SULTANAHMET ŞİMDİ ÖZGÜR...
SULTANAHMET ŞİMDİ ÖZGÜR...
5 Ağustos 1992 günü Eminönü Halkevi önü. Çocuklar. Çocuklar için palyaçolar. Folklor ekipleri. Müzik grupları. Ve her yaştan insanlar. Bu insanlar, Sultanahmet Cezaevi'nin bir kültürevi haline getirilmesi için yürütülecek çalışmaları başlatmak için Kadırga'dan yola çıktılar.
1986 yılında kapanan Sultanahmet cezaevinden kimler gelip geçmemişti ki.Yılmaz Güney, Nazım Hikmet, Enver Gökçe... ve "isimsiz" daha niceleri, ittihat Terakki yıllarından '86'ya kadar politik tutsaklara mekan oları Sultanahmet cezaevi, önümüzdeki günlerde otel olacak.ve bu sefer paralı nicelerine mekan olacak.
Zaman mekana hapsolunabilir mi?
Kadırga'dan eski cezaevine uzanan yaklaşık iki saat süren yürüyüş, zamanın mekâna tutsak düşmeyeceğini kanıtlar gibiydi.
Şarkılar, marşlar, halaylar ya' o çocuk sesleri...? Grevci belediye işçilerine destek ziyareti, onların umutlarını da korteje katarak ilerledi. Sultanahmet meydanı şaşkın. Alkışlayan izleyenler...
Sultanahmet Cezaevinin kapıları bu seferlik insanları dört duvar arasına tıkmak isteyenler için değil, duvarları insanlardan uzaklara atmak isteyenler tarafından açıldı.
Eminönü Belediyesi'nin düzenlediği ancak organizasyonunu Ankara Birlik Tiyatrosu ve Eminönü Halkevi'nin gerçekleştirdiği bu etkinliğe 45 gün boyunca emeğimizi, umudumuzu ortak etmek için üniversiteliler olarak bizler de katıldık. Amacımız eski değer yargılarımız için eleştirel, gelecek toplum projesini yaratabilmek içinse devrimcilerin halkla kucaklaşabileceği bir kültürün oluşturulmasıydı. Kollektif bir çalışmanın yaratacağı atmosferi herkesle paylaşabilmekti.
Bu yüzden yapılması gereken çalışmanın genel çerçevesi kafamızda netti:
"Sultanahmet Şimdi Özgür" etkinlikleri ne İstanbul Festivali gibi elit bir kitleye ne de Gülhane "Şenlikleri" gibi ucuz bir ticari etkinlik olmalıydı. Nasıl olmalı sorusu ise, çalışmanın kendi sürecinde somut iş üzerinden şekillenmeliydi, ancak sergileyen/ izleyen ayrımını ortadan kaldırmaya yönelik bir çalışma tarzının benimsenmesi olmazsa olmaz bir. koşuldu.
Öyle ki, müzik grupları, tiyatro ve folklor ekiplerinin, yazarların, çizerlerin, ressamların kendi çalışmaları dışında etkinliğin bütününe yönelik (kültürevinin temizliğine kadar) çalıştıklarını gördük daha sonraları. Kültürevindeki çalışmaların düzenleyicilerinin gece de kaldıkları eski cezaevi hücrelerinde yaptıkları tartışmalarda eksiklikler gözden geçiriliyor, daha kapsayıcı ve ülkemizin siyasi gündemine daha aktif katılmayı hedefleyen sonuçlara varıyorlardı. Böylece daha fazla sayıda insan karar ve üretim süreçlerine katılabilecekti. Ancak bu istek, gerek deneyimsizliklerimiz gerekse de zamanın kısıtlı olması yüzünden tam anlamıyla gerçekleşemedi.
Ödüllü filmler, konserler, sergiler, Yavuzer Çetinkaya'yı anma gecesi, 68'liler Vakfı'mn düzenlediği panel, çocuk günleri, boyanan duvarlar...
Ve 1 Eylül Dünya Barış Günü, cezaevi ile otel arasında geçen 28 günlük serüven İstanbul- valiliğinin 68 liler vakfının düzenlediği paneli bahane göstermesiyle sona erdi.
Öyle bir ülke ki, Kültür Bakanı gelip açıyor, Valisi, emniyeti kapatıyor. Sultanahmet hiç özgür oldu mu?...
Eylemin kendisiydi onu özgür kılan...
5 Eylül. Pazar. Umuduna, geleceğinin karatılmasına en kötü koşullarda bile sahip çıkan insanlar. Kapatılan kültürevini yeniden açtılar. Tüm panolar, afişler... tahrip edilmişti. Kültürevi kültüre tahammül edemeyenlerce talan edilmişti.
Kolları sıva. Yeniden başla kurmaya. Temizlik sürerken polis tekrar geldi. İçeride bulunan insanlar kararlı. Orayı terk etmeyecekler. Gözaltı, işkence pahasına. Saatler süren tartışma sonunda Kültürevinin pazartesi günü tekrar çalışmalara başlaması gerekenler "kazanıyor." Kültürevini temizlemek için bir bölüm insan kalıyorlar.
Ve pazartesi. Tümden kapanıyor kültürevi.
Otel olacak. Otel olacak. Otel olac... Otel ol... Otel... OT
Henüz yapmak istediklerimizin çok küçük bir bölümünü hayata geçirebilmiştik. Ancak bu bile onları korkutuyor...
28 gün, 20'ye yakın gözaltı, umutlar, düşler, sevinçler, çocuklar ille de ÇOCUKIAR...
HABERLER
BİR SİYASAL ELEŞTİRİ DENEYİMİ...
Gençlik mücadelesi kendine dışarıdan dayatılan gündeme tepki hareketi olmaktan öteye gidemiyor. Diğer taraftan, son birkaç yıldır kapitalizmin zafer çığlıklarının özelikle alternatifsiz bir ideolojik saldırı kampanyası temelinde yükselmesi ve bunun en çok gençlik üzerinde etkili olduğu yaşanan bir gerçeklik.
Doğal ki,egemen güçlerin tüm medya olanaklarıyla yarattığı bir yanılsamayı giderek etkisini yitiren klasik çalışma tarzıyla etkisiz hale getirebilmek olası değil. Ancak verili durumumuzda da yapabileceğimizin en etkilisini yapmak gerekli. Bu düşünce ile Ege Üniversitesi Kampüsü'nde 4-5-6 Mayıs tarihlerinde bir siyasal eleştiri kampanyası yapıldı.Çalışmanın temel kriteri, düşüncelerimizi en yaygın ve ayrıntılı olarak öğrenci kitlesine sunmak ve organik bir ilişki yaratarak tartışılmasını sağlamaktı Böylece tek yanlı medya bombardımanı karşısında başka bir iletişim tarzının da ipuçları sağlanabilirdi. Bu çalışma aynı zamanda şimdiyi kadar yapılan; duvarlara afiş-pul yapıştırıp ya da forum adı altında yüzeysel bir düşünce anlatımı vb. tarzının da bir eleştirisi olacaktı. Kampanya çalışmasında iki noktaya özen gösterildi; çalışmanın bir ekip faaliyeti olarak yürütme alışkanlığının kazanılması ve düşüncelerin genel geçer ajitasyon düzeyinin dışına çıkarılıp somut ve kavranılabilir olması.
Bunun için son haftalardaki gençliğe yönelik tüm dergiler, haftalık haber dergileri, günlük gazetelerin gençlik ekleri incelendi, çok sayıda yazı ve fotoğraf toplandı.
Çalışma üç güne bölündü: Birinci gün kapitalizm eleştirisi ve gençlik, ikinci gün Fikri Sönmez'in anılmasıyla birlikte Fatsa ve Sosyalizm, üçüncü gün ise Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın anılması içeriğinde "Onlar Özgürlüğümüzdür" adlı bir çalışma yapıldı.
İlk gün; Yeni Dünya Düzeni, para ekonomisi, devletin toplumu örgütleme çabası ve öğrenci konseyleri, 055'i aramayalım, terörizm nedir, demokrasi eleştirisi gibi güncel konulardaki düşünceler anlatıldı.İkinci gün;Fatsa'ya ait 1980 yılında yazılmış yazılar, değerlendirmeler, dokümanlar sunuldu ve "sosyalizm istiyoruz" içerikli düşünceler ifade edildi. Son gün ise Denizlerin mektupları, konuşmaları ve Deniz'in öğrenci lideri olma özelliğine vurgu yapılan bir söyleşi ile sona erdi.
Çalışma, sonuç olarak bir duvar gazetesi çalışmasıydı. Ancak oldukça uzun bir koridorun (100'ün üzerinde renkli karton kullanıldı) kendi içinde bütünlüklü bir şekilde "duvar gazetesiyle" doldurulması ve bunu yapan öğrencilerin "açıp-kaçmadan", orada tartışmak için beklemeleri "içerik olarak" bir farklılıktı. Kartonlara yazılan yazıların düzenli ve okunaklı olmasına, fotoğrafların seçimine özen gösterildi.
Çalışmaya başlandığında nasıl bir tepki alınacağı merak ediliyordu. Ancak bir süre sonra "Düşünce Sergisi" adı verilen mekan çeşitli fakültelerden gelen öğrencilerle dolmaya başladı. Sergiyi gezmek isteyenler kuyruğa girmek zorunda kaldılar. Üç gün boyunca yaklaşık sekiz bin öğrenci bu etkinliği izledi ve "Düşünce Sergisi" herkesin birbiri ile bir şeyler tartıştığı bir alana döndü.
Bu çalışmadan çıkarılabilecek en önemli sonuç; üniversite gençliğinin "karşı bir görüşe" olan açlığıydı.En çok beğenilen yazının "055'i aramayalım" olması bunun bir kanıtı olarak değerlendirilebilir. Bu durum bundan sonraki süreçte de gençlik mücadelesinde siyasal boyutun öne çıkarılmasının gerekliliğini açıkça gösteriyor. Öğrencilerin eleştirilende bunu destekler nitelikte. Konuşabildiğimiz öğrencilerin büyük çoğunluğu, "alternatife" duyulan gereksinim olduğunu dile getirdi.
Ancak bu çalışmada öğrenci kitlesiyle organik bir ilişki yaratma da başarılı olunamadı. Bu yöndeki çabalar çok sınırlı kaldı. Sunulan düşünceler kapsamlı olarak tartışılamadı. Bunun esas nedeni; eski alışkanlıklarımızın çalışma tarzımıza halen hakim olması ve arkadaşlarımızın politik yetkinliklerinin çok düşük olmasıydı. Sahip olduğumuz düşüncelerin savunusunu yapabilecek kapasitede ve cesarette olmamak bizi "korkak" kılıyor ve girişkenliğimizi sınırlıyor. "Apolitiklik" görece de olsa saflarımızda ciddi, tehlikeli bir eğilim olarak görülüyor.
BİR MERHABA...
On metre ötedeki öğrenci işleri bürosunun kapısından rehberlik ve dayanışında masalarına doğru orta yaşlı bir kadınla, yeni kayıt yaptırdığı anlaşılan bir öğrenci geliyorlar...
Masanın etrafındaki öğrencilerle önceden tanıştıkları belli. Herkesin tek tek ellerini sıkarlarken, kadın:
-Yardımlarınız için çok teşekkür ederiz...
-Önemli değil...
-Çok sağolun..
-Siz de
Kadın:
-Teşekkür ederiz, çok iyisiniz...
Rehber öğrenciler atmosfere diyecek bir şey bulamıyorlar. Kadın:
-Diğer arkadaşlar nerede? Onlara da selam söyleyin...
-Başüstüne...
Yeni kayıt yaptıran öğrenci etrafına bakınarak:
-Biraz önce ............ arkadaşı görmüştük.Nereye gitti?
-O yeni kayıt yaptıran birkaç arkadaşla dolaşmaya çıktı şimdi..
- O'na da selam söyleyin..
El sıkışmaları bitiren konuklar acele etmeleri gerektiğini anlatarak ayrılırlarken yeni kayıt yaptıran öğrencinin son sözleri şu oluyor:
-Okul açılınca görüşelim...
Yer: İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinin üst koridoru. Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği olarak kayıtların başlangıcında rehberlik çalışmaları başlatıldı. Fakülte yönetimi polisin istemleri doğrultusunda diğer üniversitelerde de olduğu gibi, kayıtlar sırasında kendisi bütün işleri halledip, başka hiçbir güce çalışma imkanı tanımamaya niyetliydi. Bu konuda polisin de aktif ve yerinde saldırıları hazırdı. Çalışmaların ve kayıtların üçüncü günü 8 öğrenci gözaltına alındı. Siyasalda ilk günler gerek idarenin tepkileri gerekse polisin saldırılarına karşın inatla yardım edilmeye çalışıldı.Başlangıçta islamcı gruplar da aynı niyetle bir çalışma başlattıkları halde bir süre sonra bıraktılar.
Bürokratik karabasan nedeniyle, herkes yardım etmeye çalışan rehber öğrencileri olumlu karşıladı. Ve idarenin bu yıl açıkgözlülük edip "aman başkalarına yer ve gerek kalmasın" diye açtığı masalar ele geçirildi.. Adları da "Rehberlik ve Dayanışma Masaları" oldu.
İslamcı çevrelerin referansıyla gelen az sayıdaki öğrencinin dışında kayıt için gelen bütün öğrenci ve velilerle muhatap olundu, yardım edildi, imam-hatiplerden gelenlerden, Anadolu liselerinden gelenlere kadar...Öğrenci ve velilerle sıcak ilişkiler kuruldu. Dersler, hocalar ve sosyal faaliyetler hakkında bilgiler verildi. Fakültenin, üniversitenin politik atmosferini merak edenlerin soruları yanıtlandı. Söyleşiler genellikle velilerle oluyordu. Çünkü öğrencilerden çok onlardan soru geliyordu...
Kayıt çalışmaları doğrudan gözlemle araştırma olanağı sağladı, diğer taraftan yeni kayıt yaptıran öğrencilerin hemen hemen bütünü örnekleme yapma gereği olmadan gözlemlenmiş oldu. Gözlem sonuçları değişik veriler ortaya koyuyordu ki bu gözlemlerden en önemlisi:
Siyasal Bilgileri kazanmalarına rağmen siyasetle ilgilenmek istemeyişleriydi..
Çoğu özel dersaneye gitmiş, mali durumları orta derecedeki serbest meslek sahibi ve memur ailelerinden...Yine pek çoğu ancak ikinci girişlerinde üniversite sınavlarında başarılı olmuşlar...
Yeni kayıt yaptıran öğrenci kayıt işlemlerini bitirdikten bir süre sonra, yine kayıtlarını henüz yaptırmış iki öğrenciyle çıkıp geliyor. Yanındaki öğrencilerin ikisi de kayıtlarını ilk günden yaptırmış, şimdi de dolaşmaya gelmişler. Biraz sohbet ettikten sonra ayrılıyorlar:
-"Okul başladığında görüşelim"... diyerek.
İETT SOYUYOR
Üniversitelerin açılmasıyla birlikte İstanbul'a binlerce yeni öğrenci gelecek. Ve İstanbul Büyük Şehir Belediyesi'nin gözü bu öğrencilerin ceplerindeki harçlıkta!
İstanbul'a yeni gelen bir kişinin ilk fark ettiği gerçek bu şehirde adım başı para harcandığıdır. Hele eğer öğrenciyseniz, cebinizdeki paranın önemli bir kısmını yola harcamak zorundasınız. Sizin bu masrafınızı bir ölçüde azaltabilecek tek olanak ise Belediye ve Halk otobüslerinde indirimli öğrenci bileti kullanmaktır. Ancak bu hakkı da kullanabilmek için nasıl üniversiteye her girişimizde polislere öğrenci olduğumuzu ispat etmek zorundaysak otobüs şoförüne de öğrenci olduğumuzu kanıtlamak için belediyeden satın aldığımız pasoyu göstermek zorundayız. Eğer pasonuz yoksa tam bilet kullanmak zorundasınız. Gösterdiğiniz öğrenci kimliği sizin bu hakkı kullanmanıza yetmez, işin daha da ilginci paso gösterme merasimleri ancak Ocak'ın İ5'ine kadar sürer. Çünkü bu günden sonra paso için başvuranlara pasoları verilir.
Böylece Ocak ayının ortasına kadar yeni öğrenciler otobüslerde tam bilet kullanmak zorundadır. Bundan sonraysa belediyenin paso terörünü uygulamasının bir anlamı yoktur. Öğrencilerden "çarpacağı parayı çarpmıştır. "OKULLAR AÇILIYOR; İETT TERÖRÜNE DİKKAT
Üniversitelerin açılmasıyla birlikte İstanbul'a binlerce yeni öğrenci gelecek. Ve İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin gözü bu öğrencilerin ceplerindeki harçlıkta!
İMYÖ-DER KURULDU.
İskenderun Meslek Yüksekokul'unda iki yıldan beri süren öğrenci derneği kurma çabaları başarıyla sonuçlandı. Bu süreçte olumlu olumsuz bir çok deneyim yaşadık. Bir yandan polis baskısı diğer yanda kendi eksiklik ve kararsızlığımız sürecin uzamasına neden oldu. Yapılan ilk iki girişim sonuç vermedi.
Son olarak, tüm kurucu üyeler belirlenip belgeler de tamamlanınca 15 Mayıs'ta emniyet müdürlüğüne başvuru yaptık. Dernekler masası belgelerimizi adeta gasp etti. Alındı belgesi, bir çok girişimden sonra iki ay sonra 16 Temmuz'da alınabildi. Ve derneğimiz tüzel kişiliğine kavuştu.
Yaz tatili nedeniyle Yönetim Kurulunun dağılması, önümüzdeki öğretim yılına ilişkin bir çalışma programının oluşturulmamasına yol açtı.
Ancak, kayıtların başlamasıyla dernek yönetim kurulu bir araya gelerek bir danışma rehberlik masası açma kararı aldı.
Yoğun idare baskısına rağmen kayıt çalışması sürdürüldü. Bu çalışma, kayıt olmak için gelen yeni öğrenciler üzerinde olumlu bir etki bıraktı.
Evet, dernek kuruldu ve çalışmalara başladı. Şimdi önümüzde yanıtlanmayı bekleyen bir çok soru ve çözümlenmeyi bekleyen bir çok sorun var.
Bütün bunlar şimdi derneğimizin gündemini oluşturmaktadır.
ÖRGÜTLÜLÜĞÜMÜZ GÜCÜMÜZDÜR
YAŞASIN İMYÖ-DER
İSKENDERUN DEVRİMCİ GEÇLİK
ÜNİVERSİTEDE BİLGİ ÜRETİMİNDEN META ÜRETİMİNE
ÜNİVERSİTEDE BİLGİ ÜRETİMİNDEN META ÜRETİMİNE
Dergimizin 9. ve 10. sayılarında, kapitalist sistem bünyesindeki değişimlerin üniversiteler ve dolayısıyla gençlik mücadelesi üzerindeki etkilerini tanımlamaya çalışmıştık. Üniversitelerin toplumsal fonksiyonlarının neredeyse tamamının meta üretimi alanıyla sınırlanması nedeniyle üniversitelerin toplumsal yaşamdaki etkinliklerinin önemli ölçüde daraldığını ve yine bu nedenlerden ötürü tüm dünyada aydın kimliğinin metamorfoza uğratıldığını söylemiştik. Bu çerçeve içerisinde gençlik mücadelesinin krizden çıkışının " Üniversite İçin Yeni Bir Toplumsal Kimlik" koşullarının yaratılmasıyla olanaklı olabileceğini tartışmaya çalışmıştık.
11. sayımızda tartışma alanını genişleterek, kapitalizmin, üniversiteye özgü alanları ve üniversitenin asli görevlerini, nasıl, bir kar alanı olarak örgütlediğine değinmeye çalışmıştık.
Ancak günümüzde ekonomik, siyasal, sosyal, teknolojik-bilimsel vd.alanlarda yaşanan köklü değişiklikler ve bunların üniversiteler üzerindeki doğrudan/dolaylı etkilen bu tür tartışmaları çok. daha fazla ayrıntılandırmayı ve zenginleştirmeyi zorunlu kılıyor. Üniversiteyi kapitalizm için üç otuz paralık bir işlevi olan basit araca dönüştürme yönündeki eğilimlere karşı durabilmemizin temel koşullarından birisi de yeterli bir teorik donanıma sahip olmaktır. Son üç sayıda sürdürülen tartışmaları bu doğrultuda derinleştirmek ve üniversitelerin içinde bulunduğu koşulları daha iyi kavrayabilmek için bu tartışmaları bundan sonraki sayılarımızda da sürdürmeye çalışacağız:
***
SSCB ve Doğu Avrupa ülkelerinde "sosyalizmin çöküşü dünyayı öylesine derinden etkiledi ki; günümüze ilişkin bir çözümleme çabasına girişen herkes, sosyalizmin yıkılışının ve Yeni Dünya Düzeni olarak adlandırılan gelişmelerin, incelemeye çalıştığı alan üzerindeki etkilerine değinmeden edemiyor. Çünkü bugüne kadar olayları açıklamakta kullanılan birçok kavram geçerliliğini yitirmiş durumda. Bu nedenle bir olayı açıklamak için çok genel ve sınırlı da olsa yeniden bir kavramsal çerçeve oluşturmak zorunlu hale geliyor. Üniversitelerde yaşanan/yaşanması olası gelişmeler de aynı zorunlulukla karşı karşıya. Üniversitelerdeki olası gelişmeleri değerlendirebilmek için önce bazı genel gelişmelere göz atmak zorunlu hale geliyor.
Bugün, burjuva düşünürleri tarafından, artık dünyanın barış ve demokrasi içinde yaşamasının, insan hakları, refah gibi temel insani gereksinimlerin karşılanabilmesinin maddi temellerinin oluşturulduğu bir döneme girildiği iddia ediliyor. Hatta hızını alamayan bir burjuva ideologu yaşanılan dönemi tarihin sonu olarak tanımlıyor;"... belki de sadece soğuk savaşın bitimine ya da savaştan sonraki tarihin belirli bir döneminin kapanmasına değil, bizzat tarihin sona ermesine, yani insanlığın ideolojik evriminde en son noktaya ulaşmasına ve liberal batı demokrasinin nihai yönetim biçimi olarak evrenselleşmesine tanık oluyoruz..."(1)
Böyle bir iddianın inandırıcılığını büyük ölçüde ortadan kaldırır gibi görünen somut olayları; bir yana bırakırsak, "Tarihin Sonu" iddiası bir aymazlık olarak mı değerlendirilmelidir?
Medyanın allayıp pullayarak yarattığı illüzyonların etki gücünü kabul etsek bile, böyle bir iddianın kendisine referans aldığı gelişmelerin asıl niteliklerinin ortaya konması bir zorunluluktur. Kopartılan bunca gümbürtü arasında söz konusu değişimlerin temelini oluşturan iki önemli nokta dikkati çekmektedir. Bunlardan birincisi emek.ve emekten yana güçlerin dünya çapındaki yenilgisi, ikincisi ise teknolojideki değişimlerin yarattığı olanaklara bağlı olarak, kapitalist üretim biçiminin yeni bir tarzda ve dünya ölçeğinde yeniden örgütlenmesinin olanaklarının doğmuş olmasıdır. Mikroteknolojinin sunduğu olanaklarla "esnek uzmanlaşma" olarak bilinen iş örgütlenmesi kapitalizmin uluslaraşırı tarzda örgütlenmesini doğurmuştur. Bir yandan verimi artırmak için çalışma süreci atomize edilip, ademi merkezi bir organizasyona gidilirken mikroteknolojinin olanakla1arıyla uluslararası planda merkezi tasarım, yönetim, denetim ağı kurulmaktadır. Böylece dünyanın tamamı bir fabrikaya dönüştürülmektedir.(2)
Üniversiteleri doğrudan ilgilendiren bir konu olması nedeniyle bilimsel-teknolojik bir devrim olarak nitelendirilen gelişmelerin geniş ölçekteki sonuçları ve üniversiteler üzerindeki etkilerini araştırmaya çalışacağız.
Son zamanlarda ağızlardan düşmeyen "Bilimsel ve teknolojik devrim" düşüncesine göre "kol emeğinin ve doğal maddelerin önemi azalıyor, mikro-elektronik ve bio-teknolojiyle üretim, mekanik tekrarlar süreci olmaktan çıkıp değişken teknolojik süreçlere dönüşüyor, üretimin can damarları büyük işletmelerden, görece küçük bilim teknik birimlerine kayıyor. Üretim bilgi yoğun bir süreç oluyor; bilim belirleyici hale geliyor. Alt yapıya ve üst yapıya derinlemesine nüfuz ediyor. Üretim bilimin bir alt sistemi haline geliyor, yüksek verimlilik ve çeşitlilik temelinde 'seri üretim-yığınsal tüketim' modeli, üretimin ve üreticinin, tüketim ve tüketicinin çeşitlendiği bir modele evriliyor. Üretim araçlarının yeniden üretiminden çok, bilgi üretiminin araçları önem kazanıyor. Üretimin basit ve tabi bir vidası rolündeki geleneksel işçinin yerine, bilimsel teknik niteliği yüksek, yaratıcılığa sahip, tabi kılınması kolay olanaklı olmayan yeni işçi öne çıkıyor (...) Genel olarak bilgi, özel olarak yönetim bilgisi belirleyici hale geliyor. (...) İşçi sınıfının yanı sıra, yeni toplumsal özneler bilgi ve bilgi araçları üreticileri. Sayısız çelişkilerin ürünü bu özneler her biri ayrı ayrı ve görece özerk konumlardan değişimde rol oynuyorlar." (2)
Yalnızca buradaki tabloya bakılınca kapitalizmin, insanlığı nurlu ufuklara götürecek en akılcı ve tek yöntem olduğuna ikna olmamak elde değil (I). Büyük bir gayretkeşlikle kitlelere yutturulmaya çalışılan madalyonun bir yüzünde bunlar var. Madalyonun öteki yüzünde ise , ekolojik çöküntü, ilkel vahşet düzeyinde süregiden milliyetçilik histerisi, odağında kürt sorunu bulunan Ortadoğu meselesi, Yeni Dünya Düzeninin hamisi ABD'nin göbeğindeki siyahi isyan, dünyadaki bütünleşme eğilimlerinin simgesi AT'nin yaşadığı son para krizi ve Fransa'nın zoraki eveti vd.ni sayabiliriz. Bunlar her ne kadar "kapitalizmin içinde bulunduğu yönelimi etkilemeyecek türden sorunlar" olarak lanse edilmeye çalışılsa da kapitalist dünya.sisteminin bu denli avantajlı bir dönemde bile gizleyemediği çelişkiler buzdağının su üstünde kalan kısmıdır. Bugün, hemen herkesin yeni dünya düzeniyle kalıcı barış, demokrasi, refah, insan haklarının dünyaya egemen olacağı masalına inanması , yaşananların gerçek anlamını tanımlayan ve somut bir alternatif oluşturan inandırıcı bir karşı mantık dizgesinin olmayışından kaynaklanmaktadır.
Kapitalizm, sosyalizm karşısında bir üstünlük sağlamış olsa da esas olarak kendi içsel sorunlarını çözememiştir. "Komünizm" heyulası altında gizlenen ya da görmezden gelinen sorunlar, giderek kapitalist sistemi sarsma potansiyeli taşımaktadırlar. Böyle bir süreçte kapitalizm elindeki avantajı kullanarak, Yeni Dünya Düzeni denilen çağdaş masalı renkli imajlara bulayarak yarattığı illüzyonlarla ideolojik hegemonyasını pekiştirmeyi hedeflerken, diğer yandan kapitalizmi bir dünya sistemi olarak yeniden- örgütlendirmeye çalışmaktadır.
Bu süreçte kullanılan temel argümanlardan birisi yukarıda alıntılanan teknolojik-bilimsel devrimin yaratacağı sonuçlar ve bunların toplumsal yaşam üzerindeki etkileridir. Sanayi sonrası (post-endüstriyel) toplum olarak kavramlaştırılan bu süreç, kötülüklerinden arındırılmış bir kapitalizm olarak tanımlanmaya çalışılıyor.
Kapitalizme böyle bir ideolojik üstünlük sağlayan temel faktör bilgi tekelini elinde bulundurmasıdır. Günümüzde, bilgi üretmek, bilgiye ulaşmak karmaşık toplumsal ve teknolojik bir örgütlenmeyi gerekli kılarken çok karmaşık ve pahalı süreçlerden geçmek zorundadır. Böyle bir örgütlenme tarzı, bilgi üretiminin eskiden sahip olduğu görece özerkliği çok büyük oranda ortadan kaldırmış, bilgi- teknoloji üretme faaliyetlerinin büyük oranda sermaye egemenliğine geçmesi sonucunu doğurmuştur.
60'lı yularda ilk adımları atılan ve 70'li yıllarda iyice hızlanan bir süreçle bilgi metaya dönüştürülmüştür. Daha önceleri de sanayi üretimi için temel bir öneme sahip olan bilgi özellikle son 20-30 yılda artı değer kaynağı haline gelmiştir."Bilgi (tasarım,bilgisayar yazılımı) üzerinde tekel gücün korunabildiği sürece bir kar kaynağı olarak kalır. Bilginin öğrenilmesi ve diğer sermaye grupları tarafından kullanılması ile meta olma özelliği ortadan kalkar. Bu nedenle bilgi üretimi büyük bir gizlilik içinde ve büyük araştırma-geliştirme birimlerinde büyük bir emek gücü kullanılmasıyla gerçekleştirilir. Üretilen bilgi patent hakları, copyright sistemleri gibi koruma yöntemleri ile bir kar kaynağı olarak saklanır. Ancak bu sürekli mümkün olamayacağından modern kapitalist toplumda "sürekli yenilik" bir ihtiyaçtır. "(3)
Bugün bilgi çağı, bilgi toplumu olarak lanse edilmeye çalışılan son gelişmeleri, kapitalizmin içinde bulunduğu yeni dönemi bu verilerin ışığı altında değerlendirmek gerekiyor. Bilgi çağının eşiğinde olduğumuz, sürekli olarak ve özel bir önemle vurgulanıyor. Bilgi çağıyla birlikte insanlığın ortak ideallerinin ilk kez bu denli yakında olduğu, bilgi toplumuyla birlikte toplum içindeki geleneksel uzlaşmaz çelişkilerin giderek ortadan kalktığı, otomasyonun gelişmesiyle birlikte klasik / kol gücüne dayalı üretim biçiminin ortadan kalkacağı bunun yerine, yüksek vasıflı emek gücüyle üretim tasarımını belirlemeye başlayacağı ve giderek sermayeyle eş düzeye yükselerek , Marxizm'in sınıfsız toplumda çözüleceğini iddia ettiği çelişkilerin kapitalizm içerisinde çözüleceğini böylece emeğin yabancılaşmasının ortadan kalkmaya başlayacağı iddia edilmektedir.
Oysa tarih bilgilerimiz bize, kapitalizmin tarihindeki teknolojik devrim olarak adlandırılabilecek gelişmelerin, kapitalizmin krizleriyle yakından ilişkili olduğunu göstermektedir. (Kapitalizmin krizi derinleştiğinde, krizden çıkış doğrultusunda iki temel mekanizmaya başvurulur. Bunlardan birincisi maliyetleri düşürmek, ikincisi ise işçi sınıfının kapitalistler üzerindeki sınıfsal baskısını hafifletmektir. Bu mekanizmaların her ikisi de yeni teknolojilere dayalı üretim sürecinin örgütlenmesinin birer sonucu olarak ortaya çıkar. Yeni teknolojinin kullanılmasıyla daha az emek gücü kullanılarak, daha kısa sürede ve daha çok sayıda mal üretilir, böylece maliyetler düşer. Diğer yandan üretim aşamasındaki işbölümünün derinleştirilmesi ve daha modern makinelerin kullanılmaya bağlanmasıyla yapılan işler giderek basitleşir ve nitelikli işgücüne duyulan ihtiyaç azalır, aynı işi yapabilecek bol ve ucuz işgücü olanağı işçi sınıfının sermaye üzerindeki baskı gücünü azaltan bir rol oynar.
İşte, bilgi çağına, sanayi ötesi bilgi toplumuna geçiş iddiaları, sosyalizmin yıkılmasının tozu dumanı arasında şimdilik gözlerden uzak tutulabilen krizden çıkabilmek için yapılması gereken düzenlemeleri ifade etmekten başka bir anlama gelmiyor; kapitalizmin - bir meta olarak- bilgi üzerindeki tekeline dayalı toplumsal bir sistemin dünya çapındaki örgütlenmesidir "bilgi çağı"... Buna göre kapitalizmin bilgi çağı tanımlaması esas olarak bilgi üretim süreçlerinin tamamının sermaye egemenliği altına alınmasını ve bilginin üretim sürecinin ana girdisi olarak metalaşması anlamına geliyor. Bu süreçte üniversiteler kapitalizmin süpermarketi olarak örgütlenirken, öğretim üyeleri "cübbeli köleler" ve öğrenciler potansiyel eğitimli işçi konumuna düşürülmüşlerdir.
Dolayısıyla bilgiye, teknolojiye sahip olanlar (daha önceki dönemlerde askeri üstünlüğe sahip olmaya benzer bir şekilde) yeni dünyanın lideri olacaktır.
Geleceğin anahtar kavramı; bilgi
Bilimsel bilgi ve teknolojinin önümüzdeki dönemin anahtar kavramı olduğu noktasında herkes hemfikir.
Peki bugüne değin hep bilimle birlikte anılmış olan ( bilimin yapışık ikizi) üniversitelerin durumu ne olacak ?
Bilgi yeni dünya düzeninde bu denli önemli bir yer tutuyorsa, bilginin üretildiği yer ve bilgiyi üretenler doğal olarak toplumsal hiyerarşinin en üstlerinde yer alacaktır. Üniversitelerin toplumsal rolleri ve işlevleri giderek artacak, üniversiteliler, bilim insanları toplumun en saygı duyulan bireyleri haline gelecektir. Öte yandan bilimin, toplumsal yaşam üzerindeki etkinliğinin artması toplumsal yaşamın akıl almaz çelişkilerinin, irrasyonel yönlerinin ortadan kalkması için tarihi bir fırsatın doğması anlamına gelmektedir.
Ne güzel bir düş. İşte kapitalistlerin bize gördürmeye çalıştığı gelecek rüyası.
Ancak üniversitenin bugün içinde bulunduğu koşullar hiçte böyle bir rüyanın gerçekleşebileceğinin ipuçlarını vermiyor. Saçma gibi görünse de, yaşanan süreçte bilginin önemi artarken, "bilim emekçilerinin" önemi giderek azalmaktadır. Buna neden olan şey ise, bizzat önünde secdeye varılan bilim ve teknolojinin bugünkü kullanım tarzıdır.
Son 20-30 yıldır bilginin metalaştırılması sürecine kısaca değinmiştik. Bu sürecin bileşenlerine göz attığımızda Karşımıza çıkan olgulardan bazıları şunlar. Bilginin metâlaştırılması süreci aynı zamanda , üniversitelerdeki bilimsel bilgi üretimi faaliyetinin sermaye tarafından giderek artan oranlarda denetlenmesi ve yönlendirilmesi süreci olmuştur. Bu süreç zamanla üniversitelerdeki bilimsel faaliyetlerin önemli bir bölümünün özel şirketlere ait araştırma- geliştirme birimlerine kaydırılması biçimini almıştır. Şirketlerin ihtiyaç duyduğu bilimsel-teknolojik üretim ağırlıkla özel birimlerde gerçekleştirilirken, üniversiteler bu işleyişin alt yapısal gereksinimleri doğrultusunda şekillendirilmeye çalışılmıştır. Gerek üniversitelerden gerçekleştirilen doğrudan transferler, gerekse üniversite içi dış destekli /güdümlü araştırmalar bu amaca hizmet etmişlerdir. Böylece bilimsel bilgi üretimi faaliyetlerinde üniversitelerin rolü azalırken, sermaye bilgi üzerindeki tekelini sarsılmaz bir şekilde inşa ediyordu. Bu süreçte medya özel bir işlev yükleniyor ve basit bir bilgi aktarma aracı olma kimliğinden sıyrılarak bilgi üretimi sürecinde önemli bir rol oynayan bir aktif özne kimliği kazanıyordu. Bilimsel faaliyet ve üniversitelerin son yıllarda yaşadığı gelişmeler çok kısaca böyle özetlenebilir.
Bilgi arlık kutsal ateş değil !
Bu sürecin konumuz açısından dikkate değer yönü; bilgi üreten emeğin giderek vasıfsızlaştırılmasıdır. Gerçi bugün, doğrudan maddi üretim dışındaki emek gücünün entelektüel ve yaratıcı olduğu yanılsaması "bilgi toplumu ideologlarınca ısrarla iddia edilmektedir. Fakat gerçekler aksini kanıtlıyor. Bilginin meta olarak üretiminin başlamasıyla sermayedarlar bu olandaki emek gücünün verimliliğini artırmak için iş bölümünü daha ayrıntılı hale getirmeye başladılar. Bu da işlerin daha çok bölünmesi ve rutinleşmesi sonucunu doğurdu. Gelişmiş iletişim ağı ve veri tabanı sistemleri, fabrika üretimindeki montaj hattına benzer bir rol oynamaya başladı. Karmaşık entegre işlerin küçük ve yalıtık aşamalara ayrılarak daha az vasıflı emek ile yapılması olanaklı hale geldi (4)
Mimar Sinan'ın yaptıklarını (aynı biçimlerde) yapabilmek bu günkü mimarlar için hoş bir fantezi olsa gerek. Çünkü bugünün mimarı, zemin mekaniği mühendisinin, inşaat mühendisinin, makina mühendisinin ve daha başka alanlardaki uzmanların hazırlayıp sunduğu verileri kullanarak bir bina tasarımı yapmaktadır. Üstelik burada örneklemeye çalıştığımız işbölümü günümüz koşulları için ilkel düzeyde bir işbölümünden başka bir şey değildir.
Bilgi üretimi sürecindeki teknolojik araçların düzeyi ve işbölümünün derinleşmesiyle orantılı bir şekilde artan vasıfsızlaşma, bugünkü koşullarda bir megatrend görünümü kazanmaktadır. Öyle ki; "Planlama, mühendislik ve bir dereceye kadar bilimsel araştırma (abç) bile bu süreçten etkilenmiştir. Robotlar işçileri montaj hattından uzaklaştırırken bilgisayarlar da yüksek teknik gerektiren üretim aşamalarını görece basit ve monoton işlere dönüştürmektedir. Örneğin bilgisayar destekli tasarım öyle bir çalışma ortamı yaratmıştır ki, bir tasarım grubunda çalışan mühendisler birbirleriyle hiç konuşmamaktadırlar çünkü, bir proje için ihtiyaç duydukları bütün bilgi bilgisayarın içindedir. Bu sistemde mühendisler değişik ve belki de daha iyi yöntemler düşünmek yerine standart tasarım kurallarına uymaya zorlanmaktadırlar. (5)
Bilimsel araştırma geliştirme alanında bile "sürekli yenilik" baskılanması entelektüel bağımsızlığı eriten bir işlev görmektedir. Bilimin kendi kuralarına göre çalışan ve emeklerinin ürünlerine hakim olan bilim adamlarının yerini, araştırmalarının ürünleriyle ilişkileri, Fordist montaj hattındaki işçi ve araba arasındaki ilişkiden farklı olmayan kafa emekçileri almaktadır.(6)
Artık bilim, bilimsellik, bilim adamı vb. "büyülü" kavramlar olmaktan çıkmışlardır. Bundan sonraki dönemde de kalan cazibesini de (hala varsa) hızla yitirecek gibi görünüyor. Peki üniversiteler ve üniversiteliler ne olacak?
Bilgi üretimindeki emeğin vasıfsızlaştırılmasının etkileri yalnızca bilgi üretme süreci ve bunun ekonomik alana yansımalarıyla sınırlı değildir. Bu alanların dışında toplumsal yaşamın yeniden düzenlenmesine etkileri açısından da dikkatle incelenmelidir. İlk olarak bilgi üretenlerle sermayedar arasındaki ilişki değişmiştir. Daha önce sermayedar ile bir hizmet sunumu ilişkisine giren bilim adamı artık bu konumunu ve dolayısıyla görece özerkliğini yitirmiştir. Artık sermayedarla gireceği ilişki bir ücretli emek-işveren ilişkisidir. Yani bilim adamı işverene emek gücünü satarak bir ilişki kurabilmektedir, Bu durum sermayenin bilgi üzerindeki tekelinin doğal sonucudur. Bilim adamı, artık sermayedarın Kasasına meta-bilgiyi taşıyan ücretli köleden başka bir şey değildir. Artık ne üretiminde çalıştığı bilginin sahibidir, ne de bu bilginin nerede, nasıl, hangi amaçlarla kullanılacağı hakkında karar vermeye yetkisi vardır. Hatta çoğu kez bu konuda bir bilgileri de yoktur. Sermayedar açısından ise, kendi dışındaki bağımlılıkları giderek azaldığı için davranışlarında giderek bağımsızlaşma ve üretim için karar alma sürecinde kendi çıkarlarını dizginleyecek güçlerin iyice.etkisizleşmesi gibi bir sonuç doğabilecektir.
Öte yandan üniversite öğrencileri şirketlerin ihtiyaç duyduğu görece yüksek vasıflı emekçiler olarak yetiştirileceklerdir. Çünkü sanayide yüksek teknolojinin kullanılması vida sıkma gibi kol gücü gerektiren bir emek türü yerine bilgisayar vb gibi karmaşık ekipmanları kullanacak, daha yüksek teknik bilgi gerektiren eğitimli emek gücüne duyulan ihtiyacı artıracaktır. Bu dönemde üniversitelerin başat görevi ağırlıkla ihtiyaç duyulan bu yeni tip emek gücünü yetiştirmek olacaktır. Buna göre planlanmış bir üniversitenin giderek meslek liselerine dönüşeceğini söyleyebiliriz. Bu konumda üniversite öğrencisinin taşıdığı değer üniversitede bulunarak bilgi üretimi sürecine katılmasıyla değil, yalnızca potansiyel bir eğitimli işçi olmasıyla orantılıdır. Oysa üniversite öğrencisini anlamlı kılan onun geleceği ile bilim arasında kurduğu ilişkinin niteliğidir. Öğrenci açısından bilimsel Bilgi salt entelektüel bir kişilik için değil daha çok ileride yapmayı düşündüğü meslek açısından önemlidir. İyi bir mühendis olmak salt kazanılan parayla ölçülen bir şeyle sınırlı değil, bir mühendis olarak toplumsal yaşama katılmak ve ürettiği önerilerle onay görmeyi de içermektedir. Böylece üniversiteli toplumsal yaşamda kendini ifade ederek maddi ve manevi olarak doyumlanabilen bir birey olabilecektir. Oysa bugün üniversite öğrencilerini bekleyen gelecek belirli maddi doyumları sunabilir, ancak montaj hattı başında aynı rutin işi tekrarlamaktan başka bir şey yapmayan biri olarak , bir aydın olarak kendini ifade edebilmek gibi bir lüksü barındırmıyor. Gelirsin senden beklenen şeyleri yaparsın ve çeker gidersin. Kimse sana herhangi bir konuda fikrini sormaz çünkü her şey zaten , en ince ayrıntısına kadar planlanmıştır.
Üniversite öğrencilerinin tahayyül edeceği en iyi gelecek en karmaşık makinaları kullanmayla sınırlıdır. Teknolojinin bugünkü örgütlenişi, kişiye en küçük bir yaratıcılık olanağı tanımadığı gibi giderek insanları, üretim sürecindeki makinaların basit birer uzantısı haline getiriyordu işleyiş bilgi üretimi süreçlerinde de çok büyük oranda geçerli.
Bugün geleceği düşünmek sana sunulan daracık dehlizlerden birini seçerek, öbür uçtan çıkıncaya kadar sürünmekten başka bir seçeneği içermiyor.
Kısacası kapitalizm bir yandan geleceği bilgi üzerine kurarken, bilgiyi tekelinde tutarak, bilginin pazarda para edip etmediğine göre sınıflandırıyor.
Bu geleceğin koşulları altında yaşayacak olan kitlelerin ( bilgi üretimi sürecinde çalışanlar dahil olmak üzere) bilgi üzerinde kurulacağı iddia edilen geleceği belirleme, bu konuda söz ve karar süreçlerine katılma olanakları olmadığı için bu gelecek kapitalizmin geleceğidir.
Bugün bol keseden dağıtılan; teknolojik gelişimin insanı özgürleştirecek olan yolun taşlarını döşediği masallarının ardında giderek Orwell'in ki gibi bir karabasan senaryosuna dönüşebilecek bir gelecek mi insanlığı bekleyen?
Ancak buraya kadar tartışılanlarda bir unsur kasıtlı olarak dışarıda tutuldu. İnsan... Tüm bu olasılıkların şu ya da bu oranda gerçekleşmesi, tarihin önündeki yollardan hangisini seçerek ilerleyeceği hep yaşama bilinçle müdahale eden öznenin, insanın tavrıyla belirlenir. Üniversitelerin nasıl bir yol izleyeceği de öyle. Bu yönelimi üniversitelilerin ve diğer toplumsal güçlerin tavrı belirleyecektir.
SONUÇ
Kapitalizmin vaadettiği gelecek projesi tam bir geleceksizleştirme olarak beliriyor. Üniversite öğrencisinin böyle bir geleceğe karşı çıkmasının nesnel koşulu bugün üniversiter yaşamda bulunmaktadır. Bilimsel bilgi üretim faaliyetinin sermayenin yeniden üretim ilişkilerinin dışına çıkarılması demokratik öğrenci hareketinin siyasi bir talebi olarak öne çıkacaktır. Bu talebin aynı zamanda üniversiter yaşamın kendisine ilişkin yönünün olması akademik demokratik mücadele ile siyasi mücadelenin somut olarak ilişkilendirilmesini olanaklı hale getiren bir yönelimi ortaya çıkarmaktadır.
Üniversitenin yöneldiği sürecin en temel sonucu, üniversite öğrencisinin toplumsal kategorisi üretim araçları karşısındaki konumunu korurken gelecek ile kurduğu ilişki, onu düzenle kurduğu bağı yeniden sorgulamasına ve bu anlamda yüzünü proletaryaya dönmesinin öncüllerini oluşturacaktır. Bu öncüller gençlik mücadelesi açısından da yeni olanaklar sunmaktadır. Gelecek endişesi, üniversite öğrencisinin aydın kimliğinin yitiminin yol açtığı etik ve entelektüel gerileme ve üniversitelerin toplumsal süreçlere demokratik müdahalesinin daralması sorunu ancak yeni hedeflere yönelmiş bir gençlik mücadelesi ile aşılabilir. Bu da üniversite öğrencisinin akademik demokratik mücadelesinin politik bir programla yoğrulması anlamına gelmektedir. Egemenlerin medya aracılığıyla uyguladığı "illüzyon" karşısında üniversitenin sermayenin yeniden üretimi sürecinin basit bir unsuru olarak konumlanması ve bunun üniversite ve üniversite öğrencisi açısından sonuçlarını bilince çıkarmak DÖH "nin geçmesi gereken önemli bir aşama olarak önümüzde durmaktadır.
Üniversite için "yeni bir toplumsal kimlik" ancak yeni bir toplum projesi ile birlikte ele alındığında anlamlı olacaktır.Bu da üniversiteli gençliğin aydın kimliğinin ancak ve ancak sınıf mücadelesi ekseninde gelişecek bir demokratik öğrenci hareketi ile ete kemiğe bürünebileceğini gösterir.
Üniversite gençliği bireysel ve toplumsal geleceğini kapitalizmin çizdiği çerçeveyi parçalayarak kurabilir.Bugün üniversiteli gençliğin üniversitedeki varlığı bir "hiçlik" olarak geleceğin protipini oluşturuyor. Bu anlamda gelecek istemi çok daha somut olarak bugünü istemek anlamına geliyor.
Dipnotlar;
1) F. Fukuyama, Tarihin Sonu mu?, Rey Yay
2}Otomobil İş, 12. Genel Merkez Genel Kurulu Çalışma Raporu, sf 21/23
3) Tessa Morris-Suzuki, "Robots and Capitalism", New Left Review, s; 147, 1984, sf; 112
4) age..
5) Fred Guterl, "An unanswered Ouestion; Auotomation's Affect on Society", Spectrum Mai 1983, sf 91
6) Suzuki, "Robots and Capitalism",sf 119
* Esnek uzmanlaşma eğitim politikasında ifadesini fakültelerin alt bölümler halinde parçalanması olarak buluyor. Fachhochschulen alanında mühendislik bölümü 32 alt uzmanlık alanına ayrılmıştır. Ayrıca ülkemizde de ekonomik gelişmeye paralel olarak mühendislik fakülteleri tekstil, elektronik, bilgisayar alanlarında eğitim vermeye başlamıştır. **Yükseköğretim sermaye ilişkisinin bu düzeyde kurulması yükseköğretim kurumlarında ciddi değişimlere yol açmıştır. Almanya ve İngiltere'de 70'li yılların başında ikili sisteme geçilmiş ve Y.Ö. üniversiter ve üniversiter olmayan alan olarak bölünmüştür. Almanya'da Fachhochschulen, İngiltere'de Politechnics ve Colleges bilimsel araştırma ve eğitim yerine piyasaya yönelik bilgi aktaran meslek okulları konumundadır.
Dostları ilə paylaş: |