El-MÎZÂn fî tefsîR-İl kur'ÂN cilt: 5 Nisa Suresinin Devamı ve Maide Suresi



Yüklə 7,94 Mb.
səhifə30/48
tarix04.01.2019
ölçüsü7,94 Mb.
#90079
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   48

Mâide Sûresi 15-19 ......................................................


 

15- Ey Ehlikitap! Elçimiz size geldi. Kitaptan gizlediğiniz şeylerin

çoğunu size açıklıyor, çoğundan da geçiyor. Gerçekten size Allah'tan

bir nur ve açık bir kitap gelmiştir.

 

16- Allah onunla, rızasına uyanları esenlik yollarına iletir, onları



kendi ilmiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve dosdoğru yola ile-

 

Mâide Sûresi 15-19 ...................................................... 415

 

tir.

 

17- "Allah, Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler küfre girmişlerdir.



De ki: "Öyle ise Allah, Meryem oğlu Mesih'i, annesini ve

yeryüzünde olanların hepsini helâk etmek isterse, Allah'a karşı

kimin elinde bir şey var? Göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunan

her şeyin egemenliği, yalnızca Allah'ındır. O, dilediğini yaratır

ve Allah'ın her şeye gücü yeter."

 

18- Yahudiler ve Hıristiyanlar; "Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz"



dediler. De ki: "O hâlde niçin günahlarınızdan ötürü Allah sürekli

size azap ediyor? Hayır, siz de O'nun yaratıklarından birer insansınız.

O dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin

ve ikisi arasında bulunan her şeyin egemenliği, yalnızca Allah'ındır.

Dönüş de sadece O'nadır."

 

19- Ey Ehlikitap! Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi, demeyesiniz



diye elçilerin arasının kesildiği, bir boşluk meydana geldiği

sırada elçimiz size geldi ki (kitaptan gizlediğiniz şeylerin çoğunu)

size açıklıyor. Işte size müjdeleyici ve uyarıcı geldi. Allah'ın her

şeye gücü yeter.

 

AYETLERIN AÇIKLAMASI



 

Yüce Allah, bundan önceki ayetler grubunda, Ehlikitab'ın Allah-

'ın elçilerine yardımcı olacaklarına, onlara saygı göstereceklerine,

kendilerine gönderilen kitapları koruyacaklarına ilişkin olarak verdikleri

sözü, sonra Allah'ın, kendisiyle bunları bağladığı bu sözü

bozuşlarını hatırlatınca, bu ayetler grubunda da onları, gönderdiği

elçisine ve indirdiği kitabına inanmaya davet ediyor. Bu bağlamda

yüce Allah, elçiyi ve kitabı onlara tanıtacak bir dil kullanıyor. Bunun

yanı sıra rİsaletin doğruluğunu ve kitabın gerçekliğini kanıtlayacak

belgeler ortaya koyarak, inanmamak için ileri sürebilecekleri

her türlü bahanenin önünü tıkıp hücceti onlara tamamlıyor.

Kitap ve elçinin tanıtımına yönelik ifadeler şunlardır: "Ey



Ehlikitap! Elçimiz size geldi. Kitaptan gizlediginiz şeylerin çogunu

 

416 ....................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

size açıklıyor...", "Ey Ehlikitap! ...elçilerin arasının kesildigi, bir

boşluk meydana geldigi sırada elçimiz size geldi..."

Buna ilişkin kanıtsal belgeyi de şu ifadede gözlemliyoruz: "Kitap-



tan gizlediginiz şeylerin çogunu size açıklıyor..." Hiç kuşkusuz

bu, risaletin doğruluğunun en güzel kanıtıdır: Okumasız-yazmasız

bir adam, ancak ilâhiyatları alanında uzmanlaşmış birkaç bilginin

bilebileceği olaylardan haber veriyor. Işte bu, doğruluğunun kanıtıdır.

"Allah onunla, rızasına uyanları esenlik yollarına iletir..." ifadesi

de öyledir. Çünkü gerçekliklerini perdeleyecek bir tek leke bulunmayan

hakka yönelik ifadeler, rİsaletin doğruluğunun ve

kitabın gerçekliğinin en güzel kanıtlarıdır.

Bahanelerin önünün tıkanmasına gelince, bunu şu ifade içermiştir:

"Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi, demeyesiniz diye...

Işte size müjdeleyici ve uyarıcı geldi. Allah'ın herşeye gücü

yeter." Bu arada yüce Allah, ayetlerin akışı içinde bir grubun, "Allah,

Meryem Oglu Mesih'tir." şeklindeki iddialarını ve Yahudilerle

Hıristiyanların, "Biz Allah'ın ogulları ve sevgilileriyiz." şeklindeki

sözlerini reddediyor.

 

"Ey Ehlikitap! Elçimiz size geldi. Kitaptan gizlediğiniz şeylerin çoğunu



size açıklıyor, çoğundan da geçiyor." Elçinin kitaptan gizledikleri

çok şeyi açıklamasından maksat, onun peygamberlik ayetlerini,

buna ilişkin müjdeleri açıklamasıdır. Nitekim yüce Allah buna birçok

ayette işaret etmiştir: "Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve Incil'de



yazılı buldukları o elçiye, o ümmî peygambere uyarlar..." (A'râf,

157), "Onu ogullarını tanıdıkları gibi tanırlar..." (Bakara, 146), "Muhammed



Allah'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar, kâfirlere

karşı katı, birbirlerine karşı merhametlidirler... Onların Tevrat'taki

vasıfları ve Incil'deki vasıfları da böyledir..." (Fetih, 29)

Aynı şekilde Hz. Peygamberin (s.a.a), onlar tarafından gizlenen

ve gerçeği söylememe hususunda büyüklendikleri recm [zina suçunu

işleyenleri taşlayarak öldürme] cezasını açıklamasını da buna

örnek gösterebiliriz. Nitekim ileride üzerinde duracağımız şu

ayette buna işaret edilmiştir: "Küfürde yarış edenler seni üzme-

 

Mâide Sûresi 15-19 .............................................................. 417

 

sin..." (Mâide, 41) Recm hükmü, bugün Yahudilerin elinde bulunan

Tevrat'ın Tesniye Kitabı, Bab 22'de yer almaktadır.

Birçoğundan vazgeçmesiyle de, kitaptan gizledikleri birçok şeyi

de terk etmesi kastediliyor. Bunun göstergesi de Tevrat ve Incil

arasında varolan ihtilaflardır. Örneğin Tevrat, tevhid ve peygamberlikle

ilgili öyle şeyler kapsıyor ki, bunları yüce Allah'a isnat etmek

hiçbir şekilde doğru değildir. Yüce Allah için cisim var saymak, bir

mekana hülul et-tiğini ileri sürmek ve benzeri şeyler, çeşitli küfür,

günah ve sürçmeler gibi peygamberlere nispet edilmesi aklen tasavvur

edilmeyen şeyler de Tevrat'ta yer alır. Ayrıca Tevrat, hiçbir

şekilde ahiretten söz etmez. Oysa bir din, ahiret inancı olmaksızın

ayakta duramaz. Bir de ellerindeki Inciller, özellikle Yuhanna

Incili'nin putperest inançlarını içermesini de buna örnek gösterebiliriz.

"Gerçekten size Allah'tan bir nur ve açık bir kitap gelmiştir." "Size

Allah'tan... gelmiştir." ifadesi, gelen şeyin bir şekilde Allah ile kaim

olduğunu vurgulamaya yöneliktir. Açıklama veya konuşmanın

açıklayan ve konuşanla kaim olması gibi. Bu, nur ile Kur'ân-'ın

kastedildiği ihtimalini güçlendiriyor. Bu durumda, "açık bir kitap"

ifadesi, açıklama nitelikli bir atıf olarak öncekine matuftur. Yani,

hem nur ifadesiyle, hem de açık kitap nitelemesiyle Kur'ân

kastedilmiştir. Yüce Allah, kitabının değişik yerlerinde Kur'ân'ı nur

olarak adlandırmıştır: "Onunla beraber indirilen nura uyanlar."

(A'râf, 157), "Artık Allah'a, elçisine ve indirdigimiz nura inanın."

(Teğabun, 8), "Size apaçık bir nur indirdik." (Nisâ, 174)

Ayetin giriş kısmındaki ifadeden hareketle nur kavramıyla Hz.

Peygamberin (s.a.a) kastedilmiş olması da muhtemeldir. Yüce Allah,

Peygamberi nur olarak tanımlamıştır: "Ve aydınlatıcı bir ışık

olarak... gönderdik." (Ahzâb, 46)

 

"Allah onunla, rızasına uyanları esenlik yollarına iletir."



"Bihi=onunla" ifadesindeki "ba" alet içindir. Zamir ise kitaba veya

ister Peygamber (s.a.a) kastedilsin, ister Kur'ân kastedilsin nura

dönüktür. Dolayısıyla her ikisi de aynı kapıya çıkıyor. Çünkü Pey-

 

418 ......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

gamber hidayet aşamasının zahirî sebeplerinden biridir. Kur'ân da



öyle. Gerçek hidayet O'nunla kaimdir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Sen, sevdigini dogru yola iletemezsin, fakat Allah diledigini

dogru yola iletir." (Kasas, 56) "Işte sana da böyle emrimizden bir

ruh vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz

onu, kullarımızdan diledigimizi dogru yola ilettigimiz bir nur yaptık.

Şüphesiz sen, dogru yola götürüyorsun. Göklerde ve yerde bulunan

her şeyin sahibi Allah'ın yoluna. Iyi bilin ki, bütün işler sonunda

Allah'a varır." (Şûrâ, 52-53)

 

Bu ayetler, görüldüğü gibi doğru yola iletme misyonunu, hem



Kur'ân'a, hem de Peygambere (s.a.a) nispet ediyor. Ama aynı zamanda,

onu menşe itibariyle Allah'a döndürüyor. Gerçek yol gösterici

O'dur. Gerisi zahirî sebeptir, hidayeti canlandırmak için işe koşulmuştur.

Allah, "Allah onunla iletir." ifadesini, "rızasına uyanları" ifadesiyle

kayıtlandırmıştır. Bu demektir ki, ilâhî yol göstericiliğin aktif

hâ-le gelmesi, O'nun rızasına tâbi olmaya bağlıdır. Hidayetten

maksat, arzulanan şeye ulaştırmadır [sırf yol göstericilikten ibaret

değildir]. Yüce Allah'ın insanı esenlik yollarından birine veya hepsine

yahut da peş peşe sıralanan bu yolların çoğuna yöneltip sokması

yani.


 

Ayetin akışı içinde yüce Allah "selam" (esenlik) kavramını mutlak

tutmuştur. Bununla dünya veya ahiret hayatının mutluluğunu

bozan her türlü bedbahtlıktan kurtuluş ve selamette oluş

kastedilir. Bu açıdan Kur'ân'ın, Allah'a teslim oluşu, imanı ve takvayı

kurtuluş, başarı, güvenlik vb. şeylerle nitelendirmesiyle örtüşen

bir ifadedir.

 

Tefsirimizin birinci cildinde, "Bizi dosdogru yola ilet." (Fatiha, 6)



ayetini incelerken şöyle demiştik: Yüce Allah'ın, kullarının farklı

durumlarına cevap verebilecek birçok yolu vardır ve bunlar sonunda

gelip bir ana yolda birleşirler. Yüce Allah bu ana yolu kendine

nispet eder ve adına da, kendi kitabında "dosdoğru yol" (sırat-ı

müstakîm) der. Nitekim O şöyle buyurmuştur: "Bizim ugrumuzda

 

Mâide Sûresi 15-19 ..............................................................419

 

cihat edenleri biz, elbette yollarımıza iletiriz. Muhakkak ki Allah,

iyilik edenlerle beraberdir." (Ankebût, 69), "Işte benim dogru yolum

budur, ona uyun; başka yollara uymayın ki, sizi onun yolundan

ayırmasın." (En'âm, 153)

 

Bu da gösteriyor ki, Allah'ın birçok (yan) yolu vardır; ama bunların



tümü bir noktada birleşirler. Tümü, izleyicisini Allah'ın kerametine

ulaştırır ve onu Allah'ın dosdoğru yolundan ayırmaz. Ve yine

her yol, kendi yolcusunu başka yolların yolcusundan da

ayırmaz. Ama Allah'ın dosdoğru yolu dışındaki diğer sapkın yolların

durumu böyle değildir.

 

Buna göre ayetin anlamı -Allah daha iyi bilir- şudur: Yüce Allah



kitabı ve peygamberi aracılığıyla, rızasına tâbi olanı bazı yollara iletir.

Bu yolların temel özellikleri, yolcularının dünya ve ahiret hayatının

mutsuzluğundan korunmaları, mutlu hayatı kederli bir yaşama

dönüştürecek olumsuzluklardan muhafaza olmalarıdır.

Şu hâlde esenlik ve mutluluğa ulaşma, Allah'ın rızasına tâbi

olmaya bağlıdır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Kulları için



küfre razı olmaz." (Zümer, 7), "Allah, yoldan çıkan topluluktan

razı olmaz." (Tevbe, 96) Sonuç itibariyle esenlik ve mutluluk elde

etmek, zulüm yolundan kaçınmaya, zalimlerle içli dışlı olmaktan

uzak durmaya gelip dayanır. Allah, zalimler için hidayetinin söz

konusu olmayacağını vurgulayarak, bu ilâhî saygınlığa erişmekten

yana onların umutlarını boşa çıkarmıştır: "Allah, zalimler toplulugunu

dogru yola iletmez." (Cum'a, 5)

 

O hâlde, "Allah onunla, rızasına uyanları esenlik yollarına iletir."



ayeti, bir yönüyle "Inananlar ve imanlarını bir zulümle bulamayanlar,

işte güven onlarındır ve dogru yolu bulanlar da onlardır."

(En'âm, 82) ayetini çağrıştırmakta ve onun konumuna sahiptir.



"Onları kendi ilmiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır." İfadenin akışı

içinde "karanlıklar"ın çoğul, buna karşılık "aydınlık"ın tekil tutulması,

batıl yolun aksine konum ve duruşlar itibariyle çokluk

arzetse de, hak yolda farklılığın ve dağınıklığın olmayacağına yönelik

bir işarettir.

 

420 ........................................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

Karanlıklardan aydınlığa çıkarma eylemi, peygamber veya kitap



gibi Allah'tan başkasına nispet edilince, "O'nun izni" bu bağlamda,

müsaadesini ve hoşnutluğunu ifade eder. Nitekim yüce Allah

şöyle buyurur: "Bu, Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan

aydınlıga çıkarman için sana indirdigimiz kitaptır." (İbrâhim, 1) Burada

Hz. Peygamberin (s.a.a) insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarması

"Rablerinin izni" ile kayıtlandırılmıştır. Bununla güdülen

amaç, hidayet olgusunun nedenselliğinin bağımsızlığı şeklindeki

bir vehimden kurtarmaktır. Çünkü bunun gerçek sebebi yüce Allah'tır.

Bir diğer ayette ise, şöyle buyruluyor: "Andolsun biz Musa'yı



da kavmini karanlıklardan aydınlıga çıkar, diye ayetlerimizle birlikte

gönderdik." (Ibrâhim, 5) Burada "izin" kaydı düşülmemiş, çünkü

ifadede geçen emir sıygası ("çıkar"), bu anlamı da içerir.

Bunun Allah'a nispet edildiği durumlarda, onları izniyle

çıkarmasının anlamı, ilmiyle çıkarmasıdır. Izin bilgi anlamına da

gelir. Araplar, "ezine bihi" yani onu bildi, derler. Şu ayetler de buna

örnek oluşturmaktadır: "Allah ve Elçisinden insanlara bildiridir."

(Tevbe, 3), "De ki, ben sizin hepinize eşit biçimde bildirdim." (Enbiyâ,

109), "İnsanlar içinde haccı ilân et." (Hac, 27) [Bu ayetlerin orijinalindeki

"ezân, âzen-tu ve ezzin" ifadeleri kullanılmıştır.] Bunun gibi

daha birçok ayet örnek gösterilebilir.

 

"ve dosdoğru bir yola iletir." Burada bir kez daha "hidayet" sözcüğünün

tekrarlanması "yuhricuhum=çıkarır" ifadesinin, "yehdî bihillahu=

Allah onunla iletir" ifadesiyle bu cümlenin arasına girmesinden

dolayıdır. Ve çünkü, Fatiha suresini tefsir ederken de vurguladığımız

gibi "sırat-ı müstakîm" bütün yollara, ona yönelik hidayet

de, diğer tali yollara yönelik diğer hidayet kısımlarına egemendir.



"dosdogru bir yol" ifadesinin belirsiz (nekre) olması, maksadın

yüce Allah'ın Kur'ân'da kendisine nispet ettiği tek sırat-ı mustakîm

olmasıyla bir çelişki oluşturmaz. (Fatiha suresindeki kullanımı bu

genellemenin dışında tutuyoruz.) Çünkü ifadenin kullanıldığı yerin

özelliği böyle bir çıkarsamayı gerektirmektedir. Dolayısıyla burada

ifadenin belirsiz bırakılmış olması, konumunu mühimsemek ve iş-

 

Mâide Sûresi 15-19 ............................................................. 421

 

levini yüceltmek içindir.



 

"Allah, Meryem Oğlu Mesih'tir, diyenler küfre girmişlerdir." Bunlar,

Âl-i İmrân suresinin akışı içinde görüşlerine yer verdiğimiz üç gruptan

biridir. Onlara göre yüce Allah, Mesih'le bir olmuştur. Dolayısıyla

Mesih insan-tanrıdır. "Allah, Meryem Oglu Mesih'tir." sözünü, o

Allah'ın oğludur, iddiasına ve "O, üçün üçüncüsüdür." iddiasına da

uyarlayabiliriz. Ancak ifadeden anlaşılan, bir olma şeklindeki ayniliğin

kastedildiğini göstermektedir.

 

"De ki: Öyle ise Allah, Meryem Oğlu Mesih'i, annesini ve yeryüzünde

olanların hepsini helâk etmek isterse, Allah'a karşı kimin elinde bir şey

var?..." Bu ifade, yukarıda işaret ettiğimiz iddialarının geçersizliğinin,

çürüklüğünün kanıtıdır. Çünkü iddiaları birbiriyle çelişmektedir.

Bir yandan Mesih'in insan-tanrı olduğunu ileri sürüyorlar, bir

yandan da onu Meryem Oğlu olarak nitelendiriyorlar. Böylece, yeryüzünün

sakini herhangi bir insan açısından normal karşıladıkları

bir şeyi, onun açısından da normal karşılıyorlar.

Bu demektir ki insanların tümü, göklerde, yerde ve ikisinin

arasında yer alan her şey gibi Allah'ın mülküdürler, O'nun egemenliği

ve saltanatı altındadırlar. Dolayısıyla yüce Allah, onlar üzerinde

dilediği gibi tasarrufta bulunabilir. Istediği gibi lehlerinde ve aleyhlerinde

hük-meder. Dolayısıyla Mesih'in annesini ve yeryüzünde

bulunan herkesi helâk etme yetkisine ve gücüne sahip olduğu gibi,

Mesih'i de helâk edebilir. Mesih'in diğerlerine göre bir ayrıcalığı

yoktur. Peki Allah'ın helâk olması düşünülebilir mi?! Şu hâlde, Hıristiyanların

"İsa insandır" demeleri, "O, Allah'tır" demelerini çürütmektedir.

Çünkü bu iki önerme arasında çelişki vardır.

Buna göre, "Allah'a karşı kimin elinde bir şey var?" ifadesi,

mutlak olarak her türlü engeli olumsuzlamaya yönelik bir kinayedir.

Bir kimsenin Allah'a karşı elinde bir şey olması, O'na dönük

olan bazı şeyde Allah'a karşı bir egemenliğe sahip olması demektir.

Bunun kaçınılmaz sonucu, Allah'ın egemenliğinin adı geçen şey

üzerinde kesintiye uğramasıdır. Söz gelimi herhangi bir sebebin,

bir şey üzerinde kendisinden kaynaklanan bağımsız bir etkinliğe

 

422............................................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

sahip olması ve bununla Allah'ın o şey üzerindeki etkinliğine engel



olması veya Allah'a üstün gelmesi yani. Oysa egemenlik sadece

Allah'ındır. O, egemenliği itibariyle de tektir. Ortağı yoktur. O'nun

başkasının kullanımına sunduğu bazı şeyler, O'nun mutlak egemenliğini

ve saltanatını geçersiz kılmaz.

 

"Meryem Oglu Mesih'i, annesini ve yeryüzünde olanların hepsini

helâk etmek isterse" ifadesinde Mesih (a.s), "Meryem Oglu"

nitelemesiyle birlikte zikredilmiştir. Bunun amacı onun tam bir insan

olduğuna delâlet etmektir. Diğer insanlar gibi, o da ilâhî etkinin

kontrolü altındadır. Yine aynı amaçla "annesi" ifadesi de ona

atfedilmiştir. Çünkü annesinin de onun gibi bir insan olduğunda

kuşku yoktur. Yine, "yeryüzünde olanların hepsi" ifadesi de ona

atfedilmiştir. Çünkü, tümü eşit oranda aynı hükmü taşıyorlar.

Buradan hareketle anlıyoruz ki, bu kayıt ve bu atıfta "imkân

kanıtı"na yönelik bir işaret söz konusudur. Özetle demek isteniyor

ki: İsa da annesi gibi diğer insanlara benzer. Yeryüzündeki diğer

canlılar gibidir. Onlar için geçerli olan, onun için de geçerlidir. Çünkü

birbirine benzeyen şeyler, bir şeyin caiz olup olmaması hususunda

aynı hükme tâbidirler. İsa'dan başkasının helâk kapsamına

girmesi normal olduğuna göre, o da bu kapsama girer. Buna engel

olacak hiçbir güç yoktur. Eğer İsa, (hâşâ) Allah olsaydı, böyle bir

durum onun hakkında geçerli olmazdı.

 

"Göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunan her şeyin

egemenligi yalnızca Allah'ındır." ifadesi, önceki cümleyi

gerekçelendirmeye yöneliktir. Kur'ân'ın genellikle varlıklar âlemini



"gökler ve yer" tabi-riyle ifade etmesine karşın, burada bir de

"ikisinin arasında bulunan her şey" ifadesine yer verilmiş olması,

açıklamanın biraz daha net, biraz daha kuruntu ve kuşkulardan

beri olması içindir. Ki bir kimse çıkıp da, konu göklerle yer

arasındaki varlıkları ilgilendirdiği hâlde, sadece göklerle yerden

söz edilmiş, ikisinin arasında yer alanlardan söz edilmemiştir;

dolayısıyla onlar bu kapsama girmezler, şeklinde bir kuruntuya

kapılmasın. Cümlenin orijinali içinde "haber"in yani "lillâhi=Allah'ındır." sö-

 

Mâide Sûresi 15-19 ............................................................ 423

 

zünün öne alınması, sınırlandırmaya, münhasır kılmaya delâlet



etmesi içindir. Zaten ancak bu durumda açıklama tamamlanmış

olabiliyor. Dolayısıyla kastedilen anlamı şudur: Hiç mümkün müdür

ki bir engelleyici, Allah'ın İsa'yı ve başkasını helâk etmek istemesine

ve bu husustaki isteğinin gerçekleşmesine engel olsun?

Değil mi ki göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunan canlı, cansız

tüm varlıkların üzerindeki mutlak egemenlik ve saltanat başkasının

değil, sadece Allah'ındır? Kimse O'nun hükmünün geçerliliğini,

emrinin yerine gelmesini engelleyemez.



"O, diledigini yaratır ve Allah'ın herşeye gücü yeter." cümlesi,

bundan önceki, "Göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunan her



şeyin egemenligi yalnızca Allah'ındır." cümlesinin gerekçesi konumundadır.

Mülkiyet, bir tür iktidar anlamına gelir. Insanlara ve

onların sahip olduklarına egemen olma yetkisine sahip olma anlamına

gelen Arapça kullanımıyla mülk, ancak kudretin kapsamlılığı

ve iradenin geçerliliği ile mümkün olabilir. Yüce Allah, göklerde,

yerde ve ikisinin arasındaki tüm varlıklar bazında bu yetkiye,

bu egemenliğe sahiptir. Dolayısıyla o her şeye güç yetirendir ve dilediği

her şeyi yaratır. Buna göre göklerde, yerde ve ikisinin arasındaki

şeylerde sadece O'nun mut-lak hükümranlığı söz konusudur.

Dolayısıyla, O'nun dilediğini yaratması, her şeyi yapabilmesi,

sahipliğinin, egemenliğinin, egemenliği de bunların tümünü helâk

etmeyi dileyebileceğinin, dilemesi durumunda kimsenin buna engel

olamayacağının, bunun da hiç kimsenin uluhiyet-te, egemenlikte

O'na ortak olmadığının kanıtıdır.

Iradesinin geçerliliğinin ve kudretinin kapsamlılığının kanıtı ise,

O'nun Allah oluşudur. Ulu Allah, belki de bunu vurgulamak için

"Allah" lafzını ayette birkaç kez tekrarlamıştır. Sonuç itibariyle, Allah

için ilâhlık makamı kabul edilince bu, beraberinde hiç kimsenin

ilâhlıkta O'na ortak olmadığı anlamını da getirir.

 

"Yahudiler ve Hıristiyanlar; 'Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz' dediler."



Hiç kuşkusuz, onlar Hıristiyanların önemli bir kısmının İsa

(a.s) açısından iddia ettikleri gibi, gerçek anlamda Allah'ın oğulları

 

424 ............................................. El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

olduklarını iddia etmiyorlardı. Ne Yahudiler, ne de Hıristiyanlar



gerçek anlamda böyle bir iddiayı seslendiriyordu. Ama bir tür mecazi

ifadeyle, bunu kendilerine yönelik bir onurlandırma niteliği olarak

kullanıyorlardı. Nitekim bu tür bir niteleme kutsal kitaplarında

çokça kullanılmaktadır. Örneğin Hz. Âdem1, Hz. Yakup2, Hz.

Davud3, Hz. Akram4, Hz. İsa5 hakkında ve salih müminler hakkında6

böyle bir nitelemeye yer verilmiştir.

 

Her hâlükârda, onların "Allah'ın oğullarıyız" derken



kastettikleri şudur: "Biz Allah'a, oğlun babasına yakın olduğu kadar


Yüklə 7,94 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin