Eserin özgün adı: روش تفسیر قران Reveş-i Tefsir-i Kur’an Yayın Yönetmeni


“Haliku kulli şey/her şeyin yaratıcısı”



Yüklə 3,24 Mb.
səhifə37/41
tarix30.11.2017
ölçüsü3,24 Mb.
#33403
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   41
“Haliku kulli şey/her şeyin yaratıcısı” ifadesini akli ve munfasıl muhassis için örnek olarak getirmiş ve şöyle demiştir: “her şey”den maksat kendi yüce zatı ve kulların fiilleri dışındaki şeylerdir. Fahri Razi de el-Mahsul fi Usul’il-Fıkh kitabında (c.3, s.73) umumiyeti akli delille tahsis etme konusunda şöyle demiştir: “Bu, bazen akli zaruretle sabit olmaktadır. Yüce Allah’ın “Allah her şeyin yaratıcısıdır.” (Zümer/62) sözü buna bir örnektir. Biz zaruri olarak şunu biliyoruz; O, kendisinin yaratıcısı değildir. Bazen de akli nazar itibarı ile sabittir. Mesela; “Yoluna gücü yetenlerin o evi ziyaret etmesi (haccetmesi), Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır.” (Al-i İmran/97) ayetini bizler sabiy ve deli ile tahsis edip, onları bu emirden muaf tutuyoruz. Çünkü onların anlama kabiliyeti yoktur. Onlardan bazıları umumiyetin akli delille tahsisi konusunda ihtilaf etmişlerdir. Oysaki bana göre manada ve hatta lafızda hiçbir ihtilaf olmadığı hususunda şüphe yoktur. Bunun sebebi şudur: Lafız tüm durumlarda hükmün sübutuna delalet ettiği halde akıl bu hükmün bazı haletlerdeki sübutundan imtina etmektedir. Burada yapılacak şey ya akıl ve naklin (lafzın) her ikisinin de iktizasına göre hükmetmektir ki, bu durumda iki nakızın içtiması gibi imkânsız bir durum ortaya çıkar. Veya naklin (lafzın) delaletini aklın delaletine tercih etmektir ki bu da muhaldır; zira naklin esası akıldır. Dolayısıyla aklı boşa çıkarmak naklin dayanağını boşa çıkarmak demektir. Bir şeyin ayrıntısını düzeltmek için onun temelini tazyif etmek her ikisinin de zayıflığını iktiza eder. Veyahut aklın hükmünü naklin (lafzın) hükmüne tercih etmektir ki bizim “umumiyeti aklın hükmüyle tahsis etmek” sözüyle kastettiğimiz şey de budur.” Mirza Kummi Kavanin’ul-Usul kitabında (s.345) şöyle yazmıştır: “Karine, “Allah’ın eli, onların ellerinin üstündedir.” (Fetih/10) ve “Allah dilediğini saptırır ve dilediğini de hidayete erdirir.” (Muddessir/31) ayetlerinde olduğu gibi aklidir. Bunu şöyle izah edebiliriz; akli karine ile burada geçen “el” kelimesinden Allah’ın kudreti anlaşılmaktadır. Saptırma kelimesiyle onu kendi haline terk etmek ve hidayet kelimesiyle de ona başarı vermek anlamı kastedilmiştir.”

Kadı Abdulcebbar, Müteşabih’il-Kurân kitabında şöyle der: “Akli delil her ne kadar munfasıl ve ayrık olsa da hitap anındaki etkisi itibarı ile aynen muttasıl ve bitişik karine gibidir. Zira “Ey insanlar! Rabbinize kulluk edin. ” (Bakara/21) sözü, aklı olmayana sorumluluk yüklenmeyeceğini ifade eden akli karineyle birlikte “Ey akıl sahipleri! Rabbinizden sakının” sözünden daha vurguludur.”

Rahman arşa istiva etti.” (Taha/5) ayeti ve ona benzer şu ayetlerde: Araf/54, Yunus/3, Rad/2, Furkan/59, Secde/4 ve Hadid/4 her ne kadar rivayetler onun manasını beyan etmiş ve müfessirler de muhtelif beyanlarla onu açıklamışlarsa da ancak aşikâr ve kesin olan delilden çok net olarak bilinmektedir ki, buradaki maksat Yüce Allah’ın bir taht üzerine oturması değildir. Başka bir ifadeyle kati ve kesin olan delil bu ayetin sözcüklerinden zahiri anlamlarının kastedilmesini engelleyici bir karinedir.

Sonrakiler içinde bana doğru bir dil ver.” (Şuara/84) ayetinde Hz. İbrahim’in (a.s) gelecekteki insanlar arasında gerçek manada kendisi için doğru konuşan bir dil istemediği aşikârdır. Burada maksat gelecektekiler arasında iyi bir nam veya gelecektekiler arasından kendisi hakkında doğru sözle konuşacak insanların çıkmasını istemesidir. Her halükarda her ne kadar bedahet ayetin manasını tayin etmese de ancak ondan zahiri anlamının kastedilmediğini ortaya koyan karine-i sarifedir.



Ben şarap sıktığımı görüyorum.” (Yusuf/36) ayetindeki bedahet, burada maksadın gerçek manada şarabın sıkılması olmadığını, çünkü şarabın sıkılacak bir yönünün söz konusu olmadığını ortaya koymaktadır. Şarabın üzümün sıkılmasıyla yapıldığı gerçeğini hepimiz bilmekteyiz. Dolayısıyla buradaki bedahet karine-i sarife, şarabın yapılışının bilinmesi gerçeği ise karine-i muayyinedir.

554Kıyame/23.


555el-Mizan, c.20, s.112, mezkur ayetin açıklamsında.


556Bu mana Nur’us-Sakaleyn tefsirinde (c.5, s.464) gelen bir rivayetin mazmunudur.


557Bu mana da aynı kitapta (20. Hadis) gelen bir diğer rivayetin mazmunudur.


558Nisa/23.


559Maide/3.


560Zikri geçen noktaya dikkat edildiğinde el-Mizan tefsirinde (c.20, s.112) “Rablerine doğru bakarlar.” (Kıyamet/23) ayetinin altında yapılan açıklamanın doğru olmadığı ortaya çıkmaktadır. Çünkü Allame şöyle yazmıştır: “Yüce Rabbe bakmaktan maksat, maddi ve fiziki gözle bakmak değildir. Zaten O’nun hakkında kesin delillerlerle böyle bir şeyin muhal ve olağan dışı olduğu ispatlanmıştır. Ancak buradaki bakış, kalben nazar etmek ve iman hakikatiyle kalbin görmesidir. Görüldüğü gibi delil ve rivayet edilen hadisler de bu manaya sevketmektedir.” Allame Tabatabai’nin “delil de bu manaya sevketmektedir.” ifadesinin zahirinden şu anlaşılmaktadır: Delil, insanı kalben nazar etmek manasına yöneltmektedir. Dolayısıyla burada delil-i karine-i muayyine (manayı belirleyen karine) saymıştır. Oysaki buradaki karine sarifedir. Yani yalnızca bakışın hissi olmasından sarfınazar eder ve söz konusu bakışın kalbin nazar etmesi olduğunun tayinine delalet etmez. Maksat Rabbin sevabına göz dikmek ve buradaki isnat da mecazi olabilir.


561Fakat şöyle denilebilir: Muhatabının insanların geneli olduğu bir sözde bu tür deliller özel kişiler dışındakiler için anlaşılmadığından dolayı karine olmazlar. Çünkü bu durum, özel kişilerin dışındakilerin sözün mefhumunu yanlış telakki etmelerini gerektirir. Akıl sahipleri de geneli ilgilendiren konuşmalarında bu tür delillere itimat etmezler veya en azından onların bu delillere itimat ettikleri şüphe konusudur.


562“Asalet-i zuhur kaidesi, ancak gerekli inceleme ve karineden ümidi kesmenin ardından hüccet ve delil sayılır.” (Muhammed Rıza Muzaffer, Usul-i Fıkıh, c.1, s.145). “Üçüncü kısım delalet-i tasdikiyedir. Bu, lafzın kullanılışına uygun olan ciddi iradeye delalet etmesidir. Böyle bir delalet akıl sahipleri arasında kabul görmüş bir kuraldır. Fakat bu, zikri geçen hususlara ilave olarak söz konusu mananın aksini ispat edecek munfasıl bir karinenin bulunmadığının kesinleşmesine bağlıdır. Yoksa bu zuhur sübut makamında ciddi iradeyi ortaya koymaz. Zira munfasıl karinenin varlığı onun hücciyetine engeldir. Özetle şunu söylemek gerekir: Akıl erbabı, anlatıcı iradenin ciddi iradeyle mutabakatını, ancak bu mutabakatın aksine bir karine bulunmaması halinde geçerli kılmıştır.” (Ebul-Kasım Musevi Hoi, Muhazarat fi’l-Usul, c.1, s.103). “…Bu, sadece akıl erbabının hiçbir araştırma yapmadan sırf ümumat ve mutlakatı referans alma durumları değildir. Çünkü bu ümumat ve mutlakatın muarızlarının bulunması ihtimali onları, kelimenin kullanımıyla ondan kastedilen ciddi iradenin mutabakatı kaidesini icraya koymalarına mani olmaktadır. Ümumiyet kaidesi ancak bu akli kuralın cari olmasının ardından hüccet olabilir… Ümumat ve mutlakata istidlal edip onlara göre amel etmek ancak gerekli incelemenin ardından caiz olur ve bu akıl sahiplerinin kabul ettikleri bir kuralın icra edilmesinin mukaddimesidir.” (Ruhullah el-Musevi İmam Humeyni, Menahic’ul-Vusul ila İlm’il-Usul, c.2, s.275, 276).


563Al-i İmran suresi 7. ayet-i kerimede şöyle gelmiştir: “Onun bir kısmı muhkem ayetlerdir. Bunlar, ümmül-kitaptır/kitabın temelidir.” “Ümm” kelimesi etrafındaki şeylerin kendisine döndüğü merkeze denir. (Tertib-i Kitab’ul-Ayn, “ümm” sözcüğünde). Asl manasına (Mucem-u Mekayis’ul-Lugat, Kamus’ul-Lugat, Sihah’ul-Lugat, Lisan’ul-Arab, “ümm” sözcüğünde), mercii, cemaat ve din manasına (Mucem-u Mekayis’ul-Lugat, “ümm” kelimesinde) gelmiştir. Müfessirler bu ayette geçen “ümm’ül-kitap” kelimesini “Kurân’ın mercii olan ayetler” şeklinde tefsir etmişlerdir. (Şii müfessirlerinin çoğu ve Ehl-i Sünnet müfessirlerinden bir grup Al-i İmran/7’de bu manayı kabul etmişlerdir). Binaenaleyh bu ayet, açık olarak Kurân ayetlerinden bazılarının mercii olduğuna delalet etmektedir. Öte yandan araştırmacılar ve müfessirlerin birçoğu muhkem ayetlerin mercii oluşunu ve onlara müracaatı, tefsir ve beyan yönünde bir müracaat saymışlardır. Onlara göre muhkem ayetler, müteşabih ayetlerin açıklayıcısı ve müfessiridir; müteşabih ayetleri anlamak için muhkem ayetlere başvurmak gerekmektedir. (Bkz. El-Mizan fi Tefsir’il-Kurân, c.3, s.43). En azından Kurân ayetlerinden faydalanarak diğer ayetleri anlamak, müteşabih ayetleri anlamak için muhkem ayetlerden yararlanmayı zaruri kılmaktadır. Zaten mezkur ayetin devamı da bu konuyu göz ardı etmenin Kurân’ı anlamanın afetlerinden biri saymıştır.

İmam Cafer-i Sadık’tan (a.s) nakledilen rivayetlerde Hazret (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim Kurân’ın müteşabihini onun muhkemine döndürürse sırat-ı mustakime hidayet bulmuş olur.” Daha sonra Kurân’da olduğu gibi rivayetlerde de muhkem ve müteşabih rivayetlerin bulunduğunu ifade etmesinin zımnında şöyle buyurmuştur: “Her ikisinin de müteşabihlerini onların muhkemlerine döndürün.” (Bihar’ul-Envar, c.92, s.382).

Aynı şekilde Masum Önderlerden (a.s) gelmiş olan bazı rivayetlerde, İmamlar (a.s) bazı ayetlerin tefsirinde diğer ayetlerden istifade etmişlerdir. Mesela İmam Cevad (a.s), hırsızın elinin kesilmesini emreden ayetin açıklamasında hırsızın elinin nereden kesilmesi gerektiği konusuna “Ve secde yerleri yalnız Allah’ındır.” (Cin/18) ayeti ile istinat etmiştir. Bu ayete dayanarak hırsızın elinin parmak kökünden itibaren kesilmesini buyurmuşlardır ve Yüce Allah’ın ayette kesilmesini emrettiği ellerden maksadı parmaklardır. (Tefsir-i Ayyaşi, c.1, s.319). Bu tür rivayetler de bazı ayetlerin tefsirinde diğer ayetlerden istifade edilebileceğini teyit etmektedir. Tek sahih ve kapsamlı tefsir yönteminin Kurân’ı Kurân’la tefsir etmek olduğuna inanan Merhum Allame Tabatabai, bu yöntemin Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s) yöntemi olduğunu söylemiştir. (el-Mizan, c.1, Mukaddime).


564Şayet bazı ayetlerde Kurân’ın “mesani” sıfatı ile vasıflandırılmış olması da onun bu özelliğine işarettir. Zira “mesani” “mesna” kelimesinin çoğulu olup, atıf (Mecme’ul-Beyan, Hud/5), “Bir şeyin bir kısmını diğer bir kısmına döndürmek” (Lisan’ul-Arab, sena kelimesinde), birini birine eklemek (el-Ayn, c.8, s.243, sena sözcüğünde) manalarına gelen “sena” kökünden türetilmiştir.


565Kurân tefsiri konusunda diğerlerinin görüşlerinden haberdar olmak için bkz:

Seyyid Muhammed Bakır Ebtehi, el-Medhel ile’t-Tefsri’il-Mevzui lil-Kurân’il-Kerim, c.1, s.7: “Kurân-ı Hekim’in ayetlerinin müfessiri, ayetler arasındaki irtibatı kurmak ve onları birbiriyle buluşturmak suretiyle mutlakını mukayyedinden, umumu olanını hususiden, açık olanını müteşabihten ayırt edebilmesi için tüm çabasını sarf etmelidir. Hatta tüm bunları bir araya toplamasına vurgu yapılmıştır.”

Muhammed Emin Şunkayti, Edva’ul-Beyan, c.1, s.5: “Bu kitabı telif etmenin en önemli sebebi iki şeydir: Biri Kurân’ı Kurân’la beyan etmek. Çünkü tefsir çeşitleri içinde en yüce ve en üstün tefsirin Allah’ın kitabını Allah’ın kitabıyla tefsir etmek olduğu hususunda ulema icma etmiştir. Çünkü Yüce Allah’ın kelamını hiç kimse Yüce Allah’tan daha iyi bilemez.”


566Bakara/228.


567Ahzab/49.


568Talak/4.


569Ayette geçen “şüphe ederseniz” ifadesi hakkında üç ihtimal verilmiştir:

a)
Hamile olması hususunda şüphe edilirse; şöyle ki adetten kesilme yaşının ardından (normal kadınlarda elli yaş ve Kureyşli kadınlarda atmış yaşından sonra) hamile olmaları ihtimali verilirse iddet beklemeleri gerekir.

b)
Maksat o kadınların adetten kesilmiş oldukları hususunda şüphe etmektir.

c)
Maksat bu meselenin hükmünde şüphe etmektir. (Bkz. Tefsir-i Numune, c.24, s.343). Bu kelimenin manası hususunda araştırma yapmak konumuzda gerek duyulan bir mevzu olmadığından onun hakkında uzun uzadıya bahsetmekten sarf-ı nazar ediyoruz.



570Bakara/254.


571Bakara/48.


572Bakara/123.


573Bakara/255.


574Yunus/3.


575Meryem/87.


576Taha/109.


577Sebe/23.


578Enbiya/28.


579Kurân’ın Kurân’la tefsirine örnek teşkil eden yerlerden biri hususunda aşağıdaki ayetler de gösterilebilir: “Bugün temiz şeyler size helal kılındı… Kitap ehlinden iffetli kadınlar da ücretlerini vermeniz kaydıyla size helal kılındı.” (Maide/5) ayeti dikkate alınmadan “Kafir kadınlarla evlilik bağını korumayın.” (Mümtehine/10) ayeti tefsir edilirse Kitap ehlinden (Yahudi ve Hıristiyan) olan kadınlarla evliliğin (hatta geçici evliliğin dahi) haram olduğu anlaşılır. Zira “kâfir kadınlar” Yahudi ve Hıristiyan kadınları da kapsar. Çünkü onlar da Hz. Muhammed’in (s.a.a) nübüvvetini inkâr ettikleri için kâfirdirler. Eğer bu ayetin Mekke müşrikleri hakkında nazil olduğu ve dolayısıyla Kitap ehlinden olan kadınları kapsamadığı; siyakın da bunu teyit ettiği söylenirse şu cevabı vermek mümkündür: Ayetin siyakı ve iniş sebebi “kâfir kadınlar” ifadesindeki ümumiyeti tahsis etmez. Fakat Maide suresinin 5. ayeti dikkate alındığında bu ayetin hükmünün tahsis edildiği, dolayısıyla da kitap ehlinden olan iffetli kadınlarla geçici evlilik yapmayı kapsamadığı anlaşılmaktadır. İkinci ayetin geçici evlilikle tahsis edildiğinin delili “onlara ücretlerini vermeniz kaydıyla.” ifadesinden anlaşılmaktadır. Gerçi bunun üzerinde de bahis vardır ama onu burada getirmek hedefimizin dışındadır.

Bakara/221. ayet-i kerimede geçen “Müşrik kadınlarla iman etmedikleri sürece evlenmeyin…” cümlesindeki “müşrik kadınlar” Kitap ehlinden olan kadınları da kapsamaktadır. Orada da bu bahis ortaya gelir. Elbette “müşrik kadınlar” ifadesinin Kitap ehli kadınları şumuliyeti tartışma konusudur ve burada onu getirmeye mecal yoktur. Bkz. Cevahir’ul-Kelam, c.32, s.193-196.




580Elbette bazılarına göre bu tür ayetlerde Yüce Allah Kurâni beyanla insanlara anlatmak istediği şey, insanların genelinin dikkatlice düşündüklerinde anladıkları şeydir. Rivayetlerde ayetlerin tefsir ve açıklaması sadedinde gelen şeyler Yüce Allah’ın Kurân’la insanlara anlatmak istediği şey olmayıp, sadece Masum Önderlerin (a.s) açıklaması yoluyla beyan etmek sadedinde olduğu şeydir. Binaenaleyh Yüce Allah’ın ayetlerdeki maksadının anlaşılmasının Masum Önderlerin (a.s) beyanına ihtiyacı yoktur. Evet, İslam’ın idrakı, ahkâmın ve İlahi maarifin anlaşılması Kurân ve Sünnete bağlıdır. Fakat bize göre bu nazariye dakik ve sağlam değildir, kabul edilemez gerekçeleri vardır.


581Bakara/110.


582Bakara/177.


583Bakara/277.


584Bakara/238.


585Bakara/153.


586Müddessir/42 ve 43.


587Fussilet/6 ve 7.


588“Hırsızlık etmiş olan erkek ve kadının ellerini kesin…” (Maide/38).


589Tefsir-i Ayyaşi, c.1, s.319.


590Cin/18.


591Bakara/37.


592Araf/23.


593Bkz. Cami’ul-Beyan, Tefsir-i Beyzavi, Tefsir’ul-Kurân vel-Menar, Bakara suresi 37. ayet.


594Bkz. El-Mizan, Bakara/37. ayet-i kerime.


595Bakara/238.


596Bkz. El-Mizan, c.2, s.266; Allame Tabatabai’nin anlaşılmasının rivayetlere bağlı olduğunu düşündüğü diğer ayetlerden bazıları şunlardır: Maide suresinin abdestle ilgili olan 6. ayetinin tefsirinde şöyle yazmıştır: “Genel olarak başın bir bölümünün meshedilmesine delalet vardır. Ancak başın hangi bölümünün meshedileceği konusu ayetin delaletinden hariçtir ve onun beyanını sünnet üstlenmiştir…” (el-Mizan, c.5, s.221); Enfal suresinin humusla ilgili olan 41. ayetinde “zil-kurba/yakın akraba” kelimesinin beyanında şöyle yazmıştır: “Zil-kurba, yakınlık sahibi demektir. Kati rivayetlerin tefsirine göre maksat peygamberin (s.a.a) yakınlığı veya özellikle onlardan olan şahıslardır.” (el-Mizan, c.9, s.89); “Hac malum aylardır…” (Bakara/197. ayetinin tefsirinde şöyle yazmıştır: “Müfessirler nezdinde malum aylar sünnetin açıklamasıyla Şevval, Zilkade ve Zilhicce’dir.” (el-Mizan, c.2, s.78); Maide/33. ayeti olan muharebe ayetinin tefsirinde şöyle der: “…Öldürülsünler veya asılsınlar veya elleri ve ayakları çaprazlama kesilsin veyahut o bölgeden sürgün edilsinler…” ayetindeki seçenekler arasında tertip veya tahyir olduğu konusunda terdit vardır. Bunlardan biri harici hal veya sözlü karineden anlaşılır. Dolayısıyla ayet bu yönüyle mücmeldir ve onu ancak sünnet açıklamıştır. İleride Ehl-i Beyt’ten (a.s) nakledilecek olan rivayete göre bu dört had (şer’i ceza), yeryüzünde çıkarılmış olan fesadın derecelerine sıralandırılır…” “…veyahut o bölgeden sürgün edilsinler…” cümlesinin beyanında şöyle yazmıştır: “Nefy, kovmak ve saklamak anlamındadır. Sünnette ise bir şehirden başka bir şehre sürmek manasına gelir.” (c.5, s.327).


597Bakara/125.


598Bu rivayetlere dair bilgi için bkz. Vesail’uş-Şia, c.9, s.478-480, 484, 484, 494, 31 ve 515, Kitab’ul-Hac, Ebvab’ut-Tavaf, 3 ve 5 ve 72. Bab, hadis 1 ve 2; 74. bab, hadis 10 ve 18; 82. bab, hadis 7; Ebvab-ı İhram, 22. bab, hadis 3 ve 4; Ebvab-ı Say, 2. bab, hadis 3.


599Nur/2.


600Bkz. Tefsir-i Nur’us-Sakaleyn, c.3, s.569; Vesail’uş-Şia, c.18, s.348 (Sahihe-i Muhammed b. Müslim), (Sahihe-i Zürare) ve (Sahihe-i Asim b. Hemid).


601Nisa/11.


602Bilgi edinmek için bkz. Vesail’uş-Şia, c.17, s.374, Kitab’ul-Feraiz vel-Mevaris, Ebvab-ı Mevani’il-İrs, 1. bab, Kâfir Müslümandan Miras Alamaz Babı… ve s.388, 7. bab, Zalim Katil Maktulden Miras Alamaz Babı.


603Nisa/43.


604Bkz. Tefsir-i Burhan, c.1, s.371, Nisa suresi 43. ayetinde, 8. hadis.


605Şunu zikretmekte fayda var; rivayet dikkate alınmadan ayetin zahirinden çıkarılan anlamın birtakım sakıncaları vardır:

a) Yolculuk anında cünüp bir şekilde namaz kılmanın caiz olması gerekir. Hâlbuki bu, fıkhi açıdan kesin kabul edilmiş hükümlere aykırıdır.

b) Ayetin başlangıcında “yolculuk halinde cünüp bir şekilde halde namaz kılmak caizdir.” denilmekte, ayetin sonunda ise şöyle denilmekte: “Eğer yolcu olduğunuz halde kadınlarla ilişkiye girecek olursanız ve su bulamazsanız toprakla teyemmüm edin.” Dolayısıyla eğer teyemmüm cenabeti ortadan kaldırmıyorsa cünüp olarak namaz kılmanın caiz oluşunu yolculuk haline tahsis etmenin bir anlamı kalmaz. Öte yandan yolculuk halinde mutlak olarak teyemmümle namaz kılınamaz. Netice olarak ayetin sonunda teyemmüm hükmünün beyanı varken ayetin başlangıcının hiçbir faydası olmayacağı gibi hatta manaya da halel getirecektir. Zira doğru olmayan bir genelleme ve tahsisi içermiş olmaktadır. Eğer teyemmümü suyun olmaması halinde cenabeti ortadan kaldırıcı sayarsak ayetin başlangıcı ile sonu arasında tearuz ve çelişki ortaya çıkar; ayetin başlangıcı yolculukta cünüp halde namaz kılmanın caiz olduğunu söylerken son bölümü ise yolculukta bile cünüp halde namaz kılmanın caiz olmadığını, su bulunmaması halinde teyemmümle cenabeti ortadan kaldırmak gerektiğini söyler.

c) “Abiri sebilin/Yoldan geçenler” kelimesini yolcu anlamında manalandırmak onun gerçek manasına aykırıdır ve karineye ihtiyaç vardır. Eğer “yoldan geçenler” şeklindeki gerçek zahiri anlamı dikkate alınırsa yolda yürürken cenabet halinde namaz kılmanın caiz olduğu manası anlaşılır. Bu, fıkhi zaruriyatla çeliştiği gibi hiçbir müfessir de ayete böyle bir mana vermemiştir.



606Sahib-i Cevahir bu konuda şöyle demiştir: “Sarhoşun mescidlere, sadece oralar mescitlerdir diye yaklaşması haramdır denilmez. Zira biz diyoruz ki: Burada sarhoşun yaklaşmaması gereken namazdan maksat gerçek manadaki namazdır ve cünüp olan birisi hakkında ise kastedilen şey namaz yerleri (mescitler) ve onları kullanmasıdır.” (Cevahir’ul-Kelam, c.3, s.50).


607el-Mizan, c.4, s.360.


608el-Burhan fi Tefsir’il-Kurân, c.1, s.370.


609Nisa/101.


610Bakara/158.


611el-Burhan fi Tefsir’il-Kurân, c.1, s.410.


612Nahl/44.


613Bkz. Araf/63 ve 69, Enbiya/48 ve 105.


614Bkz. Maide/91; Yusuf/42; Rad/28; Meryem/2; Nur/37; Zuhruf/36; Bakara/200.


615Bkz. Al-i İmran/58; Yusuf/104; Hicr/6 ve 9; Nahl/43; Enbiya/5 ve 7; Yasin/69; Sad/8 ve 87; Fussilet/41; Zuhruf/44.


616Bu zikirden maksat, Resul’e (s.a.a) sünnetten indirilmiş olan şeylerdir. Bu ayet Gafir suresinin 70. ayetinde geçen şu ayete benzemektedir: “Onlar kitabı ve peygamberlerimizle gönderdiğimiz şeyleri yalanlayanlardır.” (Keşf’ul-Esrar, c.5, s.398).


617el-Burhan fi Tefsir’il-Kurân, c.2, s.370; Nur’us-Sakaleyn, c.3, s.57.


618Bu zuhur, onun Kurân ve semavi kitaplar hakkındaki yoğun kullanımı sonucu oluşmuştur. Kurân-ı Kerim’de “nuzzile/indirilmiş” kelimesi yedi defa geçmiş ve bunlardan altısında Kurân’a taalluk etmiştir. Bkz. En’am/37; Hicr/6; Nahl/44; Furkan/32; Zuhruf/31; Muhammed/2.


619Nisa/174.


620Enbiya/10.


621Diğer ayetlerde de kitabın peygamberler dışındaki kimselere indirilişinden söz etmiştir. Burada maksat peygamberlerin vasıtasıyla olan nüzuldur. Bkz. Bakara/231, Nisa/140, Nur/34 ve…


622Örnek olarak; Fahri Razi onu Kurân’ın mücmel konularından saymıştır. (Tefsir-i Kebir, c.20, s.38); İbn-i Kesir, onu Kurân’ın mücmel ve müşkülü olarak tefsir etmiştir. (İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kurân’il-Azim, c.2, s.592). Ebu Heyyan onu müşkül ve müteşabih olarak mana etmiştir. (Ebu Heyyan, el-Behr’ul-Muhit, c.6, s.534). Beyzavi onun, Kurân’ın emir ve nehiyleri veya müteşabihleri olabileceğini düşünmüştür. (Tefsir-i Beyzavi, c.3, s.400). Şii müfessirlerinden Şeyh Tusi ve Tabersi onu hükümler, şer’i kanunlar ve tevhid delilleri olarak tefsir etmiştir. (et-Tibyan fi Tefsir’il-Kurân, c.6, s.385; Mecme’ul-Beyan, c.6, s.159). Feyz-i Kaşani de onu emirler ve nehiylere tatbik etmiştir. (Tefsir-i Safi, c.3, s.138).


623Şu nokta dikkate şayandır; tüm ayetlerin mutlaka açıklamaya ihtiyacı vardır. Çünkü açıklamaya ihtiyaç duyulan ayetler müteşabih olabileceği gibi konularının detaylandırılması gereken mücmel ayetler de olabilir. Umumiyet ve ıtlağının gerçek maksat olmadığı ve dolayısıyla gerçek muradın bilinmesinin tahsis ve takyit edici karineye ihtiyaç duyduğu ayetlerden de olabilir. Zahiri anlamı kastedilmeyen ve dolayısıyla da zahiri anlamından vazgeçiren (sarife) karineye ihtiyaç duyulan ayetlerden de olabilir. Hatta şunu da söylemek mümkündür: Batıni yönden tüm ayetlerin açıklamaya ihtiyacı vardır. Çünkü tüm ayetlerin batıni manası vardır ve onları anlamak bir dizi teybin ve açıklama gerektirmektedir. Dolayısıyla bunun sadece bazı ayetlere özel olmasının anlamı yoktur.


624Allame Tabatabai’nin sözü de zahiren yukarıdaki manaya gelmektedir. Onun el- Mizan Tefsirindeki (c.12, s.261) ibaresi şöyledir: “Bu ayette Peygamberin (s.a.a) sözünün Kurân ayetlerinin açıklamasında delil olduğuna delalet vardır. Fakat bazılarının bu konuyu nas olan ve zahiri manası bilinen ayetlerin dışındaki müteşabih ayetlere veya Allah’ın kelamının sırlarına ve yorum gerektiren ayetlere has olduğunu savunması dikkate alınmaya değmez.”


625Cuma/2.


626Kitabı öğretme ibaresi hakkında müfessirlerin sözü şu şekildedir: “Onlara kitabı, yani Kurân’ı öğretir. Bu tekrar sayılmaz. Zira birincisinde tilavet ibaresini kullanmıştır; ta ki bununla onun doğruluğuna ve nübüvvetine delalet eden bir mucize olduğunu bilsinler. İkincisinde ise “ta’lim/öğretmek” ibaresini kullanmıştır; bununa da kitabın içerdiği tevhid delillerini ve şer’i hükümlerini anlasınlar.” (Mecme’ul-Beyan, c.1, s.394, Bakara/129. ayet-i kerimenin açıklamasında). “Bunun manası şudur: Onlara anlatsın ve kitabın manalarını bildirsin. Öğretmeyi tilavetin ardından zikretmiştir. Zira kulağa ilk değen şey tilavet ve Kurân’ın telaffuzudur. Ondan sonra manaları öğrenilir ve mefhumu düşünülür.” (el-Bahr’ul-Muhit, c.1, s.626, Bakara/129. ayette). “Onlara kitabı öğretir; yani kitabın lafızlarını onlara anlatır, nasıl eda edildiğini açıklar; onları kitabın hakikatlerine ve sırlarına vakıf eder.” (Ruh’ul-Meani, c.1, s.387, Bakara/129. ayetinde). “Kitabı öğretmek, onun ayetlerine ait lafızların açıklaması ve müşkül kavramlarının tefsiridir. Bunun karşısında hikmeti öğretmek vardır. Hikmet ise Kurân’ın ihtiva ettiği yakin edilmiş maariflerdir.” (el-Mizan, c.19, s.265, Cuma suresinin 2. ayetinde). “Kitabı öğretmek onu tilavet etmekten farklı bir şeydir. Ta’lim/öğretmek; beyan, şerh ve tefsirdir.” (Etyeb’ul-Beyan, c.13, s.5).


627Bkz. Bakara/129 ve 151, Al-i İmran/164.


628Şeyh Hürr-i Amili, Vesail kitabında (c.18, s.129) Kazinin özellikleri bablarından sadece XIII. babda, bu rivayetlerden 83 tanesini bir araya getirmiştir. Elbette biz, onun bu rivayetlerden elde ettiği sonucu kabul etmiyoruz ve bu rivayetlerden bazılarının altında getireceğimiz açıklamalarla bunun sebebini anlaşılacaktır.


629Bihar’ul-Envar, c.32, s.17, hadis.13; İlel’uş-Şerayi, s.192, 125.bab, İllet-u İsbat’il-Eimme (salavatullah aleyhim) hadis 1. Hadisin senedi sahihtir. Çünkü hadisin senedinde hepsi de güvenilirlikle vasfedilmiş şu rical yer almıştır: Ali b. Hüseyin b. Musa, Sad b. Abdullah b. Ebu Halef Kummi Eş’ari, Yakub b. Yezid b. Hemad Enbari, Safvan b. Yahya ve Mansur b. Hazim. Rical-i Keşi kitabında (c.2, s.718), Mansur b. Hazim başlığında (No 795) bu rivayet, lafızlarındaki az bir farkla gelmiştir ve onun senedi de sahihtir. Zira onun senedinde de Cafer b. Ahmed b. Eyyub, Safvan ve Mansur b. Hazim vardır; her üçü de güvenilir kişilerdir. (Bunların biyografisi için bkz. Mucem’us-Sigat). Usul-i Kafi’de Kitab’ul-Hüccet bölümünde “el-İztirar ilel-Hücce” babındaki 2. hadis ve “Farz-u taet’il-eimme” babındaki 15. hadis buradaki hadisle kısmen de olsa kelime farklılıklarıyla gelmiştir. Allame Meclisi Mirât’ul-Ukul’da (c.2, s.335) onun senedine ilişkin şöyle demiştir: “Meçhul, sahih gibidir.” Onun meçhul oluşu, Kâfi’de geçen senedinin başında bulunan Muhammed b. İsmail’dir. Zira rivayetin senedindeki diğer raviler güvenilir kişilerdir. Muhammed b. İsmail zahiren Muhammed b. İsmail Bunduki Nişaburi’dir. Muhammed b. İsmail Nişaburi hakkında ise geçmiş ulema tarafından güvenilir olduğu yönünde özel bir açıklama yapılmamıştır. Ancak onun güvenilir olduğuna dair bazı yollara istinat edilmiştir: 1- Kamil’uz-Ziyarat kitabının senetlerinde ismi geçmiştir. Ayetullah Hoi buna dayanarak onu güvenilir saymıştır. 2- Allame Hilli Munteha’da (s.275) ve Muhtelef’te (s.92) geçen tesbihatın sayısı meselesinde; Şehid-i Evvel, Zikra kitabında namazın kıraati konusundaki 12. meselede Muhammed b. İsmail’in de senedinde yer aldığı hadisi sahih saymıştır. Şeyh Hürr-i Amili Vesail’de (c.20, s.319, no.984) onun hakkında şöyle yazmıştır: “Müteahhir alimlerimiz onun hadisini güzel saymışlardır, bazıları da sahih saymıştır. Bu da onun için bir övgü olmakla birlikte hadis ehli arasındaki kaideye göre bir tür güvenilirlik vesikasıdır. Bu, hadisinin temiz olduğu, zaiften ve vasıtayla rivayet etmediğidir. Bu da araştırma sonucu onun hakkında bilinen bir övgüdür.” El-Hadis (c.15, s.84). 3- Merhum Kuleyni ondan 761 yerde hadis rivayet etmiştir. (Mucem-i Rical’den nakledildiğine göre Kuleyni gibi bir âlim Kâfi gibi bir kitaptaki onu kendisinden din ilmi konusunda Masumlardan (a.s) gelen rivayetlere dayalı kapsamlı bir kitap isteyen kişiye cevap olarak telif etmiştir. Onun zayıf ve güvenilmeyen birinden bu kadar (761) rivayet nakletmesi mümkün değildir. Dolayısıyla Kuleyni’nin ondan bu kadar rivayet etmiş olması onun güvenilir olduğunu ortaya koymaktadır).


630Vesail’uş-Şia, c.18, s.130, bab.13, ebvab-ı sıfat-ı kazi, hadis 2; bkz. Usul-i Kâfi, Kitab’ul-Hüccet, bab 1, hadis 4; Bihar’ul-Envar, c.23, 9-13, hadis 12. Yukarıdaki tercüme Vesail’uş-Şia kitabında geçen rivayete mutabıktır.


631Bu konuya delalet eden bazı rivayetlere ulaşmak için şu kaynaklara müracaat ediniz: Vesail’uş-Şia, c.18, s.22, 34, 35, 132, 133, 131, 138, 141 ve 142; Usul-i Kâfi, c.1, s.301, Kitab’ul-Hüccet, bab. 41, fi şa’ni inna enzelnahu fi leylet’il-kadr; Uyun-i Ahbar’ir-Rıza, c.2, s.49; el-Mehasin Bergi, s.268; Ravzat-u Kâfi, c.2, s.142; Nehc’ul-Belaga Feyzul-İslam, hutbe 125 ve 157, mektup 77; Nur’us-Sakaleyn, c.3, s.58, Allame Meclisi, Bihar’ul-Envar, c.92, s.78-106, Bab-i enne lil-Kurân Zahiren ve Batınen, 84. hadis.


632İcmanın kaşif oluşu; yani bir konu üzerinde eğer bütün alimler görüş birliğine varmışsalar, hiç şüphesiz bu hususta bir rivayete dayandırmışlardır. O rivayet bize ulaşmamış olsa bile böyle bir icma bir rivayetin varlığını keşfetmektedir.


633Zaruret-i mezheb de Şia’nın görüşüne göre munfasıl karine olduğuna dair kaşiftir. “Zaruret-i dini” ile “Zaruret-i mezheb” arasındaki fark; birincisinin tüm Müslümanlar tarafından, ikincisinin ise tüm Şiiler tarafından bedihi oluşu ve delile ihtiyacı olmayışıdır.


634Nisa/24.


635Mecme’ul-Beyan (c.3, s.61) yukarıdaki ayetin tefsirinde şöyle yazmıştır: “Şöyle denilmiştir: Ondan maksat arzuya ulaşmak ve temas etmek, ilişkiden lezzet almaktır… ve ondan maksadın muta nikahı olduğu söylenmiştir… Bu oldukça açıktır; zira istimta ve temettu her ne kadar köken olarak faydalanmak ve lezzet almak manasına gelse de şer’i terminolojide bu muayyen akit hakkında özel manaya kavuşmuştur… Bunun delili şudur: Ücreti vermeyi istimta koşuluna bağlamıştır. Bu da bu kelimenin manasının bu özel nikaha delalet etmesini gerekli kılmaktadır, cima ve lezzet almak manasına değil. Çünkü mehir ancak akitle vacip olur… Ayette geçen istimta sözcüğünün faydalanmak ve lezzet almak anlamına gelmesinin caiz olmadığına delalet eden bir diğer husus da şudur: Eğer böyle olsaydı o zaman evlilik akdi okuduktan sonra kadınla ilişki kurmadan onu boşayan birinin hiçbir şey vermemesi gerekir. Oysaki şunu biliyoruz ki ilişkiden önce kadını boşaması durumunda mehirin yarısını vermelidir. Eğer bundan maksat daimi evlilik olursa ayete göre akitle birlikte kadına mehirin tümünü vermek vacip olur. Çünkü ayette
Yüklə 3,24 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   41




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin