AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI
Mecma-ul Beyan tefsirinde İmam Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilir:
"Uhud Savaşının sebebi şu idi: Kureyşliler Bedir Savaşından döndüklerinde birçok ölü ve esir vermişlerdi. Yetmiş kişileri ölmüş ve yetmiş kişileri esir düşmüştü. Bunun üzerine Ebu Süfyan; "Kadınlarınızın ölülerinize ağlamalarına izin vermeyin." demişti, "Çünkü göz yaşları akınca, üzüntüleri ve Muhammed'e yönelik düşmanlıkları giderir." Uhud günü Resulullah (s.a.a) ile savaşa tutuşunca, kadınlarının ağlamalarına ve yas çığlıkları atmalarına izin verdiler. Onlar, üç bin atlı ve iki bin piyade ile Mekke'den sefere çıkmış ve yanlarına kadınlarını da almışlardı."
"Resulullah (s.a.a) bu haberi alınca, sahabelerini toplayıp onları cihada teşvik etti. Abdullah b. Übey b. Selul dedi ki: 'Ya Resulallah, Medine'den çıkma. Medine'de kalıp şehrin sokaklarında savaşalım. O zaman güçten düşmüş erkekler, kadınlar, köleler ve cariyeler de yol ağızlarında ve evlerin damlarında savaşırlar. Bu güne kadar hiçbir düşman, biz kalelerimizin içinde ve evlerimizdeyken üzerimize saldırıp da zafer kazanmış değildir. Buna karşılık, üzerlerine saldırı düzenlediğimiz bütün düşmanlarımız, bize karşı zafer kazanmışlardır.'
"Bunun üzerine Sa'd b. Muaz ve Evs kabilesinden diğer bazıları ayağa kalkarak şöyle dediler: 'Ya Resulallah, biz puta tapan müşrikken hiçbir Arap bize diş geçirmeye kalkışmadı. Şimdi sen aramızdayken nasıl bize diş geçirmeye kalkışabilir? Hayır! Medine'den çıkıp üzerlerine gidelim ve onlarla savaşalım. Hangimiz ölürse, şehit olur. Kurtulanlarımız ise, Allah yolunda cihad etmiş olurlar.'
"Resulullah (s.a.a) Sa'd b. Muaz'ın görüşünü kabul etti ve yüce Allah'ın; "Hani sen... erkenden ailenden çıkmıştın." ayetinde anlattığı üzere savaş mevzilerini belirlemek için ashabından birkaç kişiyi yanına alarak yola çıktı. Abdullah b. Übey b. Selul ile onun görüşüne uyan bir grup Hazreçli ise, Peygamberimizle birlikte sefere katılmaktan kaçındı."
"Kureyş ordusu Uhud'a varınca, Resulullah (s.a.a) yedi yüz kişiden oluşan sahabelerini düzene sokmuş ve Abdullah b. Cübeyr'i elli okçunun başında bir vadi geçidinin ağzına yerleştirmişti. Kureyşlilerin pusuya yatarak buradan saldıracaklarını sezmişti. Bu yüzden Abdullah b. Cübeyr'e ve arkadaşlarına şöyle demişti: 'Bizim onları bozguna uğratıp Mekke'ye kadar kovaladığımızı görseniz bile, buradan kımıldamayın. Aynı şekilde onların bizi bozguna uğratıp Medine'ye kadar arkamızdan kovaladıklarını görseniz bile, yine kımıldamayın ve mevzilerinizden ayrılmayın.'
"Ebu Süfyan da, Halid b. Velid'in emrine verdiği iki yüz atlı ile söz konusu geçidin gerisinde pusu kurdurdu ve onlara şöyle dedi: 'Onlarla birbirimize girdiğimizi gördüğünüzde bu geçitten üzerlerine yürüyün ve onları arkalarından vurun.'
"Resulullah (s.a.a) ashabını düzene soktu ve sancağı Hz. Ali'ye (a.s) verdi. Ensardan olan Müslümanlar, Kureyşli müşriklere saldırarak onları ağır bir bozguna uğrattılar. Bunun üzerine ashap onların mallarını yağmalamaya koyuldu. Bu sırada Halid b. Velid, emrindeki iki yüz atlı ile Abdullah b. Cübeyr'in üzerine saldırdı. Abdullah b. Cübeyr ve arkadaşları onları ok atışı ile karşılayınca geri çekildiler. Abdullah b. Cübeyr'in arkadaşları, ashabın ganimet kapışmakta olduk-larını görünce, Abdullah b. Cübeyr'e; 'Arkadaşlarımız ganimetlere el koydu; biz ganimetsiz mi kalalım?' dediler. Abdullah onlara; 'Allah'tan korkun, Resulullah bize yerimizden kımıldamamızı emretti.' dedi. Fakat arkadaşları onu dinlemedi. Birer birer sıvışıp giderek mevzilerini boşalttılar. Geride Abdullah b. Cübeyr ile on iki kişi kaldı."
"Kuyreşlilerin sancağını Abduddar kabilesinden Talha b. Ebu Tal-ha Abdi taşıyordu. Onu Hz. Ali öldürdü. Bunun üzerine sanacağı Ebu Said b. Ebu Talha aldı. Hz. Ali onu da öldürünce sancak yere düştü. Yere düşen sancağı Musafi' b. Ebu Talha aldı, fakat o da Hz. Ali tarafından öldürüldü. Böylece Hz. Ali, Abduddar kabilesinden dokuz kişiyi öldürünce, sancak bu kabilenin Sevvab adlı, siyahi bir kölesinin eline düştü. Hz. Ali bu köleye saldırarak sağ elini kesti. Köle sancağı sol eline aldı. Fakat Hz. Ali bir darbe ile sol elini de kesince, adam sancağı kesik kolları ile kavrayarak göğsüne yapıştırdı ve Ebu Süfyan'a dönerek 'Abdud-dar kabilesinin nimetlerinin karşılığını verdim mi?' dedi. O sırada Hz. Ali başına bir darbe indirerek onu öldürdü. Yere düşen sancağı, Kenane kabilesinden Alkame'nin kızı Gamre yerden alıp havaya kaldırdı."
"Bu sırada Halid b. Velid, Abdullah b. Cübeyr'e saldırdı. Abdullah'ın silah arkadaşları kaçmış, yanında az sayıda kimse kalmıştı. Halid onları öldürdükten sonra Müslümanlara arkalarından saldırdı. Kureyşliler bozgun hâlinde kaçışırlarken sancaklarının dalgalandığını görünce, etrafında toplandılar. Bu defa Resulullah'ın (s.a.a) ashabı büyük bir bozguna uğrayarak tepelere tırmanmaya ve her yana dağılmaya başladılar."
"Resulullah (s.a.a) bu bozgunu görünce, miğferini başından çıkararak; 'Nereye kaçıyorsunuz? Ben Allah'ın Resulü'yüm. Bana gelin. Allah ve Resulü'nden mi kaçıyorsunuz?' dedi. O sırada Utbe kızı Hind, Kureyş askerlerinin içindeydi. Savaştan kaçan her Kureyşliye bir mil ve bir sürmelik vererek; 'Sen bir kadınsın, al bunları da gözüne sürme çek.' diyordu."
"Bu arada Hamza b. Abdulmuttalip durmadan Kureyşlilere saldırıyordu. Kureyşliler onu görünce kaçıyorlardı; hiç kimse karşısında duramıyordu. Hind; 'Eğer Muhammed'i veya Ali'yi ya da Hamza'yı öldürürsen, sana şunu şunu vereceğim.' diyerek Vahşi'ye söz vermişti. Vahşi, Cübeyr b. Mut'im'in Habeş kökenli kölesi idi. Vahşi şöyle der: 'Muhammed'i öldüremezdim. Ali'nin de çok dikkatli olduğunu, sık sık sağını solunu kolladığını gördüm. Ondan da ümit yoktu. Bunun üzerine Hamza için pusuya yattım. Baktım, Kureyşlileri kovalıyor. Bana yakın bir yerde önündeki derenin kenarına basınca ayağı kayarak düştü. Hemen mızrağımı doğrultarak var gücümle ona doğru fırlattım. Attığım mızrak bir böğründen girerek öteki böğründen çıktı ve kendisi yere düştü. Yanına giderek göğsünü yardım, ciğerini çıkararak Hind'e götürdüm ve 'Bu Hamza'nın ciğeridir.' dedim. Hind, çiğeri ağzına koydu ve çiğnemeye başladı. Fakat Allah, Hind'in ağzında onu diz kapağı kemiğine dönüştürdüğü için çiğneyemedi ve ağzından çıkarıp atmak zorunda kaldı.'
"Resulullah (s.a.a) buyurur ki: 'Yüce Allah bir melek gönderdi; o melek Hamza'nın ciğerini aldı ve götürüp yerine koydu.'
"Vahşi der ki: 'Sonra Hind, Hamza'nın ölüsünün yanına gelerek erkeklik uzuvlarını, kulaklarını, ellerini ve ayaklarını kesti.'
"Resulullah'ın (s.a.a) yanında ise Ebu Dücane Semmak b. Harşe ile Hz. Ali'den başka hiç kimse kalmamıştı. Müşrikler Resulullah'a (s.a.a) her saldırdıklarında Hz. Ali karşılarına çıkarak onları geri püskürtüyordu. Sonunda kılıcı parçalandı. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.a) ona Zülfikar adlı kendi kılıcını verdi ve kendisi Uhud dağının bir köşesine çekildi. Hz. Ali (a.s) sürekli savaşıyordu. Sonunda başından, yüzünden, vücudundan, karnından ve ayaklarından yetmiş yara aldı. -Ali b. İbrahim Kummî'nin tefsirinde [c.1, s.110] böyle geçer.- Bu sırada Cebrail; 'Bu bir beraberlik, birliktelik tablosudur.' dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.a); 'O benden ve ben de Ondanım.' dedi ve Cebrail; 'Ben de ikinizdenim.' dedi."
"İmam Sadık (a.s) devamla şöyle diyor: 'Resulullah (s.a.a) baktı ki Cebrail yer ile gök arasında bir taht üzerinde; 'Zülfikar'dan başka kılıç, Ali'den başka da delikanlı yok.' diyor." (c.2, s.495)
Tefsir-ul Kummî'de şöyle deniyor: "O sırada Peygamberimizin yanında Mazinî kabilesinden Ka'b kızı Nesibe de kalmıştı. -Bu kadın Peygamberimizin seferlerine katılır ve yaralıları tedavi ederdi.- Kadının yanında oğlu da vardı. Oğlu bir ara kaçmak, geri çekilmek istedi. Fakat kadın oğlunun üzerine yürüdü ve; 'Yavrum, nereye? Allah'tan ve Peygamberden mi kaçıyorsun?' diyerek onu geri döndürdü. Fakat bu sırada müşriklerden biri üzerine saldırarak onu öldürdü. Bunun üzerine kadın oğlunun kılıcını kaparak adamın üzerine yürüdü ve dizlerine indirdiği bir darbe ile onu öldürdü. Bunu gören Peygamberimiz ona; 'Maşallah sana, ey Nesibe!' dedi. Kadın göğsünü ve memelerini siper ederek Peygamberi koruyordu. Sonunda birçok yerinden yaralandı."
"Bu arada [Mekke müşriklerinden olan] İbn-i Kam'a; 'Muhamme-d'i bana gösterin. Ben kurtulmayayım, eğer o kurtulursa!' diyerek Peygamberimize saldırarak omuz damarı üzerine bir darbe indirdi ve; 'Lat ve Uzza'ya andolsun ki Muhammed'i öldürdüm.' diye bağırmaya başladı." (c.1, s.115)
Ben derim ki: Uhud Savaşı hakkında bu rivayetin bazı yerleri ile uyuşmayan başka bazı rivayetler de vardır. O yerlerden biri şudur: Bu rivayette müşriklerin sayısı beş bin kişi olarak bildirilmiştir. Oysa bu konudaki rivayetlerin çoğunluğunda bu sayı üç bin kişi olarak kaydedilmiştir.
O yerlerden bir diğeri de şudur: Bu rivayette Hz. Ali'nin, Kureyş sancağını taşıyan dokuz kişiyi öldürdüğü bildiriliyor. Bu bilgiyi destekleyen başka rivayetler de vardır. İbn-i Esir de, el-Kâmil adlı eserinde Ebu Rafi'ye dayanarak bunu böyle nakleder. Fakat diğer bazı rivayetlerde söz konusu sancaktarların bazılarını başkalarının öldürdüğü ileri sürülmüştür. Ancak savaşın hikâyesi, aktardığımız rivayetin verdiği bilgiyi teyit ediyor.
O yerlerden bir başkası da şudur: Aktardığımız rivayete göre Hind, Hamza'yı öldürmesi karşılığında Vahşi'ye ödüllendirme sözü vermişti. Fakat Ehl-i Sünnet kaynaklı rivayetlere göre Vahşi'ye ödüllendirme sözü veren kişi, efendisi Cübeyr b. Mut'im'di. Cübeyr, Vahşi'ye, Hz. Hamza'yı öldürdüğü takdirde azat etme sözü vermişti. Fakat Vahşi'nin, Hz. Hamza'nın ciğerini efendisi Cübeyr'e değil de Hind'e götürmüş olması, yukarıda aktardığımız rivayetteki bilginin doğruluğunu teyit ediyor.
O yerlerden bir diğeri de şudur: Aktardığımız rivayette Hz. Ali ile Ebu Dücane dışında bütün Müslümanların bozgun sırasında Peygamberimizin yanından ayrıldıkları bildirilmiştir. Bu konuda rivayetlerin çoğunluğu arasında görüş birliği vardır. Fakat bazı rivayetlerde, başka bazı sahabelerin de Peygamberimizin yanında kaldıkları ileri sürülmüş, hatta bu sayı otuz kişiye kadar çıkarılmıştır. Fakat bu rivayetlerin verdikleri bilgiler birbiri ile çelişmektedir. Eğer gerçeği öğrenmek istiyorsan, Uhud Savaşının aslını ve gelişmelerini açıklığa kavuşturacak ipuçlarını iyice araştırmalısın. Çünkü bu hikâyeler ve rivayetler bize u-laşıncaya kadar birçok muvafık ve muhalif tutumlarla karşılaşmış, birçok aydınlık ve karanlık ortamlardan geçmiştir.
O yerlerden bir başkası da şudur: Yukarıdaki rivayette, yüce Allah'ın bir melek gönderdiği ve o meleğin Hz. Hamza'nın ciğerini alıp götürerek yerine koyduğu bildirilmiştir. Bu bilgi rivayetlerin bir çoğunda yoktur. Fakat ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, İbn-i Ebu Şeybe, Ahmed ve İbn-i Münzir'in İbn-i Mes'ud'a dayandırdıkları bir rivayette İbn-i Mes'ud şöyle der: "Sonra Ebu Süfyan dedi ki: Müslümanlara müsle (organ kıyımı) yapıldı, ama bu bizim ileri gelenlerimiz tarafından yapılmadı. Ben böyle bir işi ne emrettim, ne yasakladım. Bu iş ne hoşuma ve ne ağırıma gitti. Ben üzülmedim de, sevinmedim de." İbn-i Mes'ud der ki: "Hz. Hamza'ya baktıklarında karnı deşilmişti. Hind ciğerini çıkarıp ağzına aldı ve çiğnedi, fakat onu yutamadı. Peygamberimiz; 'Ondan bir şey yedi mi?' diye sordu. Sahabeler; 'Hayır' dediler. Peygamberimiz; 'Yüce Allah, Hamza'nın vücudunun herhangi bir parçasını cehenneme sokacak değildi.' dedi." (c. 2, s.84)
Şiî ravilerin ve başkalarının rivayetlerine göre, Peygamberimiz (s.a.a) o gün alnından yaralandı, iki ön dişinin yanındaki bir dişi kırıldı. Muğire'nin rivayetine göre ön dişleri de ağrıdı.
ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, İbn-i İshak, Abd b. Hamid, İbn-i Ce-rir ve İbn-i Münzir'in, İbn-i Şihab, Muhammed b. Yahya b. Hay-yan, Asım b. Amr b. Katade, Husayn b. Abdurrahman b. Amr b. Sa'd b. Muaz'a ve başkalarından Uhud Savaşı hakkında rivayet ettikleri yer alır. Onların rivayetlerinde şu bilgiler aktarılır:
"Bedir günü Kureyşliler veya onlardan o günün acısını tadanlar darbe yiyip topluca Mekke'ye döndüklerinde ve Ebu Süfyan da ticaret kervanı ile geri döndüğünde Abdullah b. Ebu Rabia, İkrime b. Ebu Cehil ve Safvan b. Ümeyye, yanlarına Bedir Savaşında babaları, oğulları ve kardeşleri darbe almış olan diğer bazı Kureyşlileri de alarak Ebu Süfyan'a gittiler. Ebu Süfyan ve söz konusu kervanda ticaret malı olanlarla konuşup şöyle dediler: 'Ey Kureyişliler! Muhammed, en iyilerinizi öldürerek sizi yalnız bıraktı. Ona savaş açmak için elinizdeki malla bize yardımcı olun ki, darbe yiyenlerimizin öcünü ondan alalım.' Onlar da isteneni yaptılar. Bunun üzerine Kureyşliler Peygamberimizle savaşmak üzere toplandılar. Yaşlıları ve gençleri ile sefere çıktılar. Kadınlarını da yanlarına aldılar ki, namuslarını bırakıp da savaştan kaçamasınlar. Ebu Süfyan'ın komutasında yola çıktılar. Yürüyüşleri sonunda Sebha çölündeki bir dağın eteğinde, vadinin Medine tarafındaki ağzı üzerindeki bir su kanalındaki iki çeşmenin yanında konakladılar."
"Peygamberimiz ve Müslümanlar, müşriklerin Medine yakınlarında konakladıklarını işittiklerinde Resulullah (s.a.a) dedi ki: 'Rüyamda boğazlanan bir inek ve kılıcımın ağzında kırıklar gördüm. Yine gördüm ki, ellerimi sağlam bir zırhın içine koydum. Bu sağlam zırhı Medine olarak yorumladım. Eğer isterseniz, Medine'de kalır ve onları konakladıkları yerde bırakırsınız. Eğer orada kalırlarsa, orası kendileri için kötü bir kalış yeri olur. Eğer üzerimize gelip şehrimize girerlerse, burada onlarla savaşırız.'
"Kureyşliler Uhud'daki konaklarına bir çarşamba günü indiler. O gün, perşembe günü ve cuma günü orada kaldılar. Peygamberimiz cuma namazından sonra yola çıkarak Uhud dağının bir geçidine vardı. Hicretin 3. yılının Şevval ayının yarısına rastlayan cumartesi günü iki taraf savaşa tutuştu."
"Abdullah b. Übeyy'in görüşü Peygamberimizin görüşünün aynısı idi. O Kureyşliler üzerine gidilmemesi görüşünü taşıyordu. Peygamberimiz Medine'den çıkmak istemiyordu. Fakat Uhud Savaşında Allah'ın kendilerine şehitlik lütfettiği kimseler ile Bedir Savaşına katılamamış kimselerden oluşan bir grup Müslüman Peygamberimize; 'Ya Resulal-lah! Bizi düşmanımıza karşı çıkar, bizi kendilerinden korkmuş ve zaafa düşmüş görmesinler.' dediler. Abdullah b. Übey ise şöyle dedi: 'Ya Resulallah! Medine'de kal, karşılarına çıkma. Vallahi şimdiye kadar buradan ayrılarak üzerine yürüdüğümüz bütün düşmanlarımızdan hep darbe yedik. Buna karşılık üzerimize gelen bütün düşmanlarımız bizden darbe yediler. Ya Resulallah! Bırak onları. Eğer oldukları yerde kalırlarsa, bu onlar hesabına kötü olur. Eğer şehrimize girerlerse, kadınlar, çocuklar ve erkekler onlarla yüksek yerlerden taşlarla savaşırlar. Eğer geri dönerlerse, hayal kırkılığına uğramış olarak, geldikleri gibi dönerler.'
"Kureyşliler ile karşılaşmak için can atanlar ise, sürekli biçimde Peygamberimize ısrar ediyorlardı. Sonunda Peygamberimiz evine giderek savaş elbisesini giydi. Bu, cuma günü namazı kıldıktan sonra ol-muştu. Savaş elbisesini giydikten sonra Müslümanların karşısına çıktı. Müslümanlar, Resulullah'ı hoşlanmadığı bir kararı almaya zorladıkları için pişman olmuşlardı. 'Bunu yapmamalıydık' diye söylenerek 'Ya Re-sulallah! Eğer istiyorsan, burada kal.' dediler. Buna karşılık Peygamberimiz; 'Bir peygamber savaş elbisesini giyince savaşmadıkça onu çıkarması yakışık almaz.' dedi."
"Peygamberimiz (s.a.a) bin sahabiden oluşan bir ordunun başında sefere çıktı. Ordu Medine ile Uhud arasında Şavt denen yere vardığında Abdullah b. Übey ordunun üçte biriyle birlikte Müslümanlardan ayrılarak geri döndü. Peygamberimiz geriye kalan sahabilerin başında yoluna devam ederek Harise Oğullarına ait taşlık bir yere vardı. O sırada kuyruğunu sallayan bir atın kuyruk kılları, sahibinin kılıflı kılıcına değerek onu kınından çıkardı. Falihayrı, iyiye yormayı seven Peygamberimiz (s.a.a), kılıcın sahibine; 'Kılıcını kınına sokma. Bu gün kılıçların çekileceğini görüyorum.' dedi. Arkasından yoluna devam ederek Uhud dağındaki bir geçide indi. Konaklama yeri olarak seçtiği bu geçit, vadi tabanından dağın tepesine kadar uzanıyordu. Ordusunun ve karargâhının arkasını Uhud dağına vererek yedi yüz kişiden oluşan askerlerini savaş düzenine soktu."
"Peygamberimiz Abdullah b. Cübeyr'i elli kişiden oluşan bir okçu birliğinin başına geçirdi ve ona şöyle dedi: 'Oklarınla düşmanı dağdan uzak tut. Arkamızdan saldırmasınlar. Durum aleyhimizde de olsa, lehimizde de olsa, sen yerinden kımıldama. Eğer saldırıya uğrarsak, bu kesinlikle senin mevzilendiğin taraftan olur.' Peygamberimiz o gün iki kat zırha bürünmüştü." (c. 2, s.68)
Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde yer aldığına göre, İbn-i Cerir'in Süddi'den rivayet ettiği bir hadiste şöyle deniyor: "Peygamberimiz bin kişilik bir birliğin başında Uhud'a doğru sefere çıktı. Askerlerine, sabretmeleri şartı ile zafer vaat etti. Yolda Abdullah b. Übey üç yüz kişi ile geri döndü. Ebu Cabir Selemi onları geri çağırmak üzere peşlerinden gitti. Fakat onu boşuna yordular ve kendisine; 'Biz savaşmayı bilmiyoruz. Eğer sözümüzü dinlersen, sen de bizimle birlikte geri dönersin.' dediler."
Süddi devamla demiştir ki: "Hani sizden iki grup korkup çözülmeye yüz tutmuştu." ayetinde Seleme Oğulları ile Harise Oğulları kastedilmiştir. Abdullah b. Übey geri dönünce onlar da geri dönmeye kalkıştılar. Fakat Allah onları korudu. Peygamberimizin yanında yedi yüz kişi kaldı." (c. 2, s.69)
Ben derim ki: Seleme Oğulları ile Harise Oğulları Ensardan iki oymaktır. Seleme Oğulları Hazreç, Harise Oğulları ise Evs boyundandır.
Mecma-ul Beyan tefsirinde şöyle deniyor: İbn-i İshak, Süddi, Vakıdi, İbn-i Cerir ve başkaları şu rivayeti naklederler: "Müşrikler Hicretin üçüncü yılının Şevval ayında bir çarşamba günü Uhud'a gelip konakladılar. Peygamberimiz onlarla karşılaşmak üzere cuma günü sefere çıktı. Savaş o ayın ortasına rastlayan cumartesi günü meydana geldi. Bu savaşta Peygamberimizin iki ön dişinin yanındaki bir dişi kırıldı ve yüzünden yara aldı. Fakat Muhacirler ve Ensar bozguna uğrayıp yetmiş şehit verdikten sonra tekrar savaş alanına döndüler ve Peygamberimiz yanında kalanlarla birlikte uyguladığı baskı sonunda müşrikleri geri püskürttü. Müşrikler o gün Müslümanlardan ölenlere müsle (organ kıyımı) yaptılar. En ağır müsleye maruz kalan Hz. Hamza idi." (c. 2, s.497)
Ben derim ki: Uhud Savaşı hakkındaki rivayetler pek çoktur. Biz gerek yukarda, gerekse ileride bunların çok azına yer vermeyi uygun gördük. Yer verdiğimiz rivayetler, bu konuda inen ayetlerin anlamlarını kavramaya dayanak oluşturan rivayetlerdir. Uhud Savaşı hakkındaki ayetler birkaç bölüme ayrılır:
Bir bölümü; o gün bozguna uğrayan, tartışmaya giren veya bozgun ve yılgınlık belirtileri gösteren Müslümanların durumuna değiniyor.
Bir bölümü; azarlama ve kınama içeriklidir. Bunlar, Allah tarafından haram edildiği hâlde bozguna uğrayıp Peygamberimizin yanından ayrılanlar hakkında inmiştir.
Bir bölümü; Müslümanların bozgunundan önce şehit düşen ve direnç gösterip savaştan kaçmayarak ölünceye kadar savaşanlara övgü içermektedir.
Bir bölümü de; savaşın sonuna kadar direnip savaşan ve sağ kurtulanlara güzel övgüler yöneltmektedir.
130- Ey müminler! Faizi kat kat arttırılmış olarak yemeyin ve Allah'tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz.
131- Kâfirler için hazırlanmış olan cehennem ateşinden sakının.
132- Allah'a ve Peygambere itaat edin ki, size merhamet edilsin.
133- Rabbinizin mağfiretine ve genişliği gökler ile yeryüzü arası kadar olan cennete koşun. Orası (günahlardan) sakınanlar için hazırlanmıştır.
134- Onlar bollukta da, darlıkta da (Allah için) mal harcarlar, öfkelerini yenerler ve insanların kusurlarını bağışlarlar. Allah, iyi işler yapanları sever.
135- Yine onlar, çirkin bir iş (zina) yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde, Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarının affedilmesini dilerler. Günahları Allah'tan başka kim affedebilir ki? Onlar işledikleri günahlarda, bile bile ısrar etmezler.
136- İşte onların mükâfatı, Allah tarafından affedilmek ve altlarından ırmaklar akan, içinde sürekli kalacakları cennetlerdir. İyi işler yapanları bekleyen mükâfat ne kadar güzeldir!
137- Sizden önce ilâhî yasaların değişmezliğini kanıtlayan birçok olaylar geldi geçti. O hâlde yeryüzünü gezin de Allah'ın ayetlerini yalan sayanların akıbetini görün.
138- Bu (Kur'an) insanlara yönelik bir açıklama, (günahlardan) sakınanlar için bir yol gösterici ve bir öğüttür.
Dostları ilə paylaş: |