AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI
Mecma-ul Beyan tefsirinde "genişliği gökler ile yeryüzü arası kadar olan cennet" ayeti ile ilgili olarak şöyle deniyor: Peygamberimize şu soru soruldu: "Cennetin genişliği göklerle yeryüzü arası kadar olduğuna göre cehennem nerede yer alacak?" Peygamberimiz bu soruya; "Subhanallah! Gündüz geldiğinde gece nereye gidiyor?" diye cevap verdi." (c.2, s.504)
Ben derim ki: Suyuti, ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde bu rivayeti Tenuhi'ye dayanarak naklediyor. Tenuhi bu rivayette, Roma kralı Herakliyus'dan Peygamberimize getirdiği bir mektupta bu sorunun sorulduğunu ve Peygamberimizin bu soruya bu cevabı verdiğini bildiriyor. Yine Suyuti'nin başka bir kanaldan Ebu Hureyre'den naklettiği bir rivayete göre, adamın biri Peygamberimize bu soruyu sordu, o da yukarıdaki cevabı verdi. (c.2, s.504)
Peygamberimizin bu cevabıyla ilgili olarak yapılan "Peygamberimiz, cehennemin yüce Allah'ın bilgisi dahilinde olduğunu kastetmiştir. Tıpkı gündüz geldiğinde gecenin Allah'ın bilgisi dahilinde olması gibi." şeklindeki yoruma gelince; eğer bu yorumla, cehennemin yüce Al-lah'ın bilgisi dışında olmadığı kastedilmişse, açıktır ki bu, sorulan soruya cevap olamaz. Çünkü soru, yüce Allah'ın cehennem hakkındaki bilgisi ile değil, cehennemin yeri ile ilgilidir. Yok, eğer bu yorumla gökler ile yer dışında başka bir yerin olabileceği ve cehennemin orada yer alabileceği kastedilmişse, o zaman da, böyle bir varsayımın kendi özünde imkânsız olmamasıyla birlikte, cennet ve cehennemin gündüz ve gece ile karşılaştırılması yerinde olmaz. Çünkü gece geldiğinde gündüz gökler ile yerin sınırları dışına çıkmıyor. Dolayısıyla bu yorum tatmin edici değildir.
Öyle sanıyorum ki, bu rivayet başka bir anlam taşıyor. Şöyle ki: Gerçi Kur'an ve sünnetten anlaşıldığı kadarıyla ahiret, cenneti ve cehennemi ile dünyayı, dünyanın hazlarını ve acılarını andırır; ahirete varan insan da dünyadaki insanın aynısıdır; fakat ahirete egemen olan düzen dünyaya egemen olan düzenden başkadır. Ahiret, ebedilik ve sonsuzluk yurdu, dünya ise geçicilik ve fânilik yurdudur. Bundan dolayı, insan cennette yer, içer, çiftleşir, çeşitli nimetlerden yararlanır; fakat bu eylemlerin dünyadaki sonuçlarına maruz kalmaz. Aynı şekilde insan cehennem ateşinde yanar; cehennemdeki yemesinden, içmesinden, barınmasından ve arkadaşından dolayı çeşitli acılar ve musibetler çeker; fakat bu acıların ve musibetlerin dünyadaki sonuçları ile karşılaşmaz. Ahirette ebedi bir ömür yaşar; fakat bu ebedi ömür, yaşlanma, ihtiyarlama, kocama gibi belirtileri göstermez. Her şeyde durum böyle olur. Bunun tek sebebi şudur: Bu gelişmeler ve değişmeler dünya düzeninin gereklerindendir. Bunlar dünya düzeni ile ahiret düzenini kapsayan ortak bir düzenin gerekleri değildir. Çünkü dünya, sıkışıklık ve engelleme yurdudur. Ahiret ise değildir.
Bunun bir örneği şudur: Olup biten olaylara ilişkin gözlemlerimizden edindiğimiz izlenimler, ikinci kez başka bir olayı gözlemlediğimizde kayboluyor. Bu günün ve dünün olayları gibi. Gece ile gündüz ve başka gelişmeler gibi. Fakat yüce Allah'a gelince, bizim ilk kez gözlemleyip de ikinci seferde kaybettiğimiz izlenim ile daha sonra aldığımız izlenim O'nda kaybolmuyor. Yüce Allah açısından bu ikisi arasında sıkışıklık ve engelleme söz konusu değildir. Örneğin; gece ile gündüz ve bunlara eşlik eden olaylar, madde ve hareket düzeni içinde sıkışıklık doğuran ve birbirini engelleyen şeylerdir. Fakat bu olayların aynısı, başka bir düzen içinde sıkışıklık ve engelleme meydana getirmeyebilir. Yüce Allah'ın şu ayetinden bu sonuç çıkarılabilir: "Görmedin mi Rabbin nasıl gölgeyi uzattı? Eğer dileseydi, onu durgun kılardı. Sonra biz güneşi, ona delil kıldık. Sonra onu (uzayan gölgeyi) kendimize doğru yavaş yavaş çektik (kısalttık)." (Furkan, 45-46)
Bu durum, birbirini engelleyen gece ile gündüz gibi olaylarda mümkün olunca, gökler ile yeryüzü için de geçerli olabilir. Yani gökler ile yeryüzü genişliği kadar bir şeyi içine aldıktan sonra onun kadar genişlikte olan bir başka şeyi de içine alabilir. Örneğin, cennetle cehennem gibi. Hadislerde bunun benzerlerine rastlamak mümkündür. Meselâ hadislerde mezarın ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukur olduğu[1] veya müminin mezarının, gözünün görebileceği kadar genişleyeceği[2] zikredilmiştir.
Peygamberimizin "Subhanallah! Gündüz geldiğinde gece nereye gidiyor?" şeklindeki cevabı bu esasın ışığında yorumlanmalıdır. Çünkü gayet açıktır ki, eğer bu cevapla, "Yüce Allah gündüzü bilince gece bilgisinden saklı kalmaz" gibi bir anlam kastedilmiş olsa, bunun soru ile bağlantısı olmaz. Yine eğer bu cevabın maksadı, "Gündüzün gelmesi hâlinde yine gece ortada kalır" şeklinde anlaşılacak olursa, soruyu soran kişi ona şöyle itiraz eder: "Eğer gece ile gündüz yeryüzünün belirli bir yerinde ele alınırsa, orada gündüz olunca gece yok olur, gece olunca da gündüz yok olur. Eğer gece ile gündüz kendi özleri açısından göz önüne alınırlarsa, gece aslında güneşin dünyayı aydınlatmasından doğan bölgesel bir gölgedir. Güneş ışığı gündelik hareket sonucunda yerkürenin etrafında döner. Gece ile gündüz birbirini yok etmeksizin yer etrafında sürekli hareket ederler."
Bu rivayetin, rivayetler arasında benzerleri vardır. Nitekim "Allah pisleri temizlerden ayırsın..." (Enfâl, 37) ayetinin açıklaması ile ilgili olarak Peygamberimiz; "Güneş battığı zaman yeryüzüne yayılan bu ışınlar nereye gidiyor?..." demiştir. İleride bunu inceleyeceğiz.
ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, "öfkelerini yenerler ve insanların kusurlarını bağışlarlar..." ayetinin tefsiri hakkında Beyhaki'nin şu rivayeti naklettiği kaydediliyor: "Hüseyin oğlu Ali'nin (İmam Zeynül-âbidin) bir cariyesi namaza hazırlanması için Hazretin eline su döküyordu. Bu sırada testi cariyenin elinden düşerek Hazretin yüzünü yaraladı. Hazret başını kaldırıp cariyeye bakınca, kadın; 'Allah 'öfkelerini yenerler' diyor.' dedi. Hz. Zeynülâbidin; 'Öfkemi yendim.' karşılığını verdi. Cariye; 'Allah 'insanların kusurlarını bağışlarlar' diyor.' dedi. Hazret; 'Allah seni affetsin.' cevabını verdi. Cariye; 'Allah 'Allah iyi işler yapanları sever.' diyor.' dedi. Bunun üzerine Hz. Zeynülâbidin; 'Seni azat ettim; artık sen özgürsün.' dedi." (c.2, s.73)
Ben derim ki: Bu rivayet Şia kanallarından da nakledilmiştir.[3] Açıkça anlaşılacağı üzere bu rivayette, ayette geçen "iyi işler", ayette sayılan niteliklerden fazlasını içerecek şekilde tefsir ediliyor. Kelimenin mutlak oluşu açısından bu böyle olmakla birlikte, ayette sayılan nitelikler, iyi işler yapmanın gereklerinden olduğuna göre, iyi işlerin bu niteliklerle tanımlanması mümkündür.
