3- Rivayete Dayalı Delil
Hadis kitaplarında birçok rivayet vardır ve onlardan şu iki konu çok açık şekilde anlaşılmaktadır. Birincisi: Kurân, maarifinin bir bölümü muallim ve açıklayıcıya ihtiyaç duyulan bir kitaptır; bazı rivayetlerin tabiriyle onu ayakta tutacak kayyum’a ihtiyacı vardır. İkincisi de: Masum İmamlar, yani Hz. Ali ve onun masum evlatları, Resulullah’tan (s.a.a) sonra Kurân’ın muallimi, mübeyyini ve kayyumudurlar. Bu rivayetler manevi tevatür628 haddinde fazla olduğu için onların senedini incelemeye gerek yoktur. Gerçi bu rivayetler arasında senedi muteber olan rivayetler de vardır.
Bu rivayetlerin hepsini burada dile getirmeye fırsat yoktur. Fakat onlardan bir kısmını zikredip yukarıdaki iddiaya nasıl delalet ettiğini açıklayacağız. Ayrıca bu rivayetlere dayandırılan bazı algılamaların hatalı olduğuna da işaret edeceğiz.
“Mansur b. Hazım şöyle der: İmam Cafer-i Sadık’a (a.s) şöyle arz ettim: Ben bir grup insanla münazara edip, onlara şöyle dedim:
- Acaba siz, Resulullah’ın (s.a.a) Allah katından insanlara gönderilmiş bir hüccet olduğunu bilmiyor musunuz? Peki, Resulullah (s.a.a) (ümmetin arasından) ayrıldığında ondan sonra kim hüccet olmuştur?
- Kurân! diye cevap verdiler. Kurân’a baktım; gördüm ki ona iman etmeyen Murcii, Harveri ve Zındık onunla hasmına karşı istidlal etmekte, her biri kendi hasmına galip gelmek ve kendi sözünü ispatlamak için ondan delil getirmektedir. Anladım ki Kurân, onun hakkında sadece gerçeği söyleyecek bir kayyumun sözünden başka delil olamaz. Sonra dedim ki:
- Peki, Kurân’ın kayyumu kimdir? Dediler ki:
- Abdullah b. Mesud, falan kimse ve falan kimse… (onun manasını bilmektedirler.) şöyle Dedim:
- Onun tümünü mü?
- Hayır! Bunun üzerine Ali b. Ebu Talib (a.s) dışında Kurân’ın tümünü bilen birini bulamadım. O grup arasındakiler bunu bilmiyorum, şunu bilmiyorum, bunu bilmiyorum, şunu bilmiyorum dediklerinde anladım ki Kurân’ın kayyumu Ali b. Ebu Talib’dir ve ona itaat etmek vaciptir. O, Resulullah’tan (s.a.a) sonra halkın üzerine hüccettir ve onun Kurân hakkında söyleyeceği her şey gerçektir. İmam (a.s) buyurdu:
- Allah’ın rahmeti sana olsun. Ben de onun başından öptüm ve dedim ki:
- Ali b. Ebu Talib de dünyadan gitti ve kendi yerine bir hüccet bıraktı. Ali’den sonraki hüccet Hasan b. Ali’dir. Şahadet ederim ki Hasan b. Ali hüccettir ve itaati vaciptir. İmam (a.s) buyurdu:
- Allah’ın rahmeti sana olsun… Mansur b. Hazim hadisin devamında İmam Sadık’a (a.s) kadar olan diğer Masum İmamları da (a.s) zikretti ve her birinde İmam Sadık (a.s) onu tasdik etti.”629
Bu rivayetten şu anlaşılmaktadır: Kurân-ı Kerim’in en azından bir kısmı herkesin kendi iddiasının (hak veya batıl) ispatında istifade edebileceği şekildedir. Bu yüzden Kurân’ın kayyuma ihtiyacı vardır. Peygamberin (s.a.a) hayatı döneminde Kurân’ın kayyumu Peygamber Efendimizdi ve o Hazretten sonra Masum İmamlar (s.a.a) Kurân’ı ayakta tutanlardır. Elbette rivayetin zahirinden de anlaşıldığı gibi burada maksat, Kurân kayyumu ve muallimi olmaksızın ayetlerden hiçbir konunun anlaşılamayacağı değildir. Çünkü her ne kadar “Kurân ancak bir kayyumla hüccet olur” sözü siyak göz ardı edildiğinde mutlak mana ifade etmiş olsa da, Mansur b. Hazim’in bu sözü, çeşitli grupların Kurân’a istidlal etmelerinden maksat, Kurân’ın bir kısmının çeşitli grupların referans almasına, herkesin ondan kendi ideolojisine uygun mana çıkarmasına açık olduğu için bu kısımlarda gerçek manayı açıklayacak kayyuma ihtiyaç olduğudur. Ancak delaleti apaçık olan ve farklı manalar yüklenmesi mümkün olmadığından hasımların birbirlerine karşı referans alamayacağı naslar ve muhkem ayetlerin kayyuma ihtiyacı yoktur. Kayyumun sıfatı sayılan “o konuda söylediği gerçek olan” ibaresi de bunu teyit etmektedir. Zira Kurân’dan gerçek manası belli olmayan bölümlerin böyle bir kayyuma ihtiyacı vardır. Fakat gerçek manası aşikâr olan naslar ve muhkem ayetlerin böyle bir kayyuma ihtiyacı yoktur. Başka bir ifadeyle maksat, Kurân’ın bütününün kayyum olmaksızın hüccet olamayacağı konusudur. Yoksa Kurân’dan hiçbir ayetin kayyum olmadan hüccet olmayacağı ve kayyum olmadan Kurân’dan hiçbir şey anlaşılamayacağı konusu değildir. Bir diğer karine de şudur: Rivayette Masumlar (a.s) dışındakilerin Kurân’dan bazı ayetlerin manalarını bildikleri konusu olumsuzlaştırılmamış ve sadece Kurân’ın bütün manalarını bilen kimsenin onun kayyumu olabileceğine vurguda bulunulmuştur. Bu da şunu göstermektedir ki Kurân’ın kayyumu olmayan kimse de onun bazı ayetlerini anlama gücüne sahip olabilir.
Yunus b. Yakub Şöyle der:
“Hişam b. Hakem, İmam Sadık’ın (a.s) huzurunda kendisiyle münazara eden Şamlı adama şöyle sordu:
- Resulullah’tan (s.a.a) sonra kim hüccettir?
- Kitap ve sünnet. Hişam tekrar sordu:
- Acaba kitap ve sünnet bizim aramızdaki ihtilafı gidermekte etkili midir?
- Evet. dedi Şamlı adam bunun üzerine Hişam sordu:
- O halde neden benimle senin aranda ihtilaf var ve sen, aramızda olan bu ihtilaf yüzünden ta Şam’dan kalkıp buraya geldin? Şamlı adam sustu. İmam Sadık (a.s) buyurdu:
- Neden konuşmuyorsun? Şamlı şöyle dedi:
- Eğer aramızda ihtilaf yok dersem yalan söylemiş olurum ve eğer kitapla sünnet ihtilafımızı gidermede etkilidir dersem yanlış söz söylemiş olurum. Zira bu ikisine çeşitli anlamlar yüklenebilmektedir…”630
Hadisin başlangıç bölümünden Kurân’ın az veya çok farklı manalara çekilebileceği anlaşılmaktadır. Bu yüzden ihtilaf giderici olamaz ve onun gerçek manasını açıklayacak, manasındaki ihtilafı bertaraf edecek bir hüccet ve mübeyyine ihtiyacı vardır. Rivayetin devamında ise İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) onun hücceti, mübeyyin ve açıklayıcısı olduğu ispatlanmıştır. Fakat dikkat edilmesi gereken bir husus vardır, o da şudur; bu hadis, Kurân’ın tümüne müteaddit manalar yüklenebileceğine delalet etmez. Çünkü hadiste yalnızca Kurân’da bulunan bu özelliğin, onun ihtilaf giderici olmasını engellediği ve bu yüzden başka bir delile ihtiyaç duyduğu ifade edilmiştir. Bunun için de Kurân’ın bir bölümünün böyle bir özelliği olması ve diğer bölümününse bu özelliği ortadan kaldırmaması yeterlidir. Binaenaleyh hadisten bundan daha fazla bir mana çıkmaz. Delaleti aşikâr olan ve farklı manalara çekilemeyen Kurân’daki muhkem ayetler ve sünnetteki nas niteliğindeki rivayetlerin varlığı da hadisten zikredilen manadan fazla bir şey kastedilmediğinin şahididir. Eğer biri bu tür ayetlerin çokluğunda tereddüt ederse de, bu tür rivayetlerin çokluğu üzerinde ittifak edilmiş inkâr edilemez bir gerçektir. Hatta eğer biri bu hadise dayanarak kitabın zahiri manasının munfasıl karineler araştırıldıktan sonra bile hüccet olmadığına istidlal ederse sünnetin zahirini de hüccet bilmemesi gerekir. Zira bu hadiste kitap ve sünnetin aynı konseptte farklı manalara delalet edebilecekleri üzerinde durulmuştur. Bu kabul edilebilecek bir söz değildir. Söylenen sözler ve bir kısmı bu kitabın mukaddimesinde tefsirin imkânı bölümünde beyan edilmiş munfasıl karineler dikkate alındığında hadisin mefhumunun zikredilen şeyden fazlası olmadığı konusunda en ufak bir şüphe kalmaz.631
Şu nükteyi de hatırlatmakta fayda var; burada ispat edilen şey Ahbarilere isnat edilen şey değildir. Buradaki ispat edilen şey şudur: Kurân ayetleri ile ilgili rivayetlerde geçen munfasıl karineleri araştırmadan bu ayetlerin zahirine bakmak doğru değildir ve bu şekilde Yüce Allah’ın gerçek muradını elde etmek mümkün de değildir. Fakat Ahbarilere isnat edilen şey şudur: Ayetlerin zahirinden ancak Peygamber (s.a.a) ve Masum İmamlardan (a.s) gelmiş olan rivayetlerde açıklanmış manaya itimat edilebilir. Eğer bir şey rivayette beyan edilmemişse Kurân’ın zahirinden anlaşılsa bile ona itimat edilmez.
Dostları ilə paylaş: |