AYETLERİN hadisler ışığında açıklaması
Tefsir-ul Ayyâşî'de yer aldığına göre İmam Bâkır'a (a.s), kâfir için ölümün mü, yoksa yaşamanın mı daha hayırlı olduğu soruldu. İmam bu soruya şu cevabı verdi: "Ölüm hem mümin için, hem de kâfir için hayırlıdır. Çünkü yüce Allah (müminler hakkında) şöyle buyuruyor: "İyi kişiler için Allah katındaki daha hayırlıdır." (Âl-i İmrân, 198) Ve (kâfirler hakkında da) şöyle buyuruyor: "İnkâr edenler sanmasınlar ki kendilerine mühlet ve fırsat vermemiz, onlar için daha hayırlıdır." (c.1, s.206, h:155)
Ben derim ki: Bu rivayette zikredilen istidlâl (=delil gösterme) Ehl-i Beyt İmamlarının zevkine tam olarak uygun değildir. Çünkü delil olarak gösterilen ayetlerin ilkinde yer alan "ebrar=iyi kişiler" müminlerin belirli bir kesimini ifade eder, tümünü kapsamaz.
Yalnız şöyle denebilir: Buradaki "ebrar"dan maksat bütün müminlerdir. Çünkü onların her birinde iyiliğin bir unsuru vardır. Bu anlamdaki bir rivayet, İbn-i Mesud'a dayalı olarak ed-Dürr-ül Mensûr'da aktarılmıştır. (c.2, s.104)
181- Andolsun ki; "Allah fakir, biz ise zenginiz" diyenlerin sözünü Allah işitmiştir. Biz onların (bu) dediklerini, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ile birlikte yazacağız ve (kıyamette onlara) diyeceğiz ki: "Tadın ateşin (veya alevin) azabını!"
182- Bu (azap), kendi ellerinizle yaptıklarınızın karşılığıdır. Yoksa Allah hiçbir şekilde kullarına zulmetmez.
183- Onlar ki; "Allah bize, (gökten gelen) ateşin yiyeceği (yakacağı) bir kurban(ı mucize olarak) getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı emretti" derler. Onlara de ki: "Size, benden önce apaçık deliller (mucizeler)le ve söylediğiniz (mucize) ile nice peygamberler geldi. Eğer doğru söylüyorsanız, peki onları ne diye öldürdünüz?"
184- Eğer seni yalanladılar ise, senden önce apaçık deliller, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getiren nice peygamberler de yalanlanmışlardı.
185- Herkes ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim ateşten uzaklaştırılıp cennete konursa, gerçekten muradına ermiştir, kurtulmuştur. Dünya hayatı, zaten aldatma metâından başka bir şey değildir.
186- Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda sınanacaksınız; sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve (günahlardan) sakınırsanız, şüphe yok ki bu, azimliliğinizin belirtisidir.
187- Hani Allah kendilerine kitap verilenlerden "Onu (kitabı) insanlara mutlaka açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diye söz almıştı. Onlar ise bunu arkalarına atıp terk ettiler (kulak ardı ettiler); onun karşılığında az bir menfaat aldılar, ki almış oldukları ne kötü bir şeydir!
188- Sakın sanma ki, yaptıkları ile (mallarıyla) sevinen ve yapmadıkları ile övülmeyi sevenler (var ya), sakın onların azaptan kurtulabileceklerini sanma. Onlar için acı bir azap vardır.
189- Göklerin ve yeryüzünün mülkü (egemenliği) Allah'ındır. Allah'ın her şeye gücü yeter.
AYETLERİN açıklaması
Yukarıdaki ayetler daha önceki ayetlerle bağlantılıdır. Daha önceki ayetler insanları harekete geçirme, malları ve canları ile Allah yolunda savaşmaya teşvik etme; kendilerini gevşekliğe, zaafa ve cimriliğe kapılmamaları konusunda uyarma içerikli idi. Dolayısıyla o ayetler ile bu ayetlerin ilkinde yer alan Yahudilerin "Allah fakir, biz ise zenginiz" sözleri, işi Müslümanlara çevirmeleri (onların üzerine yıkmaları), peygamberlik ayetlerini (nişanelerini) yalanlamaları ve açıklayacakları yolunda söz verdikleri gerçekleri saklamaları arasında bağlantı vardır. İşte bu ayetlerde açıklanmak istenen hususlar bunlardır. Bunun yanı sıra bu ayetlerde müminlerin kalplerini istikamet, sabır ve sebat yolunda güçlendirme ve Allah yolunda infak etmeye özendirme amacı vardır.
"Andolsun ki; "Allah fakir, biz ise zenginiz" diyenlerin sözünü Allah işitmiştir." Bu sözü söyleyenler Yahudilerdir. Çünkü ayetin devamında bu sözü söyleyenlerin peygamberleri öldürdüklerini ve başka hususları açıklayan ifadeler bu konuda bizim için ipuçları oluşturuyor [ve bu karineler sonucu bu sözü söyleyenlerin Yahudiler olduğunu anlıyoruz].
Yahudiler bu sözü, yüce Allah'ın "Kimdir o ki, Allah'a güzel bir surette borç versin de..." (Bakara, 245) ayeti ile bu anlamı taşıyan başka ayetlerini duydukları için söylemişlerdir. [Şöyle ki, Allah-u Müteal bu ayetlerde (sanki!) kendisine borç verilmesine teşvik ediyor!] Bu ayetin; "Allah'ın kereminden kendilerine verdiklerini (infak etmede) cimrilik gösterenler..." ayetinin hemen arkasından gelmiş olması bu ihtimalin güçlülüğüne bir bakıma delil sayılır.
Yahudiler müminlerin çoğunlukla yoksul ve düşkün olduklarını gördükleri için de bu sözü söylemiş olabilirler. O zaman bu sözü târizde bulunmak (=üstü kapalı şekilde tenkit etmek, dokundurmak) için söylemiş olurlar. Yani, "Eğer Allah zengin olsaydı, onları kayırarak, bolluğa ve genişliğe nail kılarak zengin ederdi. Demek ki, o fakirdir, biz ise zenginiz."
"Biz, onların (bu) dediklerini, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ile birlikte yazacağız..." Buradaki yazmaktan maksat saklamak, muhafaza etmek veya amel defterlerinin sayfalarına geçirmektir, ki anlam olarak hepsi aynı sonuca varır. Haksız yere peygamberleri öldürmekten maksat yanlışlıkla, istemeyerek ve bilmeyerek değil de bile bile, önceden tasarlayarak öldürmektir. Yüce Allah Yahudilerin bu sözlerini peygamberleri öldürmeleri ile yan yana zikretti. Çünkü bu söz ağır bir sözdür. "Azab-el harîk" ifadesinde yer alan "harîk" kelimesi "ateş" ya da "alev" anlamına gelir. Bazıları tarafından "yakıcı" anlamına geldiği de ileri sürülmüştür.
"Bu (azap), kendi ellerinizle yaptıklarınızın karşılığıdır..." Yani "Bu, önden gönderdiğiniz amellerin karşılığıdır." Amelleri yapıp önden gönderme eylemi, bu ayette ellere nispet ediliyor. Çünkü eller çoğunlukla amel yapıp gönderme eyleminin aracıdırlar. "Yoksa Allah hiçbir şekilde kullarına zulmetmez." ifadesi "ma kaddemet=yap-tıklarınız (önden gönderdikleriniz)" cümlesine atfedilmekte (onunla bağlantılı olmakta), ayrıca yazma ve azap işlemlerinin sebebini bildir-mektedir. Çünkü eğer amelleri muhafaza etme ve ceza işlemi olmasay-dı, amel düzenine ihmalkârlık egemen olurdu ki, bunun kendisinden nice zulümler doğardı ve ameller arttıkça bu zulüm de artardı. O takdirde Allah kullarına karşı zalim olurdu ki, O bunlardan yüce ve münezzehtir.
"Onlar ki; "Allah bize... emretti..." Bu ifade daha önce zikredilen kimselerin sıfatıdır. Ayette geçen "ahide" kelimesi "emretmek" demektir. "Kurban" kelimesi ise "Allah'a yaklaşmanın aracı olan nimetler ve diğer şeyler" anlamındadır. "ateşin yiyeceği" tabiri, "ateşin yakacağı" anlamını taşıyan kinayeli bir tabirdir. "Size, benden önce... nice peygamberler geldi." ifadesi ile İsrail Oğullarına gönderilen ve onların elleri ile öldürülen Zekeriyya (a.s) ve Yahya (a.s) gibi peygamberler kastediliyor.
"Eğer seni yalanladılar ise, senden önce nice... peygamberler de yalanlanmışlardı." Bu ifade Yahudilerin Peygamberimizi (s.a.a) yalanlamaları konusunda o hazreti teselli etme amacı taşıyor. Ayette geçen "zubur" kelimesi "zebur" kelimesinin çoğuludur; "zebur" ise "hüküm ve öğüt kitabı" demektir. Buradaki "zubur" kelimesi ve "kitab-ul munir=aydınlatıcı kitap" ifadesi ile Hz. Nuh'a (a.s) indirilen kitap, Hz. İbrahim'e indirilen sahifeler ile Tevrat ve İncil gibi kutsal kaynaklar kastediliyor.
"Herkes ölümü tadacaktır..." Bu ayet inanan için vaat (müjde), inkâr eden için ise tehdit niteliğindedir. Ayet her nefis sahibi, her canlı varlık hakkında kesinlikle geçerli olan genel bir hükümle söze giriyor. Ayette geçen "tuveffevne" kelimesi "tevfiye" kökünden "tam olarak verme" anlamındadır. Bazı tefsirciler bu ayeti Berzah âleminin (dünya ile ahiret âlemi arasındaki âlemin) varlığını gösteren bir delil olarak görmüşlerdir. Gerekçeleri de, ayetin ahiret ödülünün bir bölümünün daha önce verileceğine delâlet etmesidir. Buna göre kıyamet günü gerçekleştirilecek olan ödüllendirme işlemi "tam olarak verme" olacaktır. Bu güzel bir istidlâldir.
Ayetteki "zuhzihe" kelimesinin mastarı olan "zehzehe" kelimesi "uzaklaştırmak" demektir. Bu kelimenin asıl anlamı, bir şeyi acele ile arka arkaya kendine doğru çekmektir. "Fâze" fiilinin kökü olan "fevz" kelimesi "amaca ulaşmak" demektir. "Gurur=aldatma" kelimesi "garre" kelimesinin mastarı olabileceği gibi "gârrun" kelimesinin (yani ism-i failin) çoğulu da olabilir.
"Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda kesinlikle sınanacaksınız..." Ayette geçen "letublevunne" kelimesinin kökü olan "iblâ" kelimesi "deneme, imtihan etme" demektir. Yüce Allah yukarda müminlerin belaya duçar olma ve imtihana çekilme yasasının müminlerin hakkında uygulanacağını belirttikten sonra Yahudilerin sözünü zikrediyor. Bunun da müminlerin azmini kırıcı, morallerini bozucu bir etki meydana getirmesi doğaldır. İşte bundan dolayı bu ayette hemen şunu bildirdi ki: "Bu ilâhî imtihan ve Ehl-i Kitapla müşrikler tarafından söylenen bu üzücü sözler müminlere tekrar edilecek, bu tür sözlerle çok karşılaşacaklar, onlarla kulakları tırmalanacaktır. O hâlde onlara düşen görev sabretmek, sakınmak ve takva sahibi olmaktır. Böylece Rableri onları ayaklarının kaymasından ve zaafa uğramaktan koruyarak azim ve irade sahibi olmalarını sağlayacaktır." Bu ifade henüz olmamış bir şeyi önceden haber vermektir. Maksat müminlerin o duruma karşı gerekli hazırlıkları yapmaları ve o duruma kendilerini alıştırmalarıdır.
"Kendilerine kitap verilenlerden... üzücü sözler işiteceksiniz." ayetinde "ezen kesiren" ifadesi "söz" yerinde kullanıldı ki bu etkiyi, etkileyenin yerine koyan bir ifade biçimidir.
"Hani Allah... söz almıştı..." Bu ayetteki "nebezuhu" fiilinin kökü olan "nebz" kelimesi "atmak" demektir. "Nebezehu verae zahri-hi=onu sırtının arkasına attı" cümlesi "terk etmek, ilgilenmemek" anlamına gelen bir deyimdir. Nitekim "cealehu nusbe ayneyhi=onu gözlerinin önüne geçirdi" cümlesi de "tutmak, almak, sarılmak ve önemsemek" anlamını taşıyan bir deyimdir.
"Yaptıkları (malları) ile sevinenler... sanmasınlar... Allah'ın her şeye gücü yeter." Ayetin orijinalindeki "bima etev" yani; "yüce Allah'ın onlara bağışladığı mal ve bu malın ayrılmaz sonucu olan mal sevgisi ile onda cimrice davranma tutumu." Ayetteki "mefa-zet" kelimesi "kurtuluş" demektir. Bu kimselerin helâk olmalarının sebebi kalplerinin batıla bağlanması sebebi iledir. Bundan dolayı hakkın onlar üzerinde hiçbir otoritesi (velayeti) yoktur.
Sonra yüce Allah göklere ve yeryüzüne egemen olduğunu, gücünün her şeye yettiğini vurguluyor. Bu iki sıfat, okuduğumuz ayetlerin hepsinin içeriklerini gerekçelendirmeye elverişlidirler.
Dostları ilə paylaş: |