Bil ki, Peygamberimizden ve Ehl-i Beyt İmamlarından infak, öfkeyi yenmek, insanların kusurlarını bağışlamak gibi iyi ahlâk ve ahlâkî erdemler konusunda pek çok rivayet nakledilmiştir. Bunlara değinmeyi ilerideki daha uygun bir yere erteliyoruz.
el-Mecalis adlı eserde Abdurrahman b. Ganem ed-Devsî'ye dayanarak verilen bilgiye göre, "Onlar, çirkin bir iş (zina) yaptıklarında..." ayeti mezar deşen Behlül hakkında inmiştir. Bu adam mezarları deşerdi. Bir keresinde Ensardan bir kızın mezarını deşerek kızın cesedini çıkardı ve kefenini soydu. Kız beyaz tenli güzel bir kızdı. Adam şeytanın vesvesesine uyarak ölü kızın ırzına geçti. Sonra pişman oldu. Peygamberimize gitti, fakat Resulullah kendisini reddetti. Bunun üzerine insanlardan ayrılarak Medine'nin dağlarından birine çekildi. Orada kendini ibadete ve duaya verdi. Sonunda Allah tövbesini kabul etti ve hakkında bu ayet indi.
Ben derim ki: Bu rivayet ayrıntılı ve uzundur. Biz onu özetleyerek naklettik. Bu rivayet eğer doğru ise, bu ayetin inişinin, Uhud Savaşına ilişkin ayetler kümesinin ortak iniş sebebi dışındaki bir başka sebebi olur.
Tefsir-ul Ayyâşî'de yer aldığına göre İmam Bâkır (a.s), "Onlar, işledikleri günahlarda, bile bile ısrar etmezler." ayeti hakkında şöyle buyurdu: "Israr etmek, günahkârın günah işledikten sonra Allah'tan af dilememesi ve içinde tövbe etme arzusunun uyanmaması demektir. Israrın anlamı budur." (c.1, s.45, h:3)
ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde yer aldığına göre Ahmed b. Hanbel, Ebu Said-i Hudri'ye dayandırarak Peygamberimizin (s.a.a) şöyle dediğini naklediyor: "İblis dedi ki: Ya Rabbi, izzetin hakkı için ruhları vücutlarında olduğu sürece Âdem oğullarını sürekli azdıracağım. Yüce Allah buyurdu ki: İzzetim hakkı için, onlar benden af diledikçe ben de onları sürekli affedeceğim." (c.2, s.77)
el-Kâfi'de yer aldığına göre İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: "Israrla birlikte küçük günah ve istiğfarla birlikte büyük günah yoktur." (Usûl-u Kâfi, c.2, s.288, h:1)
Tefsir-ul Ayyâşî'de yer aldığına göre İmam Sadık (a.s) bir hadiste şöyle diyor: "Yüce Allah'ın kitabında her türlü pespayelikten kurtuluş, körlükten basirete kavuşma ve kalplerdeki hastalıklardan şifa bulma vardır. Bunları yüce Allah'ın size emrettiği istiğfarda ve tövbede aramalısınız. Yüce Allah şöyle buyuruyor: 'Yine onlar, çirkin bir iş (zina) yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde, Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarının affedilmesini dilerler. Günahları Allah'tan başka kim affedebilir ki? Onlar işledikleri günahlarda, bile bile ısrar etmezler.' Başka bir ayette de şöyle buyuruyor: 'Kim bir kötülük işler veya kendine zulmeder de arkasından Allah'tan af dilerse, Allah'ı af-fedici ve esirgeyici olarak bulur.' (Nisâ, 110) Yüce Allah'ın emrettiği istiğfar budur işte. Yüce Allah istiğfarın yanı sıra tövbeyi ve haramlardan sakınmayı da şart koşuyor. Çünkü şöyle buyuruyor: 'Güzel söz O'na yükselir; iyi amel de onu yükseltir...' (Fâtır, 10) Bu ayet, istiğfarı Allah'a ancak iyi amellerin ve tövbenin yükselteceğine delildir." (c.1, s.198, h:143)
Ben derim ki: İmam Sadık (a.s), günahtan sıyrılma ve tövbeden sonra ona bir daha dönmeme gereğini, ayetteki ısrar yasağından çıkarmıştır. Tövbe ve istiğfarın da, arkadan gelecek iyi amellere muhtaç olduğu sonucuna, "Güzel söz O'na yükselir." ayetindeki "güzel söz" deyiminin genelliğinden varmıştır.
el-Mecalis adlı eserde yer aldığına göre İmam Sadık (a.s) şöyle diyor: "Onlar, çirkin bir iş (zina) yaptıklarında..." ayeti indiğinde İblis, Mekke'deki Sevr dağına çıkarak en yüksek sesi ile ifritlerini (yardakçılarını) çağırdı. Yanına geldiklerinde ona; 'Efendimiz, bizi niye çağırdınız?' dediler. Şeytan; 'Bu ayet indi. Ona kim karşı koyacak?' dedi. İfritlerden biri ayağa kalkarak; 'Ben ona şöyle şöyle karşı koyarım.' dedi. Şeytan; 'Sen ona karşı koyamazsın.' dedi. Arkasından başka bir ifrit ayağa kalkarak aynı iddiayı ileri sürdü. Şeytan ona da; 'Sen ona karşı koyamazsın.' dedi. Arkasından Vesvas-ul Hannas adlı ifrit ayağa kalkarak; 'Ben o ayete karşı koyarım.' dedi. Şeytan; 'Hangi yöntemle ona karşı koyacaksın?' deyince, o şöyle dedi: 'Ben insanları vaatlerle kandırıp, hayallerle ayartarak sonunda günaha sokarım. Günaha girdiklerinde de onlara tövbe etmeyi unuttururum.' Şeytan ona; 'Sen bu ayete karşı koyup onu etkisiz hâle getirebilirsin.' diyerek kendisini kıyamet gününe kadar bu işle görevlendirdi."
Bu rivayet Ehl-i Sünnet kanallarından da nakledilmiştir.
139- Sakın gevşemeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer mümin iseniz, üstün olan sizsiniz.
140- Eğer siz (Uhud'da) yara aldınızsa, onlar da benzeri bir yara almışlardır. Biz bu günleri insanlar arasında dolaştırırız. Bu, Allah'ın kimlerin mümin olduğunu belirlemesi ve aranızdan bazı şahitler edinmesi içindir. Allah zalimleri sevmez.
141- Bir de (böylece) Allah, müminleri arındırmak ve kâfirleri yok etmek ister.
142- Yoksa siz, Allah içinizdeki cihad edenleri ayrıt etmeden ve sabırlıları belirlemeden cennete girebileceğinizi mi sandınız?
143- Sizler ölümle karşılaşmadan önce onu arzuluyordunuz. İşte onu gördünüz, ama bakıp duruyorsunuz.
144- Muhammed sadece bir peygamberdir. Ondan önce daha nice peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi eğer o ölür ya da öldürülürse, topuklarınız üzerinde geri mi döneceksiniz? Kim iki topuğu üzerinde geri dönerse, Allah'a hiçbir zarar vermeyecektir. Şükredenleri ise Allah ödüllendirecektir.
145- Allah'ın izni olmaksızın hiçbir kimse ölmez. (Ölüm) Belli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya kazancını isterse, ona ondan veririz. Kim ahiret sevabını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri ödüllendireceğiz.
146- Nice peygamberler var ki, çok sayıda kendilerini Rab-lerine adamış kişiler onlarla birlikte savaştılar da Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler, yılmadılar ve boyun eğmediler. Allah sabırlıları sever.
147- Onların sözleri sadece şöyle demek oldu: "Rabbimiz, günahlarımızı ve davranışlarımızdaki aşırılıklarımızı affeyle, ayaklarımızı kaydırma ve kâfirler karşısında bize yardım et."
148- Allah da onlara hem dünya kazancını ve hem de ahiret mükâfatının en güzelini verdi. Allah iyi işler yapanları sever.
Dostları ilə paylaş: |