Emile zola ve nana



Yüklə 1,8 Mb.
səhifə18/35
tarix30.07.2018
ölçüsü1,8 Mb.
#64278
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   35

EMİLE ZOLA

239


Paskalya akşamı herkesten önce Bn. Lerat ile Louiset geldi. Fontan, daha gelmediği için korkularını açığa vurdu; çünkü yeğeninin zenginliği tepmesinden, çekiniyordu.

Nana güzel bir hareketle ellerini göğsünde kavuşturarak: »

- Ah teyzeciğim! Onu öyle seviyorum ki! diye haykırdı. Bu kelime son derece büyük bir etki yapmıştı. Bayan

Lerat'nın üstünde.

İnandığını gösteren bir tavırla :

- Doğru! dedi; aşk her şeyden önce gelir.

Odaların ne kadar güzel olduğunu yine sevinçten haykı-rarak anlattı. Nana ona misafir ve yemek odasından mutfağa kadar her yeri gezdirdi. Öyle kocaman bir ev değildi ama, gıcır gıcır yeni boyanmıştı, duvar kâğıtları da pırıl pırıl yüzüne gülüyordu insanın.

Bayan Lerat genç kadınla odada bulunduğu sırada Louiset, mutfakta hizmetçinin arkasında durmuş pilicin kızartılmasını seyrediyordu. Zoe, mertçesine, hanımına bağlı kaldığından yanında kalmıştı. Bayan parasını daha sonra verirdi; bu bakımdan bir kaygısı yoktu. Haussmann bulvarındaki evin dağılışı sırasında alacaklılara kafa tutmuş, onurlu bir şekilde geri çekilmiş, eline ne geçebilmişse kurtarmış, soranlara da hanımının seyahatte olduğunu söyleyerek hiçbir adres vermemişti. O kadar ki izlenmek korkusuyla hanımını görmeye de gitmemişti. Bununla beraber o günün sabahı Bayan Lerat'nın evine koşmuştu. Çünkü yeni bir şeyler olmuştu. Bir gün önce, alacaklı döşemeci, kömürcü, çamaşırcı gelerek mühlet vermişler; eğer evine döner de akıllıca hareket ederse büyük bir avans verme teklifinde bile bulunmuşlardı. Teyzesi Zoe'nin söylediklerini Nana'ya anlattı. Şüphesiz bu işlerin arkasında kendisine yardım etmek isteyen önemli bir kişi vardı.

Nana başkaldırarak :

- Hiçbir zaman dönmem oraya! Görülüyor ki pek iyi insanlarmış şu benim alacaklılar! Faturalarını ödemek için

242

NANA


Bosc durmadan :

- Hay Allah cezanızı vermesin! karnınızı doyurmaya bakın şimdi! Nasıl olsa vaktiniz olacak biz gittikten sonra, diye söyleniyordu.

Ama Nana yerinde duramıyordu. Coşkun bir sevişme isteğiyle yanıp tutuşuyordu, yanakları bir genç kız gibi pembe pembe olmuştu; fikir fıkır gülüyordu, sevgi akıyordu gözlerinden. Bakışlarını Fontan'dan hiç ayırmıyor; cicim, canım, şekerim diye ona tuz ya da su verirken eğiliyor, rast-gele dudaklarını gözlerini, burnunu, kulağını öpüyordu. Bu yaptığının doğru olmadığını söyledikleri zaman da ustalıklı bir taktikle boynunu büküyor, dayak yemiş bir dişi kedi uysallığı gösteriyor, sonra gizlice adamın elini tutuyor, öpüyordu. Ona mutlaka dokunmak ihtiyacını duymaktaydı. Fon-tan da sırtını kabartarak, böyle sevilip okşanmaktan pek memnun görünüyor, hazla iri burnunu oynatıyordu. Bu bembeyaz, tombul kızın kendisine tutkunluğu karşısında o tekeye benzeyen, çirkin, soytarı suratı yayvanlaşıyor, adeta ağzı kulağına varıyordu. Zaman zaman da, derin bir zevk duyan ama nazikçe davranmak isteyen bir erkek gibi Na-na'yı öpüyordu.

Prulliere :

- E, can sıkmaya başladınız artık! diye bağırdı. Haydi çekil şuradan sen!

Fontan'ı yerinden kaldırıp ve tabağını alarak Nana'nın yanına oturdu. Bunun üzerine ötekiler bağırışarak alkışladılar; kaba şakalar aldı yürüdü. Fontan, Venüs'ün ardından ağlayan Vülken'in umutsuzluğuna düşmüş gibi mimikler yapıyor, acayip bir hal alıyordu. Prulliere, çapkınlık etmeye kalkarak, masanın altından Nana'nın ayağına basmak istedi. Ama Nana, rahat dursun diye tekmeyi indirdi. Yo hayır, bu adamla yatmaya niyeti yoktu hiç. Bir ay kadar önce, yüzünün güzelliğine kapılarak tutulacak gibi olmuştu ona. Ama şimdi nefret ediyordu. Eğer peçetesini alırmış gibi yaparak çimdiklemeye devam ederse bardağı suratına fırlatmaya karar vermişti.

EMİLE ZOLA

243


Ne olursa olsun iyi bir gece geçirmişlerdi. Söz kendiliğinden tiyatro'ya geldi. Şu Bordenave hergelesi gebermeye-cek miydi daha? Pis hastalıkları yeniden azmıştı, öylesine acı çekiyordu ki tutulacak yanı kalmamıştı herifin. Bir gün önce, prova sırasında Simonne'a çatmış durmuştu. Yani bu adam nalları dikse ağlayacak tek bir artist yoktu ardından^ Nana, kendisine bir rol vermeye kalkarsa, başından savacağını söylüyordu; hem artık oynamayacağını, yuvasını tiyatrodan çok sevdiğini ileri sürüyordu. Fontan'ın ne oynanan piyeste ne de provası yapılanda rolü vardı, şimdi, özgürlüğünü aşırı bir sevinçle övüyor, akşamlarını ayaklarını ateşe uzatıp, sevgili dişi kedisiyle başbaşa geçirmekten büyük bir mutluluk duyduğunu söylüyordu. Ötekiler de talihli olduğunu söyleyerek, mutluluklarını kıskanmış gibi yapıyorlardı.

Sofraya paskalya çöreği geldi. İçine saklanan niyet baklası Bayan Lerat'ya çıktı. O da bunu Bosc'un bardağına koydu. Bunun üzerine ötekiler: «Kral oldun! Kral oldun! İç bakalım O» diye haykırıştılar. Bu coşkun neşe gösterilerinden yararlanan Nana, Fontan'ın boynuna sarıldı, tekrar tekrar öperek kulağına bir şeyler fısıldadı. Ama Prulliere, gülmesi arasında, bunun oyuna aykırı olduğunu, biraz da içerleyerek söylüyordu. Louiset, bitiştirdikleri iki sandalyenin üstünde uyumaktaydı. Nihayet misafirler saat bire doğru dağıldılar. Merdivende «yine görüşelim!» diye bağınşı-yorlardı.

Üç hafta boyunca iki sevgili çok tatlı bir ömür sürdüler. Nana ilk ipekli entariyi giydiği ilk gençlik günlerini yeniden yaşıyor gibiydi. Pek seyrek sokağa çıkıyor, yalnızlığın, sessizliğin zevkini tadıyordu. Bir sabah, La Rochefoucauld pazarından balık almaya giderken, eski berberi Francis ile burun buruna gelince birden sarsıldı. Berber her zamanki gibi ipekli gömleği, tertemiz redingotu ile pek şıktı. Nana, şimdi ona böyle sırtında sabahlığı, ayaklarında kaba pabuçlar ve saçları darmadağınık göründüğü için utanç duymuştu. Am Francis her zamankinden daha da nezaketle

(*) Paskalya çöreğine «Gâteau deş Rois» (krallar çöreği) adı verilmektedir. (Çev.)

244

NANA


davranma inceliğini gösterdi. Hiçbir şey sormadı, genç kadının seyahatte olduğunu sandığını söyledi. Nana, kendisine ilk andaki sıkıntısını unutturan bir meraka kapılarak adama sorular yöneltti. Gelip geçenler, kendilerine çarptıkları için, Francis'yi bir kapı ağzına çekti; kolundaki küçük sepe-tiyle karşısında duruyordu. Tiyatrodan kaçışına ne diyorlardı? Berber de müşterisi olan kadınların kiminin şöyle kiminin böyle dediğini söylüyordu. Yani büyük bir gürültü kopmuştu ardından; gerçekten bir başarıydı bu. Ya, Steiner ne demişti? Bay Steiner'in durumu pek kötüydü, eğer yeni bir manevra çeviremezse büsbütün kötüleşecekti. Ya Dague-net? Oh! onun işi tıkırındaydı; hayatını düzene sokmuştu. Bütün bu anılarla hararetlenen Nana yine bir şeyler sormak için ağzını açacaktı; ama Muffat'nın adım söylemeye sıkıldı. Bunun üzerine Francis kendiliğinden konuştu. Konta gelince pek acıklı bir haldeydi; bayan Nana'nın gidişinden sonra o kadar büyük bir kedere kapılmıştı ki çılgın gibi, genç kadına rastlayabileceği yerlerde dolaşıp duruyordu. Nihayet, Bay Mignon kendisine rastlamış, evine götürmüştü. Bu haber, Nana'yı çok güldürdü; ama zoraki bir gülüştü bu.

- Ah! Şimdi Rose'la yaşıyor!., ama görüyorsunuz ya Francis, metelik verdiğim yok buna!.. Görüyorsunuz ya ne iki yüzlü adammış? Bir hafta bile perhiz edemiyor. Oysa benden başka hiçbir kadınla yatmayacağına yemin etmişti!

Böyle diyordu ama içerlemişti.

- Artığımla geçiniyor şimdi bu Rose! Çok iyi anlıyorum; şu Steiner hayvanını elinden alışımın öcünü alıyor aklı sıra... Benim kapı dışarı ettiğim bir adamı evine almak da doğrusu ya pek akıllıca bir iş!

Berber :

- Bay Mignon meseleyi böyle anlatmıyor. Dediğine göre Kont sizi kovmuş... Evet, hem de iğrenç bir şekilde, kıçınıza bir tekme vurarak.

Birden, Nana sapsarı kesildi:

EMİLE ZOLA

245

- Ha? Ne diye bağırdı; kıçıma tekme mi vurmuş... Bakın bu kadarı biraz fazla!... Ben kapı dışarı ettim, bu boynuzluyu! Sen de bil artık, boynuzlunun biridir bu adam; Kontesi ona herkesle boynuz taktırıyor... Şu Fauchery rezili ile bile Mignon'a gelince, o da kaldırımları aşındırıyor ka-' rısına müşteri bulabilmek için. Ama kimsenin yüzüne baktığı yok sıskalığı yüzünden... Aman pis insanlar, ne pis insanlar!



Boğulacak gibiydi. Soluk aldı.

- Yo! Böyle diyorlar ha!... Peki öyleyse! Gidip onlarla kendim konuşacağım Francis'ciğim. ister misiniz hemen beraber gidelim? Evet, gideceğim; bakalım şu kıçıma tekmeyi yediğim yalanını söylemeye cesaret edecekler mi yüzüme karşı? Tekme ha! Kimse böyle bir şeye kalkamamış-tır şimdiye kadar. Hiçbir zaman da dövemezler beni... Bana dokunacak adamı parçalarım vallahi...

Yavaş yavaş yatışıyordu. Nihayet istediklerini söyleyebilirlerdi; poposuna bile sallamazdı bu lâfları. Bu adamlarla uğraşmak çirkefe taş atmak demektir. Ne yaptığını, ne olduğunu .kendisi iyi bilirdi. Francis, onun böyle sabahlığı ile durup kendisine açılmasından cesaretlenerek bir iki öğüt vermeye kalktı. Bir geçici hevese kapılıp her şeyi feda etmekle yanlış bir şey yapmıştı; böyle hevesler insanın hayatını bozardı. Nana başı önünde, bu kadar güzel bir kızın, kendine yazık edişinden üzüntü duyan bir adam sesiyle konuşan Francis'yi dinliyordu.

- Bu benim bileceğim şey... ama yine teşekkür ederim ilgine dostum; dedi.

Berberin elini sıkarak, balık almak üzere ayrıldı. Bütün gün bu kıçına tekme yediği hikâyeyi zihnini kurcaladı durdu. Fontan'a bile sözünü etti bunun. Kendisine bir fiske bile vurdutmayacak kadar güçlü kuvvetli bir kadın olduğunu söyleyip duruyordu. Fontan, derin düşünceli bir adam POZU takınarak, bütün erkeklerin kaba yaratıklar olduğunu, onlara karşı buna göre davranılması gerektiğini söyledi. O andan sonra Nana gerçekten bir kayıtsızlığa büründü.

246


NANA

O akşam, on satırlık bir rolle sahne hayatına başlayan kadını görmek üzere Bouffes tiyatrosuna gittiler. Fontan tanıyordu bu kadını. Montmartre sırtlarına döndükleri zaman saat bire yaklaşıyordu. Chaussee-d'Antin sokağında adam, bir çikolatalı pasta aldı; yataklarında yediler; hava soğuktu, ocağı yakmağa da değmezdi bu saatten sonra. Yataklarının içine oturmuş, battaniyelerini dizlerine çekmiş, arkalarını yastıklarla beslemişlerdi. O akşam seyrettikleri oyuncu kadından söz ediyorlardı. Nana çirkin ve biçimsiz buluyordu bu kadını. Fontan yüzükoyun yatmış, masanın üstünde mumla kibrit kutusu arasındaki pastayı koparıp koparıp Nana'ya veriyordu. Ama sonunda kavgaya tutuştular.

Nana :

- Aman ne biçimsiz şeydi kadın... O küçücük gözler. Ya hele o mısır püskülü gibi saçlar...



Fontan:

- Sus be! dedi. Nefis saçları var bu kadının... gözleri de pırıl pırıl. Şu kadın milleti de çekemez birbirini!

İçerlemiş gibi bir hali vardı. Sert bir sesle :

- E, yeter artık; dedi! Kafamı şişirme... Haydi uyuyalım. Yoksa sonu kötüye varacak bunun!

Mumu söndürdü. Nana öfkeli öfkeli söyleniyordu: kendisiyle böyle konuşulmasından hoşlanmazdı, saygılı olmak gerekirdi ona karşı. Adam cevap vermeyince, susmak zorunda kaldı. Ama uyuyamadı, yatağın içinde durmadan dönüp duruyordu.

Fontan birden öfkeyle :

- Ne vakit bitecek böyle kıpırdayıp durman kuzum, diye bağırdı.

Nana :


- Ne yapayım; yatağın içinde pasta kırıntıları var; diye cevap verdi.

EMİLE ZOLA

247

Gerçekten de kırıntılar vardı. Butlarında bile hissediyordu bunları. Tek bir kırıntı, derisini yakıyor, kanatırcası-na kaşındırıyordu! İnsan yatağında pasta yerse, çarşafı sil-kelemeliydi. Fontan için için öfkelenerek mumu yaktı. İkisi de kalktılar, yalınayak, gecelikle elleriyle yatak çarşafında-ki kırıntıları süpürdüler. Adam soğuktan titreyerek yeniden yatağa girdi. Ayaklarını iyice silmesini söyleyen Nana'yı tersledi. Nihayet, o da yattı; ama daha yatar yatmaz kıpırdanmaya başladı. Hâlâ kırıntı vardı.



- Elbette! ayaklarınla soktun, yatağın içine... Dayanamam ben buna! Sana söylüyorum dayanamam!

Yere atlamak için bacağını adamın üstünden aşıracak oldu. Bunun üzerine sabrı tükenen, uyumak isteyen Fontan bir tokat aşketti genç kadına. Öyle kuvvetli vurmuştu ki Nana sırt üstü yatağın içine yuvarlandı. Bir süre şaşkın şaşkın öylece kaldı.

Bir çocuk gibi içini çekerek sadece : - Of!... dedi.

Bir aralık Fontan, yine kıpırdanmaya başlarsan bir tokat daha indiririm, dedi. Sonra ışığı üfleyerek sırt üstü yatağa rahatça yerleşti ve hemencecik horlamaya başladı. Nana yüzünü yastığına gömüp kesik kesik hıçkırıklarla ağlıyordu. İnsanın böyle kuvvetinden yararlanması alçakça bir şeydi. Fontan'ın o gülünç suratı öyle korkunç bir hâl almıştı ki genç kadın sahiden korktu.

Sanki o tokatla öfkesi geçmiş gibi yatıştı. Fontan'a saygı duyuyordu şimdi, sokak tarafındaki duvara yapışarak bütün yatağı ona bıraktı. Nihayet yanağı hâlâ yanarak, gözleri yaş içinde uyuyakaldı. Öyle tatlı bir boyun eğiş duygusu içindeydi ki kırıntılardan rahatsız olmuyordu artık. Sabahleyin, uyanınca Fontan'ı çıplak kollarıyla kucakladı, göğsüne bastırdı. Artık bir daha kavga etmeyeceklerdi, değil mi? Hiçbir zaman, değil mi? Onu o kadar seviyordu ki tokatlaması bile iyi gelmişti kendisine.

250


NANA

yapmıştı ki, burada kızgın bir dişi kedi sürüsünün barındığı sanılırdı. Kendi kendisinin de iğrenerek, ortalığı silip süpürmeye kalktığı zaman da ya bir iskemlenin ayağı elinde kalıyor, ya da duvar kâğıdı parçalanıyordu; Çünkü bunlardaki kiri çıkartmak için bütün gücünü harcaması gerekmekteydi. O günlerde içerisi daha pisti; girilecek gibi değildi. Bunun için de hiçbir şeye el sürmemek zorunda kaldı. Lâmba ışığında, aynalı dolap, duvar saati ve perde diye ne kalmışsa, erkeklere hâlâ eşya gibi görünüyordu. Kaldı ki altı aydan beri, ev sahibi kendisini atacağını söyleyip duruyordu. Böyle olduğuna göre kimin için bakacaktı bu eşyalara? Kendisi için belki! Keyfi yerinde olarak uyandığı zaman: «Hop yallah!» deyip dolabın yan bölmesiyle komodine tekmeyi indirip çatırdatıyordu.

Nana, ne zaman gelse Satin'i yatakta buluyordu. Öyle ki Satin alışverişe çıktığı günlerde bile o kadar bitkin bir halde dönüyordu ki, ayağını sürüyerek eve giriyor, kendini bir iskemlenin üstüne bırakarak uyukluyordu. Bu uyuşukluktan ancak akşamleyin havagazı fenerleri yandığı zaman sry-rılabiliyordu. Nana da kendini pek rahat hissediyordu burada, alt üst olmuş yatağın, yerlerdeki küvetlerin, çamura bulanmış etekliklerin arasında. Oturup çene çalıyor birbirlerine içlerini döküyorlardı. Satin, geceliğiyle yatağının içinde, ayaklarını havaya dikip sigara fosurdatarak dinliyordu arkadaşının anlattıklarını. Arada bir, öğleden sonraları, kendilerini kederli hissettikleri zaman birer absent içiyorlardı, avunmak için. Satin, aşağıya inmeden, ayağına bir eteklik bile geçirmeden, merdiven parmaklığından sarkarak, kapıcının on yaşındaki kızına sesleniyor, bir bardakla Absent getirtiyordu; küçük kız bu kadının çıplak bacaklarını yan gözle süzerdi. Nana'yla Satin'in bütün konuşmaları, sonunda erkeklerin pisliğine varıyordu. Nana, Fontan'ından durmadan söz edişiyle can sıkıcı bir hâl almıştı. Belki on kere adamın ne dediğini, ne yaptığını geviş getirir gibi tekrarlayıp duruyordu. Ama, Satin, bütün bu pencerede bekleme, yanan bir ıskara yüzünden çıkan kavga, yatakta saatlerce

EMİLE ZOLA

251

küskünlükten sonra yeniden barışma hikâyelerini büyük bir sabırla dinliyordu. Bütün bunları anlatmak ihtiyacıyla Nana, yediği tokatları bile sayıp dökmüştü. Geçen hafta Fon-tan, gözünü şişirmişti; daha bir gün önce terliklerini bulamadığı için kafasına bir tokat indirmişti. Satin bütün bunla-, rı hiç ses çıkartmadan dinliyor, arada bir sigarasının dumanını püskürttükten sonra, kendisinin böyle bir durumda hemen eğildiğini ve dövmek isteyen adamın elinin havada kaldığını söylüyordu. İkisi de, bu dayak faslı hikâyelerinden, yedikleri kötekleri anlatmaktan zevk duyuyor gibiydiler. Nana, Fontan'ın pabuçlarını çıkarışını, yediği tokatları öyle bir zevkle anlatıyordu ki sonunda Satin de hoşlanır olmuştu bunları dinlemekten. Kendisi de daha şiddetli olaylardan söz etmeye başlamıştı. Dediğine göre bir keresinde bir ha-murkâr kendisini döve döve ölüm halinde yere sermişti, ama yine sevmişti bu adamı. Bazı günlerde Nana ağlayarak artık bunun böyle gitmeyeceğini söylüyordu. O vakit, Satin onu evinin kapısına kadar götürüyor, Fontan'ın, arkadaşını öldürüp öldürmediğini anlamak için yarım saat kadar sokakta bekliyordu. Ama ertesi gün, ikisi de barışmalarının sevinci içinde akşamı ediyorlardı. Nana'nın dayak yediği günler daha hoşlarına gidiyordu; bu çok sarıyordu ikisini de.



Artık birbirlerinden ayrılmaz olmuşlardı. Bununla birlikte Satin, Nana'nın evine ayak atmıyordu; çünkü Fontan sokak sürtüklerini evinde görmek istemediğini söylemişti. İki kadın birlikte sokağa çıkıyorlardı. İşte böyle bir gün Satin, arkadaşını bir kadının evine götürdü. Bu kadın Nana'-nın zihnini kurcalayan bayan Robert'di; ziyafetine gelmediği günden beri ona karşı saygı duyuyordu. Bayan Robert Mosnier sokağında oturuyordu. Europe mahallesinde yeni ve gürültüsüz bir sokaktı bu. Dükkân yoktu; güzel apartmanların, küçücük dairelerinde kibar kadınlar oturuyordu. Saat beşti; ıssız kaldırımlar boyunca, yüksek aristokratik beyaz evlerin sükûneti arasında borsa simsarlarının ve tüccarlarının kupa arabaları sıralanmıştı. Bu arabalardan çı-

252


NANA

kan adamlar, gözleri yukarıda, hızlı hızlı yürüyorlardı bu evlere doğru. Bu evlerin pencerelerinde sabahlıklı kadınlar, bir bekledikleri varmış gibi sokağa bakıyorlardı. Nana önce, canı sıkılmış gibi bu kadını tanımadığı için yukarı çıkmak istemedi. Ama Satin diretti. Bir kimse her zaman bir arkadaşını misafirliğe götürebilirdi. Sadece Bayan Robert'e bir nezaket ziyareti yapmak istiyordu; Bayan Robert'e bir gün önce bir lokantada rastlamıştı; kadın mutlaka gelmesi için yemin ettirerek nezaket göstermişti. Nihayet Nana razı oldu. Kapıyı açan ufak tefek uykulu bir hizmetçi, hanımının daha gelmediğini söyledi. Ama iki kadını salona alıp yanlarından çekildi.

Satin :

- Vay canına! Çok güzel bir ev! diye mırıldandı.



Sade bir burjuva eviydi burası. Duvarlara koyu renkli kumaşlar kaplanmıştı. Burada, yükünü tuttuktan sonra ticaretten çekilen Parisli bir dükkâncının evindeki düzenlilik vardı. Evin bu görünüşü karşısında, Nana şaka etmek istediyse de Satin gücendi, Bayan Robert'in çok hanım hanımcık bir kadın olduğundan söz etti. Onu her zaman yaşlı ve ciddi adamlarla görürlerdi. Şu sıralarda ağır başlı eski bir çikolatacı ile ahbaplık ediyordu. Adam bu çok temiz tutulan, iyi bakımlı eve geldiği zaman o kadar memnun oluyormuş ki yavrum diyormuş kadına.

Satin şöminenin üstündeki saate dayalı bir resmi göstererek :

- Bak, işte... dedi.

Nana bir süre resmi gözden geçirdi. Resimde çok esmer uzun yüzlü dudaklarını büzerek hafifçe gülümseyen bir kadın görünüyordu. İlk bakışta çok temkinli bir sosyete kadını denebilirdi.

- Tuhaf şey; diye mırıldandı; bir yerlerde görmüş olacağım bu kadını. Ama nerede? Bilmem ki. Yalnız, pek temiz bir yerde olmamalı... Ha! Evet temiz bir yerde değil...

EMİLE ZOLA

253

Sonra arkadaşına dönerek:



- Sana kendisine gelmesi için söz verdirdi diyordun, peki ne istiyormuş?

- Ne mi istiyor? Ne olacak konuşup 'ahbaplık etmek, ağzını şapırdattı. Adam sende, ne olursa olsun, bana ne, dedi içinden. Ama kadın bir türlü gelmeyince daha fazla beklemeyeceğini söyledi, bunun üzerine ikisi de kalkıp gittiler.

Ertesi gün, Fontan akşam yemeğine gelmeyeceğini söylemişti. Nana hemen aşağıya inerek bir ziyafet çekmek üzere Satin'i bir lokantaya götürmeye karar verdi. Bir türlü bir lokanta beğenemediler. Satin'in gitmek istediği birahaneleri Nana pis buluyordu. Nihayet Laure'un lokantasına gitmeğe razı etti. Bu lokantada tabldot akşam yemeği üç franga yeniliyordu. Laure Piedefer'in bir tahta kurulur gibi oturduğu tezgâhın bulunduğu salonda bir masaya oturdular. Elli yaşlarında kadar şişko bir kadındı bu Laure. Vücudunu korseler ve kemerlerle sıkmıştı, kadınlar sıraya dizilip birbiri ardından geliyor, birbiri üstüne yığılmış fincan tabaklarının üstünden başlarını uzatıp dostça bir yakınlıkla Laure'un ağzından öpüyorlardı. Bu sırada bu canavar görünüşlü kadın, dostlarını kıskandırmamak için her birinin ayrı ayrı gönlünü alıyordu. Hizmetçi kadın ise aksine sıska, yanakları çökmüş, göz kapakları morarmış, siyah gözleri kıvılcım saçan bir tipti. Kısa bir süre içinde üç salon doluverdi. Yüz kadar müşteri vardı. Gelişi güzel masalara oturmuşlardı çoğu kırkında vardı bu insanların. İri, şişko, sefahatten yanakları sarkık kimselerdi. Bu şişkin karınlar ve sarkık gerdanlar arasında bir kaç tane ince, güzel kız göze çarpıyordu. Pervasız görünmek isteyişlerinin altında hâlâ saf ve toyca bir halleri vardı. Bir mahalle balosundan, bu yola yeni girmiş olan bu kızları Laure'un müşterilerinden biri getirmişti bu lokantaya. Buradaki şişko geçkin kadınlar, bu kızlardan dağılan gençlik havasıyla başlan dönerek bunlara pasta filân ısmarlamakta yarış ediyorlardı adeta. Burada erkek pek azdı; en çok on onbeş kişi kadar. Bu kadar bol fistan arasında ezilmiş gibi bir halleri vardı bu adamların.

250


NANA

yapmıştı ki, burada kızgın bir dişi kedi sürüsünün barındığı sanılırdı. Kendi kendisinin de iğrenerek, ortalığı silip süpürmeye kalktığı zaman da ya bir iskemlenin ayağı elinde kalıyor, ya da duvar kâğıdı parçalanıyordu; Çünkü bunlardaki kiri çıkartmak için bütün gücünü harcaması gerekmekteydi. O günlerde içerisi daha pisti; girilecek gibi değildi. Bunun için de hiçbir şeye el sürmemek zorunda kaldı. Lâmba ışığında, aynalı dolap, duvar saati ve perde diye ne kalmışsa, erkeklere hâlâ eşya gibi görünüyordu. Kaldı ki altı aydan beri, ev sahibi kendisini atacağını söyleyip duruyordu. Böyle olduğuna göre kimin için bakacaktı bu eşyalara? Kendisi için belki! Keyfi yerinde olarak uyandığı zaman: «Hop yallah!» deyip dolabın yan bölmesiyle komodine tekmeyi indirip çatırdatıyordu.

Nana, ne zaman gelse Satin'i yatakta buluyordu. Öyle ki Satin alışverişe çıktığı günlerde bile o kadar bitkin bir halde dönüyordu ki, ayağını sürüyerek eve giriyor, kendini bir iskemlenin üstüne bırakarak uyukluyordu. Bu uyuşukluktan ancak akşamleyin havagazı fenerleri yandığı zaman sıy-rılabiliyordu. Nana da kendini pek rahat hissediyordu burada, alt üst olmuş yatağın, yerlerdeki küvetlerin, çamura bulanmış etekliklerin arasında. Oturup çene çalıyor birbirlerine içlerini döküyorlardı. Satin, geceliğiyle yatağının içinde, ayaklarını havaya dikip sigara fosurdatarak dinliyordu arkadaşının anlattıklarını. Arada bir, öğleden sonraları, kendilerini kederli hissettikleri zaman birer absent içiyorlardı, avunmak için. Satin, aşağıya inmeden, ayağına bir eteklik bile geçirmeden, merdiven parmaklığından sarkarak, kapıcının on yaşındaki kızına sesleniyor, bir bardakla Absent getirtiyordu; küçük kız bu kadının çıplak bacaklarını yan gözle süzerdi. Nana'yla Satin'in bütün konuşmaları, sonunda erkeklerin pisliğine varıyordu. Nana, Fontan'ından durmadan söz edişiyle can sıkıcı bir hâl almıştı. Belki on kere adamın ne dediğini, ne yaptığını geviş getirir gibi tekrarlayıp duruyordu. Ama, Satin, bütün bu pencerede bekleme, yanan bir ıskara yüzünden çıkan kavga, yatakta saatlerce

EMİLE ZOLA

251

küskünlükten sonra yeniden barışma hikâyelerini büyük bir sabırla dinliyordu. Bütün bunları anlatmak ihtiyacıyla Nana, yediği tokatları bile sayıp dökmüştü. Geçen hafta Fon-tan, gözünü şişirmişti; daha bir gün önce terliklerini bulamadığı için kafasına bir tokat indirmişti. Satin bütün buria-rı hiç ses çıkartmadan dinliyor, arada bir sigarasının dumanını püskürttükten sonra, kendisinin böyle bir durumda hemen eğildiğini ve dövmek isteyen adamın elinin havada kaldığını söylüyordu. İkisi de, bu dayak faslı hikâyelerinden, yedikleri kötekleri anlatmaktan zevk duyuyor gibiydiler. Nana, Fontan'ın pabuçlarını çıkarışını, yediği tokatları öyle bir zevkle anlatıyordu ki sonunda Satin de hoşlanır olmuştu bunları dinlemekten. Kendisi de daha şiddetli olaylardan söz etmeye başlamıştı. Dediğine göre bir keresinde bir ha-murkâr kendisini döve döve ölüm halinde yere sermişti, ama yine sevmişti bu adamı. Bazı günlerde Nana ağlayarak artık bunun böyle gitmeyeceğini söylüyordu. O vakit, Satin onu evinin kapısına kadar götürüyor, Fontan'ın, arkadaşını öldürüp öldürmediğini anlamak için yarım saat kadar sokakta bekliyordu. Ama ertesi gün, ikisi de barışmalarının sevinci içinde akşamı ediyorlardı. Nana'nın dayak yediği günler daha hoşlarına gidiyordu; bu çok sarıyordu ikisini de.


Yüklə 1,8 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin