BEYTEPE'DE YENİ DÖNEM VE YENİ GÖREVLER
BEYTEPE’DE YENİ DONEM YENİ GÖREVLERBEYBE
BEYTEPE'DE YENİ DÖNEM VE YENİ GÖREVLER
HÜ Beytepe Kampüsü'nde yeni dönem yine pek çok sorunla açıldı. Her yıl belirli bir noktadan başlayıp ilerlettiğimiz süreci dönem sonunda ortaya çıkan pek çok olumsuzluk yüzünden yine bir başka noktada bitirmemiz bu yılki dönem başında yine sıfır noktasından başladığımız gibi bir izlenim yaratmıştı. Öncelikle bu sorunun üstesinden gelmek için geçen yılki birlikteliklerimizle daha ileriden bir düzeyde çalışmayı başlatma kararı alındı. Öncelikle yeni gelen öğrencilere Beytepe Öğrenci Derneği'nin yaşadıkları ve geçirdiği evrim anlatıldı.
Geçen yıl yaşadığımız en önemli olumsuzluk olan, eylemlere izleyici olarak katılan kitlenin eylemin örgütlenme sürecinde de aktif olabilmesinin kanallarını açmak için dernek içinde pek çok komisyon oluşturduk. Gerçi başlangıç olarak geçmiş ezberlerden hareket ederek müzik, şiir ve tiyatro gibi alışılmış komisyonları oluşturduk. Ama bu sürecin önü açık, zenginleştirilebilecek şekilde tanımladık. Hem var olan komisyonları işlevli hale getirmek hem de yeni komisyon oluşumlarının önünü açmak için hem de bu yıl durduğumuz noktadan geçen yılı da aşacak tarzda faaliyet yürütmek için önce tek günlük daha sonra da ortaya çıkan etkinliklerin tek güne sığmaması sonucunda üç güne yayılmış bir eylemlilik süreci organize ettik.
Eylemin ilk gününde tek kişilik bir tiyatro ve bir şiir dinletisi sergiledik. İkinci gün, güncel kültür üzerine bir söyleşi ve içerisinde biriktirdiklerimizle birlikte Edebiyat Fakültesi'nden başlayıp kütüphanenin önünde sona eren bir yürüyüş yaptık üçüncü ve son günde de... Yürüyüş sonrasında üniversiteye girmesiyle birlikte üniversiteyi yozlaştıran paranın sembolik düzeyde protesto edilmesi için para fotokopilerini yakacaktık. Yürüyüş sırasında bilginin metalaşmasını ve üniversitenin özelleştirmesini deşifre eden parasız eğitim, parasız sağlık talebimizi haykıran sloganlar attık. Üniversitelerin bizim olduğu ve özgürlük talebi yine en fazla haykırılan sloganlardı. Kütüphanenin önüne geldiğimizde Grup Ekin'in katıldığı müzik dinletisi sırasında şüphelenilen bir kaç kişiye kimlik sorulması sonrasında kimlik sorulan kişinin silah göstermesi ardından silah çeken kişinin dövülmesi sonrasında diğer iki kişi arkadaşlarını kurtarmak ve kitleyi dağıtmak için kitlenin üzerine altı-yedi el ateş açtı.
Önce, açılan ateş sonucu dağılan kitle büyük bir kararlılık göstererek tekrar toplandı. Eylem öncesine göre daha da kalabalıklaşan kitleyle birlikte jandarmadan bu silahlı kişilerin üniversiteye nasıl girdiklerinin hesabını sorduk. Eyleme devam ettik ve basına haber vererek bir basın açıklaması yaptık. Ertesi hafta yaşananları diğer üniversitelilere anlatmak için bir dizi etkinliğe giriştik. Afiş bildiri çalışması yaparak, sınıf ve otobüs konuşmaları yaptık. Çarşamba günü, (23 ekim) rektörlükten hesap sormak için rektörlüğe yürüdük. Rektörlüğün önünde ÖES temsilcileri ile birlikte bir basın açıklaması yaparak olay kınadık.
Yapılan saldırının bütünüyle üniversiteye yapılmış bir saldırı olduğunu insanlara anlattık. Saldırı mücadeleye tekrar ivme kazandırdı. Hemen eylem sonrasında yapılan toplantıda önümüzde pek çok sorun olduğunu fakat haklı olmamızdan aldığımız meşrulukla saldırılara rağmen bütün bu sorunların üniversiteden gelecek güce sahip olduğumuzu belirttik. Eylemler üzerinden yakaladığımız canlılıkla ve mücadele azmimizle yeni dönemde Beytepe pek çok güzelliğe gebe. Silahlar bizi susturamaz.
İnadına isyan inadına özgürlük.
BEYTEPE DEVRİMCİ GENÇLİK
MERHABA ÜNİVERSİTELİ
İstanbul Üniversitesi, yeni öğrenim yılına İÜ Beyazıt Kampüsü'nde ikincisi yapılan şenlikle başladı. Rektörlüğün aktif desteği ile Öğrenci Kültür Merkezi (ÖKM) tarafından yapılan şenlik aynı zamanda polisin öğrencilerle toplu olarak ilk karşılaşması idi. Polisin yoğun baskısı ise bu yıl öğrencilere takınacağı tavrın ipuçlarını göstermesi açısından önemliydi.
5 Ekim Salı günü saat 11.00 sularında hazırlıkları başlayan şenlik; standların kurulması, fotoğrafların, karikatürlerin ve dövizlerin asılması ve ses düzeninin kurulmasından sonra, saat 12.00'da İÜ Rektörü Berkarda'nın konuşması ile başladı. Öğrencilere tavrı konusunda sicili bozuk olan Berkarda, yuhalandı ve konuşması "Baş komiser Berkarda" sloganı ile kesildi. Slogan atılması mevcut polis gözetimini daha da arttırdı. Berkarda'nın bu konudaki katkılarının ise gözden kaçırılmaması gerekmekte.
Şenlik, Boğaziçi Üniversitesi Müzik Topluluğu-"Kardeş Türküler" ve ÖKM Tiyatro Topluluğu'nun etkinlikleriyle devam etti. Açılan kitap, dergi sergileri ilgi ile izlendi. Kardeşlik türküleri eşliğinde çekilen halaylar ve atılan sloganlar şenliğin coşkusunu daha da arttırdı.
Şenliğin en önemli etkinliği olan Moğollar konseri saat 18.30'da başladı. Bütün öğrencileri aynı coşku içerisinde birleştiren Moğollar'ın Sivas şehitleri anısına bestelenen "Issızlığın Ortasında" şarkısına, öğrenciler "ancak özgürlük ateşinde yanarız" ve "faşizme karşı omuz omuza" sloganı ile eşlik ediyordu. Yine "Bir şey Yapmalı" parçası öğrencilerin "Devrim!" yanıtı ile karşılaşıyordu.
Şenliğe büyük ilgi gösteren sivil polisler simitçilik, piyangoculuk gibi "kamuflaj" yöntemlerine bir yenisini daha eklediler: barmenlik. Resmi devlet erkanı ile "ciddi" meseleler konuşan Rektör, öğrencileri ciddi konuşabilecek bir kesim olarak görmediğinden "içki muhabbeti"ni uygun görmüş olsa gerek.
Havanın kararmasının ardından polis atağa geçerek 19.00 sularında bir öğrenciyi gözaltına almak istedi. Ancak polisin girişimi boşa çıkarıldı.
Yaklaşık 1000 öğrencinin katıldığı şenlik saat 20.00'da sona erdi. Öğrenciler Ciao bella marşı ve "katil polis üniversiteden defol" sloganı ile Beyazıt Kampüsü'nü terk ettiler. Dağılma sırasında gözaltına alınan bir öğrenci gözaltına alındı ve ertesi gün serbest bırakıldı.
DEVRİMCİ TUTSAKLAR ONURUMUZDUR
Eli, katliamların, faili meçhullerin kanıyla boyanmış, sömürü politikalarını uygulamak için insanlık dışı her türlü yönteme başvurabilen devlet, cezaevlerine yönelik sistemli saldırılarına bir yenisini ekledi. Burjuvazi, cezaevlerini teslim alarak halkı teslim almayı kolaylaştıracağını düşünüyordu, üstelik ellerinde yeni bir maşa vardı: Refah-Yol hükümeti... Oysa şunu göremediler: Bu ülkenin onurlu evlatları, yiğit devrimcileri vardır. Anadolu toprakları nice direnişe tanık olmuştur. Tıpkı Kızıldere'de, Tariş'te, tıpkı Gazi'de, Buca'da, Ümraniye'de, Diyarbakır'da olduğu gibi...
Diyarbakır Cezaevi'nde bedenlerini korkusuzca bu kavgaya siper eden 11 PKK'li tutsağın ölümüne sessiz kalacağımızı sandılar. Pervasızlıkları bunu gösteriyordu. Bizlerse bu pervasızlığı 30 Eylül günü İstanbul'un ana caddelerinden Millet Caddesi üzerine 'Cezaevlerindeki Katliamlara Son' Devrimci Gençlik imzalı, bir pankart asarak ve çeşitli hatlardaki belediye otobüslerine 'Katil Ağar Hesap Verecek', 'Devrimci Tutsaklar Onurumuzdur', 'Katil Şevket Kazan Hesap Verecek', 'Devrimci Tutsaklara Kalkan Eller Kırılır' yazılı pullar yapıştırarak boşa çıkarttık.
Bir kez daha haykırıyoruz:
DEVRİMCİ TUTSAKLAR ONURUMUZDUR,
ONLARA KALKAN ELLERİ KIRACAĞIZ
ÇAPA DEVRİMCİ GENÇLİK
6 KASIM ÖNCESİ: FAŞİSTLER İŞBAŞINDA
Toplumsal muhalefetin her yükseliş döneminde bu yükselişi engellemek ve talepleri gölgelemek amacıyla ortaya çıkan faşist çeteler 6 Kasım öncesinde de yükselen öğrenci muhalefeti karşısında sahnedeydi.
1 Kasım Cuma günü İÜ Hukuk Fakültesi öğrenci kantininde gündemi demokratik üniversite mücadelesinden kaydırarak sağ-sol çatışmasına çevirmek isteyen faşistler, sol görüşlü öğrencilere laf atarak ve hatta masalarına çarparak olay çıkartmak istedi. Bununla da yetinmeyerek Hukuk Fakültesi binası önünde silahlarına sarılmış polisler korumasında ülkücü andı içtiler. Diğer tarafta toplanan demokrat, devrimci öğrenciler ise sloganlan ve marşları ile olayı protesto etiler.
4 Kasım Pazartesi günü Hukuk Öğrenci Cephesi demokratik üniversite talebini belirtmek ve 6 Kasım gününün duyurusunu yapmak amacıyla bir şenlik düzenledi. Polis işgali altındaki üniversiteye müzik aletlerini sokmak sorun olduğu için şenlik, öğrencilerin yoğun çabalarıyla yapılabildi. Sabahtan itibaren gruplar halinde dolaşarak söz ve hareketleriyle okulda gerginlik yaratmaya çalışan faşistlere ve her tarafı çeviren polislere rağmen devrimci, demokrat öğrenciler şenliği gerçekleştirdi. Şenlik sonrası okuldan çıkan öğrencilere 15 kişilik bir faşist gurubun küfür etmesi sonucu tartışma çıktı ve daha önce de pek çok kez kan akıtan satır ve bıçaklar 4 kişinin yaralanmasına neden oldu. Bıçaklama olayını gerçekleştiren faşistler, öğrencilerin dayağından kurtulmak için çözümü okul duvarından atlayarak kaçmakta buldular. 5 Kasım Salı günü öğrencilerin bir gün sonra Beyazıt Meydanı'nda demokratik üniversite talebini haykırmalarından korkan polisler buna engel olmak amacıyla sabahın erken saatlerinden itibaren Merkez kampus ve çevre okulların girişlerinden, ÖKM önünden, fakülte kantinlerinden ve Beyazıt çevresi kafelerden 150 kadar öğrenciyi gözaltına aldı. Aynı saatlerde İTÜ, YTÜ ve Marmara Üniversitesinden de 100'e yakın öğrenci gözaltına alındı. Polis gözaltı operasyonunu sürdürürken faşistler de afişleri yırtıp etrafa saldırarak terör estirdiler. Edebiyat fakültesinde polis öğretim üyelerine 6 Kasım günü okula ön kapıdan girmeyin uyarısını yaparken, faşistler de "yarın okula gelmeyin, ortalık karışacak" tehditlerini savurdular. 5 Kasım günü yaşanan bu saldırıyı kınamak amacıyla Koordinasyon TÜYAP Kitap Fuarında yaklaşık 300 kişinin katıldığı bir basın açıklaması yaptı.
Aynı gün İÜ Çapa Tıp Fakültesi'nde, İÜ Merkez Kampus ve çevresinde yaşanan 6 Kasım'da öğrencilerin Beyazıt Meydanı'na çıkmasını engellemeye yönelik gözaltıları ve okul çevresinde yaşanan polis ve faşist işgalini kınayan bir basın açıklaması yapıldı. Açıklamada devlet-mafya-emniyet arası kirli ilişkilerin ve polisin her türlü pis işinin ortaya çıktığı günlerde yaşanan faşisti ve polis saldırılarının öğrencilerin bir kere daha Beyazıt Meydanı'na çıkmasını engellemek amaçlı gerçekleştirildiği, ancak her şeye rağmen öğrenci gençliğin Beyazıtı özgürleştirmek için 6 Kasım'da Beyazıt'ta olacağı söylendi. "Çözüm faşizme karşı savaşta" yazılı pankart açan 100 kadar öğrenci "faşizme karşı omuz omuza", "polis defol üniversiteler bizimdir", "isyan ateşi Beyazıt'ta yanacak" sloganlarını attı.
6 Kasım çalışmasının bir parçası olarak 6 Kasım günü saat 12.30'da Çapa Tıp Fakültesi bahçesinde bir forum düzenlendi. "YÖK'e hayır, Çapa öğrencileri" ve "sağ-sol yok, boykot var, İÜ Diş Hekimliği Fakültesi Boykot Komitesi" pankartlarının açıldığı forumda yapılan konuşmalarda öğrenci hareketinin engel tanımayarak Beyazıt'ta olacağı bir kere daha duyuruldu. Foruma katılan İTF Nöroloji Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Coşkun Özdemir de yaptığı konuşmada öğrencilerle öğretim üyelerinin bir araya gelememesinde ve üniversitenin apolitikleşmesinde YÖK'ün önemli bir payı olduğunu, sorunların çözümü için üniversite unsurlarının birliğinin gerekli olduğunu söyledi. Çeşitli sloganların atıldığı forum Beyazıta gitmek üzere bitirildi. Okul çıkışında 2 öğrenci gözaltına alındı
BURSA' DA ÖĞRENCİ MUHALEFETİ
Geçtiğimiz yıl neredeyse sıfırdan başlayarak önemli bir aşama kat eden öğrenci muhalefeti, önemli olumluluklarla birlikte bir dizi eksikliği de barındırıyor. Ancak bu yazının konusu hareketin metropollerdeki kitlesellik ya da örgütlenme düzeyiyle ilgili bildik sorunları değil. Yazıya gerekçe oluşturan problem, yeni öğrenci hareketinin metropollerle sınırlı kalması ve uzun bir süre taşra üniversitelerinden yankı bulamaması... Taşra üniversitelerinin, bir bütün olarak ve uzaktan değerlendirilmesi yerine tek tek üniversiteleri konu almanın daha işlevli bir yöntem olacağı inancını taşıyoruz. Amacımız, demokratik öğrenci hareketinin gelişimini, Uludağ Üniversitesi özelinde değerlendirerek, diğer taşra üniversitelerinde öğrenci muhalefetinin gelişme olanakları üzerine ipuçları çıkartmaktır.
Evvel zaman
'80 sonrası DÖH'ün gelişimi incelendiğinde Uludağ Üniversitesi'nin ayrı bir yere sahip olduğu görülecektir. Değişik gündemlere ilişkin ve peşpeşe gerçekleşen kitlesel işgaller, 1 ay boyunca %100 katılımla yapılan ve başarıyla sonuçlanan yemek boykotu, jandarmanın üniversitedeki varlığına karşı örgütlenen kampanyalar ve ilk anda hatırlanan bu eylemler bile geçmişimize dair duyduğumuz övüncün bir abartı olmadığını doğrular niteliktedir. Ancak ne yazık ki diğer kentlerdeki çalışmaların Bursa'daki deneyimlerden tam olarak yararlanabilmeleri ve etkileşimi hiç bir dönem tam olarak gerçekleşememiştir.
Üniversitelerde bir muhalefet yaratmak yönündeki emek, 85'lerde başladı. Zamanla faşizmin üniversitelerdeki görünen yüzüne; YÖK'e karşı geliştirilen cüretkar eylemler, sınırlı da olsa bir topluluğun hareketlenmesine yol açtı. Belli bir olgunlaşmadan sonra diğer illerle eş zamanlı bir biçimde dernekleşme çalışmaları başladı. Üniversitemizin bu dönemde diğerlerine benzer bir süreç izlediğini görüyoruz. Hareket daha başlangıçta bir çok siyasi gençlik grubuna dayalı olarak gelişti. Grup çıkarlarını kitle mücadelesinin önüne koyan ve "örgüt" olmaya mistik bir anlam yükleyen anlayış öğrenci derneklerinde yürütülen mücadeleyi oldukça yıprattı.
1989 yılı üniversitemiz için bir sıçrama yılı olmuştur. Yurt işgali ve ardından yaşanan toplu tutuklama beklenenin aksine hareketin gelişimini hızlandırmış ve aynı tempo 93'lere kadar sürmüştür. Bu dönemde üzerinde durulması gereken en önemli özellik hareketin militanlığıdır. Ancak bunca olumluluğa rağmen, mücadelenin sürekliliğini sağlayacak bir kitle örgütlenmesi geliştirilememiştir.
Yenilgi ve işgal
U.Ü.'de öğrenci hareketinin duraklaması ile dibe vurması arasındaki sürenin çok kısa olması dikkat çekicidir. 93'de başlayan gerileme yine aynı yıl içinde tamamlanmış ve öğrenci hareketinin sıfırlandığı noktaya gelinmiştir. Gerilemeyi başlatan nesnel etkenler güçlüdür ve sadece öğrenci hareketini değil bütün bir toplumsal muhalefeti etkilemiştir. Aynı dönemde üniversitede jandarma ve faşist hareketin baskısı artmış, yenilgiyle faşist işgal içice geçmiştir. Savaşın yarattığı iklimde gelişen faşist hareketin üniversitemizi işgal girişimi başarılı olmuştur. O dönemdeki saldırılara gereğince karşılık verilememesinin başlıca nedeni, içine girilen güçsüzlük psikozu ve moralsizliktir. Öğrenciler arasında kök salmamış olmalarına rağmen jandarma destekli terörle yaydıkları yılgınlık havası işgalin ömrünü uzatmıştır. Açık faaliyeti olmayan ve tecrit olmuş durumdaki faşist topluluğun fazlaca önemsenmesi en önemli hata olmuştur.
Üniversitemizin son üç yılı faşist saldırılara karşı cevap vermek ya da savunma tedbirleri almakla geçmiştir. Saldırılarını kesintisiz sürdüren faşist hareket karşıtını da yaratmış, siyasal grupların etkinliyle sınırlı bir direniş bu dönem içinde sürekli varolmuştur. Faşist işgalin dayatmalarıyla oluşan kitlesel hoşnutsuzlukla, siyasi gençlik gruplarına daralmış direncin birleştirilmesi bugün en temel sorunumuzdur.
İlk adım: 18 Mart
18 Mart 1996'da gerçekleştirilen paralı eğitim protestosuna 500'e yakın insan katıldı. Eylemin hazırlık çalışması yaklaşık bir hafta sürdü. 167 kişi göz altına alındı, 13'ü tutuklandı ve son üç yıl içinle yaprak kıpırdamayan üniversitede böyle bir eylemin gerçekleşmesi herkesi şaşırttı. Eylemi başarılı kılan en önemli faktör hazırlık çalışmasında gösterilen inattı. Jandarma ve faşist saldırı korkusunun kol gezdiği bir ortamda ilk kez bir açık faaliyetin sürdürülmesi eylemin başarıyla gerçekleşmesini sağladı.
Uzun bir sessizlikten sonra tüm sorunların tek bir eylemle çözülmesi beklentisinde olan bir çok çevre eylemi başarısız ilan etmiş, hiçbir şeyin değişmediğini savunmuştur. Oysa yarattığı sonuçlar açısından değerlendirildiğinde eylem amacına ulaşmıştır. En önemlisi okulda açık bir etkinlik yürütebilir noktaya gelinmiştir.
Kuşkusuz eylemin yarattığı olanaklarla yapılması mümkün hale gelen kimi şeyler de yapılamamıştır. Hazırlık çalışmasının ve eylemin faşistleri geri çekilmeye zorlamış olmasına rağmen bu üstünlük yeterince değerlendirilememiş ve göz altıların yarattığı dağınık ortamda her şey eski durumuna gelmiştir. Buradan yola çıkarak eylemi başarısız göstermek yanlış olur. Tek bir eylemden bile, anti-faşist mücadelenin nasıl yürütülmesi gerektiği üzerine birçok ders çıkarılabilir. Bugün, gerek kazanma azmi gerekse neyin nasıl yapılacağına dair kafa açıklığı açısından daha ileri bir noktada olduğumuz söylenebilir. Bunu da sağlayan 18 Mart deneyimidir.
Eylemin olumlu bir sonucu olarak, üzerinde durulması gereken diğer bir nokta ise eylemin örgütüdür. U.Ü.'de eylem ve örgütlenme paralelliği sonunda yakalanmış ve bu süreçten koordinasyon gibi önemli bir kazanım sağlanmıştır. Harçlara karşı fakülteler düzeyinde başlatılan çalışma zamanla koordinasyon gibi bir örgütlülüğü zorunlu hale getirmiştir. Koordinasyon öznel bir zorlamanın değil bir çalışma sürecinin ürünüdür. U.Ü. koordinasyonu bir eylem örgütü olarak doğmuştur.
Bir adım daha ya da sonuç
Harçlara karşı gelişen hareketin metropol üniversitelerinde yoğunlaşması başlangıç için normal karşılanabilir. Ancak bu durumu rasyonalize ederek birkaç merkez üniversitenin yarattığı rüzgarla taşra üniversitelerinin özgürleşmesini beklemek yanlış olur. Ülke ölçeğinde hareketin eşitsiz gelişimi taşradaki özgünlüğün yeterince kavrana-mamasından ileri gelmektedir. Her üniversitenin harekete kendinden bir şeyler katması gerekir. Taşradaki gençlik mücadelesinin, bir bastırma biçiminde yaşanan yenilgisi ve bugüne kadar gelen kuşatılmışlığı en önemli özelliğidir. Faşist kuşatmaya karşı militan bir direniş örgütlenmeden başarı sağlanamaz. Demokratik üniversite mücadelesi içerisine yedirilemeyen anti-faşist tutumun da gelişme şansı yoktur. Kısacası faşist terörden başka sorun görmemekle sorunu görmezlikten gelme arasında gidip gelen bir tarz terk edilmelidir.
Böylesi bir kavrayışın doğrusal sonuçlarından birisi hareketin daha başlangıçta militan özellikler taşıma gereğidir. Bu noktada politik bir inisiyatifin varlığı ve yol göstericiliği çok önemlidir. Taşra üniversitelerinin özgürleşmesinin yolu her zaman "bir adım daha" diyebilmekten geçmektedir.
ÜNİVERSİTELER BİZİMLE ÖZGÜRLEŞECEK
BURSA DEVRİMCİ GENÇLİK
DEMOKRASİ MÜCADELESİNDE HALKEVLERİ
Halkevleri gerek ülkenin siyasal gündeminin hareketliliği gerekse halkevlerinin düzenlediği 'Parasız Eğitim Parasız Sağlık' kampanyası dolayısıyla yoğun bir yaz dönemi geçirdi.
Halka açtığı savaşı her yerde açıkça ve sert yöntemlerle sürdüren savaş partisi iktidarı bütün zoruna ve şiddetine karşı, her yerde halk muhalefetini örgütleyen halkevlerini karşısında buldu.
Yaz sürecinin hemen başında Bahçelievler, Okmeydanı ve Sarıyer halkevlerinin tamamında Parasız Eğitim Parasız Sağlık Kampanyası'nın çalışmaları başladı. Mahallelerde ev ev dolaşılarak yapılan anketlerle, toplantılarla halkın geleceğinin yok edilmesi anlamına gelen, yıllardır iktidar sahiplerince, sermaye ve onların uşağı politikacılar, gazete ve televizyonlarda köşe sahibi halk düşmanlarınca kabul ettirilmeye çalışılan özelleştirmelerin, ülkenin gerçek sahibi olan halk tarafından tartışılması sağlandı. Kampanya süresince yapılan panel, seminer, kitap toplayıp ihtiyacı olanlara dağıtılması gibi çalışmalar daha ileri çalışmaların başlangıcı oldu.
Halkevleri, 2 Temmuz 1993'te Sivas'ta gericiler tarafından gerçekleştirilen ve 37 aydının ölümüyle sonuçlanan katliamın üçüncü yıldönümünde, Zincirlikuyu. Mezarlığı'nda Asım Bezirci'nin mezarı başındaki anmaya kitlesel olarak katıldı.
Halkevlerinin yaz çalışmaları ülkenin sıcak gündemine de direk müdahalelerde bulundu.
Kayıp analarının eli kanlı iktidardan hesap sorma eylemi ve fiilen elde edilmiş bir hak olan cumartesi eylemlerine 54 hafta sonrasında "izin" vermeyen polisin karşısında üç hafta boyunca yaptığı yürüyüşlerle direnişi örgütleyen halkevleri bir kez daha Galatasaray Lisesi önünü özgürleştirdi.
12 insanın fütursuzca katledildiği cezaevlerindeki ölüm orucu direnişi sırasında dışarıda etkin bir muhalefetin oluşması için çalışmalar yapan
halkevleri 24 Temmuz 1996 tarihinde Bayrampaşa Cezaevi önünde bir basın açıklaması yaptı. Cezaevi önüne kadar yapılacak yürüyüşe ve basın açıklamasına izin vermemek için oluşturulan polis barikatı karşısında "Tek Yol Devrim!" sloganı ile direnen halkevlerinden 25 kişi gözaltına alındı. Sarıyer Halkevi'nin düzenlediği geleneksel barış festivalinin üçüncüsü 10-15 Eylül tarihleri arasında yapıldı. Sarıyer Halkevi' nin, Sarıyer de bulunan demokratik kitle örgütlerine ve siyasi partilere yaptığı çağrıyla organize edilen festival Sarıyer' in 4 mahallesinde Poligon, Dağ evleri, Cumhuriyet, Büyük dere mahalleleri ve Hacı osman' da coşkulu bir şekilde yapıldı. Yeni Dünya Düzeni ile birlikte erdemi yeniden keşfedilen milliyetçiliğin ve dinsel-mezhepsel ayrılıkların yol açtığı, gerçek nedenleri gizlenen bölgesel savaşlara; ülkemizde on yılı aşkın bir süredir devam eden, binlerce insanın ölümüne, Kürt ve Türk halkları arasında düşmanlığa yol açan, faturasını emekçilerin daha çok sömürü ve yoksullukla ödediği savaşa karşı; " savaştan çıkar sağlayanlara" karşı, festival, Sarıyerlilerin barış çağrısıydı. Halkın yalnızca "katılımcı" olduğu değil, üreten de olduğu bir halk şenliği anlayışı ile örgütlenen festival, muhalif bir yaşamın ve kültürün yerleşmesinde önemli bir adımdı.
KAYIPLARIN MEMLEKETİ YOK
Tıpkı ezilmenin, onurun, umudun ve kurtuluşun memleketi olmadığı gibi...
27 Ekim, Dünya Kayıplar Günü'ydü. Bu cumartesi günü de, yaklaşık bir buçuk yıldır her cumartesi olduğu gibi Beyoğlu'nda Galatasaray Lisesi'nin önünde gözaltında kaybedilenler için yarım saatlik oturma eylemi yapıldı. Ancak bu kez kayıp yakınlarından ve duyarlı insanlardan oluşan tanıdık topluluğun yabancı konukları da vardı.
27 Ekim günü Dünya Af Örgütü'nün girişimiyle hem Galatasaray'da, hem de aynı gün Fransa'da, Arjantin'de, İngiltere'de, Avusturya'da gözaltında kaybedilenler için bir dizi oturma eylemi yapıldı. Arjantin'den, Bosna'dan, Lübnan'dan gelen aileler ve kayıp yakınlarıyla birlikte yaklaşık 600 kişi Galatasaray Lisesi'nin önünde bir kez daha haykırdılar ülkesi olmayan acılarını ve öfkelerini... Eylemde, kaybedilmelerinin yıldönümünde Düzgün Tekin ve Hüseyin Toraman anıldı. Yabancı ülkelerden gelen kayıp yakınları bizimkilere çok benzeyen öykülerini anlattılar biraz umut, biraz kederle; başka anneler böyle katlanılmaz acılar yaşamasınlar diye, zulmü yeneceğimiz günler için...
Yaz mevsimi içerisinde devletin ve polisin bir buçuk aylık gözaltı terörünün, yerlerde sürüklenen annelerin direngen bedenlerinin, her cumartesi terörle mücadelede sorgulanan yüzlerce genç yüreğin, inatla sürdürülen kararlılığın ve altı yüzden fazla insan hakkında açılan uyduruk bir davanın ardından bir oturma eylemi daha yapıldı. Gördük ki kayıpların memleketi yok; Arjantin'de, Şili'de, Lübnan'da, İrlanda'da, Irak'ta ya da Türkiye'de... Tıpkı hesap verecek olanların memleketi olmadığı gibi...
YÖK'ü YOK EDİNCEYE KADAR
YÖK'Ü YOK EDİNCEYE KADAR
Son bir yıl içerisinde üniversiteye dair yeni yasa önerilerinin ortalığı kapladığı, değişim rüzgarlarının umut tazelediği bir dönemde bir 6 Kasım'ı daha arkamızda bıraktık. 12 Eylül düzeninin en uzun erimli uygulaması unvanına da sahip olan bu kurum, üniversitenin içinden ve toplumun değişik kesimlerinden gelen yoğun muhalefete karşın, belirli dönemlerde yapılan ufak revizyonlarla varlığını sürdürüyor.
Seçim dönemlerinde siyasal partilerin en popüler vaatleri arasında yer alan, iktidarların belirli dönemlerde yoğunlaşan muhalefet karşısında sıkıştıkları anlarda kollarını sıvadıkları üniversite reformu konusunda yıllardır en ufak bir ilerleme kaydedilebilmiş değil. Tüm kesimler tarafından eleştiriye uğrayan YÖK'ün bir türlü bertaraf edilememesinin sebebi, kurumun kendisini ayakta tutma ve devamlılığını sağlayabilme becerisi değil elbette. Hele ki kurumun şu anki başkanı tarafından bile, değişikliğe uğraması için. yasa önerisi sunulmuşsa...
YÖK’ün günümüzdeki konumu
Toplumun farklı kesimlerinde YÖK aleyhine oluşan görüş mutabakatına rağmen YÖK'ün tüm toplumla dalga geçercesine iktidarını sürdürmesinin ana gerekçesi, varılan mutabakatın gerekçelerinin çok farklı olmasında yatıyor. Her kesimin farklı beklenti içerisinde bulunduğu üniversite kurumunda, YÖK mevcut dengelerin arasında kendisini ayakta tutacak boşlukları bulabiliyor ve asıl rengini aldığı üniversitenin toplumla kurduğu ilişkide yoğun bir denetim mekanizması olma özelliğini halen oldukça başarılı bir şekilde yürütüyor. Ancak gelişen üretim sürecinde bilginin aldığı ayrıcalıklı konum, sermaye çevrelerinin üniversitelere farklı bir gözle bakmalarını da beraberinde getiriyor. Eğitimin kara dönüştürülecek bir yatırım alanı olarak örgütlenmeye başlanması beklentilerinin bir farklı yönünü daha oluşturuyor. YÖK'ün statik, bürokratik ve yalnızca güvenlik amaçlı fonksiyonu yetersiz görülüyor ve üniversitenin kendi çıkarlarına uygun bir işleve de sahip olması yönünde talepler beliriyor.
Devletin üniversiteye bakışında ise "ülkenin bölünmez bütünlüğü" ve "devletin bekası" anlayışı halen belirleyici olmakla beraber, YÖK'ün kaybolan "kredi bilitesi" kurumun yaşamını sürdürebilmesinin önündeki engellerden birisini oluşturuyor.
Üniversitelerde ve toplumun diğer kesimlerinde halen özgür bir üniversiteyi talep eden-yaratmaya çalışan devrimci ve demokratların varlığı ve bu çabanın üniversitelerden gelişip toplumun diğer kesimlerine yansıyacak bir toplumsal muhalefet tehlikesi içermesi YÖK'ü hala bir ölçüde değerli kılıyor.
Üniversiteye saldırının mihenk taşı; YÖK
1982 Anayasası'nın üniversiteye uyarlanmış hali olan bu kanun, üniversitelerin idari, teknik tüm konularında merkezileştirilmesini ve devletinyürütme erkine tamamıyla bağımlı hale gelmesi anlamını taşıyordu. Üniversite düzenindeki değişikliğin hukuki çatısını oluşturan YÖK, bilim temeline sahip olmayan siyasi normlarla yapılanmış ve "zor" temelinde örgütlenmişti.
Üniversiteye dışarıdan yapılan ve siyasi gerekçeler taşıyan bu müdahaleler kısa sürede karşılığını buldu. Üniversite kurumlarının işleyişlerindeki nispi oranda da olsa mevcut olan özyönetim organları dağıtıldı ve üniversitede emir-kumanda zinciri işleyişi yaratıldı. Seçme ve seçilme yöntemiyle bir ölçüde hayat bulan kurum içi demokrasi, atanma yönteminin getirilmesiyle tasfiye edilmiş oldu. Bürokrasi ve denetim mekanizmaları öylesine geliştirildi ki öğretim üyelerinin okutmak istedikleri seçme dersler için bile, çok uzun süren işlemlerden ve sıkı bir kontrol ağı sonrasında onay alınır hale geldi.
YÖK'le beraber üniversiteye yöneltilen saldırının ilk icraatı, kurum içinde hızlı bir "temizlik" kampanyası başlatmak oldu. Birçok öğretim üyesi YÖK'ün ünlü 1402. maddesi gereği üniversitelerden uzaklaştırıldı, birçok öğretim üyesi de kendi istekleri ile istifa ettiler. Anayasa'daki 141. ve 142. maddelerin üniversiteye uyarlanmış hali olan bu madde, öğretim üyelerini sindirmenin ve denetim altına almanın aracı olarak kullanıldı. Bu maddenin uygulanması sonucu 465 öğretim üyesi ve 790 öğretim görevlisi üniversiteden uzaklaşmış oldu. Bu yolla boşalan eğitim kadrosu ise yukarıdan aşağı yapılan atamalar ve usulsüz akademik yükseltmelerle dolduruldu. Uluslararası çalışmaları olmayan kişiler öğretim üyesi yapılırken, çalıntı tezler hazırlayanlara akademik unvanlar dağıtıldı. Böylece YÖK, kurum içinde "emir kulu" olan cüppeli kölelerini yarattı.
12 Eylül döneminin ve YÖK'ün en büyük kurbanı ise öğrenciler oldu. Daha YÖK uygulamaya geçmeden askeri operasyonlarla işgal edilen üniversitelerde, toplu gözaltılar ve tutuklamalar yaşanırken, eğitim kurumları birer karakola dönüştürüldü. YÖK' ün yaşama geçmesi ile birlikte üniversitelerdeki kolluk güçlerinin varlığı resmi mevzuat kazanmış oldu. "Toplama kampı" mantığıyla düzenlenen tüzükler, genelgeler ve disiplin yönetmelikleriyle öğrencilerin günlük yaşantıları dahi kısıtlamalara tabi tutuldu. Tek tip öğrenci yaratmak amaçlı olarak hazırlanan kılık- kıyafet yönetmeliklerinden, resmi ideolojinin pompalandığı ders müfredatlarına, örgütlenme ve ifade özgürlüklerini engelleyen disiplin yönetmeliklerinden, öğrencileri eleme mantığıyla hazırlanan sınav sistemlerine kadar bilimdışı tüm uygulamalar "zor" yöntemiyle yaşama geçirildi. Tüm bu uygulamalar sonucu 50.000 öğrenci üniversiteden uzaklaştırıldı.
YÖK ve üniversitelerin bugünü
YÖK'ün üniversitede yarattığı bu tahribatın, devletin eğitim politikalarıyla desteklenmesi sonucu, bu kurumun yaşadığı değer yitimi günümüzde hat safhaya ulaktı. Eğitime ayrılan payın her yıl istikrarlı olarak düşürülmesi (1995 verilerine göre toplam bütçe içinden %3.3), bunun üzerine "her ile bir üniversite, her ilçeye yüksekokul" mantığıyla sayının sürekli arttırılması, eğitime dair üretilen "popüler" politikaların ürünü iken diğer taraftan eğitimin devlet bütçesine ağır bir yük olduğu iddialarını geliştirerek özelleştirme uygulamalarının önünü açmak niyetini de içinde barındırıyor. Toplumda gelir seviyesi yüksek bir kesim için, devletin karşılayamadığı kaliteli eğitimi farklı yerlerde arama eğilimi yaratılırken, gelir seviyesi düşük geniş bir kesim içinde ya hiç okula gitmemek ya da insanların "işsizim" diyeceğine "öğrenciyim" dedikleri kalitesiz -ancak yine de belirli bir ücret ödedikleri- eğitim almak dışında bir olanakları olmayan bir düzen oluşturuluyor.
Ve günümüzde üniversitelerin bulunduğu bu konumda, dünyada bilgi üretimine katkısı her yıl gerileyip, kıtlık yaşayan ülkelerin seviyesine düşen, ülke içinde toplumla bağları kopmuş, bilgi ve sorumluluk sahibi olmayan bireylerin yetiştirildiği, öğretim üyelerinin ülke gerçeğinden uzak olduğu, ülkenin sorunlarına çözüm üretemeyen bir kurumla karşı karşıyayız.
Ve yine şu çok açık ki bu sonuçlara sebep olan politikalar yanlış tercihlerin sonucu değildir. Egemen güçlerin üniversiteye giriştiği bir saldırı 15 yıldan bu yana gözler önünde yaşanırken, üniversitenin gerçek sahiplerinin bu saldırıyı bertaraf edemedikler diğer bir gerçektir.
Öğrenci gençlik ve YÖK
YÖK'ün, ilk dönemlerinde sırtını yasladığı askeri yönetimden aldığı güçle, tavizsiz sürdürdüğü uygulamalarının bir kısmı, rejimin sivil maskeye bürünmesiyle beraber, öğrencilerin meşru haklarını ve özgürlüklerini fiili olarak kazanmaları ile ortadan kalktı.
Öğrenci gençliğin verdiği mücadelenin en önemli sonucu YÖK'ün tüm toplum gözünde hiçbir meşruluğunun kalmaması oldu, fakat şu ana kadar YÖK'ü ortadan kaldırabilecek toplumsal güce ve muhalefete erişilemedi.
Bu gün hala üniversitelerin rengini belirleyen YÖK uygulamaları sürdürülmektedir. 1981'de yürürlüğe giren kanun, günümüze kadar birçok değişikliğe uğramış, belli revizyonlara tabi tutulmuş olsa da, YÖK'ün ruhunda varolan ana öğeler kanunun içerîğine egemen...
Gelişen öğrenci hareketi ve YÖK
Günümüzde kapitalizmin geldiği noktada, bilginin üretim ilişkilerinde aldığı rolün genişlemesi, kamusal alanların kapitalizmin işleyiş kurallarına dahil edilmesi vb. gelişmelerle, YÖK'ün egemen sınıfların üniversiteden beklentilerini karşılayamaması ve bu doğrultuda üniversite kurumlarının yeniden yapılandırılmak istenmesi, yeni gelişen öğrenci hareketi için de belirleyici olmaktadır. Bu gelişmeler öğrenci muhalefetinin politik hattının, söylem ve içeriklerinin kapsamını genişletmekte, hareketin gelişmesinin önünü açmaktadır. YÖK'ün üniversitelerde yarattığı tahribat sonucu oluşan kalitesiz eğitim ve üniversitelerin devletin bütçesine yük olması iddiaları ile özel üniversitelerin kurulması ve devlet üniversitelerinin özelleştirilmesi uygulamaları sermaye tarafından meşrulaştırılmak isteniyor. Halkın çıkarı ve yoksul çocuklarının eğitim hakkı açısından birbirinin çözümü olmayan bu mevcut durum ve sermayenin dayatması alternatifi zincirinin kırılması üniversite gençliğinin önünde en büyük görev olarak durmaktadır.
Üniversite gençliğinin ve geniş halk kesimlerinin, sermayenin bu dayatmaları karşısında kendi çözümlerini üretmesi, üniversitede özerk demokratik modeli, toplumsal yaşamda parasız eğitim-parasız sağlık uygulamalarının yaşama geçirilmesi için mücadele etmesi "cahil ve sağlıksız" bir "yığın" olmamanın önündeki tek yol olmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |