“Haliku kulli şey/her şeyin yaratıcısı” ifadesini akli ve munfasıl muhassis için örnek olarak getirmiş ve şöyle demiştir: “her şey”den maksat kendi yüce zatı ve kulların fiilleri dışındaki şeylerdir. Fahri Razi de el-Mahsul fi Usul’il-Fıkh kitabında (c.3, s.73) umumiyeti akli delille tahsis etme konusunda şöyle demiştir: “Bu, bazen akli zaruretle sabit olmaktadır. Yüce Allah’ın “Allah her şeyin yaratıcısıdır.” (Zümer/62) sözü buna bir örnektir. Biz zaruri olarak şunu biliyoruz; O, kendisinin yaratıcısı değildir. Bazen de akli nazar itibarı ile sabittir. Mesela; “Yoluna gücü yetenlerin o evi ziyaret etmesi (haccetmesi), Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır.” (Al-i İmran/97) ayetini bizler sabiy ve deli ile tahsis edip, onları bu emirden muaf tutuyoruz. Çünkü onların anlama kabiliyeti yoktur. Onlardan bazıları umumiyetin akli delille tahsisi konusunda ihtilaf etmişlerdir. Oysaki bana göre manada ve hatta lafızda hiçbir ihtilaf olmadığı hususunda şüphe yoktur. Bunun sebebi şudur: Lafız tüm durumlarda hükmün sübutuna delalet ettiği halde akıl bu hükmün bazı haletlerdeki sübutundan imtina etmektedir. Burada yapılacak şey ya akıl ve naklin (lafzın) her ikisinin de iktizasına göre hükmetmektir ki, bu durumda iki nakızın içtiması gibi imkânsız bir durum ortaya çıkar. Veya naklin (lafzın) delaletini aklın delaletine tercih etmektir ki bu da muhaldır; zira naklin esası akıldır. Dolayısıyla aklı boşa çıkarmak naklin dayanağını boşa çıkarmak demektir. Bir şeyin ayrıntısını düzeltmek için onun temelini tazyif etmek her ikisinin de zayıflığını iktiza eder. Veyahut aklın hükmünü naklin (lafzın) hükmüne tercih etmektir ki bizim “umumiyeti aklın hükmüyle tahsis etmek” sözüyle kastettiğimiz şey de budur.” Mirza Kummi Kavanin’ul-Usul kitabında (s.345) şöyle yazmıştır: “Karine, “Allah’ın eli, onların ellerinin üstündedir.” (Fetih/10) ve “Allah dilediğini saptırır ve dilediğini de hidayete erdirir.” (Muddessir/31) ayetlerinde olduğu gibi aklidir. Bunu şöyle izah edebiliriz; akli karine ile burada geçen “el” kelimesinden Allah’ın kudreti anlaşılmaktadır. Saptırma kelimesiyle onu kendi haline terk etmek ve hidayet kelimesiyle de ona başarı vermek anlamı kastedilmiştir.”
Kadı Abdulcebbar, Müteşabih’il-Kurân kitabında şöyle der: “Akli delil her ne kadar munfasıl ve ayrık olsa da hitap anındaki etkisi itibarı ile aynen muttasıl ve bitişik karine gibidir. Zira “Ey insanlar! Rabbinize kulluk edin. ” (Bakara/21) sözü, aklı olmayana sorumluluk yüklenmeyeceğini ifade eden akli karineyle birlikte “Ey akıl sahipleri! Rabbinizden sakının” sözünden daha vurguludur.”
“Rahman arşa istiva etti.” (Taha/5) ayeti ve ona benzer şu ayetlerde: Araf/54, Yunus/3, Rad/2, Furkan/59, Secde/4 ve Hadid/4 her ne kadar rivayetler onun manasını beyan etmiş ve müfessirler de muhtelif beyanlarla onu açıklamışlarsa da ancak aşikâr ve kesin olan delilden çok net olarak bilinmektedir ki, buradaki maksat Yüce Allah’ın bir taht üzerine oturması değildir. Başka bir ifadeyle kati ve kesin olan delil bu ayetin sözcüklerinden zahiri anlamlarının kastedilmesini engelleyici bir karinedir.
“Sonrakiler içinde bana doğru bir dil ver.” (Şuara/84) ayetinde Hz. İbrahim’in (a.s) gelecekteki insanlar arasında gerçek manada kendisi için doğru konuşan bir dil istemediği aşikârdır. Burada maksat gelecektekiler arasında iyi bir nam veya gelecektekiler arasından kendisi hakkında doğru sözle konuşacak insanların çıkmasını istemesidir. Her halükarda her ne kadar bedahet ayetin manasını tayin etmese de ancak ondan zahiri anlamının kastedilmediğini ortaya koyan karine-i sarifedir.
“Ben şarap sıktığımı görüyorum.” (Yusuf/36) ayetindeki bedahet, burada maksadın gerçek manada şarabın sıkılması olmadığını, çünkü şarabın sıkılacak bir yönünün söz konusu olmadığını ortaya koymaktadır. Şarabın üzümün sıkılmasıyla yapıldığı gerçeğini hepimiz bilmekteyiz. Dolayısıyla buradaki bedahet karine-i sarife, şarabın yapılışının bilinmesi gerçeği ise karine-i muayyinedir.
|