Eserin özgün adı: روش تفسیر قران Reveş-i Tefsir-i Kur’an Yayın Yönetmeni


“Şüphesiz, mümin erkeklere ve mümin kadınlara işkence edip sonra tövbe etmeyenlere cehennem azabı ve yakıcı ateş azabı vardır.”



Yüklə 3,24 Mb.
səhifə40/41
tarix30.11.2017
ölçüsü3,24 Mb.
#33403
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   41
“Şüphesiz, mümin erkeklere ve mümin kadınlara işkence edip sonra tövbe etmeyenlere cehennem azabı ve yakıcı ateş azabı vardır.” (Buruc/10).

Kalbi iman ile mutmain olduğu halde (inkâra) zorlanan kimse müstesnadır.” (Nahl/106). Bu ayet, işkencelerden canını kurtarmak için takiye yapan Ammar gibi müminlere işaret etmektedir.

Sonra Rabbin, işkence edildikten sonra hicret eden, sonra cihad edip sabredenler için, elbette bütün bunlardan sonra, Rabbin onlar için bağışlayandır ve merhamet edendir.” (Nahl/110).

Aynı şekilde bu hadiselerin ardından Medine’de nazil olan ve onların gösterdikleri istikameti öven ayetler vardır. Örneğin; “Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenleri, bu dünyada güzel bir şekilde yerleştiririz; ahretin mükafatı ise, bilseler, bundan daha büyüktür. Onlar, sabredip Rablerine tevekkül ederler.” (Nahl/41-42).



812Zümer/32.


813Zümer/29.


814Zümer/30-31.


815Bkz. el-Mizan, c.17, s.260.


816Bakara/240.


817Bakara/234.


818Nisa/12.


819Bu ayetin neshedildiği icma ile sabittir. (Tefsir-i Şubber, s.76).


820Vesail’uş-Şia, c.15, s.453, bab.30, Ebvab’ul-İded, 4,5,7 ve 9 nolu rivayetler.


821“Miraslarla ilgili ayetler ininceye kadar hep böyle idi. Miras ayeti, bir yıl nafaka verilmesi hükmünü dörtte bir veya sekizde bir miras verilmesiyle nesh etti. Nisa suresinde bunun açıklaması gelecektir. Ayrıca “…kendi kendilerine dört ay on gün beklerler…” ayeti de bir yıl iddet beklemeyi nesh etti. Bizim nezdimizde vasiyet hükmü sabittir ve nesh edilmemiştir. Vacip değil de müstehap yoluyla kalmış olursa o başka… Ama miras ayeti onunla çelişmez ve vasiyeti nesh edici değildir. Beyan ettiğimiz söz, fakihlerin görüşüdür. Fakat bir yıl iddet konusu birinci ayetle neshedilmiş ve o, dört ay on günü kapsamaktadır.” (Tefsir-i Ebu’l-Futuh Razi, c.2, s.119-120). Bu ayetin hükmü önceki ayetle nesh edilmiştir. O ayet de şudur: “İçinizden vefat eden erkeklerin geride bırakmış olduğu eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün beklerler…” İddeti neshittiği konusunda ihtilaf yoktur. Sadece Ebu Huzeyfe muhalefet etmiş ve şöyle demiştir: “İddet dört ay on gündür ve bundan fazlası bir yıla kadar vasiyetle ispatlanır. Nafakadan faydalanması durumunda bunu mirastan alır ve kendisi hakkında tasarrufta bulunur.” Fakat her ne kadar müstehap olsa da, vasiyet hükmü bizim yanımızda bakidir, nesh edilmemiştir. İbn-i Abbas, Hasan, Kutade ve Mücahit’ten bu ayetin miras ayeti ile nesh edilmiş olduğu aktarılmıştır. Onların “varise vasiyet olmaz” sözünün yanlışlığını açıkladık. Miras ayeti vasiyetle çelişmez, dolayısıyla da miras ayetinin vasiyet ayetine nasih olması caiz değildir. (et-Tibyan fi Tefsir’il-Kurân, c.2, s.278).


822Bkz. Furu-u Kâfi, c.5, s.66, 69, 70; Kitab’ul-Maişet, hadis.1; Tefsir-i Ayyaşi, c.1, s.12, hadis.9; Vesail’uş-Şia, c.18, bab.13, Sıfat-u Kazi, s.135, hadis.23, s.145, hadis.51, s.148, hadis.62, s.149, hadis.65, bab.14, s.153, hadis.1.


823Hamd/6.


824Yasin/61.


825En’am/161.


826Nisa/69.


827Hamd/7.


828Asr/2-3.


829Bakara/285.


830Bakara/177.


831Bakara/23.


832Yunus/38.


833Ankebut/48.


834Ahkaf/15.


835Bakara/233.


836Şeyh Mufid, Muhammed b. Muhammed b. Numan, el-İrşad fi Marifet-i Hucecillah ala’l-ibad, c.1, s.202.


837Nisa/46.


838Elbette bu tür ayetleri, birbirine benzeşen anlamında müteşabih saymışlardır ve bu, onların manasının belli olmadığı anlamna da gelmez.


839En’am/61.


840Nahl/28.


841Secde/11.


842Zümer/42.


843Bkz. El-Mizan, c.17, s.269.


844Saffat/24.


845Hicr/92.


846Rahman/39.


847Yasin/65.


848Rahman/41.


849Bu gruba bir diğer örnek ise Hz. Âdem’in (a.s) yaratılışı hakkındaki ayetlerdir. Kurân-ı Kerim, Al-i İmran suresinin 159. ayetinde Âdem’in (a.s) asıl mayasının “toprak” olduğunu, Rahman suresi 14. ayetinde “pişmiş çamura benzer balçık” Saffat suresi 11. ayetinde “yapışkan bir çamur” ve Hicr suresi 26. ayetinde ise “biçimlendirilmiş kara balçık” olduğunu ifade etmiştir. Her ne kadar Âdem’in (a.s) vücudunun asıl mayası hakkında çeşitli tabirler kullanmışsa da hepsinin cevheri ve özü tek bir şeydir; yani topraktır. Bkz. El-Burhan fi Ulum’il-Kurân, c.2, s.54.


850Bakara/158.


851Bkz. Nur’us-Sakaleyn, c.1, s.542, hadis.527.


852Bakara/7.


853Nisa/155.


854Nur’us-Sakaleyn, c.1, s.33, hadis.16.


855En’am/20.


856Fetih/29.


857Bkz. Nur’us-Sakaleyn, c.1, s.708, hadis 37.


858Araf/157.


859Al-i İmran/8.


860Saf/5.


861Zuhruf/45.


862İsra/1.


863Nur’us-Sakaleyn, c.4, s.606.


864Bakara/37.


865Araf/23.


866Bkz. Tefsir-i Taberi, Beyzavi, İbn-i Kesir, el-Menar, Bakara/37. ayet-i kerimede.


867Bkz. El-Burhan fi Tefsir’il-Kurân ve ed-Dur’ul-Mensur, Bakara suresi 37. ayeti.


868Enbiya/30.


869Tarık/11-12.


870Taberi, Cami’ul-Beyan’da (c.17, s.15) İkrime’den nakletmiştir.


871Nahl/44.


872et-Tefsir vel-Müfessirun, c.1, s.37.


873Geçmişte rivayetlerin Kurân tefsirinde başvurulması gereken kaynaklardan biri olarak sayanlardan bazıları şunlardır: Şeyh Tusi Tibyan’da c.1, s.6 ve 7; Taberi Cami’ul-Beyan’da c.1, s25, 26 ve 32; Tabersi Mecme’ul-Beyan’ın mukaddimesinde (el-Fenn’us-Salis); Şehristani Mefatih’ul-Esrar’da c.1, s.18; Tufi el-İksir fi İlm’it-Tefsir’de, s.11 ve 12; İbn-i Teymiye Mukaddimetun fi Usul’it-Tefsir’de s.39; İbn-i Teymiye’nin öğrencisi olan İbn-i Kesir Tefsir’ul-Kurân’il-Azim’in mukaddimesinde; Zerkeşi el-Burhan’da, c.2, s.156-161; Suyuti el-İtkan’da, c.2, s.1197; Kurân’ın Kurân’la tefsir edilmesini en üstün tefsir yöntemi sayan Allame Tabatabai bile müfessiri, rivayetlere müracaat etmekten müstağni saymamıştır. Bkz. Kurân der İslam, s.63. Şunu hatırlatmakta da yarar var; bu âlimler, hangi tür ayetlerde rivayetlerden faydalanılması gerektiği konusunda aynı görüşte olmayıp, farklı görüşlere sahiptirler.


874Seyyid Haşim Behrani’nin el-Burhan tefsirinde yaptığı gibi.


875Bihar’ul-Envar, c.65, s.147.


876A.g.e, c.103, s.42.


877Muminun/76.


878Bihar’ul-Envar, c.93, s.337.


879Tefsir-i Nur’us-Sakaleyn, c.3, s.549.


880Bakara/6.


881Bakara/89.


882Neml/40.


883Bakara/152.


884Bakara/85.


885Mümtehine/4.


886Ankebut/25.


887Hac/36.


888Bihar’ul-Envar, c.65, s.301.


889Beled/1-2.


890Bihar’ul-Envar, c.4, s.67.


891Taha/81.


892Bihar’ul-Envar, c.4, s.67.


893Hac/29.


894Bihar’ul-Envar, c.89, s.83.


895Nahl/16.


896A.g.e, c.16, s.88.


897Bihar’ul-Envar, c.84, s.66.


898Kasas/5-6, Bihar’ul-Envar, c.51, s.54.


899A.g.e, c.51, s.54.


900A.g.e, c.53, s.26.


901Ehl-i Sünnet’in altı sahih hadis kaynağı, Kenz’ul-Ummal ve el-Müstedrek ala’s-Sahiheyn gibi ve Şia kaynaklarından Kütüb-i Erbaa, Bihar’ul-Envar vb.


902Kurân sözcüklerini açıklayan rivayetlerden iki örneğe dikkat ediniz:

a) Peygamber Efendimizden (s.a.a), Tevbe suresinin 112. ayetinde geçen “es-saihun” sözcüğünden maksadın “oruç tutanlar” olduğu rivayet edilmiştir. (Kenz’ul-Ummal, c.2, s.7). Fakat lügat kaynaklarında bu kelimenin kökü olan “seyehe” sözcüğü “akmak” ve “gitmek” manasına gelmiştir. Aynı şekilde “sahe ez-zill” cümlesini “gölge döndü” şeklinde anlamlandırmışlardır. (bkz. Mucem-u Mekayis’il-Lügat, es-Sihah vel-Misbah’ul-Münir, bu kelimenin altında). Bazıları “siyahet” kelimesinin, “ibadet ve ruhbaniyet için özel bir mekana doğru yolculuk.” manasına geldiğini söylemişlerdir. (bkz. Ezheri, et-Tehzib). Hiçbir lügat kitabında bu kelime için “oruç tutmak ve oruç tutan” manası zikredilmemiştir.

b) İmam Cafer-i Sadık (a.s), “rafes, fusuk ve cidal” kelimelerini sırasıyla “cinsel ilişki, yalan ve “yok vallahi ve evet vallahi” şeklinde yemin etmek ve birbirine sövmek” şeklinde mana etmiştir (Şeyh Saduk, Muhammed b. Ali, Meani’l-Ahbar, s.294) ve Muminun suresinin 76. ayetinde geçen “tazarru” kelimesini, elleri kaldırmak şeklinde mana etmiştir. (A.g.e, s.369).

Fakat metinde de ifade ettiğimiz gibi Kurân sözcüklerinin manasını beyan eden rivayetlerin senedi sahih olmalıdır. Öyleyse zikri geçen rivayetler muteber olmadıkları için tek başına referans olamazlar.



903Bkz. Muhammed Cevad Belaği, Ala’ur-Rahman, c.1, s.32.


904Mesela; İbn-i Abbas’tan Fatır suresinin birinci ayetinde geçen “fatır” sözcüğünün ve Araf suresinin 89. ayetinde geçen رَبَّنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا ibaresinde geçen “feth” sözcüğünün beyanına ilişkin nakledilen sözler. (Bkz. El-İtkan, c.1, s.354 ve 355).


905İmru’ul-Kays, Nabiğa Zebyani, Alkame b. Abduh, Zuheyr b. Ebu Selma, Tarfe b. El-Abd, Antere, Hunesa, Lubeyd ve… bu şairlerdendir.


906İbn-i Abbas’tan naklettiklerine göre o şöyle der: “Kurân’ın müşkül sözcükleri hakkında bana soru sormak istediğinizde Arap şiirini inceleyin; zira şiir, Arabın divanıdır.” Ona Kurân’dan bir şey sorduklarında o konuda bir şiir okurdu (yani şiiri şahit ve referans olarak getirirdi) ve bu, onun genel yöntemiydi. Bkz. El-Burhan fi Ulum’il-Kurân, c.1, s.369; el-İtkan, c.1, s.382.

Cahiliye dönemine ait nesir ve şiir hakkındaki araştırma kaynaklarından bazıları şunlardır: Abdulcelil’e ait ve Azernuş tarafından Farsça’ya tercüme edilmiş olan Tarih-i Edebiyat-i Arab, Hena Fahuri’nin kaleme aldığı ve Ayeti tarafından Farsça’ya tercüme edilen Tarih-i Edebiyat-i Zeban-i Arabi, Mustafa Sadık Rafii’nin eseri olan Tarih-u Adab’il-Arab, Amr Ferruh’un yazdığı Tarih’ul-Edeb’il-Arabi, c.1, Şevki Dayf’in yazdığı ve Alirıza Zekaveti tarafından Farsça’ya çevrilmiş Tarih-i Edebi-yi Arab-i Asr-i Cahili, Nasiruddin Esed’e ait Mesadir’uş-Şiir’il-Cahili; Cevad Ali’nin yazdığı el-Mufassal fi Tarih’il-Arab Kabl’el-İslam, Mucem’ul-Udeba, Keşf’uz-Zünun ve…




907Örnek Mecme’ul-Beyan tefsirinde “el-lügat” bölümlerine bakabilirsiniz.


908Bkz. el-Menar, c.1, s.7.


909Sahabe arasından, Kurân’ın zor sözcüklerinin tefsirinde İbn-i Abbas’tan birçok söz nakledilmiştir ve bu sözlerinde nesir veya şiire istişhat etmiştir. Suyuti, zikri geçen sözlerden 60 sayfasını en sahih senetle (kendi inancına göre) el-İtkan kitabında getirmiştir. Bu, sağlam olmayan senetle ondan birçok konunun nakledildiği anlamına gelmektedir. (Bkz. El-İtkan, c.1, s.355-416).


910Bazen “Mean’il-Kurân” ve “Mecaz’ul-Kurân” ismiyle de zikredilmiştir. Bkz. Seyyid Ahmet Sagar, Tevil-u Müşkil’il-Kurân kitabının önsözünde, İbn-i Kuteybe, s. “cim harfi”.


911Mesela Halil b. Ahmet Ferahidi (ö. 175 Hicri), el-Ayn kitabında ayetlere çokça işaret etmiştir.


912Bkz. Ebu Heyyan, el-Bahr’ul-Muhit, c.1, s.14; el-Burhan fi Ulum’il-Kurân, c.1, s.394. Bazı âlimler de harflerin manaları konusunda müstakil eserler yazmışlardır.


913Mesela İbn-i Kutiye, İbn-i Tureyf, Serkanti (Serkısti) ve İbn-i Kıta gibi edebiyatçılar fiiller hakkında kitap yazmışlardır. Bkz. El-Bahr’ul-Muhit, c.1, s.14 ve el-Burhan fi Ulum’il-Kurân, c.1, s.395.


914Ebu Hilal Askeri’ye (ö. 395 Hicri) ait el-Furuk’ul-Lugaviyye ve Nureddin b. Nimetullah Hüseyni Cezairi’ye (ö. 1158 Hicri) ait Furuk’ul-Lügat kitabı gibi.


915“Garib’ul-Kurân” kitabı yazan ilk kişi İmam Seccad, İmam Bakır ve İmam Sadık’ın (a.s) yarenlerinden olan ve Hicri 141 yılında vefat eden Eban b. Teğlib’dir. (Bkz. Seyyid Ebu’l-Kasım Hoi, Mucem-i Rical’il-Hadis, c.1, s.143 ve sonrası). Onun ardından Muhammed b. Saib Kelbi Kufi (ö. 146 Hicri), Ebu Feyd Muerric Amr Sedusi Basri (ö. 174 Hicri), Ali b. Hamza Kisai (ö. 182 Hicri) ve diğerleri bu alanda kitaplar yazmışlardır. Daha sonraları Yahya b. Ziyad Ferra (ö. 207 Hicri), Kurân sözcüklerini Meani’l-Kurân kitabında açıklamıştır. İbn-i Kuteybe ve Zeccac da bu alanda birer kitap yazmışlardır. “Garib’ul-Kurân” kitabının yazılış süreci İbn-i Dureyd’le (ö. 321 Hicri) devam etmiş, sonra İbn-i Aziz veya el-Uzeyzi, üstadı İbn-i Enbari’nin yardımıyla kendi meşhur kitabını yayına hazır hale getirmiştir. Daha sonraları “Garib’ul-Kurân” konusu daha geniş bir bakışla gündeme getirildi ve Rağib İsfehani (ö. 502 Hicri) Kurâni kullanımı ve ayetlerin siyakını dikkate alarak el-Müfredat kitabını tedvin etti. Zerkeşi ve onun ardından Suyuti, bu kitabı “Garib’ul-Kurân” konusundaki en iyi kitap saymıştır. Son yıllarda Tureyhi (ö. 1085 Hicri) Tefsir-i Garib’il-Kurân kitabını yazmıştır. O, Mecme’ul-Bahreyn kitabında da Kurân sözcüklerine işaret etmiştir. Bu alanda yazılmış en yeni eser, Üstat Hasan Mustafavi tarafından kaleme alınmış “et-Tahkik fi Kelimat’il-Kurân’il-Kerim” kitabıdır. Bu kitapta Arapça sözlükler, edebiyat ve tarih kitapları, Arapça ve İbranice karşılaştırmalı sözlükler dikkate alınmak suretiyle sözcüklerin kökeni bulunmuş, Kurân’daki kullanıldığı manalar ispat edilmiştir.

Garib’ul-Kurân” ve yazarları hakkında daha fazla bilgi edinmek için bkz. Hacı Halife Mustafa b. Abdullah, Keşf’uz-Zünun an Esami’l-Kütubi vel-Fünun, c.2, s.1203-1208; genel Arapça sözlükler için bkz. A.g.e, s.1557, İsmail Paşa, İzah’ul-Meknun ve Hediyyet’ul-Arifin ve Asar’ul-Musannifin (ki Keşf’uz-Zünun ile birlikte yayınlanmıştır), Beyyinat dergisi, ikinci yıl, 3 ve 4. sayı, Ferecullah Gulami’ye ait Kitap Şinasi-yi Garib’ul-Kurân, el-Burhan fi Ulum’il-Kurân, c.1, s.288, el-İtkan, c.1, s.353.




916Müfessirler arasında da “Garib’ul-Kurân” bahsi gündemde olmuş, onlardan bazıları bu alanla ilgili konuları özel bir dikkat göstererek kendi tefsir kitaplarında getirmişlerdir. Mesela Tabersi, Mecme’ul-Beyan tefsirindeki “el-lügat” bölümlerinde bunu yapmış; Zamehşeri, el-Keşşaf tefsirinde edebiyat ilimlerinin çeşitli yönlerini dikkate alarak sözcükleri incelemiştir.


917Bkz. Muhammed Cevad Belaği, Ala’ur-Rahman, c.1, s.32 (Mess ve lems kelimelerinin manalarının karıştırılması).


918Birinci bölümde, ayetin konusunun dışında bulunan özellikler tefsirde dikkate alınması gerekli karinelerden sayılmıştı. Bu yüzden dinler, kavimler ve olaylarla ilgili ayetlerin tefsirinde bunlar hakkındaki tarihi özellikleri bilmek faydalı ve hatta zaruridir. Suyuti şöyle yazmıştır: “Nüzul sebebiyle, ayetin manasının hakkında indiği şey, o şeyle anlaşılır.” (el-İtkan, c.2, s.1211). es-Sadi de şöyle der: “Resulullah’ın (s.a.a), Kurân’ın nüzul vaktinde ashabı ve düşmanlarına karşı davranışındaki hal ve hareketleri ayetin anlaşılmasında ve maksadının bilinmesine en büyük yardımcıdır.” (Teysir’ul-Kerim’ir-Rahman, c.1, s.13).


919Ubeydullah b. Abdullah Hakim Hesekani, Şevahid’ut-Tenzil, c.1, s.40, 44 ve 45; Muhammed b. Ali Şeyh Saduk, Uyun-i Ahbar’ir-Rıza, c.1, s.67.


920Bu yolla İslam kültürüne birçok efsane girmiştir. Hatta Hz. Davud (a.s), ve Hz. Süleyman (a.s) gibi bazı peygamberlere reva olmayan birçok isnatlarda bulunmuşlardır. Bunlar, İsrailiyat ve Nasraniyat olarak nitelendirilen konulardır ve rivayet kaynakları bahsinde bunların inceleme ve eleştirisini de yapmıştık.


921Bu esasa dayalı olarak Kurân kıssalarında kaybolmuş halkalar mevcuttur. Bunları bulmak isteyenler tarih kaynaklarına müracaat etmelidirler. Ama bu, tarihçilerin sözlerini tastamam kabul etmesi gerektiği anlamına da gelmez. Ancak açıkladığımız koşulları dikkate alarak tarihçilerin sözlerinden istifade etmelidir.


922Bkz. el-Mizan, c.13, s.397 ve 398. Zülkarneyn seddi hakkında farklı görüşler beyan edilmiştir. Bazıları şöyle demişlerdir: Yecüc ve Mecüc Kuzey Asya’da büyük bir ümmetti. Onlar, ülkeleri talan edip, insanları katletmek için muhtelif bölgelere akınlar düzenliyorlardı. Zülkarneyn’in seddi onları kendi bölgelerine hapsetti. Hatta bu sed sayesinde artık diğer bölgelerdeki insanlar onların şerrinden kurtuldular. Bazıları da şöyle demişlerdir: Onlar, Tatar ve Moğollardır ve hicretin VII. asrının ilk yarısında Asya’nın batısına, sonra da Rusya ve Roma’ya saldırıda bulundular ve birçok cinayetler işlediler. Fakat bu iddiayı kabul etmek bir hayli zordur. Çünkü Kurân şöyle buyuruyor: “O seddi ne aşabildiler ve ne de delebildiler.” Hem nasıl olur da onlar böylesine büyük bir seddi aşmış olsunlar? Merhum Allame Tabatabai bu sorunu çözümlemek için “Rabbimin vaadi geldiğinde onu yerle bir eder.” (Kehf/98) ayetinin orijinalinde geçen “dekk” sözcüğüne [dikkate alınmayacak ve faydalanılamayacak kadar] bayağılaşmak ve değersizleşmek anlamını vermiştir. Zira insanın teknolojik alanda ilerleme kaydetmesi, denizde, karada ve havada çeşitli ulaşım araçlarının geliştirilmesiyle artık böyle bir seddin işlevselliği ortadan kalkar. Aslında Yüce Allah’ın bu vaadi, beşeriyetin medeniyet açısından gelişim ve tekamülüdür. Fakat “Rabbinin vaadi geldiğinde…” ayetinde geçen “dekk” sözcüğüne bu manayı vermek, ayette sözü edilen vaadin kıyamet olmaması şartına bağlıdır. Allame Tabatabai şöyle buyurmuştur: “Dekk” kelimesi için başka bir mana da zikretmişlerdir. O da “toprağa gömmek” manasıdır. Bu durumda da Zulkarneyn seddi ilahi vaadin gelmesiyle birlikte şiddetli fırtınalar veya denizlerin yer değişmesi sonucu yere gömülmüş, Yecüc ve Mecüc de onu aşmışlardır.” Dikkat edilecek olunursa tarihi ve insani konular hakkında bilgi sahibi olmak bu ayetin anlaşılmasında temel rol oynamaktadır. Dolayısıyla tarih kaynakları bu alanda müfessire hatırı sayılır ölçüde yardımcı olabilir.


923Tövbe/37.


924Bakara/189.


925Bkz. Cafer Murtaza Amili, Hadis’ul-İfk. Bu kitapta ifk ayetleri ile ilgili gelmiş olan tarihi rivayetler ciddi şekilde eleştirilip, birçok yalanı da ortaya çıkmıştır.


926Bihar’ul-Envar, c.2, s.242 ve 244.


927“Kuşkusuz, Resulullah’ta sizin için (içinizden) Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok anan kimse için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab/21).


928Nur/11-36.


929İfk olayı hakkında nakledilen hikâyelerden bazılarının hem kendisiyle ve hem de diğer rivayetlerle çelişkileri vardır.


930Bkz. Hadis’ul-İfk, s.51 ve sonrası, s.77 ve s.84 (Ayşe’nin rivayetinin deruni çelişkisi) ve s.138-154.


931İbn-i Esir, Ali b. Ebul-Kerem, Usd’ul-Gabe fi Marifet’is-Sahabe, c.5, s.504.


932Hadis’ul-İfk, s.57. hadisin senedinde bulunan diğer fertler de bu eksikliğe sahiptirler ve sözün uzamaması için onları zikretmiyoruz.


933Bu konuyla ilgili daha fazla mütalaa için bkz. Muhammed Hadi Yusufi Garevi, Mevsuet’ut-Tarih’il-İslami, cüz-i evvel, mukaddime ve Cafer Murtaza Amili, Hadis’ul-İfk.


934Ahzab/38.


935Bkz. Celaleddin Suyuti, ed-Dur’ul-Mensur, c.5, s.384.


936Bkz. Muhammed b. Cerir Taberi, Cami’ul-Beyan an Tevil-i Ayel-Kurân, c.10, s.567-574.


937İsmail İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kurân’il-Azim, c.4, s.34. O şöyle demiştir: “En iyisi bu ayetlerin bilgisinin Allah’a havale edilmesi ve sırf tilavetiyle yetinilmesidir.” (Yani onun tefsirine girilmemesidir)


938İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurur: “Davud’un o kadına el koyduğunu iddia eden birisi elime geçerse ona iki had vururum: Bir haddi Nübüvvet [makamına saygısızlığı] için, diğerini de ona iftira ettiği için.” (Bkz. Bihar’ul-Envar, c.14, s.26).


939Bakara/156.


940Uyun-i Ahbar’ir-Rıza, s.107-108.


941Ahzab/37.


942Bkz. Ed-Durr’ul-Mensur, c.5, s.382. (ed-Durr’ul-Mensur’da geçen rivayetin, metinde zikrettiğimiz rivayetle birtakım farklılıkları da vardır). Cami’ul-Beyan, c.10, cüz 22, s.302, Hakim Nişaburi, el-Müstedrek ala’s-Sahiheyn, c.4, s.23 ve 24.


943Cami’ul-Beyan, c.10, s.302.


944Al-i İmran/122.


945Ali b. İbrahim Kummi (ö. 307), Tefsir-i Kummi, c.1, s.138-139.


946
Yüklə 3,24 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   41




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin