Emile zola ve nana



Yüklə 1,8 Mb.
səhifə20/35
tarix30.07.2018
ölçüsü1,8 Mb.
#64278
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   35

Yazın sonu geliyordu. O yaz geceleri çok sıcak ve fırtınalı geçmişti. Yemekten sonra, saat dokuza doğru beraberce sokağa çıkmışlardı. Nötre de Dame de Lorette sokağının kaldırımlarında, eteklerini kaldırıp dükkânların önünden, vitrinlere bakmadan iki sıra kadının geçip gittiğini gördüler. Bu kadınlar, önemli bir iş peşindeymiş gibi büyük bulvarlara doğru koşuyorlardı. Daha havagazı fenerlerinin yeni yandığı sırada, Breda mahallesinden aşağıya doğru hırslı bir inişti bu. Satin'le Nana kilisesinin önünden geçtikten sonra her zaman Le Peletier sokağına saparlardı. Sonra, Riche kahvesinden yüz metre ötedeki manevra alanına varınca elbiselerinin o zamana kadar özenle tutup yukarı kaldırdıkları eteğini, toza bulunmasına aldırmadan bırakıyorlardı. Sonra yavaş yavaş etekleri kaldırımları süpürerek giderek, bir kahvenin sokağa taşan ışıkları arasından geçerken adımlarını daha da ağırlaştırıyorlardı. Gerdan kırıp kahkahalar atarak yürüyor, dönüp bakan erkeklere göz kırpıyorlardı. Kendi çevrelerindeydiler artık. Yanakları pudra-

EMILE ZOLA

267

lanmış, dudakları kıpkırmızı boyanmıştı, gözlerine de sürme çekmişlerdi. Akşamın alaca karanlığında böylece bir şarklı kadın çekiciliği vermişlerdi kendilerine. Saat onbire doğru, kalabalık arasında itile kakıla, hiç neşelerini bozmadan dolaşıyor, eteklerine basan bir beceriksizin arkasından «Eşek herif» diye bağırıyorlardı. Kahvelere girip garsonlâ-rıyla hafifçe selâmlaşıyor, bir masanın önünde durarak kendilerine yapılan ikramı kabul ediyor, getirilen içkiyi yavaş yavaş yudumluyor, böylece tiyatrolardan çıkış saatlerini bekliyorlardı. Eğer, La Rochefoucauld sokağına kadar bir iki kere yolculuk yapmamışlarsa, saatler ilerledikçe yeniden pis orospu oluyorlardı. Bu sefer daha çetin bir avcılık başlıyordu onlar için. Gittikçe tenhalaşan karanlık caddelerdeki ağaçların altında korkunç pazarlıklar oluyor, küfürler savruluyor, yumruklar, tokatlar iniyordu. O sırada baba, anne ve kız bir arada geçen namuslu aileler bu sahnelere alışık oldukları için adımlarını sıklaştırmıyorlardı. Satin'le Nana Opera ile Gymmase arasında mekik dokuduktan sonra, artık erkeklerin bunlardan kurtulmak için hızlı hızlı gidip uzaklaştıklarını görünce Faubourg-Montmartre yolunu tutuyorlardı. Burada, lokantalardan, kahvelerden, mezeci dükkânlarından sokağa ışık taşıyor, bir sürü kadın, kahvelerin kapısından ayrılmıyordu. Paris'in gece hayatının son aydınlık ve canlı köşesiydi burası. Burada bir gecelik sözleşmeler oluyordu açıktan açığa, sokağın bir ucundan ta öteki ucuna kadar. Burası bir genelevin uzun koridoruydu sanki. İki arkadaş, iş yapmadan döndükleri akşamlar kavga ediyorlardı. Issız ve karanlık Nötre Dame de Lorette sokağında kadın gölgeleri sürükleniyordu. Hiç müşteri bulamamış zavallı sokak kadınları büyük bir umutsuzluk içinde bu geç saatte evlerine dönerken Breda ya da Fontaine sokağının köşesinde sıkıştırdıkları sarhoşlarla, kısık sesleriyle tartışıyor ve onları kendileriyle sürüklemek için diretiyorlardı.



Bununla birlikte madalyalarını ceplerine koyan bazı efendiden adamlardan bir iki altın sızdırmak olanağı da vardı. Özellikle Satin bunun kokusunu iyi alırdı. Rutubetli

268


NANA

akşamlarda, yağmurla ıslanmış Paris sokaklarından havaya karma karışık bir yatak odası kokusu yayılırken bu ılık havanın ve karanlık köşe bucaklardaki ağır kokulu havanın erkekleri kudurttuğunu bilirdi. Böyle zamanlarda^ en iştahlılarını gözler, bunları soluk gözlerinden anlardı. Âdeta şehrin üzerinde esen bir şehvet çılgınlığı gibi bir şeydi bu. Ama yine de Satin'in içinde bir korku vardı. En kibar görünen erkekler çok kere en kaba en azgın tiplerdi. Üstlerinde ki yaldız sıyrılıyor, sapık zevklere düşkün kudurmuş bir hayvan çıkıyordu ortaya. Bunun için Satin, sanatını yaparken pek saygısızca davranıyor, arabayla geçenlerin kurumlu tavırlarıyla kahkahalarla gülerek alay ediyor, arabacıların kendilerinden daha nazik olduğunu, çünkü kadınlara saygı gösterdiğini, öteki dünya hikayeleriyle canlarını çıkartmadıklarını söylüyordu. Kibar adamların en aşağılık bir şehvet çukuruna yuvarlanışı Nana'ya hâlâ hayret veriyordu. Çünkü bir takûn ön yargıları vardı, Satin onu bunlardan kurtarmaya çalışıyordu. Ama öteki ciddi bir sesle, dünyada temiz insan kalmadı mı diye, soruyordu. En yükseğinden en aşağısına kadar pislik içinde yüzüyordu insanlar. Yani şu Paris'te, akşamın dokuzundan sabahın üçüne kadar işlenmedik rezalet kalmıyordu. Şimdi Satin kahkahalarla gülerek, eğer her odayı gözden geçirmek kabil olsa ne acayip şeyler görüleceğini, ötede beride bir çok önemli kişilerin gırtlaklarına kadar nasıl pisliğe battıklarına tanık olunacağını söylüyor ve böylece Nana'nın eğitimini tamamlamış oluyordu.

Bir akşam Nana beraber sokağa çıkmak üzere Satin'e uğramıştı. Merdivende Marki de Chouard'ı gördü. Dizleri titriyor, bacakları her adımda bükülecekmiş gibi, merdivenin trabzanına yapışarak iniyordu, kireç gibi bembeyazdı yüzü. Genç kadın kendini tanımasın diye burnunu siler gibi yaptı. Satin'in bir haftadır yüzüstü bırakılmış olan odası pislik içinde* yüzüyordu. Yatağı mide bulandıracak kadar kirli, perişandı; yerde içi pis sularla dolu kaplar sıralanmıştı. Nana bu kadının markiyi tanımış olmasına şaşmıştı. Yo, evet tanıyorum bu adamı dedi; hatta kendisinin de sevgilisi ha-

EMILE ZOLA

269

murkârın da canını sıkıyormuş bu ihtiyar. Şimdi zaman zaman gelirmiş buraya; ama canını çıkarıyormuş genç kadının; en kirli yerlerini, terliklerinin içini bile koyuyormuş.



- Evet, şekerim diyordu Satin, terliklerimi bile... Pis moruk! Öyle şeyler istiyor ki her zaman... ,

Nana'yı en çok kaygılandıran bu aşağı zevk arayışının samimiliğiydi Gözde bir kadın olduğu zaman nasıl yapmacıktan bazı şeylerden zevk duyar gibi yaptığını hatırlamıştı. Oysa etrafındaki kendini sefahate vermiş kızların her gün biraz daha çöktüklerini görüyordu. Sonra Satin, ona, müthiş bir polis korkusu aşılamıştı. Bu konuda işittiği hikâyelerle kulakları doldu. Eskiden, kendisini rahat bırakmaları için bir ahlâk zabıtası görevlisiyle yatarmış. Bu adam iki kere Satin'i vesika verilmesinden kurtarmıştı. Ama şimdi korkudan titriyordu; artık ne yaptığı açıkça bilindiği için enselenirse başına geleceği biliyordu. Şunu hiç unutmamak gerekirdi. Polisler, ikramiye alabilmek için ellerinden geldiği kadar çok kadın yakalamaya çalışırlardı. Önüne geleni tutuyor, sesini çıkaranın ağzına tokadı yapıştırıyorlardı. Hatta bir keresinde bir sürü kadınla birlikte namuslu bir kızı yakaladıkları zaman da böyle davranmışlardı. Yazın, bir düzüne ya da onbeş kadar polis bulvarlarda baskın hareketine geçiyor, bir kaldırımın etrafını çeviriyorlardı. Bir akşamda otuz kadını topladıkları oluyordu. Yalnız, Satin tehlikeli yerleri iyi bilirdi; polislerin burnunun ucunu görür görmez kalabalığa karışmak karışmak için şaşkın şaşkın oraya buraya koşuşan uzun etekliler arasından toz oluyordu. Kanun korkusu, emniyet müdürlüğünün saldığı dehşet öyle bir dereceyi buluyordu ki, bazı kadınlar bulundukları kahve önlerinde, caddeyi silip süpüren kuvvet gösterisi karşısında korkularından donup kalıyor, yerlerinden kımıldanamıyorlardı. Ama Satin daha çok ihbarlardan ürküyordu; şu hâmurkârı, sepetlediği zaman adam kendisini satacağını söyleyerek korkutmak istemişti. Evet, erkekler bu numarayı yaparak metreslerinin sırtından geçiniyorlardı. Ayrıca bir çok alçak kadın da, kendilerinden daha güzel kadınları çekememez-

270

NANA


lik yüzünden polise ihbar ediyorlardı. Nana bütün bunları gittikçe artan bir korkuyla dinliyordu. Zaten her vakit kanundan, bu bilinmeyen kuvvetten, kendisini yok edebilecek bu kinden korkardı. Buna karşı kendisini savunacak kimsesi de yoktu. Ona Saint Lazare hapisanesi, kadınların, saçları kesildikten sonra diri diri gömüldükleri karanlık bir çukur gibi görünüyordu. Kendi kendine, Fontan'dan yakayı kurtarırsa pekâlâ bazı koruyucular bulabileceğini söylüyordu. Satin buna, bazı kadınların fotoğraflı Üsteleri bulunduğunu, polislerin bu üstedeki kadınlara dokunmama emri aldıklarını boşuna söyleyip duruyordu. Ama yine de, vesikalı bir kadın olsa da yakalanıp tartaklanacağını, ertesi günü de muayeneye sevkedileceğini düşünüyordu. Muayene koltuğuna oturacağını düşünürken yüzü kızarıyordu utancından. Oysa kaç kere erkeklerin yanında soyunmuştu.

Nihayet korktuğu başına geldi. Eylülün sonunda bir akşam Poissoniere bulvarında dolaşırlarken Satin, birdenbire dört nala koşmaya başladı. Nana neden koştuğunu sorunca

- Polisler geliyor. Tüymeye bak tüymeye! diye soluk soluğa cevap verdi.

Kalabalık arasında, çılgınca bir yarış başlamıştı. Kaçan kadınların eteklikleri yırtılıyordu. Yumruklar iniyor, bağrış-malar ortalığı kaplıyordu. Yoldan geçenler, polislerin çemberi gittikçe daraltarak yaptıkları bu sert saldırıyı gülerek seyrediyorlardı. Nana, Satin'i kaybetmişti. Bacakları tutulmuştu, nerdeyse yakalanacaktı. Bu sırada bir adam kolundan tutup, gözü dönmüş polislerin önünden geçirdi. Prulli-ere'di bu; kendisini tanımıştı. Hiçbir şey söylemeden o sırada tenhalaşan Rougemont sokağına sürükledi. Nana ancak burada soluk alabildi, o kadar bitkindi ki adam kolundan tutmak zorunda kaldı. Kadın teşekkür bile edemedi. Prulle-re :

- Haydi, sözümü dinle, bize gidelim; dedi.

Hemen o yakınlardaki Bergere sokağında oturuyordu. Ama Nana hemen direndi:

EMİLE ZOLA

271


- Hayır, istemiyorum; dedi. Bunun üzerine adam kabalaşarak :

- Herkesle gittiğine göre neden istemiyorsun? diye sor-

du.

- Çünkü...



Bu, bütün düşüncesini açığa vuruyordu. Fontan'ı çok sevdiği için arkadaşıyla onu aldatmak istemiyordu. Başkaları söz konusu olamazdı, çünkü zevk için değil, yoksulluk yüzünden başkalarıyla yatıyordu. Bu budalaca inat karşısında, onuru yaralanmış güzel adamın öfkesiyle alçaklık ederek :

- Peki öyleyse, keyfin bilir; dedi. Yalnız beni yanında bulamazsın cicim; kendi başının çaresine bak.

Böyle diyerek genç kadının yanından ayrıldı. Nana yeniden korkuya kapılarak, dolaşık yollardan Montmartre'a doğru yürüdü. Dükkânların önünden hızlı hızlı giderken birinin kendisine doğru geldiğini görünce sapsarı kesiliyordu.

Ertesi sabah, bir gün önce geçirdiği korkunun etkisini üstünden atamadan, teyzesinin evine giderken Batignolles dolaylarındaki ıssız bir sokakta Labordette'le burun buruna geldi. Önce, rastlaştıkları için ikisi de sıkılmış gibiydi. La-bordette her zamanki gibi nazikti ama gizli bir takım işleri vardı. Bununla birlikte o daha önce kendini toparladı, bu rastlantıdan pek memnun olduğunu söyledi. Doğrusu ya, diyordu, herkes Nana'nın böyle tamamıyla ortadan çekilmesine şaşıp kalmıştı. Onu yeniden görmek istiyorlardı; eski dostları çok üzgündü. Sonra babaca bir tavır takınarak vaaz verircesine şunları söyledi:

- Söz aramızda, şekerim, yani bu yaptığın açıkça budalalık... Hani gelip geçici bir hevese kapılmış olmanı anlıyorum. Ama bu duruma gelmen. Böylesine soyulup sovana çevrilmen, hem de karşılığında dayaktan başka bir şey görmeden... İşte bu anlaşılır bir şey değil! Namuslu görünmek pahasına mı katlanıyorsun bütün bunlara?

Nana bu sözlerden cam sıkılmış gibi görünüyordu. Bununla birlikte Rose'un Kont Muffat'yı elde ettiği için pek

272

NANA


övündüğünü söylediği zaman; gözlerinde birden bir şimşek çakmış gibi oldu:

- Oh! Eğer ben isteseydim... diye mırıldandı.

Labordette, candan bir dost olarak araya girme teklifinde bulundu. Fakat Nana böyle bir şey istemediğini söyledi. Bunun üzerine adam başka bir noktadan hücuma geçti; Bordenave'ın Fauchery'nin yeni bir piyesini sahneye koyduğunu anlattı. Bu oyunda kendisi için şahane bir rol vardı.

- Nasıl! Bana göre bir rol alan bir piyes mi? diye Nana sordu. Buna şaşmıştı. Ama o tiyatroya gittiği halde bana bir şey söylemedi.

Fontan'ın adını söylememişti. Kaldı ki hemencecik yatışmıştı. Tiyatroya hiçbir zaman dönmeyecekti. Labordette, tamamıyla inanmamış olacak ki gülümseyerek yeniden

- Bana güvenebilirsin. Şu senin Muffat ile aranızı bulurum. Tiyatroya da girersin, elinden tutup götürürüm seni.

Kararlı bir sesle :

- Hayır; diye genç kadın karşılık verdi.

Sonra adamın yanından ayrıldı. Kahramanlığı ile kendi kendine duygulanıyordu. Yo böyle öküz herifin biri için kendini sıkıntıya sokacak değildi, hem de onun başını ağrıtmadan. Bununla birlikte bir şey gözüne çarpmıştı: Labordette de tıpa tıp Francis ile aynı öğütleri vermişti kendisine. Akşamleyin, Fontan eve gelince, Fauchery'nin piyesi üzerine bilgi istedi kendisinden. Adam, Varietes'ye yeniden gireli iki ay olmuştu. Neden kendisine bu piyesteki rolden söz etmemişti?

Fontan kaba sesiyle :

- Ne rolü? diye sordu. Bu, o asil kadın rolü değil her halde?.. Ah sen hâlâ kendini sanatçı mı sanıyorsun! Ama bu rolün altında ezilirsin yavrum... Gerçekten gülünç oluyorsun...

Bu sözler, Nana'yı derinden yaralamıştı. Fontan o akşam Matmazel Mars diyerek Nana ile durmadan alay etti.

EMİLE ZOLA

273


Adam kendisine tokatlan indirdikçe, kaprisinden doğan kahramanca davranışının zevkini daha derinden tadıyor, kendini daha büyük ve sevgisini daha içten, daha sıcak hissediyordu. Fontan'ı beslemek için başka erkeklerle gitmeğe başladığından beri bu adamı, bütün yorgunluğu ve tiksintisi arasında daha çok seviyordu. Bu onun için karşılığını ödediği kötü bir zevk, tokatlarla keskinleşen vazgeçemediği bir ihtiyaç olmuştu. Adam onu böyle uysal bir dişi hayvan gibi gördükçe azıtıyordu. Genç kadının bu hali bir bakıma sinirlendiriyordu onu; zalimce bir kine kaptırıyordu kendini, çıkarım bile unutuyordu. Bosc, davranışını eleştirecek olsa, hemen avaz avaz bağırmağa başlıyor, artık Nana'dan da, o nefis yemeklerinden de bıktığını; kapı dışarı edip yedi bin frangını başka bir kadına yedireceğini söylüyordu. İşte bağlarının kopmasına da bu sebep oldu.

Bir akşam, Nana saat onbirde eve, döndüğü zaman kapıyı kilitli buldu. Bir kere vurdu; ses yok, bir kere daha vurdu, yine ses yok. Ama kapının altından dışarı ışık sızıyordu, içeride Fontan hiç çekinmeden oradan oraya gidip geliyordu. Nana yorulmadan, bıkmadan, söylenerek kapıya vurmaya devam etti. Bu sırada Fontan ağır ağır, boğuk sesiyle bir tek kelimeyle cevap verdi:

- Has... tir!

Genç kadın iki eliyle vurmaya başladı.

- Has... tir!

Kapıyı kıracakmış gibi vurdu.

- Has... tir!

Onbeş dakika boyunca kapıya her yumruk inişinde, alaylı bir karşılık gibi içerideki ama bu pisliği savurdu durdu. Sonra, genç kadının bıkıp yorulmak bilmediğini görerek birden kapıyı açtı, eşikte dikilip durarak hep o soğuk ve kaba sesiyle :

- Hay Allah! Bu gürültünüz son bulmayacak mı? Ne istiyorsunuz? Bırakın da rahat uyuyalım. Görüyorsunuz ki misafirim var.

274


NANA

Gerçekten de yalnız değildi. Nana «Bouffes tiyatrosundaki ufak tefek kadını gördü. Bu Kenevir saçlı ve küçücük gözlü kadın, kendi parasıyla alınan koltuğa kurulmuş keyif çatıyordu.

Bu sırada Fontan o kerpeten gibi parmaklarını açarak Nana'ya doğru gelmiş ve korkunç bir sesle :

- Bas git, yoksa boğarım seni! diye bağırmıştı.

Bunun üzerine Nana bir sinir krizi halinde boğula boğu-la ağlamaya başladı. Şimdi kapı dışarı edilen kendisiydi. Öfkesinin arasında birden Muffat aklına geldi. Ama böyle bir hareketi Fontan yapmamalıydı.

Yolda giderken, önce, eğer yanında bir adam yoksa, gidip Satin'le yatmayı düşündü. Ona evinin önünde rastladı. Ev sahibi kendisini sokağa atmış, kapısına da kocaman bir asma kilit takmıştı. Buna hiç hakkı yoktu; çünkü içerideki eşyalar Satin'indi. Bağırıp çağırarak adamı karakola şikâyet edeceğini söylüyordu. Ama, yine de, vakit gece yarısını bulduğu için, yatacak bir yatak bulmak gerekiyordu. Satin, polisi kendi işine karıştırmayı uygun bulmayarak, Nana'yı, Laval sokağında bir kadının işlettiği küçük bir pansiyona götürdü. Onlara birinci katta daracık bir oda verdiler. Bu odanın penceresi avluya bakıyordu. Satin durmadan :

- Bayan Robert'in evine gitseydim daha iyi olurdu. Onun yanında daima sığınacak bir köşe bulurum... Ama sen varken gidemezdim ki... Gülünç derecede kıskançtır. Geçen akşam beni dövdü.

Odalarına kapandıktan sonra, hâlâ bir türlü yatışmamış olan Nana belki yirmi kere Fontan'ın yaptığı kepazeliği anlattı. Bir yandan da durmadan iki göz iki çeşme ağlıyordu. Satin, anlayış göstererek dinliyor, erkeklere veriştirerek arkadaşını yatıştırmaya çalışıyordu.

- Oh! Ne domuz şeydir bu erkekler!.. Görüyorsun ya düşüp kalkmamalı bu domuzlarla!

Sonra Nana'nın soyunmasına yardım etti. Uysal ve cana yakın bir hali vardı. Durmadan tatlı bir sesle :

EMİLE ZOLA

275


- Haydi yatalım, canımın içi; daha rahat ederiz böyle... diyordu... Ah! Ne budalasın sen. Ah! Ne budalasın sen; kalkmış böyle şeyleri dert ediyorsun kendine! Dedim ya ne hergele şeylerdir bu erkekler! Düşünme artık onları... Seni çok seviyorum ben. Beni seviyorsan ağlama artık,

Sonra, yatağa girer girmez, yatıştırmak için Nana'yı kollarının arasına aldı. Artık Fontan'ın adını duymak istemiyordu. Ne zaman arkadaşı bu adamın adını anmak istese, dudaklarını dudaklarına yapıştırarak susturuyordu onu. Bunu yaparken de saçları çözülmüş, yapmacıklı bir öfkeye kapılmış gibi tatlı bir ifadeyle dudak büküyordu; çocuksu ! bir güzelliği vardı bu kadının ve o anda sevgi ve şefkatle ka-barıyordu yüreği. Şimdi, bu sıcak kucaklayışla sükûnet bulan Nana göz yaşlarını sildi. O da Satin'i öpüp okşamaya başladı. Saat ikiyi çaldığı halde, odalarındaki mum hâlâ yanıyordu. İkisi de birbirlerine sevgi dolu sözler söyleyerek kıkır kıkır gülüşüyorlardı.

Fakat, birden pansiyonun içinde bir gürültü koptu; Sa-

Itin, yarı çıplak, yatağın içinde doğrularak kulak kabarttı. Benzi sapsarı kesilmişti.

- Polis, dedi... Hay Allah, hiç şansımız yok! Hapı yut-Stuk!

Yirmi kere polisin bu gibi pansiyonlara yaptığı baskın-

Iları anlatmıştı. İşte o akşam Leval sokağındaki pansiyona sığınırken bunu hiç akillarına getirmemişlerdi. Polis kelimesini duyar duymaz Nana deliye döndü; yataktan fırlayıp odanın içinde koşmaya başladı, pencereyi açtı; kendini aşa-|ıya atmak isteyen bir çılgın hali gelmişti üzerine. Bereket versin küçük avlu camekânlıydı. Üzerinde sık örgü halinde 3İr demir parmaklıkla kaplıydı. Nana hiç duraksamadan pencereden atladı, geceliği uçuşarak, yarı çıplak karardığa karıştı. Dehşete kapılan Satin:

- Dur, yapma, öldüreceksin kendini! deyip duruyordu.

Sonra, kapıya dışarıdan yüklenirlerken, arkadaşının elbiselerini telâşla bir dolabın içine tıktı. Şimdi kaderine boyun eğip bekliyordu. Ne olursa olsun diyordu içinden, eğer

276


NANA

vesika verirlerse, hiç olmazsa bu saçma korkudan kurtulurum. Uykudan bitkin bir kadın rolü oynadı; esneyerek kapıyı açtı; karşısına çıkan iri yarı adam:

- Gösterin ellerinizi... İğne yeri yok... Çalışmıyorsunuz giyinin bakalım; dedi.

Satin pervasızca : , - Ama terzi değilim ki... Cilâcıyım ben... dedi.

Bir taraftan da, tartışma imkânı olmadığını bildiği için uysalca giyindi. Otelin içinden bağırmalar yükseliyordu. Bu kız kapılara yapışarak gitmemekte direniyordu. Başka biri de sevgilisiyle yatıyordu. Adam polislere, namuslu bir kadına karşı saygısızlık ettiklerini, komiser aleyhine dava açacağını söylüyordu. Bir saat kadar iri ayakkabıların gürültüsü merdivenlerden duyuldu. Kapılar yumruklanıyor, bütün bu gürültülere boğuk hıçkırıklar karışıyordu. Uykudan uyandırılmış, şaşkın bir kadın sürüsü üç polis tarafından kabaca bir arabaya doldurulmuştu. Polislerin başında, ufak tefek sarışın, terbiyeli bir komiser vardı. Sonra otel yeniden derin bir sessizliğe gömüldü.

Kimse satmamıştı onu. Nana kurtulmuştu. El yordamıyla odaya döndü. Korkudan tir tir titriyordu. Çıplak ayaklarını teller yırtınıştı, kanıyordu. Uzun bir süre yatağın ayak ucuna oturup kaldı. Kulağı hep kirişteydi. Sabaha doğru uykuya daldı. Saat sekizde uyanır uyanmaz kendini sokağa attı, koşarak teyzesinin evine gitti. O sırada Zoe ile sütlü kahvesini içen Bayan Lerat, onu sabahın bu saatinde üstü başı kir pas içinde, perişan bir halde görünce :

- Hah! İşte dediğim çıktı! diye bağırdı. Sana bu adamın, iliğini sömüreceğini söylememiş miydim?... Haydi, gir içeri, şunu bil ki her zaman sana açık evim...

Zoe ayağa kalkmıştı. Saygılı bir yakınlıkla:

- Nihayet hanıma kavuştuk... dedi. Zaten bekliyordum hanımımı.

Bayan Lerat Nana'nın hemen Louiset'yi görmesini istedi. Mutluluk verecekti bu ona. Hastalıklı ve kansız bir ço-

EMILE ZOLA

277


cuk olan Louiset hâlâ uyuyordu. Nana çocuğun soluk ve sıracalı yüzüne eğilirken son zamanlardaki bin bir sıkıntılarını hatırladı boğazına bir şeyler tıkandı.

Hıçkırıklar arasında :

- Zavallı yavrum, zavallı yavrum! diye mırıldandı. •

IX

Darietes tiyatrosunda Küçük Düşes oyununun provası ya-pılıyordu. Birinci perde bitirilmiş, ikinci perde başlamak üzereydi. Salonun ön tarafındaki iki eski koltukta oturan Bordenave ile Fauchery tartışırlarken, hasır bir iskemlede oturan suflör Cossard Baba, ufak tefek kambur bir ihtiyar, dudaklarının arasında bir kalem, elindeki metnin sayfalarını çeviriyordu.



Bordenave, birden, kalın bastonunun ucunu sahnenin tahtasına vurarak öfkeyle :

- Ee, ne bekliyorlar? Barillot neden başlamıyor? diye bağırdı.

Rejisör yardımcılığı yapan Barillot :

- Bay Bosc ortalarda yok da... diye cevap verdi.

Bunun üzerine ortalık karıştı. Herkes Bors'u çağırıyordu. Bordenave de basıyordu küfürü.

- Hay Allah cezasını versin! Her zaman aynı hikâye! İstediğin kadar çıngırağı çal. Bu adamları bulamazsın... Saat dörtten sonraya kalınca da homurdanırlar; diyordu Bordenave.

Bu sırada hiçbir şey olmamış gibi Bosc gayet sakin çı-kageldi.

- O? Ne oluyor? Beni mi istiyorlar? Peki ama söylemek gerekmez miydi? Peki; Simonne rolünü söyleyerek: «İşte misafirler geldi» desin, ben de gireyim sahneye... Nereden gireyim?

Canı sıkılan Fauchery;

- Kapıdan elbet; dedi.

- Peki ama kapı nerde?

EMİLE ZOLA

279

Bu sefer Bordenave, Barillot'ya veriştirmeye başladı. Bağırarak ağız dolusu küfür ederken, bastonunu yere vurup duruyordu.



- Hay Allah cezasını versin! Oraya bir iskemle konsun, kapı yerini belli etmek için dememiş miydim? Her gün yeniden başlamak lâzım dekorların yerlerini belirlem'e-ye. Barillot? Nerede Barillot? Al birini daha! Hepsi tüymek için fırsat gözlüyor bunların!

Barillot, kendisine yağdırılan küfürlerin altında ezilmiş gibi başım önüne eğerek iskemleyi getirip koydu. Sonra prova yeniden başladı. Simonne başında şapkası sırtında kür-küyle, mobilyaları düzelten bir hizmetçi kadının hareketlerini yapıyordu. Bir aralık durarak :

- Biliyor musunuz, üşüyorum, ellerimi manşonumun içine sokacağım; dedi.

Sonra sesini değiştirdi, hafifçe bağırarak Bosc'u karşıladı:

- Aa! Sayın kont geldiler. İlk gelen siz oldunuz sayın kont. Hanımım buna çok sevinecek... dedi.

Bosc'un pantolonu çamur içindeydi, sırtında sarı ve bol bir pardösü vardı; boynuna da kalın bir atkı dolamıştı. Elleri cebinde, kafasında külüstür şapkası, hiçbir hareket yapmadan; boğuk bir sesle :

- Hanımınızı rahatsız etmeyin İsabella; birden karşısına çıkmak istiyorum, dedi.

Prova sürüp gidiyordu. Bordanave surat asarak, koltuğuna gömülmüş, bezgin bir tavırla oyuncuları dinliyordu. Fauchery sinirliydi; yerinde duramıyor; oyunculara karışmak istiyor, içi içine sığmıyor, zorla kendini tutarak durmadan yer değiştiriyordu. Arka taraftan, karanlık, boş salondan kulağına bir fısıltı geldi.

Bordenave'a doğru eğilerek :

- Orada mı kadın? Bordenave, evet der gibi başını sal-ladı. Fauchery'nin kendisine vermek istediği Geraldine rolünü kabul etmeden önce Nana, piyesi görmek istemişti.

280

NANA


Çünkü bir kere daha Kokot rolüne çıkmak istemiyordu. Namuslu kadın rolüne çıkmayı geçiriyordu gönlünden. Bor-denave üzerinde, kendisini tekrar tiyatroya alması için etki yapmış olan Labordette'le birlikte ön localardan birinde oturuyordu. Fauchery geriye bir göz atıp onu görmeye çalıştı, sonra provayı izlemeye koyuldu.

Yalnız sahne önü aydınlatılmıştı. Buradaki bir reflektör, kocaman açılmış sarı bir göz gibi ışığını birinci plâna boşaltıyordu. Cossart daha iyi görebilmek için metni ışığa doğru kaldırmıştı. Bir direğe asılı bir gemici fenerinin soluk aydınlığında oynayan oyuncuların gölgeleri, kendileriyle birlikte oradan oraya hareket etmekteydi. Sahnenin geri kalan bölümü, tıpkı bir yıkıntı yerinde olduğu gibi dumana boğulmuştu. Buraya merdivenler, çerçeveler, kapı kasaları, dekorlar, sökülmüş duvar kâğıtları birbirinin üstüne, bir moloz yığını halinde yığılmıştı. Havada sarkan fon perdeleri, bir paçavra dükkânında asılı paçavraları andırmaktaydı. Ta yukardaki bir pencereden giren bir güneş ışını, sahne arkasının karanlığını bir altın mızrak gibi delip geçiyordu.


Yüklə 1,8 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin