Emperyalizme Faşizme Karşı


YUNANİSTAN, EFEE UYANIYOR MU?



Yüklə 444,37 Kb.
səhifə6/7
tarix13.08.2018
ölçüsü444,37 Kb.
#70618
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7

YUNANİSTAN, EFEE UYANIYOR MU?
YUNANİSTAN, EFEE UYANIYOR MU?

 “Dersine çalışan, maçına giden, dindar olmasa da kiliseye saygılı, aile, devlet, düzen gibi konularda ileri geri laflar etmeyen, gerçekçi ve pragmatik gençlik!..



Özel ve paralı yüksek öğrenim, doğramacının bilkent'i benzeri okullar!..

Yunanistan'da iktidarda bulunan neoliberal yeni demokrasi partisinin düşleri... Avrupa'nın bütünleşmesini öngören "maastrıcht anlaşmasına" uyum sağlamak amacıyla halen işçi haklarına saldırmış bulunan mithcotakis hükümetinin düşleri...

*üniversitelerin özerkliğinin gevşetilmesi

*üniversite araştırma bölümlerinin bakanlık tarafından uygunluğu temelinde denetlenmesi

*yardımcı prof. Ve asistanların üniversitede 6 yıl çalıştıktan sonra gerekçe gösterilmeden ihraç edilebilmesi

*aileleri yüksek gelir bildiriminde bulunan öğrencilerin parasız kitap alamaması

*harç ödenmesi

*yüksek öğrenim için ayrılan yıllık giderin % 5 oranında azaltılması

*özel okul ve fakültelerin kurulabilmesi.

Eğitim bakanı yorgos suflias'ın acilen görüşülmesi istemiyle meclise getirdiği yüksek öğrenim yasa tasarının öngördüğü düzenlemelerden bazısı. Ve bunlar iki yıldır "dağılmış" durumda olan EFEE'yi (yunanistan öğrenci birlikleri federasyonu) uykusundan uyandırdı. Şu anda 14 fakülte öğrenci işgali altında ve öğretim üyeleri federasyonu (öğretim üyeleri de yasa tasarısına karşı) öğrencilerle birlik içinde üniversiteyi yıllarca geri götürecek tasarıyı geçersizleştirecek bir kararlılıkla mücadele ediyorlar...”

Aşağıdaki yazı 'farklı' bir dekan portresi çizmekte. .

Bu özgün portre Atina Teknik Üniversite dekanlarından Markatos'un.

İlgiyle okunacağı öngörüsü ile...

O’na Kültür Merkezi konser salonlarında rastlayacaksınız. Bir zamanlar Atina Konservatuarında altı yıl eğitim görmüştü. Ancak, meşhur Lukiyanu sokağının barında karısı ile birlikte, 47 yaşındaki dekanın "negroni" -Londra'da 1970 yıllarının bir içkisi olduğunu söylüyor- içtiğine şahit olursanız şaşırmayın. "Kendimi nasıl yabancı hissederim, zaten müdavimlerinin yarısı benim eski öğrencilerim" diye açıklıyor.

Hemen hemen çocuksu bir coşkuyla kendini "heavy metal" ile ifade eden bir dekan. Ayrıca Deff Leppard'ın şefiyle tanışıklığı olmasından duyduğu mutluluğu gizlemiyor ve "bütün elemanları iyi çocuklardı" diye vurguluyor. Bu belki bazılarınızda soru işaretleri yaratsa da yargıya varmakta acele etmeyin. 20 yaşında tenor ya da yönetmen olmayı isteyen (ince ayrıntılarla uğraşan aklı bir yana), "alışkanlıkların problemlerinin saptanmasında bilgisayar uygulaması" konusunda uzman olan, NASA ödülü alan, İngiltere, ABD, Almanya, Japonya, Çin, İsveç Üniversitelerinde ders veren, uluslararası sanayi ve bakanlık (İngiltere) bilim danışmanı olarak görev yapan ve uluslararası "Who's who"da biyografisi bulunan bir insan.

Her ne kadar gündemde bulunuşunun nedeni, Teknik Universite'nin tarihi dekanlık binasının yakılmasıyla sonuçlanan geçen Ekim ayı (1991) olayları (anarşistlerin dekanlık binasını işgali ve ardından polisin saldırısı olayı.) için, Atina Savcı Yardımcısı'nın, sorumluluğu olduğu isnadı ise de, o zaman serbestçe düşüncesini açıklama tipik tavrıyla Sayın Markatos "içerideki ve dışarıdaki serseriler" hakkında konuşmuştu.

"Betimlemekle yetiniyorum" diye vurguluyor, Tepki içindekilerin davranışları, içeridekilerle aynı belki daha kötü idi.Hiç şüphesiz, bazı çevrelerce yakınıldığı gibi emniyet güçleri kastetmedim. Tersine, benzeri holigan çatışmalarına karşı koymak için uygun eğitimi olmadığından tehlikeye giren polis gücüne karşı bir sempati besliyorum. Gerek içeridekileri, gerekse dışarıdakileri lümpen karakterli insanlar olarak adlandırıyorum. Bu kez işgalin liderleri yoktu.

Olayın ele başlarının kimliklerini ve araştırmanın yönlendirilmesi için başvuru hakkında kanısını sorduğumuzda Dekan, tepkisinin sınırında ; "Kendimizi kandırmayalım. Bazı polisler, işgalde devamlı bulunanları tanıyorlar, onları biz bile biliyoruz. Tepkicilerle, polisin toleransını kendi gözümle gördüm. Bir bilim adamı olarak.bir data gibi yorumsuz aktarmak istiyorum. Birincisi, gazeteler ekstrem sağ ONAK mensuplarının "tepkici" kalabalığın içinde yer aldığını yazdılar. İkincisi, "tepkiciler gözümün önünde profesör Dimitris Kekkos'u yakalayıp kalabalığa teslim ettiler. Polis şefini ikna etmek için iki görgü tanığı getirip serbest bırakılmasına çalışmam gerekti.Üçüncüsü, içerdekiler çekilme konusunda anlaştıklarında, dışarıdakiler taşlamayla yanıtladılar, Bunlar gösteriyor ki, ortamın yumuşatılmasını engellediler".

"Biz, üniversite görevlisiyiz yoksa ne polis ne de karateciyiz. Sana zerre kadar saygı göstermeyen, gırtlağını keserim be diye cevap veren kişileri yatıştırmayı başardık. Üniversite bünyesinde bir gücenme var, bunu anlamalısınız. Toplum, problemlerini üniversiteden içeri itiyor, sonra bize dışarı çıkar diyorlar. Bizim bunu yapacak gücümüz yok". Ve dikkatle bazı çıkarları gösteriyor, Bu insanların sokakları çevirip mağazaları tahribi, polisle sokak çatışmalarındansa Teknik Üniversitenin içine itilmelerinin muhtemel çıkarlarla uyduğunu söylemekle yetineceğim".

Dekan'a göre "kamuoyunun büyük yanlışı", dogmatik bir mantıkla "içine dalarız" şeklinde işgal eyleminin kolay ve çabucak çözülebileceğiydi. Verilen güven (bir polis müdahalesi), bu da ayrı bir durum, örneğin biz duygusal nedenlerle bunu reddettik. Kamuoyunun bir kesiminin "on polis yollayın, çıkarın hepsini dışarı" dediğini biliyorum. Polis tararından gözyaşı bombası kullanılmasının sonuç vermeyecek bir tavır olduğuna inanıyor ve "gözyaşı bombası atılmasının, yasanın detaylarına göre dokunulmazlığı ihlal olduğuna göz yummak taktik olarak da yanlış. Çünkü, onları bulundukları mahalden dışarı çıkartamıyor, dumandan kurtulmak için ateş yakmalarına, kilitli kapıları kırmalarına yol açıyor. Ayrıca, bürolarımızı, kütüphane ve arşivi korumak için bizim de içeri girmemizi engelliyordu. Ve bu uygulama dekan yardımcısının kendisini kaybetmesine, bizim de onu bir savaş alanı karışıklığında aramamıza neden oldu.

Savcı anarşistlerle görüşmelerin "zaman kaybı" olduğuna inanıyor.Hiç de öyle değildi! İlk kez, bir kriz bu kadar çabuk yatıştırılıyordu. Gece 01:30'da aileler çocuklarını aramak için avluya girmeye başladı.Avluda uyumalarına izin verip saban saat 07:00'ye kadar buradan ayrılmaları için süre tanıdık. Bu olayları izleyen tahrip, beklenmedik ve açıklanması zor bir olay. Savcı yardımcısı öğretim üyelerinin açıklamalarını dikkate almayıp, Dekanın kurulu toplantıya çağırmamış olduğuna karar verdi".

Dekan'a karşı bir kötü niyet olabileceğini varsayarsak, bunu neye yorulabilirdi : "İlk olarak, seçimimin sazı muhafazakar çevrelerde (politik değil, genel anlamda söylüyorum) rahatsızlık yarattığı bir gerçek. Ne bilinen odaklara mensubum ne de resepsiyonlarda seçiliyorum. Sağlamış olduğum olağanüstü oy çoğunluğunu, şahsımda Teknik Üniversite' nin çağdaşlaştırıcısını gören üniversite camiasından genç insanlara borçluyum. Yunanistan'da yenilik korkutuyor ve ben yeniyi temsil ediyorum. İkincisi, ilk defa thatcher'ın uygulamaya soktuğu bir görüş Yunanistan'da yerleştirilmeye çalışılıyor: Her şey pahasına "Law and Order" görüşü. Bu ortamda bir dekanın koşuşturmaya uğraşması ile gelecekteki dekanın bir karar almadan önce benim çektiklerimi düşünmesi anlamına gelebilir. Vicdanıma göre yasayı uygulayıp, görevimi yerine getirdiğim ve kurulun, kararına saygı gösterdiğim için açık duruşmalara sürüklenmemden dolayı kendimi rahatsız hissetmiyorum inanın". O halde üniversite özerkliğinin kısıtlanmasına karşı sorumlu olan "yasa ve kurallar" değil, onları uygulayan bizleriz. Korkarım, çoğumuzda gerektiği zaman karar alma cesareti yok.

Öğretim üyeleri ve öğrenci temsilcileri kurulunu beş kişilik de yapsak kötü işleyiş devam edecek. Öğrenciler, bütün çağrılarımıza rağmen, bu kurula bir kez bile temsilcilerini yollamadılar. Görünen o ki: öğrenci, kararının ya da kararsızlığının sorumluluğunu üstlenmiyor. Ama sadece bu değil, daha genel bir hassasiyet sorunu. Seçimimden 27 gün sonra anarşistlerin işgallerinin, özerkliğin ihlali sayılması için yasanın yeniden gözden geçirilmesine çalıştım'. Son işgal sırasında, dersleri durdurup, çocuklardan içeride kalmalarını rica ettim. Eğer içeride kalmış olsalardı, bu olayların gelişmesi güç olacaktı. Ama onları suçlamıyorum çünkü üniversite camiası anlayışı kayboldu. Özerkliğin savunulması için bu anlayış ön koşuldur. Benim zamanımda bir bölümde 20 kişiydik ve Teknik Üniversiteye ait olduğumuzu hissediyorduk".

Teknik Üniversitenin çağdaşlaştırmasından öte, düşü, dekanlığı döneminde üniversite camiasının yaratılması temellerinin atılması. "Şimdiye kadar işin kolayını bulmuş, ah sorumsuzlar, tembeller derslere girmiyorlar diyorduk. Daha dün büroma gelen öğrenci temsilcileri, derslerin daha iyi yapılabilmesi için 200 kişilik bölümlerini dörde bölmem talebinde bulundular. Bizim ise, yeterli dersliğimiz yok, suçlu biziz. Öğrenciler üniversitede bir yer kazanmak için çok zor sınavlardan geçiyorlar. Çok yetenekli insanlar, ama biz bu gençlere bir yerde ihanet ediyoruz. Yardımcı olmak yerine, yönlerini şaşırtıyoruz. Üstüne üstlük onlara yararlı nasıl ve nerede bulabileceklerini öğreteceğimize kafalarını 70 dersle dolduruyoruz. Bu beş yılda Einstein'in bile özümleyemeyeceği, keza devamlı değişen, bir bilgi miktarı".

Bu görüşleri çerçevesinde özel eğitime de karşı. "Ahlaksal açıdan, ekonomik durumlarının iyi olması ile -yetenekleri başkalarınkinden dana az olsa da-bazı insanlara daha iyi bir eğitim sağlanmasını kabul edilemez buluyorum. Ciddi düzeyde özel üniversitelerin kurulması mümkün değil. Hangi Yunanlı ana-baba çocuğunun mühendis yada doktor olması için yılda (1987 fiyatlarıyla) 4 milyon dranmi ödeyecek. (1 Drahmi ... DG) Özel eğitime yatırım yapmak isteyen insanlar varsa bu paraları bize vermelerini öneriyorum".İnançları ve görüşleri olan bir insan olarak kendisi için bir politik kariyer düşünüyor mu sorusu geliyor aklımıza. "Yıllar önce Brüksel deki bir yemek sırasında güçlü bir ülkenin üst düzey askeri görevlisine sormuştum: Ülkesinin milyonlarca değerli insanları arasından doğru dürüst bir başkan çıkmaz diye. O da, "ülkemizde politika o kadar çürümüş ki, kendisine saygı duyan hiç kimse onunla uğraşmıyor". Ama soru, herkesin katıldığı belirli bir programı uygulamak için eğitim bakanı olmayı kabul eder miyim şeklinde olsaydı, evet kabul ederdim".

Ciddi bir görünüme sahip olmayan insanların alay konusu olduğu bir ülkede sayın Markatos'un sorunları bitmiyor. "Çocukluğumdan beri sorunlarım vardı. Her zaman en iyi öğrenciydim ama giyinişim de rahatsız ediyordu. Teyzelerim, süet ayakkabı ve siyah gömlek giydiğimden beni azarlıyorlardı. Ciddi görünüm kompleksi olduğu dönemlerde ilk kez blue-jeans almaya gittiğimde, satıcı 'bu işine yarayacak, buraya çekici, şuraya da metreyi koyarsın' dedi. Beni marangoz sanmıştı. Belki şimdi de karakterim üzerinde yorumlar yapılıyor. Duymuyorum ama tahmin edebiliyorum. Gerçi bugün Atina toplumu rock ve Latin Amerika müziğini yeniden keşfetti ve onunla dans ediyor. Ama onların ifade ettikleri ideolojiyi de keşfedip etmediklerini kendi kendime soruyorum".

ORHAN KESKİN HALKLARIN YÜREĞİNDE
ORHAN KESKİN HALKLARIN YÜREĞİNDE

"Anınızı Yaşatacağız!."

Bu söz, Orhan'ın ölüme düşmeden önce duyduğu.son söz oluyordu...

Önce Cemal düştü ölüme. Orhan'ın da öleceğini anlayan babası, O ölüme düşmeden önce kulağına eğilip bu sözü söylüyordu...

Orhan Keskin, emekçi halklarımızın kurtuluş mücadelesine Silvan Lisesi'nde öğrenciyken atıldı. Devrimci görüşleri benimsemesinde en önemli neden Kürt halkına uygulanan baskılara karşı duyduğu tepki olmuştu. Kürt sorunu karşısındaki duyarlılığı devrimci yaşamına yön veren en önemli etken oldu.

Liseyi bitirdikten sonra, ailesiyle birlikte Tatvan'a gitti. Tatvan, bir yandan ulusal baskının, diğer yandan da gerici saldırıların hüküm sürdüğü bir ilçeydi. Bu koşullar altında Tatvan gençliği içerisinde anti-faşist bir duyarlılık yavaş yavaş belirginleşmeye başlıyor, ilerici gençler, bir yandan Kürt emekçilerini ulusal baskıya karşı seferber etmeye çalışırken, diğer yandan da, devletin ulusal baskı siyasetine yedeklenen ve bölgedeki feodaller tarafından desteklenen gerici güçlere karşı mücadeleye yöneliyorlardı. Ancak, gençlik içerisindeki bu ulusal ve demokratik eğilimler, bilinçli bir devrimci perspektifle bütünleşmemişti. Orhan, Tatvan'a geldiği andan itibaren ilerici gençlerle birlikte mücadele içerisindeki yerini aldı. Bu mücadele dönemi, Orhan'ın Devrimci Hareket'in yaklaşımını benimsediği ve özümlediği bir dönem oldu.

Orhan, 1977 yılında Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Matematik Bölümü'ne kaydoldu. Ancak Tatvan'da önderlik ettiği Devrimci Gençlik hareketinin kendisine yüklediği görevler nedeniyle fiilen başlayamadı. Tatvan'daki Devrimci Gençlik hareketi hızlı bir tempoyla gelişiyordu. Bu gelişme, bölgenin diğer kent ve kasabalarındaki anti-faşist gençlik hareketleriyle etkin bir bağ kurabilme olanaklarını da beraberinde getiriyordu. Bitlis'in Adilcevaz ve Ahlat, Van'ın Erciş ilçelerinde ve Siirt'teki devrimci gençlerle yakın bir ilişki kurmak, Devrimci Gençleri mücadele içerisinde eğitmek, Orhan'ın kendiliğinden üstlendiği bir görev oldu.

Aynı dönemde Kürdistan'ın diğer bölgelerindeki devrimci çalışmalar da belirgin bir ilerleme kaydetmişti. Devrimci Yol'un merkezi bir hareket olarak örgütlenmesinde atılan ileri adımlardan biri de Kürdistan'daki yerel devrimci çalışmaların genel çalışmanın bir parçası haline getirilmesi olmuştu. Bu durum, Kürdistan'daki devrimci kadrolar arasında yeni bir işbölümünün de başlangıcı oldu. Orhan, devrimci eylemdeki kararlılık ve disiplinini,- mücadelenin örgütsel gereksinimleriyle bütünleştirdi ve çalışma alanını Nusaybin, Kızıltepe ve Mardin'deki mücadelenin güçlendirilmesi gibi görevlerle genişletti. Yeni çalışma alanı, ulusal baskının en yoğun biçimde yaşandığı, sınır bölgeleriydi. Kısa bir süre içerisinde bu bölgedeki devrimci gençlerle verimli bir çalışma atmosferini oluşturan Orhan, bölgedeki feodal gericiliğe ve ulusal baskı siyasetinin yerel dayanakları durumundaki aşiret ilişkilerine karşı mücadelede ileri adımlar atılmasına öncülük etti. Bölgedeki aşiretler feodal egemenlik ilişkilerinin kendisini ifade ettiği temel toplumsal birimlerdi. Büyük toprak sahipleri, bu toplumsal oluşumları yerel iktidarlarının dayanağı olarak kullanıyorlardı. Aşiret ilişkileri, sınıfsal ayrımları gizleyen ve yoksul köylülüğü mülk sahiplerine tabi kılan ilişkiler olarak nüfusun geniş kesimlerinin siyasal bilincini köreltiyordu. Yaygın aşiret çatışmaları, Kürt köylülüğünün hoşnutsuzluklarını yanlış kanallara aktaran güçlü bir yerel fenomen durumundaydı. Devrimci Hareket bölgedeki örgütlenmesi boyunca aşiret yapılarının bu gerici nesnelliğini hesaba katan bir çizgi izledi. İlçe merkezlerindeki devrimci gençleri aşiret ilişkilerini aşan ve ulusal ve feodal baskılara karşı mücadeleyi esas alan bir bilinçle donatmaya çalıştı. Bölgedeki Kürt ve Arap gençleri için Orhan, geleneksel değer yargılan ve ilişkilere karşı mücadeleyi kişiliğinde sembolleştiren bir örnekti.

Kürt ulusal sorununun giderek daha ciddi boyutlar kazandığı, özellikle kent merkezlerinde ulusal baskılara karşı demokratik bir ulusal bilincin geliştiği bu dönemde, Orhan, Ulus teorisi, Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı, Sömürgecilik ve Türkiye'de ulusal sorun, konularda kapsamlı bir araştırma çabasının içinde oldu. İyi bir konuşmacı olması sayesinde, teorik çabasını kişisel bir bilgilenme çabası olmaktan çıkarıp ulaştığı sonuçları bölgedeki devrimci militanlara kavratırken, bunları günlük mücadelenin diline de çevirerek, devrimci teori ile devrimci pratik arasında sağlıklı bir ilişki kurmasını bildi.

1979 yazında yapılan yeni bir işbölümüyle Devrimci Hareket'in Diyarbakır il komitesinde görev alan Orhan, o güne dek yürüttüğü etkinliklerden edindiği tecrübeyle, Diyarbakır’daki devrimci ilişkilerin re-organizasyonuna girişti. Diyarbakır'da, üniversite öğrencileri arasında yaygın bir ilişki ağına sahip olan devrimciler, bir süredir, çalışmalarını yoksul semtlerde genişletme uğraşı içerisindeydiler. Bağlar ve Şehitlik mahallelerinde, Sümerbank iplik Fabrikası'nda ve çeşitli sendikalarda girişilen çalışmalar, Diyarbakırda etkin olan reformist küçük burjuva milliyetçiliğinin geriletilmesinde giderek etkili olmaya başlamış, yoksul gençler arasında, Devrimci Hareket'e yaygın bir sempatinin geliştiği görülür olmuştu. Ancak, mücadelenin öncü kadroları halen Türk kökenli üniversite öğrencileriydi. Devrimci Hareketin saflarına giderek daha büyük oranda katılan Kürt gençlerinin militan bir kadrolaşmaya yönlendirilmesi başlıca görev olarak beliriyordu. Orhan da genç Kürt devrimcilerinin mücadelenin ön saflarına geçirilmesi, siyasal bakımdan yetkin kadrolar haline getirilmesi için cesur bir örgütsel girişimcilik örneği vermekte tereddüt etmedi.

Ülke çapındaki anti-faşist direnişin ve ulusal baskıya karşı militan kitle mücadelesinin görevlerini etkili bir biçimde bütünleştiren Orhan, devrimci çalışmanın tüm görevlerini büyük iş-küçük iş ayrımı yapmaksızın üstlenen örnek bir devrimciyi. 1980'e gelindiğinde Devrimci Hareket Diyarbakır’da en çok silahlı gösteri yapan, en yoğun propaganda faaliyeti yürüten hareketti ve Orhan, kavgayı hep en önde göğüslemesini bilen bir devrimci militandı.

Orhan, 80 mayısında üç yoldaşıyla birlikte polisle girdiği bir silahlı çatışma sonunda yaralı olarak gözaltına alındı... Hiç bir suçlamayı kabul etmedi... Diyarbakır Askeri Cezaevine getirildi...

12 Eylül faşizmiyle birlikte cezaevindeki baskılar şiddetlenirken, bu baskılara karşı direnişler de yoğunlaştı... 80 Aralığı sonunda vahşet uygulamalarının bir parçası olarak direnişçiler tecrit hücrelerine götürülmeye başlandığında ilk götürülenlerden biri Orhan oldu.

Bundan sonrası artık Diyarbakır zindanının öyküsüdür. Vahşet tüm cezaevinde kol gezmekte, idarenin izlediği "teslim al ya da imha et" politikası sonucunda koğuşlar düşmeye başlamıştır. Orhan'ın 20 yoldaşıyla birlikte yer aldığı, diğer gruplardan tutsaklarla birlikte 44-45 kişinin kaldığı koğuş son düşen koğuşlardan biri olmuştur.. Ama... Koğuş da Cezaevi de düşmüştür, artık. Tam anlamıyla zindandır bundan sonra; başlarında Esat Oktay Yıldıran'ın bulunduğu haydutlar çetesinin eşi benzeri görülmedik vahşetler uyguladığı, sayısız direnişlerin, direnişlerde ölümlerin seçildiği, destanların yaratıldığı bir zindan... 12 Eylül açık faşizminin tutsaklara yönelik şiddetinin en üst boyutta yaşandığı dünyada eşi benzeri görülmedik işkencelerin uygulandığı bir zindandır burası... Karşısında, dünyanın hiç bir yerinde yaşanmamış direniş biçimlerinin geliştirildiği bir direniş odağıdır. Ve çok şeyler yazılır bunlar hakkında, daha yazılacaktır...

Devrimcilerin kendi siyasi kimliklerini savunmaları akla hayale gelmedik zorbalıklarla karşılanır Diyarbakır'da. Durulmalarda siyasi savunma yapanlara işkencenin binbir türlüsü uygulanmaktadır. Çünkü siyasal kimliğini savunmak boyun eğmemenin en net ifadesidir.

Orhan, siyasi savunma yapan çok az tutsaktan biridir...

Duruşmalarda DEV-GENÇ'in faşizme karşı mücadele örgütü olduğunu ve Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını, Devrimci Yol'un Kürt Sorununa ilişkin görüşlerini ve önerilerini kararlılıkla haykırır, apoletli haydutların yüzlerine-yüzlerine... Tarih, 83'lü aylardır...

'83 1 Eylül Direnişi kendi çapında bir devrim olmuştur. Düşman korkmaktadır... Ve saldırır! Çabuk sonuç almak istemektedir... Orhan'ın bulunduğu koğuştan bir devrimci Necmettin Büyükkaya cop ve kalasların kullanıldığı bir meydan dayağıyla katledilir. 35. koğuştur burası... Bundan sonrasını onunla birlikte olan bir direnişçiden aktaralım*:

"Diyarbakır zindanı bir direniş odağıysa; 35. koğuş onun yüreğiydi... Orhan da bu direnmenin orta yerinde bulunuyordu. Arkadaşlarımız, O'nun da görüşlerine başvurduğunda, tereddütsüz ve kuşkusuz, evetledi Ölüm Orucu Eylemi'ni...

Bu üst düzey deki eylem ve direnişimizde Türkiyeli bir arkadaşımızın yanımızda bulunması bizleri de sevindiriyordu. Kararlaştırılan şekilde ölüm orucu gruplar halinde başlayacaktı. Orhan ilk gruptaydı. Böyle bir eylem bulunmasına rağmen, düşman emellerinden ve eski vahşet uygulamalarından vazgeçmiş değildi. Ancak, ölüm orucu süresi uzayınca, diğer gruplarda eyleme girince; yavaş yavaş düşmana korku, dost ve kitleye moral dopingi oluyordu.

O zaman ölüm orucu eylemcilerini kitleden ayırıyorlardı. Ben ikinci grupta eyleme girdiğimde, beni de Orhan'ın olduğu koğuşa verdiler. Koğuşun ranzaları yoktu. Yataklarımızı yerlere seriyorduk. Onlar, bizden önce oldukları için, çeşitli ihtiyaçlarını bizler karşılıyorduk. Orhan'ın yanına uğrardım. Nasılsın, dediğimde, cevabı hazırdı; iyiyim Ruken İyiyim. Bu Diyarbakır'da en çok kullandığımız bir kelimeydi. Her dakikada, birbirimize, aynı şeyi sorardık. Sorunun soruluş biçimi ve alınan cevapta her şey bir şifreydi. Anlayan, anlardı. Ama Orhan'ın iyiyim, demesinin anlamı çok iyi biliniyordu. Kararlılık ve dirayetlilik kokuyordu, insana güven veriyordu. Temiz ve berraktı, iyiyim'i..

Mevcudumuz çoğaldığından bizi yukarı {25. Koğuşa) çıkardılar. Onlar, altta (24. Koğuş) kaldılar. Giderken, vedalaşıp öpüştüm onunla. Son gördüğümde; durumu iyi değildi. Zayıflamış, avurtları çökmüş, gözleri kuyu dibine atılmış birer mercan gibiydi. Kustuğunda simsiyah bir katran atıyordu..."

Orhan, olum orucunun son günlerinde PKK Davası'ndan Cemal Araf'la birlikte hastaneye kaldırılır. Cemal bilinci yerinde olduğu için tedavi kabul etmez... Orhan ise kendinde değildir. Kendine gelir gelmez, koluna takılı serumu söküp atar hemen...

Direnişlerde oğlunu yalnız bırakmayan, babası, diğer direnişçilere şunu söyler: "Oğlum, şerefli bir dava için, ölecek. Üzülmüyorum."

1984 Martında ölüm orucunun ellinci günü sonunda bütün haklar alınarak direniş sona erdirilir... Direnişin bittiği akşam doktorların çabaları fayda vermez. Serum takılacak damar bulunamaz. Araya araya sonunda bacağında bir damar bulunur... ama... bünyesi ne ağzından ne de damardan hiç bir şey kabul etmez...

Anılarını bize bırakarak 3 Mart 1984'te Diyarbakır Şehitleri içindeki yerini alır... Siyasal düşünce ve pratiğiyle bir bütündür O... Bir hareketin savunucusu olma kimliğini bırakmadan, benliğini ezdirmemek için bir yerde tek başına karar vermiş ve tercihini kullanmıştır. Başlangıçtaki tercihiyle aynıdır bu: Kürt ulusal direnişinin, Kürdistan devriminin baş eğmez bir savaşçısı olmak! Ve Kürt halkı eninde sonunda "enternasyonalist önderlerine en güzel armağanı verecektir"



*PKK Davası Sanığı Şükrü Gülmüş'ün, "Yürekle Yaşayanlar Arasında Yeri Var: Orhan Keskin'in", adlı yazısı. (Ceyhan Cezaevi, 1989).

**Agy


HANGİ GENÇLİK, HANGİ İKTİDAR?
Tempo Gençliği “Bütün İktidarı” İstiyor(muş)!

HANGİ GENÇLİK, HANGİ İKTİDAR?

Onu gördüğümde dünyam karardı :orta yerde öylece duruyordu. Resmen ve alenen yazılmıştı. Tempo dergisinin kapağındaydı: BÜTÜN İKTİDAR GENÇLERE!..

Şimdiye dek bu ülkede iktidar sahipleri dışında iktidarı isteyenlerin başına neler geldiğini bildiğimden olacak fena oldum. Yoksa şimdi Tempo da... Yok canım vardır bu medya patronlarının bir bildiği... Basın mevzuatı bilgileri falan vardır, öyle bizim gibi olup olmadık şeyler yazıp, onu bunu istemezler...

Her neyse, merak, umut, sevinç vesaire derken bir Tempo da biz aldık.

İlk andaki umut verici etki, çok kısa bir süre sonra yerini üzüntü ve öfkeye bıraktı. Çünkü yazının bütününe sinen hava , "bütün iktidar gençlere" çağrısının kendi geçmişine, gençlik ideallerine, 68 Gençlik Hareketinin canlılığına ürkerek bakan fosiller tarafından yapıldığını çağrıştırıyor.

68 Gençlik Hareketinin "İmkansızı İstiyoruz Hemen Şimdi" ( ayrıca bildiğimiz kadarıyla 68 hareketinin böyle bir sloganı yoktu, olan sloganlar' Dünyayı İstiyoruz Hemen Şimdi' ve 'Gerçekçi Olun İmkansızı İsteyin' di, İsmet Berkan ve Mine Söğüt tarih yazmaya kalkışmışlar, varolanı da duruma göre 'uyarlamışlar', hani yorum, özgünlük falan iyi şeylerdir de nasıl olsa artık kimse hatırlamıyor, hatırlayanlarda dinozor denir diye söyleyemiyor diye bu kadar çarpıtma da olmaz yani) sloganının ufkunun, bir kaç 'seçkin' şirket ve kuruluşun yöneticilik koltuklarının ele geçirilmesiyle sınırlandığını,' İmkansızı istemek' teki tüm dünyayı değiştirme iddiasının, bir şirketin verimliliğine, yani karlılık oranının yükseltilmesine indirgendiği görülüyor.

Gençlerin, şirket ve makam koltukları için, "iş" için yaratılmış, birbirleriyle yarış içerisinde, üretim ve tüketim nesneler olarak basit birer araç gibi görüldüğü-gösterilmek istendiği gerçeği çarpıyor yüzümüze.

"Gençler", "Genç Kitle", "Bütün ülkenin gençleri" gibi ifadelerle anlatılan ise 'kalburüstü bir gençlik': "Karşınızda, daha iyi eğitim almış, daha batılı ve en önemlisi hayatının en verimli yıllarını politika, terör gibi gereksiz şeylerle uğraşarak kaybetmemiş bir kitle var."

Bakın işte bu iyi! Hayatının en önemli yıllarını Türkçesi özerk demokratik Üniversite , bağımsız türkiye, özgürlük, eşitlik ... olan idealler için mücadele ederek kaybetmemiş bu "kitle", kaybetmediği o güzelim yıllarında ya ne yapmıştı, hangi özellikleri kazanmış, kendini nasıl ifade eder olmuştu?

Tempo yazarı İsmet Berkan bunun yanıtını yine kendi veriyor: "Yarışa yarışa, elene elene bu yaşa geldiler. Kimi kolej kapısında elendi, kimi üniversite. Ve şimdi karşınızda oldukça ilginç bir kitle var...”

Evet "ilginç bir kitle var"; ilginç bir gençlik kuşağı, yaratmakla övündüğünüz ama tanımlamakta bile, güçlük çektiğiniz bir kuşak.

Hayatının en önemli yıllarını politika gibi, toplumsal idealler gibi, toplumsal sorunlar gibi, ideolojik yaklaşımlar gibi şeylerle uğraşarak kaybetmemiş, "birey"(!) olmaya çabalamış, hayatında önüne kim çıktıysa onunla yarışmış, yarışmış ,yarışmışta yarışmış bir gençlik.

İdeolojik olarak farklılaşan tutumların yerini yükselen değerlere uygun olarak biçimlenen tüketim kalıpları alırken, bu tüketim kalıplarına göre statü arayışına kapılan gençliğimiz, birey olabilmek yolunda tek tipleştikçe farklılık(!) arayışlarına yöneldi.

Ve yarıştıkça birbirinden ayrışan ama kendi çıkarlarını hep aynı noktalardan savundukça da birbirine benzeyen bencil kişiliklerin oluşmaya başladığı bir süreçte, medya da boş durmadı; "yatırımcılığın ve bol kazancın nimetlerini erken keşfeden, paranın gücüne tapan, iktidar arzusu ve hırsıyla hareket eden pragmatist, çalışkan, yükselmeyi ve kazanmayı düşünen" bir gençlik imajını ideal genç tipi olarak çizdi. Çok ilginç ve bir o kadar da trajikomik bir durum bu aslında. Dinozor gibi konuşmuş olmak tehlikesine karşın söylemeden geçmek mümkün değil, bu ülkede eskiden insanlar "paranın gücüne tapmak", "iktidar hırsı " gibi şeyleri ayıplarlardı. Bence Tempo yeni bir kampanya açsın, ya da "Dinozorlara Hayır" kampanyası kapsamında "dinozor halk deyişleri" ni "teşhir" etsin. Örnek: "gözünü para hırsı bürümüş!" (not: bu deyiş bir olumlama olarak değil, bir ayıplama olarak kullanılır ).

Her neyse, bugün Tempo bu ideal gençlerin yaşam kavrayışlarını, iktidar anlayışlarını ve beklentilerini şu satırlarla dile getiriyor : " Ve bu gençler şimdi iktidarı istiyor. Hayatın her alanında iktidar olmak, bir şeyler yapmak istiyor. Belki siyasi iktidarla o kadar ilgilenmiyor ama bir bankadaki bir müdürün iktidarıyla, bir senfoni orkestrasındaki birinci kemanın iktidarıyla, bir film setinde yönetmenin iktidarıyla, bir reklam ajansında kreatif direktörün iktidarıyla, bir gazetede haber müdürünün iktidarıyla açık bir şekilde ilgileniyor."

Şimdi Tempo yetkilileri çok şaşıracak ama, "açık " olan başka bir şey daha var, o da Tempo'nun hayatın bazı kavramlarına dair "açık" cehaleti! Çünkü yazıda iktidar diye sunulan şey (biz de genciz de oradan biliyoruz ) kendini gerçekleştirme isteği, yaratıcılığın dışa vurumu. Tempo, gençliğin dinamizmini, yaratıcılığını ama 92 Türkiyesinin yaratıcılık fakiri yozlaşmış atmosferinin sayesinde kendini tanımlayamayan, gerçekte ne istediğini bilemeyen ve en önemlisi yaşamdan beklentilerini gerçekleştirme cesaret ve cüretine sahip olmayan bir gençliğin bu ruh halinden yararlanarak "siz bilmiyorsunuz, istediğiniz iktidar aslında " diye yutturmaya çalışıyor, bunun da tek nedeni var; şimdiye dek net olarak tanımlanmamış bir alanı tanımlamak. Çünkü tanımlı bir şey çok daha kolay kontrol altına alınabilir. Ve bu tanımladığı alanın sözünü oluşturmak, sözünü oluşturduğu alanın yayının olmak bu bir. İkincisi gençler iktidar da istiyor olabilirler (mesela biz istiyoruz ve bunu hep söylüyoruz ) gençlerin sizin anlattığınız gibi ne istediğini bilen, çağdaş , hırslı, hedefi için gözünü budaktan sakınmayan güçlü ve kararlı kişilik yapılarına sahip olduğu bir ülkede yaşıyorsak, bırakın da biraz bunu kendileri anlatsın. Siz nereden biliyorsunuz " bugün 45 yaşına gelmiş ağabeyleri gibi kaldırımdan taşları söküp kurumların üstüne yürümeyeceklerini" ? Dedim ya biz de genciz ama, 40 yaşına dayanmış Leyla Alaton'un genç olarak yutturulmaya çalışılmasına çok gülüyoruz.

Tempo, "Bütün İktidar Gençlere" çağrısını tamamlamak üzere bir de "Dinozorlara Hayır" sloganı attı ortaya. Ardından tuttu, ülkemizdeki 'dinozorları' konularına göre tasniflenmiş bir halde listeler halinde ifşa etti ( İlginçtir 'dinozorların' listesinde Hürriyet grubu yazarlarında, yöneticilerinden hiç bir isme rastlayamadık, Tempo'nun kriterlerine göre Oktay Ekşi, Ertuğrul Özkök vb. dinozor değiller mi? Yoksa Tempo yöneticileri kendi dinozorlarının 'iktidarına' göz dikemeyecek kadar 'dinozorlaşmış' mı?)

"Dinozorlara Hayır" esprisinin özünde çok genç bir nüfus çoğunluğuna sahip Türkiye'yi ihtiyar bir azınlığın yönettiği tespiti yatıyor. Yaşlıların yönetimine karşı çıkışta ise sorun yaşlıların özlemlerini anlayamamaları olarak gösteriliyor. "Çünkü, yöneticiler, gençlerin özlemlerini anlamaktan, onlardaki "yükselen değerleri" yakalayabilmekten çok uzaklar". Yılların Vehbi Koç'u Tempo'nun yükselen değerler dediği para hırsı, yükselme arzusu gibi şeyleri "çok yaşlı" olduğu için mi anlayamıyor? Yapmayın Allahaşkına! Ama dedik ya Tempo bir söz alanı oluşturmaya soyunuyor ve tüm gerçekliği duruma uydurmaya çalışıyor.

Rekabet, rekabet, rekabet! Kapitalizmin yasaları hükümü sürüyor. Ve YARIŞ devam ediyor. Tempo gibiler de illüzyonlar dünyasında kendini gerçekleştirme aralığı bulamayan kitlelerin sözcülüğüne soyunup piyasaya yeni imajlar sürmeye devam ediyorlar.

Eski solcular da, güzel bir tarihin, geleceğin simgelerini bugünün imajlarını süslemekte kullanıyorlar. Tarihin güzelliklerini biz koruruz da, kendi kişisel tarihini pazarlayanlara sözcülük hakkını verenlere üzülüyoruz.

"Bütün İktidar Gençlere" çağrısı, kendilerini gerçekleştirmeleri engellenen, geleceksizleştirilen 'genç bireylere', öykünülecek 'yeni' bir imaj oluşturma anlamına gelmiyor mu?


Yüklə 444,37 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin