu teâlâ’dır. Çünkü her işi bütün esrâriyle bilen ve her müşkülü açan yalnız O'dur. İnsanların, birbirlerinin işlerini görüvermeleri mecazî bir vekâlettir. Ondan dolayı, vekâlet ma'nâsından ziyâde yardımlaşma ve karşılıklı ivaz ma'nâsı vardır. Bir tüccar, bir avukata iş verdiği zaman, biri ona bilgisi ile yardım ediyor, öteki de para ıvaziyle onu karşılamış oluyor demektir 1146
.
Tevekkül İhtiyâcı Ve Tevekkülün Ma'nâsı:
Bir insanın gerek şahsına âit husûsatta, gerek ailesi umurunu tedbir ve idarede, çocuklarının terbiyesinde, sağlık işlerinde, bir tüccar olduğuna göre, mütemadiyen temevvüc hâlinde bulunan ticâret muamelâtında veya bir me'mur olduğuna göre, resmî işleri etrafında, velhâsıl hangi meslektense ona göre iş ve gücünün her gün çeşitleşen pürüzleri karşısında, kâr-zarar düşünülerek, işler ne kadar hesaplı tutulursa tutulsun, yine insanın karşısına hiçbir hesapta olmayan şeylerin çıktığı çok görülür. Alınan tedbirler, yapılan istişareler, hatır ve hayâle gelmedik nice sebepler yüzünden hükümsüz kalabilir. Allah korusun, yerden, gökten beklenmedik nice afatlar, insan takatinin, fen kudretinin önleyemeyeceği nice engeller beliriverir; bütün hesaplar alt üst olabilir, işte bundan dolayı, arzularımıza nail olmak için, elimizden gelen bütün gayreti sarf ederek çalışıp çabaladıktan sonra, üst tarafı için telâş ve heyecana kapılmıyarak, bütün sebepleri emir ve fermanı altında tutan Allah'a tevekkül etmek iktizâ eder.
Burada tevekkülün ma'nâsı, sarf ettiğimiz bu gayretlerin mahsûl vermesi, boşuna gitmemesi için Allah'tan muvaffakiyet ve yardım dilemektir ve ancak O'na güvenmektir. Bu ise, maddî kuvvetten sonra manevî kuvveti de kazanmak istemektir. Şu halde tevekkül, manevî bir istimdat demektir ki, her işte her insanın buna ihtiyâcı vardır.
Tevekkül denilen ma'nânın bir gönülde yer tutması, sahibi için, dünyânın en zengin hazinelerine sahip olmaktan daha kıymetlidir. Bilenler tasdik eder ki, bir insan için gönlünün feragat ve huzuru en büyük ni'metlerdendir. Çünkü maddî, manevî kazançlar, afiyet ve huzur içinde gönül rahatlığına bağlıdır. Fikir selâmetini, gönül huzurunu öldüren başlıca sebepler:
1- Lüzumundan fazla hırs, tama, rekabet gibi insana huzur ve rahat nedir bildirmeyen hâller;
2- İflâs edersem, vereme yakalanırsam, işimden atılırsam gibi kendi kendine zihinde kurulan ma'nâsız korku ve helecanlar;
3- Başa gelen felâket ve musibetlerin giderilemeyen ıztırapları. Kendisinde bu hâller bulunan insanlar, hayatlarında, dünyâlarına, âhiretlerine yarar bir şeye muvaffak olamazlar, müvesvisdirler, hiçbir iş beceremezler; ürkektirler, hiçbir işe atılamazlar. Bunlar rûhan hasta ve cidden tedaviye muhtaç bir takım zavallılardır. Onların günleri ah, vah ile, vesvese ve evhamla geçer, biter. Bu halleri parayla, pulla gidermek de mümkün olmaz. Ancak gönüllerde kuvvetli bir tevekkülün, hem de gerçek ma'nâsiyle bir tevekkülün yer tutmuş olması lâzımdır, işini yoluna koyduktan sonra ötesini Allah'a havale edip de O'na güvenmek ve O'nun iyi yapacağına inanmak, kalb için büyük bir kuvvettir. 1147
Tevekkül Demek, Sebepleri İhmâl Etmek Demek Midir?
Sebeplerin ihmâli tembellik demek olduğuna göre, aralarında zıddiyet vardır. İslâm Dîninde tevekkül vâcib tembellik haramdır. Onun için tevekkül bahsinde şu noktaların da bilinmesi faydalıdır.
1- Tembellik etmemek, bir maksadın ele geçmesi için, insanlarca ötedenberi bilinen ve yapılan sebepler, tedbirler ve çâreler ne ise, onları tatbik etmek vâcibtir. Çünkü Allahu teâlâ bu âlemde her şeyin, her hâdisenin meydana gelmesini, kullarına ilham buyurduğu sebeplerin ve çârelerin yapılmasına bağlamıştır. Buna "tesbîb hikmeti" denir. Yâni bir şeyin yaradılması, bir isteğin verilmesi, ona mahsus sebeplerin husulünden sonra vuku bulur diye Allah, bir nizam koymuştur. O'nun âdeti bu veçhile akıp gelmektedir. Allah'ın âdetinde ise değişiklik olmıyacağından, müsbet veya menfî, istediğini bulmak için, insanın sebeplere dikkat etmesi lâzımdır. Sebepleri ihmâl etmek, Allah'ın vaz'-ı esbâb hakkındaki ezelî hikmetini çürütmeğe çalışmış olmakla beraber, göz göre göre kendini cahilliğin, hastalığın, fukaralığın dişleri arasına atmak demektir ki, bunların hepsi de dînen haramdır. Halbuki sebeplere ehemmiyet verildiği surette, bir hacetinin kazası için insan, elinde mevcut bulunan bütün kuvvet ve vesâit ile Allah'a teveccüh etmiş olur ki, elbette daha ciddî ve daha samîmî ve binâenaleyh daha kıymetlidir.
2- Sebeplerin hakikî kıymetînî bilmek:
Bunların kıymeti, Allah'a karşı birer dilek vâsıtası olmaktan ibarettir. Yoksa te'sir Allah'tandır. Yâni sebepler, ilâhî te'sîrin meydana gelmesi için, birer yol olmak üzere, yine Allah tarafından tertip buyurulmuştur. Kendisine ancak o yollardan müracaat etmek iktizâ eder. Fakat maksadın husulünü sebeplerden değil, onları yaratıp ilhâm eden Allahu teâlâ'dan beklemek lâzımdır. Çünkü her şeyin yaradanı ve müessiri O'dur. Yâni şu iş için çalıştık, çabaladık, artık o ister istemez olacak demeyin; te'sîri Allah'tan bekleyin; biz istedik, Allah da müsâade ederse olur, deyin.
3- Her hususta, Allah'tan başka hiçbir şeye güvenmemek. Nice insanlar vardır ki, ellerindeki servete veya mevkıa veyâhud büyük adamlarla olan hususiyetine, yâhud yüksek tahsil görmüş oğluna veya kızına güvenmektedir. Onların varlığı gönlünü doldurmuştur. Yarına emniyetle bakıyor. Allah'tan bütün bütün gaflet halindedir. Her teşebbüsünü bu kuvvetlerle başaracağına inanmıştır. Halbuki bütün bunlar ve hattâ her şey, bir anda yok olabilir. O zaman yalnız bunlara dayananın hâli ne olur? Bunlara yine dayanmalı, fakat asıl Allah'a güvenmelidir. 1148
Kula Gereken Şey;
İzahatımızın bir icmali olmak üzere deriz ki, gerçek bir tevekkül, fikirlerin sükûnetini, kalplerin istirahatını te'min eden bir kuvvettir. Bunu anlayanlar, hayâtın değişip duran darlığına ve genişliğine kulak vermezler. Kişinin kendine, mevkiine, bilgisine, zekâsına güvenmesi hep yalandır, insana gereken, ancak Allah'a güvenmektir. Çünkü O'nsuz hiçbir şeye muvaffak olamaz. O'nunla ise, her şeye kadir olur. İnsanın kendi gibi zayıf ve fânî mahlûkata i'timâdı, akıl ve hikmete uygun değildir. Bugün lehinde bulunanlar, yarın aleyhinde bulunabilir.
İşlerin başarılması için meşru sebeplere başvurulması, hattâ bu hususta fazla bilgisi olanlara danışılması ve ötedenberi tecrübelerle, fennî incelemelerle kararlaşmış usûllerden faydalanılması, daha ilerisi için aczini bilerek işini Allah'a ısmarlayıp ancak O'na i'timat edilmesi gerektir. Bu sayededir ki, insan kendini telâş ve heyecandan, üzücü isti'calden, insanlık şeref ve haysiyetini kaybetmek tehlikesinden kurtarmış olur. Peygamberimiz salla'llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz tehlikenin en uzağını, en gizlisini herkesten evvel görürdü. Ona göre ne yapmak lazımsa yapar, tedbîrini alır, sonra aldığı bu tedbîrlere değil, ancak Mevlâsına güvenirdi, işte tevekkül babında bize yüce örnek. 1149
Dostları ilə paylaş: |