“Onlardan ölmüş birine asla namaz kılma; onun kabri başında da durma” (Tevbe/84) ayetinde namaz anlamındaki “salat” sözcüğünün geçtiği “la tusalli” ibaresinde iki ihtimal vardır:
Birinci ihtimal, bu kelimenin “dua” anlamına gelen lügat manasıdır. İkinci ihtimal ise özel bir sıfatla meyyitin başı üzerinde durup dua etmektir (cenaze namazıdır). İşte bu şer’i mana tercih edilir; zira bu muhatap nezdinde konuşmacıdan anlaşılan maksattır.
Şer’i mananın kastedilmesi ihtimali ile birlikte lügat manasının kastedildiğine dair delil bulunduğundan Tevbe suresinin 103. ayetinde bu kelime (salat sözcüğü) dua anlamına gelmiştir. Bunun delili ise Müslim’in Abdullah b. Ubey Evfa’dan naklettiği şu rivayettir: “Peygamber (s.a.a) kendisine zekât getiren topluluğa dua ederdi. Babam ona zekât getirdiğinde o şöyle buyurdu: Allahumme salli ala Al-i Ebi Evfa/Allah’ım, Ebu Evfa hanedanına rahmet et.” (Tayyar, Müsaid b. Süleyman, Fusul fi Usul’it-Tefsir, s.106) O, bu eserin 122-123. sayfalarında Kurân’ın Külliyatı başlığı altında şöyle yazmaktadır: Kurân külliyatından maksat müfessirlerin Kurân’da genel anlamda geçen bir lafız veya üslup hakkında kullandıkları ifadedir. Bu genel ifadeler Kurân’ın lafızlar ve üsluplardaki terminolojisini açıklamaktadır. Böylece külli bir lafzın Kurân terminolojisinde özel bir anlamı olmaktadır. Bu kullanımlar ancak Kurân’ı tarayıp araştırıktan sonra gerçekleşebilir. Bu hükümler yapılan araştırmanın ardından ya bozulmayan bir genellemeye dönüşür ki bu durumda ihtilaf anında baskın gelen bir kural olarak kabul görür; zira kâmil bir araştırma hüccettir veya müfessirin açıkladığı birtakım örnekler ile genellemesi bozulmuştur ve hal böyle olunca bu hükümler çoğunluğa dönüşür ve ileride de zikredileceği gibi tercihte ondan faydalanmak mümkün olur. Sahabe, tabiin ve onlardan sonra gelen müfessirler bu külliyata teveccüh etmişler. Bunları ilk olarak “el-İfrad” ismindeki kitabında toplayan lügat imamı Ahmet b. Faris’tir. (ö. 395 Hicri). Bu kitaptan bazı önemli nakiller geriye kalmıştır. Zerkeşi onları el-Burhan fi Ulum’il- Kurân’da, Suyuti de el-İtkan ve Mu’terek’il-Akran’da üzerine az da olsa eklemeler yaparak nakletmiştir. Rağib Müfredat kitabında bu külliyata önem vermiştir. Müfredat muhakkiki (Safvan Davudi) de bunları toplamıştır. Ebul-Beka da kendi külliyatında bu eserlere inayette bulunmuş ve her Kurâni lafzın altında eğer varsa onun külliyatından söz etmiştir. (bkz. s.199, 203). Allame Tahir b. Aşur kitabının mukaddimesinde ondan “Adat’ul-Kurân” başlığı altında özel bir konu şeklinde sunmuştur. Şimdi müfessirlerden zikredilmiş olan bu külliyattan bazı örnekler sunuyoruz.
a-
İbn-i Abbas ve İbn-i Zeyd şöyle der: “Kurân’da recez tarzında gelen her şey azaptır.”
b-
Mücahid der ki: “Kurân’da geçen her zan ilimdir.”
c-
Süfyan b. Uyeyne şöyle der: “Allah’ın Kurân’da “matar/yağmur” ismini verdiği her şey azaptır.”
d-
İbn-i Zeyd şöyle der: “Kurân’da geçen her “tezekki/arınmak” İslamdır.”
e-
Mücahid şöyle der: “Kurân’da geçen “kahrolası insan veya şöyle olsun insana” türünden ifadelerin hepsindeki insandan maksat kâfirdir.”
f-
Ferra şöyle der: “Kurân’da geçen “ketebe/yazdı” kelimesi “farz kıldı” anlamındadır.”
g-
İbn-i Faris şöyle der: “Kurân’da geçen “ba’l/koca” kelimesi zevc/eş anlamındadır. “Kocaları onları geri almaya daha fazla hak sahibidirler” (Bakara/228) ayetinde olduğu gibi. Sadece bir yerde (Saffat/125) put anlamında kullanılmıştır.”
h-
Rağıb şöyle der: “Tesvib/dönmek” kelimesi Kurân’da sadece mekruh anlamda gelmiştir.”
i-
Rağıb şöyle der: “Yüce Allah nerede namazı övmüş ve teşvik etmişse “ikame” sözcüğü ile kullanmıştır.”
j-
Tahir b. Aşur şöyle der: “Namaza çağrı ezandır; Kurân’da onun hakkında “nida” ifadesi kullanılmıştır.”
k-
Yine şöyle der: “el-Küffar” kelimesinden kastedilen müşriklerdir. Bu “el-Kuffar” mutlak zikredildiğinde anlaşılan Kurâni bir terminolojidir.”
|