Eserin özgün adı: روش تفسیر قران Reveş-i Tefsir-i Kur’an Yayın Yönetmeni


“Onlardan ölmüş birine asla namaz kılma; onun kabri başında da durma”



Yüklə 3,24 Mb.
səhifə32/41
tarix30.11.2017
ölçüsü3,24 Mb.
#33403
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   41
“Onlardan ölmüş birine asla namaz kılma; onun kabri başında da durma” (Tevbe/84) ayetinde namaz anlamındaki “salat” sözcüğünün geçtiği “la tusalli” ibaresinde iki ihtimal vardır:

Birinci ihtimal, bu kelimenin “dua” anlamına gelen lügat manasıdır. İkinci ihtimal ise özel bir sıfatla meyyitin başı üzerinde durup dua etmektir (cenaze namazıdır). İşte bu şer’i mana tercih edilir; zira bu muhatap nezdinde konuşmacıdan anlaşılan maksattır.

Şer’i mananın kastedilmesi ihtimali ile birlikte lügat manasının kastedildiğine dair delil bulunduğundan Tevbe suresinin 103. ayetinde bu kelime (salat sözcüğü) dua anlamına gelmiştir. Bunun delili ise Müslim’in Abdullah b. Ubey Evfa’dan naklettiği şu rivayettir: “Peygamber (s.a.a) kendisine zekât getiren topluluğa dua ederdi. Babam ona zekât getirdiğinde o şöyle buyurdu: Allahumme salli ala Al-i Ebi Evfa/Allah’ım, Ebu Evfa hanedanına rahmet et.” (Tayyar, Müsaid b. Süleyman, Fusul fi Usul’it-Tefsir, s.106) O, bu eserin 122-123. sayfalarında Kurân’ın Külliyatı başlığı altında şöyle yazmaktadır: Kurân külliyatından maksat müfessirlerin Kurân’da genel anlamda geçen bir lafız veya üslup hakkında kullandıkları ifadedir. Bu genel ifadeler Kurân’ın lafızlar ve üsluplardaki terminolojisini açıklamaktadır. Böylece külli bir lafzın Kurân terminolojisinde özel bir anlamı olmaktadır. Bu kullanımlar ancak Kurân’ı tarayıp araştırıktan sonra gerçekleşebilir. Bu hükümler yapılan araştırmanın ardından ya bozulmayan bir genellemeye dönüşür ki bu durumda ihtilaf anında baskın gelen bir kural olarak kabul görür; zira kâmil bir araştırma hüccettir veya müfessirin açıkladığı birtakım örnekler ile genellemesi bozulmuştur ve hal böyle olunca bu hükümler çoğunluğa dönüşür ve ileride de zikredileceği gibi tercihte ondan faydalanmak mümkün olur. Sahabe, tabiin ve onlardan sonra gelen müfessirler bu külliyata teveccüh etmişler. Bunları ilk olarak “el-İfrad” ismindeki kitabında toplayan lügat imamı Ahmet b. Faris’tir. (ö. 395 Hicri). Bu kitaptan bazı önemli nakiller geriye kalmıştır. Zerkeşi onları el-Burhan fi Ulum’il- Kurân’da, Suyuti de el-İtkan ve Mu’terek’il-Akran’da üzerine az da olsa eklemeler yaparak nakletmiştir. Rağib Müfredat kitabında bu külliyata önem vermiştir. Müfredat muhakkiki (Safvan Davudi) de bunları toplamıştır. Ebul-Beka da kendi külliyatında bu eserlere inayette bulunmuş ve her Kurâni lafzın altında eğer varsa onun külliyatından söz etmiştir. (bkz. s.199, 203). Allame Tahir b. Aşur kitabının mukaddimesinde ondan “Adat’ul-Kurân” başlığı altında özel bir konu şeklinde sunmuştur. Şimdi müfessirlerden zikredilmiş olan bu külliyattan bazı örnekler sunuyoruz.

a-
İbn-i Abbas ve İbn-i Zeyd şöyle der: “Kurân’da recez tarzında gelen her şey azaptır.”

b-
Mücahid der ki: “Kurân’da geçen her zan ilimdir.”

c-
Süfyan b. Uyeyne şöyle der: “Allah’ın Kurân’da “matar/yağmur” ismini verdiği her şey azaptır.”

d-
İbn-i Zeyd şöyle der: “Kurân’da geçen her “tezekki/arınmak” İslamdır.”

e-
Mücahid şöyle der: “Kurân’da geçen “kahrolası insan veya şöyle olsun insana” türünden ifadelerin hepsindeki insandan maksat kâfirdir.”

f-
Ferra şöyle der: “Kurân’da geçen “ketebe/yazdı” kelimesi “farz kıldı” anlamındadır.”

g-
İbn-i Faris şöyle der: “Kurân’da geçen “ba’l/koca” kelimesi zevc/eş anlamındadır. “Kocaları onları geri almaya daha fazla hak sahibidirler” (Bakara/228) ayetinde olduğu gibi. Sadece bir yerde (Saffat/125) put anlamında kullanılmıştır.”

h-
Rağıb şöyle der: “Tesvib/dönmek” kelimesi Kurân’da sadece mekruh anlamda gelmiştir.”

i-
Rağıb şöyle der: “Yüce Allah nerede namazı övmüş ve teşvik etmişse “ikame” sözcüğü ile kullanmıştır.”

j-
Tahir b. Aşur şöyle der: “Namaza çağrı ezandır; Kurân’da onun hakkında “nida” ifadesi kullanılmıştır.”



k-
Yine şöyle der: “el-Küffar” kelimesinden kastedilen müşriklerdir. Bu “el-Kuffar” mutlak zikredildiğinde anlaşılan Kurâni bir terminolojidir.”

270Nur’us-Sakaleyn, c.1, s.24, h.106.


271A.g.e


272Rahman/19-20.


273Rahman/22.


274Nur’us-Sakaleyn, c.5, s.191.


275Bkz. Bihar’ul-Envar, c.93, s.3 ve 4; el-Burhan fi Tefsir’il-Kurân, c.1, s.270; Usul-i Kafi, c.1, s.286, Kitab’ul-Hüccet, Ennehu Lem Yecme’il-Kurân Kullehu İllel-Eimme Aleyhimusselam Babı, h.2 ve c.2, s.573; Kitab-u Fazl’ul-Kurân, h.2; el-Mehasin Bergi, s.300; Tefsir-i Ayyaşi, c.1, s.11 ve 12; Bihar’ul-Envar, c.92, s.91, 95.


276Muhammed Saduk, Men La Yehzuruh’ul-Fakih, Kitab-i Hacc, Kaza’ut’Tefs Babı, h.3036, bu rivayetin el-Kafi ve Meani’l-Ahbar kitaplarındaki senedinde Sehl b. Ziyad vardır. Fakat Men La Yehzuruh’ul-Fakih kitabındaki senedinde herhangi bir problem yoktur.


277“Onu, Arapça bir Kuran olarak indirdik.” (Yusuf/2); “Arapça Kurân olarak...” (Fussilet/3); “İşte böylece sana Arapça Bir Kurân vahyettik.” (Şura/7); “Kuran’ı Arapça okunan bir Kitap kılmışızdır.” (Zuhruf/3); “Bu Kuran kendinden öncekileri doğrulayan Arap diliyle indirilmiş bir kitaptır.” (Ahkaf/12).


278“And olsun ki: “Ona elbette bir insan öğretiyor” dediklerini biliyoruz. Kast ettikleri kimsenin dili yabancıdır, Kuran ise apaçık Arapça’dır.” (Nahl/103); “Apaçık Arap diliyle, uyaranlardan olman için onu Cebrail senin kalbine indirmiştir.” (Şuara/195).


279Zümer/28.


280Yukarıdaki konu, “gayr-i zi ivec/eğriliği olmayan” sıfatının “Arebiyyen” kelimesinin vasfı olması halindedir. Fakat eğer “Kurân’en” kelimesinin sıfatı olursa “gayr” kelimesi olumsuzluk manası taşıdığından ve “zi ivec” kelimesi de nekire/cins isim olduğundan olumsuzluk mecrasında genelleme anlamı verir. Dolayısıyla her türlü eğriliği (hem mana açısından hem de lafz açısından) Kurân’dan nefyetmektedir. Sonuçta bir tür telaffuz eğriliği olan fesahete halel getiren şeyler Kurân’dan nefyedilmektedir. Alusi Ruh’ul-Meani’de (c.23, s.261) onun manası hakkında şöyle der: “Kurân’da hiçbir biçimde boşluk ve eğrilik yoktur. Hatta o, müstakimden daha yetkindir; zira “ivec/eğrilik”, olumsuzluk anlamı ifade eden gayr kelimesinin akışında zikredilmiş nekire/cins isimdir… Ondan eğriliği nefyetmek, hayli hayli eğrilik sıfatı taşımadığını iktiza eder. Dolayısıyla “gayr-i zi ivec” ifadesi “gayri muevvec” ifadesinden daha yetkindir. “İvec” düşünce ve basiretle idrak edilen yerlerde kullanılır. “Evec” ise his yoluyla idrak edilen konularda kullanılır. Ayette birincisinin kullanılması şuna delalet etmektedir ve Kurân, aklın onda bir eğrilik bulamadığı bir hadde ulaşmıştır.”


281Mecellet-u Külliyet’il-Adab, s.138: “Arapçada bazen bir kelime bir kabile arasında ifade ettiği anlamı diğer kabileler arasında ifade etmez, farklı manaya delalet eder. Ra’d/31’deki “efelem yey’es’il-leziyne amenu…” “yey’es” kelimesi bu kabildendir. Neha ve Hevazin kabileleri nezdinde bu kelime “ya’lem/bilir” anlamındadır.” el-Bahr’ul-Muhit, (c.6, s.389) bu ayetin altında şöyle der: “O, burada birçoklarının görüşüne göre ilim manasındadır…” Kasım b. Ma’n şöyle der: “O, Hevazin’in lügatıdır.” İbn-i Kelbi der ki: “O, Neha kabilesinden bir güruhun lügatıdır.” Müfredat-ı Rağıb “ye’s” kelimesi hakkında şöyle der: “Ye’s tamahın ortadan kalkmasıdır…” “efelem yey’es’il-leziyne amenu…” ayetinin manasında şöyle denilmiştir: “efelem ya’lemu…” el-Misbah’ul-Munir: “Yeise” kelimesi Neha kabilesinin lügatında ilim manasına gelir. Yüce Allah’ın “efelem yey’es’il-leziyne amenu” sözünde de bu anlamdadır. Lisan’ul-Arab (c.15, s.432): Kasım b. Ma’n der ki: “yeistu” Hevazin kabilesi lügatında “alimtu” manasına gelir. Kelbi der ki: “Bu, Neha kabilesinden bir güruh olan Hubeyl’in lügatıdır ve onlar ortak bir gruptur.” Es-Sihah’ta ise Neha kabilesinin lügatı olduğu bildirilmiştir. İbn-i Abbas’tan nakledilen rivayete göre şöyle demiştir: “yey’es” Neha kabilesinin lügatında ilim manasındadır.”


282Zerkeşi el-Burhan fi Ulum’il-Kurân’da (c.1, s.378) XVI. maddede şöyle der: “Onun Kureyş lügatı ile olduğu bilinmektedir.” Aynı ciltte (s.310) XI. maddede şöyle yazmaktadır: “İbn-i Kuteybe ve diğerleri bu görüşü (yedi harften maksadın yedi Arap kabilesi olduğu görüşü) kabul etmemişler ve şöyle demişlerdir: Kurân ancak Kureyş’in lügatı ile nazil olmuştur. Zira Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik” (İbrahim/4). Suyuti el-İtkan fi Ulum’il-Kurân kitabında (c.1, s.150) yedi harf üzerinde bahsettiği üçüncü meselenin XVI. maddesinde şöyle der: İbn-i Kuteybe, “Her peygamberi yanlız kendi kavminin diliyle gönderdik” ayetini zikrederek bunu (Kurân’ın yedi lügat üzerine indiğini) reddetmiş ve şöyle demiştir: Kurân sadece Kureyş’in lügatı ile nazil olmuştur. Buna göre yedi lügat Kureyş’in içindedir. Ebu Ali Ahvazi de buna kanaat getirmiştir. El-Burhan kitabının muhakkikleri İbn-i Kuteybe’den nakledilen sözün altında onun Müşkil’il-Kurân kitabına (Bab’ur-Red aleyhim fi Vücuh’ul-Kurân) yönlendirmişlerdir. Fakat İbn-i Kuteybe’nin bu sözü orada yoktur. Hatta o kitapta ayetlerin fihristi bölümünde bile burada delil olarak sunduğu ayet de bulunmamaktadır. Bundan da söz konusu ayetin o kitabın hiçbir yerinde olmadığı anlaşılmaktadır. Aksine İbn-i Kuteybe’nin o bapta (Bab’ur-Red aleyhim fi Vücuh’ul-Kurân) geçen sözü burada ondan nakledilen konuya muhaliftir. Oradaki söz şudur: “Peygamberin (s.a.a), Kurân yedi harf üzerine nazil olmuştur sözünün yorumu şudur: Kurân’da dağılmış olan lügatlerin yedi vechi vardır.” (Tevil-u Muşkil’il-Kurân, s.34).


283Zerkeşi el-Burhan’da (c.1, s.381) XVI. maddenin sonunda şöyle yazmıştır: “Şeyh Cemaluddin b. Malik der ki: “Allah Kurân’ı Temimilerin lügati ile nazil olmuş az bir bölümü hariç Hicazlıların lügati ile indirmiştir.“ve men yuşakkillahe…” (Haşr/4) ve “ve men yertedde minkum an dinihi…” (Bakara/217) şeklinde okunması Nafi ve İbn-i Amir dışındakilerin kıraatinde az görülmüştür. Cezimli ve muzaaf kelimede idğam yapmak Ben-i Temim’in yöntemidir. Bu yüzden de azdır. Ayrık okumak ise Hicaz lügatıdır ve çoktur. Mesela; “ve men yertedid minkum an dinihi” (Bakara/217); “fel yumlil veliyyuhu” (Bakara/282); “yuhbibkumullah” (Al-i İmran/31); “ve yumdidkum” (Nuh/12); “ve men yuşakik” (Nisa/115 ve Enfal/13); “ve men yuhadidillah” (Tevbe/63); “fel yemdud” (Hac/15); “vehlul ukdeten” (Taha/27); “uşdud bihi ezri” (Taha/31); “ve men yehlil aleyhi ğazabi” (Taha/81); kâriler “illet-tiba’ez-zanni” ayetinde (Nisa/157) illa harfinden sonraki kelimenin mensub okunması konusunda icma etmişlerdir. Zira Hicazlılar münkati istisnada mensub okumaya bağlı kalırlar. Gerçi Ben-i Temim de onların icma ettikleri gibi “ma haza beşeren” (Yusuf/31) şeklinde mensub okumaktadırlar. Zira Kurân Hicazlıların lügatı ile inmiştir. Suyuti el- İtkan’da (c.1, s.287) XVII. maddenin sonunda sadece bu misallerden bazılarını zikretmeden ve az bir farkla ibarelerle bu sözü getirmiştir.


284el-Burhan’da (c.1, s.309) XI. maddede “yedi harf” mevzusu üzerinde bahseden Zerkeşi’nin ibaresi şöyledir: (Yedi harfin manasına dair) Dördüncüsü şudur: Maksat yedi Arap kabilesine ait yedi lügattır ve bir harfte yedi vecih olduğu manası değildir. Böyle bir şey de asla duyulmamıştır. Yani Kurân’daki ayetlerin birbirinden ayrı yedi lügat ile indirildiği; bir kısmının Kureyş’in lügatı ile bir kısmının Huzeyl kabilesinin diliyle bir bölümünün Temim lügatı ile bir kısmının Ezd ve Rabia lügatıyla bir bölümünün Hevazin ve Sa’d b. Bekr lügatıyla indirilmiş olması. Aynı şekilde diğer lügatler ve onların buradaki manalarının hepsi birdir. Ebu Ubeyde Kasım b. Sellam ve Ahmet b. Yahya Saleb de bu görüşü benimsemiştir. İbn-i Dureyd de bunun Ebu Hatem Secistani’den nakletmiştir. Bazıları da onu Kazi Ebu Bekir’den rivayet etmiştir. Ezheri et-Tehzib”de bunun benimsenen görüş olduğunu söylemiştir… Beyhaki Şueb’il-İman’da bunun sahih görüş olduğunu ifade etmiştir… İbn-i Kuteybe ve diğerleri ise bu görüşü reddetmiştir... Suyuti el-İtkan’da (c.1, s.149) XVI. maddede ve üçüncü meselede yedi harf”in manası hakkındaki sözlerin beyanında şöyle der: “Onuncusu buradaki maksadın yedi lügat olduğudur. Nitekim Ebu Ubeyde, Saleb, Zuhri ve diğerleri de bu görüşü kabul etmiş, İbn-i Atiyye onu seçmiş ve Beyhaki de eş-Şueb’de onu sahih görüş kabul etmiştir.”


285Zerkeşi el-Burhan’da (c.1, s.378 ve 379) XVI. maddede şöyle yazmıştır: Ebul-Esved Dueli’den Kurân’ın iki Ka’b’ın (Kureyş’in dedesi olan Ka’b b. Lueyy ve Hüzae kabilesinin ceddi olan Ka’b b. Amr) dili ile nazil olduğu sözü nakledilmiştir… Ebu Ubeyd Fezail’il-Kurân kitabında şöyle demiştir: “İbn-i Abbas’tan Kurân’ın iki Ka’b’ın (Kureyş’in Ka’b’ı ile Hüzae’nin Ka’b’ının) lügatı ile nazil olduğu nakledilmiştir…” Suyuti el-İtkan’da (s.150) XVI. maddede bu sözün son bölümünü getirmiştir.


286Suyuti el-İtkan’da (c.1, s.150) XVI. maddede şöyle der: “Ömer’in “Kurân Muzar kabilesinin dilinde nazil oldu” sözünden dolayı onun sadece Muzar lügatı ile nazil olduğu söylenmiştir…” Zerkeşi el- Burhan’da (c.1, s.312) XI. maddede şöyle demiştir: “Bu yedi lügatın tümünün Muzar hakkında olduğu söylenmiş ve Osman’ın şu sözüne istidlal etmişlerdir: Kurân Muzar’ın dilinde nazil olmuştur.”


287Zerkeşi el-Burhan’da (c.1, s.380) XVI. maddede şöyle der: “Ebu Meysere her dilde demiştir ve Kurân’da Arap lügatlarının tümü vardır denilmiştir. Bu yüzden Şafii er-Risale’de şöyle demiştir: “Peygamberden (s.a.a) başka lügatı ihata eden birini tanımıyoruz…” Suyuti de XVIII. maddede şöyle yazmıştır: “Vukuu konusunda gördüğüm en güçlü ve aynı zamanda seçtiğim görüş, İbn-i Cerir’in yüce tabii Ebu Meysere’den sahih senetle çıkardığı onun şu sözüdür: Kurân’da her dil vardır… Sonra İbn-i Nakib’in de bunu açıkça ifade ettiğini ve şöyle demiş olduğunu gördüm: … “Kurân, Arap lügatlerinin hepsini içermiş ve onlardan başkasının lügatlerinde de inmiştir…”

Açıklama: Yukarıdaki bazı ibarelerden lügat sözcüğündeki maksadın lehçe ve kelimelerin irabı olduğu anlaşılmaktadır. Durum böyle olunca zikredilen görüşlerin hâlihazırdaki konuyla ilgisi olmayacaktır. ama şöyle denilirse durum değişir: Lügatlerin birbiriyle ihtilafı iki alandadır; biri lehçe ve kelimelerin irabı, diğeri ise kelimelerin özel anlamlarda kullanımı. Zikri geçen sözlerdeki lehçe ve kelimelerin irabı konusundaki ihtilaf, sözkonusu lügatlardaki kelimelerin kullanıldıkları özel anlamlarda ihtilaf olmadığı anlamına gelmez.




288Örnek olarak; Zerkeşi el-Burhan’da (c.1, s.309) XVI. maddede yedi harf konusundaki dördüncü görüşün, Kurân’ın yedi Arap kabilesinin yedi dilinde nazil olduğu anlamını verdiğini beyan ettikten sonra şöyle der: Ezheri Tehzib’de bu görüşü seçmiş ve Osman’ın Müslümanlara Mushafı yazmalarını emrettiğinde dediği şu sözü delil getirmiştir: “Siz ve Zeyd ihtilafa düştüğünüzde onu Kureyş’in dilinde yazın; zira o, en çok onların dilinde nazil olmuştur.” Kurân’ın yedi dilde nazil olduğu sonucunu almak için son rivayete istidlal edilmesi aşağıdaki delillere göre doğru değildir:

a)
Bu rivayet küçük bir farkla Sahih-i Buhari’nin üç yerinde “en çok” ifadesi olmaksızın zikredilmiştir. Buhari’nin ibaresi şöyledir: “Onu Kureyş’in dilinde yazın; zira o, onların dilinde nazil olmuştur.” (Buhari, Kitab-i Menakib, Ma Nezele bi Lisan-i Kureyş vel-Arab Babı; A.g.e, c.6, s.579, h.1410 ve Cem’ul-Kurân Babı, A.g.e, s.572, h.1412 ve s.627, h.4987). Bu durumda onun Kurân’ın yedi dilde indiğine dair hiçbir delaleti olmadığı açıktır. Eğer istidlal edilse bile Kurân’ın Kureyş’in dilinde nazil olduğuna delil getirilebilir. Fakat onda bulunan diğer zafiyetlerden dolayı bunun için bile istidlal edilemez.

b)
“En çok” kelimesinin bulunması halinde bile Kurân’ın yedi dilde nazil olduğu görüşüne delalet edemez. Zira Kurân’ın çoğunun Kureyş dilinde nazil olduğunu kabul etsek dahi bu, onun diğer altı dilde de indiği lüzumunu doğurmaz.

c)
Bu rivayet Ehl-i Sünnet kaynaklarından gelmiştir ve Şia’nın bakış açısında böyle bir rivayete itimat edilmez.

d)
Rivayetin mefhumu Osman’ın konuşmasıdır ve hataya düşmüş olduğu içtihatlarından biri olabileceği için ona itimat edilmez.

e)
Zerkeşi’nin bizzat kendisi iki sayfa sonrasında şöyle demiştir: “Bu yedi lügatın hepsinin de Muzar’da olduğu söylenmiştir ve onlar Osman’ın şu sözüne istidlal etmişlerdir: “Kurân Muzar’ın dilinde nazil olmuştur.” Bu rivayet de önceki rivayete muarızdır. Yedi lügat sözünün bir diğer dayanağı ise “yedi harf” rivayetleridir ve yedi harften yedi lügatın kastedildiğine dair hiçbir şahit bulunmamaktadır. Kurân’ın Muzar kabilesinin dilinde nazil olduğunun dayanağı ise “Kurân Muzar dilinde nazil olmuştur” mazmunundaki Ömer’den nakledilen mürsel rivayettir.” (el-İtkan, c.1, s.150). Ayrıca bunun Ömer’in içtihatlarından biri olması ihtimali ve onun da hatadan korunmuşluğu söz konusu olmadığından bu rivayete de itimat edilemez. Rivayet mürsel olduğundan böyle bir rivayet hatta Ehl-i Sünnet nezdinde dahi muteber sayılmamaktadır.




289İbrahim/4.


290el-Burhan fi Ulum’il-Kurân (c.1, s.31); el-İtkan (c.1, s.150); Suyuti üçüncü meselenin XVI. maddesinde İbn-i Kuteybe’den şunu nakletmiştir: “Kurân yalnız Kureyş’in dilinde nazil olmuştur.” Bunun isbatında da “Her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik” ayetine istidlal etmiştir. O, yine şöyle der: “Şeyh Cemaluddin b. Malik der ki: Allah, Kurân’ı Temimilerin lügati ile nazil olmuş az bir bölümü hariç Hicazlıların lügati ile indirmiştir.” Mesahif kitabında (s.26) şöyle gelmiştir: “Osman, aralarında iki Kureyşlinin bulunduğu üç kişilik bir gruba şöyle dedi: Siz ve Zeyd b. Sabit ne zaman ihtilafa düşerseniz onu Kureyş’in diliyle yazın; zira Kurân onların dilinde inmiştir.” Yine şöyle gelmiştir: “Osman onlara dedi ki: Siz ve Zeyd b. Sabit Kurân’ın ifadelerinden birinin Arapça oluşu hakkında ihtilafa düştüğünüzde onu Kureyş diliyle yazın; zira Kurân onların diliyle nazil olmuştur.” (A.g.e s.27). Bu konu, İbn-i Cezeri’nin en-Neşru fil-Kıraat’il-Aşr kitabında da (s.7) gelmiştir.


291Bazı tarihçilerin ifadesine göre Kureyş, Allah Resulünün (s.a.a) on ikinci dedesi olan Nazr b. Kenane’nin lakabıdır ve nesebi Nazr’a ulaşan her kabileye Kureyş ismini vermişlerdir. Bkz. Muhaddis Kummi, Muntehel-Amal, c.1, s.5 ve Tarih-i Taberi, c.2, s.22 ve 23. Mecme’ul-Beyan (c.10, s.451) Kureyş suresinin tefsirinde şöyle der: “Kureyş, Nazr b. Kenane’nin evlatlarıdır; Nazr’ın evlatlarından olanların tümü Kureyşi’dir.” Deh-Huda Lügatnamesine göre Kureyş, babası Nazr b. Kenane olan bir kabilenin ismidir.


292Kavim, erkekler ve kadınlardan, tümünden oluşan bir topluluktur. Sadece erkeklerden oluşan bir topluluk olduğu da söylenmiştir ve şu deliller de bu görüşü güçlü kılmaktadır: “Bir topluluk, başka bir toplulukla alay etmesin. Belki (alay ettikleri kimseler), kendilerinden iyidirler. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Belki onlar, kendilerinden iyidirler.” (Hucurat/11); “Her kişinin kavmi onun izleyicileri ve aşiretidir…” (Lisan’ul-Arab, c.11, s.361); “Kavim, içlerinde hiçbir kadın bulunmayan erkekler topluluğudur. Sağani şöyle der: Şayet kadınlar tabiiyetle onların arasına girmiştir. Çünkü her peygamberin kavmi erkekler ve kadınlardır.” (el-Misbah’ul-Munir, s.715). “Kavim, aslında erkekler topluluğudur, kadınlar değil. Kurân’ın genelinde bu kelimeden erkekler ve kadınlar topluca kastedilmiştir, gerçek anlamı erkekler içindir.” (Müfredat-ı Rağıb, s.434) “Kavim kelimesini oluşturan “kaf”, “vav” ve “mim” harfleri iki sahih temel üzerindedir; bunlardan birinde halktan bir topluluğa delalet eder ve şayet onlardan başkasında istiare yoluyla kullanılmaktadır; diğeri tayin edip karar verme anlamındadır.” (Mucem-u Mekayis’il-Lügat, c.5, s.43).


293el-Mizan tefsirinde (c.12, s.5) mezkur ayetin altında şöyle gelmiştir: “Peygamberin kendi kavminin diliyle gönderilmesinden maksat, aralarında yaşadığı ve kendileriyle muaşerette bulunduğu topluluğun konuştuğu dille gönderilmesidir. Maksat onun nesep yönünden mensubu olduğu toplumun diliyle gönderilmesi değildir. Zira Yüce Allah, Lut’u (a.s) Süryanice konuşan Kelde kavminden çıkıp İbranice konuşan Mutefikat’a doğru hicret ettiğini açıklamış, sonra da bu topluluğa onun kavmi ismini vermiş ve Lut’u (a.s) onlara göndermiştir.” Fahri Razi’nin Tefsir-i Kebir’inde ise (c.19, s.80) şöyle gelmiştir: “Kavminden maksat tebliğine davet ettikleri olmadığı halde neden şehrinin halkı olmasın ki?”


294Mecme’ul-Beyan’da (c.6, s.58) mezkur ayetin altında şöyle gelmiştir: “Allah, Peygamberimiz Hz. Muhammed’i (s.a.a) halkın tümüne kendi kavminin diliyle gönderdi ve onlar Araptı.” Ruh’ul-Meani tefsirinde ise (c.8, s185) şöyle gelmiştir: “Kavminden maksat Arab’ın tümüdür.” Sayfa 186’da şöyle demiştir: “Kavmi sözünden ilk akla gelen şeyin Kureyş olduğu konusunda hiç kimsenin şüphe edeceğini sanmıyorum. Ondan sonra da Arap akla gelmektedir.”


295Bkz. Araf/80, Neml/54, Ankebut/28, Hud/70, 74 ve 79.


296Bkz. Tarih-i Taberi, c.1, s.206 (Taberi’ye göre Hz. Lut (a.s), Hz. İbrahim’in (a.s) kardeşinin oğludur); Bihar’ul-Envar, c.12, s.148, 152 ve 155, Bab-i Kasas-i Lut ve Kavmih, h.1, 5 ve 8.


297Furkan/30.


298En’am/135.


299Kurân’ın mucizevi yönü ve bilim adamlarının buna desteklerinin yanı sıra bu konuya delalet eden birçok rivayet de vardır. Bkz. Bihar’ul-Envar, c.17, s.156 ve 158.


300İthal kelimeler bir dilden başka bir dile girmiş olan kelimelerdir. Kurân-ı Kerim’de bu tür kelimelerin (Arapça olmayan sözcükler) var olup olmadığı konusundaki muhtelif görüşler aşağıda şerh edildiği gibidir:

Şafii, Taberi, Ebu Ubeyde, Ebu Bekr Baklani ve İbn-i Faris gibi isimlerden oluşan bir gruba göre Kurân’da Arapça olmayan, Arapçalaştırılmış ve ithal sözcük yoktur. Zira Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Onu Arapça bir Kurân olarak indirdik” (Yusuf/2); “Eğer biz onu yabancı dilden bir Kurân kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab’a yabancı dilden (kitap) olur mu?” (Fussilet/44).

Başka bir grup da şöyle demektedir: Kurân’da Arapçalaştırılmış (yabancı kelimeler) vardır. Öte yandan onlar bu görüşe muhalif olanların istidlaline de şu şekilde yanıt vermişlerdir: “Arapça bir kitapta az sayıda Arapça olmayan kelimenin bulunması onu Arapça olmaktan çıkarmaz.” Suyuti de bu görüşü benimseyenlerdendir; o, İbn-i Meysere ve diğerlerinden Kurân’da her dilden kelimeler olduğunu nakletmiştir. İbn-i Nakib’den Kurân’da Rumca, Farsça ve Habeş dilinde sözcükler olduğunu nakletmiş, kendisi de


Yüklə 3,24 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   41




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin