İcma ve Zarureti Dini
İcma, din âlimlerinin bir konu üzerindeki görüş birliğine denir. İcma, Peygamber Efendimiz (s.a.a) ve Masum İmamların (a.s) rivayeti ve görüşünü yansıtması halinde ayetler için munfasıl karinelerden biri sayılır. Gerçekte icma kendi başına rivayetlerin yanında bir karine değil, rivayetin var olduğunu keşfetmesi açısından bir karinedir. Dolayısıyla böyle bir icmayı göz önünde bulundurmak için ayrı bir delile ihtiyaç yoktur. Çünkü rivayetlerin karine oluşunu ispatlayan deliller böyle bir icmanın da dikkate alınmasının lüzumunu ispat etmektedir.
Şunu hatırlatmak gerekir ki icmanın Peygamber (s.a.a) veya İmamların (a.s) rivayetine dair kâşif oluşunda,632 onun açıklaması ve şartları konusunda usul-u fıkıh kitaplarında incelenmiş muhtelif görüşler vardır.
Herkes tarafından dinden olduğu açıkça bilinen, açıklığı ve netliği açıklama ve istidlal gerektirmeyecek kadar aşikâr olan Zarureti dini de, icmada getirilen açıklamada olduğu gibi munfasıl bir karineye kâşif olmakta ve ayetlerin tefsirinde dikkate alınmalıdır.633 Buna örnek olarak; “Artık istimta ettiğiniz kadınların ücretlerini kendilerine verin.”634 ayeti gösterilebilir. “İstimta” lügatte faydalanmak ve lezzet almak anlamına gelir. Fakat ayette bu manaya gelmez. Zira akit olmaksızın kadınlardan faydalanmak ve onlardan haz duymak dinin zaruretine aykırı olma karinesine göre asla anlatılmak istenilen şey değildir. Evlilik akdinden sonra lezzetlenmek ise kadınların mehriyelerinin ödenmesinin istimta şartına bağlı olmasını gerektirir ve bu da icmaya aykırıdır. Çünkü bütün fakihler, evlilik akdiyle birlikte kadınların, mehriyelerini isteme hakkına sahip oldukları konusunda görüş birliğine sahiptirler. Öyleyse bu ayette geçen “istimta” muta yapmak ve geçici evlilikte bulunmak anlamındadır. “İstimta” için zikredilen bu mana, ister şer’i terminolojideki hakiki manası olsun, ister mecazî manası olsun, onu lügatteki manasından çeviren ve zikri geçen anlamı belirleyen karine icma ve zaruret-i dinidir.635 Yine Kurân-ı Kerim’de iki ayet (Nisa/12 ve 176) “kelale” (miras alan kardeş ve kız kardeş veya varisi kardeş veya kız kardeşi olan meyyit) hakkındadır.636 Birinci ayet anne yönünden kardeş ve kız kardeşi hakkındadır. İkinci ayet ise anne-baba ve baba yönünden kardeş ve kız kardeşi hakkındadır. Bazıları birinci ayetin anne yönünden kardeş ve kız kardeşliğe, ikinci ayetin ise anne-baba ve sadece baba yönünden kardeş ve kız kardeşliğe özel delaletini âlimlerin icmasına bağlamıştır.637 Yine “Birinize ölüm geldiğinde kendinden sonraya (çok miktarda) mal bırakıyorsa ana, baba ve yakınlara iyi ve beğenilir bir tarzda vasiyet etmesi (hükmü) size yazılmıştır…”638 ayetinde icma karinesiyle ayetin; baba, anne ve yakınlara vasiyet etmenin vacip oluşundaki zuhurundan vazgeçilmiştir.
Beşinci Kaide:
İlim ve Bilimselliğin Esas Oluşu
Tefsir kaidelerinden birisi de tefsire ait tüm delil ve referansların kesinleşmiş konulardan veya kesinlik mesabesinde bulunan şeylerden olmasıdır. Usul ilmindeki tabirle “ilim veya bilimsel”639 olmalıdır. Daha önce de ifade edildiği gibi tefsirin iki merhalesi vardır: Ayetlerde geçen sözcüklerin mefhumunun beyanı ve ayetlerin gerçek maksadının beyanı. Bu iki merhaleden birinde veya her ikisinde belirsizlik olması halinde tefsire duyulan ihtiyaç gündeme gelir. Çünkü tefsir, belirsizliği gidermektir. Doğal olarak iphamın yani belirsizliğin giderilmesi herkes için dikkate aldığında hiçbir ipham kalmayacak bir delil ve şahide dayanmalıdır. Dolayısıyla müfessirin işi, ayetlerde kullanılan sözcüklerin mefhumu ve onların gerçek maksadını her araştırmacı için açıklığa kavuşturacak delil ve şahitleri elde etmektir. İlim ve bilimselliğin tefsirde esas alınmasından maksat, ayetlerin mefhum ve gerçek maksadının beyanında kullanılan delil ve şahitlerin akil insanlar açısından kesin kabul görmüş veya en azından güven veren dayanaklardan olmasıdır. Zira bu deliller zan ve ihtimale dayalı olursa ayetlerin mefhumunu onlardan keşfedip Yüce Allah’a isnat etmek doğru olmaz. Çünkü bu durumda elde edilen mefhum yalnızca muhtemel bir mana olmanın ötesine geçmez ve ancak ayet hakkındaki olası manalardan birisi olarak gündeme getirilebilir. Böyle bir manayı ayetin tefsiri ve Yüce Allah’ın maksadı olarak gündeme getirmek ise reye dayalı bir tefsir olur ki ne akıl bunu kabul eder ne de ayet ve hadislerin oluşturduğu nakil onu muteber sayar.
Müteaddit ayetlerde de ilimden gayri bir şeye, zanna ve ihtimale uymak dayanaksız ve itibarsız sayılmıştır. Birçok rivayette de rey, ihtimal, kıyas ve istihsan gibi temellere dayalı ve ilme dayanmayan tefsir şekli yerilmiştir. Şimdi burada onlardan bazılarını zikredeceğiz:
“Bilmediğin bir şeyin ardına düşme.”640
Bu ayet, insanı bilinmeyen bir şeyin peşine düşmekten menetmektedir. Ayet-i kerimede meçhul olan ne varsa onun peşine düşmemeyi öğütlemektedir; ister itikatla ilgili olsun ister ahkâm konusunda olsun ve ister tefsir hususunda olsun, hepsini kapsamaktadır. İhtimale ve itibarı olmayan zanna dayalı delilleri referans alan bir tefsir “bilmediğin bir şey” ifadesinin örneklerinden biridir ve ayetteki yasaklama onu da kapsamaktadır.
“Şüphe yok ki zan, gerçek karşısında hiçbir şeye yaramaz.”641
Bu ayette geçen olumsuzlama kalıbındaki nekire siyakından, genel olarak zannın hiçbir şekilde hakkın yerine kâfi gelmeyeceği anlaşılmaktadır. Ayette geçen “الظَّنَّ/Zan” ve “الْحَقِّ/hak” ifadelerindeki ıtlak, açık olarak tefsirde zanna ve ihtimale dayalı bilgilerin itibarsız olduğuna ve dayanak kabul edilemeyeceğine delalet etmektedir. Yani hakkın açık mısdaklarından olan Yüce Allah’ın ayetlerden kastettiği gerçek maksadını elde etmede zan ve ihtimal kaynaklı delillere itimat edilemez. Ancak Yüce Allah’ın bizzat kendisinin, itimat edilmesini imzaladığı ve onu yakine dayalı delil yerine kabul ettiği hususlar bundan müstesnadır.
İlim ve bilimselliğin esas alınması, rivayetlerde de vurgulanmış bir konudur. Vahab b. Vahab Kureşi şöyle der: “İmam Sadık (a.s), babasından (İmam Bakır) ve o da babasından (İmam Seccad) rivayet eder ki; Basra halkı (İmam) Hüseyin’e (a.s) yazdıkları mektupta o Hazrete “Samed” kelimesinin manasını sordular. İmam onlara cevaben şöyle yazdı:
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Kurân hakkında fazla tartışmaya girmeyin ve onun hakkında bir ilme dayanmaksızın söz söylemeyin. Zira ben ceddim Resulullah’ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: Kurân hakkında ilme dayanmadan konuşan kimse ateşte yerini hazırlamalıdır.”642
Hem İmam Hüseyin’in (a.s) dilinden hem de Resulullah’tan (s.a.a) nakledilen bu hadisin Kurân’ın manası hususunda ilme dayanmadan konuşmanın doğru olmadığına delaleti aşikârdır. Zan ve ihtimale dayalı bir tefsir ise kesinlikle Kurân’ın manası hakkında ilme dayanmadan konuşmanın mısdaklarındandır.
İmam Bakır’dan (a.s) şöyle rivayet edilir: “Bir grup insan Kurân hakkında hiçbir ilme dayanmaksızın konuştular. İşte bu, Yüce Allah’ın hakkında buyurduğu şu sözüdür: “Sana kitabı indiren O’dur. Onun bir kısmı, muhkem (ifadeleri açık olan) ayetlerdir. Bunlar kitabın temelidir. Diğer bir kısmı da, müteşabih (çeşitli manalara benzerliği olan) ayetlerdir. Kalplerinde hastalık olanlar, fitne çıkarmak ve tevilini bulmak için ondaki müteşabih ayetlerin peşine düşerler. Hâlbuki onun tevilini Allah ve ilimde sebata erişenlerden başka kimse bilmez.”643
Zeyd Şehham şöyle der: “Kutade b. Deame, İmam Bakır’ın (a.s) huzuruna geldi. İmam (a.s) şöyle buyurdu:
- Ey Kutade! Basra’nın fakihi sen misin? Kutade:
- Öyle sanıyorlar. İmam buyurdu:
- Duyduğuma göre Kurân’ı tefsir ediyormuşsun.
- Evet.
- Peki, bunları ilimle mi tefsir ediyorsun yoksa bilgisizce mi?
- İlme dayanarak tefsir ediyorum. İmam Muhammed Bakır (a.s) buyurdu:
- Eğer onu ilim esasına göre tefsir ediyor isen bu durumda sen, sensin ve sana soru sorabilirim.
- Sor! İmam (a.s) önce ona ayetlerden birisinin manasını sordu. Kutade yanlış cevap verince İmam (a.s) ona hatasını anlattı ve daha sonra şöyle buyurdu:
- Yazıklar olsun sana ey Kutade! Eğer Kurân’ı kendinden (şahsi görüş ve tercihinle) tefsir ediyorsan bu durumda hem kendini hem de diğerlerini helakete sürüklemişsim. Eğer Kurân için beyan ettiğin manayı başkalarının tefsirinden almış isen yine hem kendini helakete atmış hem de diğerlerini helakete düşürmüşsündür… Yazıklar olsun sana ey Kutade! Kurân’ı ancak onun gerçek muhatabı anlar.”644
Bu rivayet şunu söylemektedir: Doğru tefsir, ilme dayalı olan tefsirdir. İlmi esas almayan ve müfessirin şahsi görüş ve tercihine dayalı bir tefsir ise ister müfessirin kendisinden olsun ister diğer müfessirlerden olsun helak olma sebebidir. Öyleyse bu hadisten şu anlaşılıyor; tefsirde ihtimal ve zanna dayalı verilere itimat etmemek gerekir.645
Bu rivayetlere ilave olarak reye dayalı,646 cidal ehlinin görüşlerini referans alan647 ve fasıkların kıyasına648 göre yapılan tefsirleri nakzeden veya mutlak şekilde dini bilgiler konusunda rey, kıyas ve nefsanî eğilimleri dayanak edinmeyi kınayan649 rivayetler vardır.
Dostları ilə paylaş: |