Eserin özgün adı: روش تفسیر قران Reveş-i Tefsir-i Kur’an Yayın Yönetmeni


“Eğer sana sebat vermemiş olsaydık, neredeyse sen onlara birazcık meyledecektin”



Yüklə 3,24 Mb.
səhifə36/41
tarix30.11.2017
ölçüsü3,24 Mb.
#33403
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   41
“Eğer sana sebat vermemiş olsaydık, neredeyse sen onlara birazcık meyledecektin”. Fakat bu cümleyle ondan başkası kastedilmiştir. Nitekim buna dair rivayet de gelmiştir. Bu darb’ul-mesel, Sehl b. Malik Fezazi’nin Tay kabilelerinden birinin reisi olan Harise b. Lam’ın kız kardeşinin çadırının yanında okuduğu iki beyitlik şiirden alınmıştır. O, çadıra hitap ettiği halde maksadı Harise’nin kızkardeşi idi. Şöyle diyordu:

Ey bedeviler ve medenilerin en üstününün bacısı,
Nasıl görürsün reva bir gence dişi leoparı.


Güzel kokusuyla özgürce aşağı inmeye başladığında,
Seni kastediyorum ama sen duy ey komşusu.

(Ahmet Meydan Nişaburi, Mecme’ul-Emsal, c.1, s.83).




498Usul-i Kâfi, c.2, s.602, Kitab-i Fazl’il-Kurân, Bab’un-Nevadir, hadis 14; buna benzer bir diğer hadis de Bihar’ul-Envar’da (c.92, s.381) gelmiştir.


499Bkz. Usul-i Kâfi, c.2, s.602, Kitab-i Fazl’il-Kurân, Bab’un-Nevadir, 14. hadisin altında; Tefsir-i Ayyaşi, c.1, s.21, hadis 5. Usul-i Kâfi’de hadis şöyle gelmiştir: İmam Cafer-i Sadık’tan (a.s) nakledilen bir diğer rivayette o Hazret (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah peygamberini serzeniş etmemiştir” sözünün anlamı şudur: Yani Kurân-ı Kerim’de geçen “Eğer sana sebat vermemiş olsaydık, neredeyse sen onlara birazcık meyledecektin” (İsra/74) sözü gibi ifadelerde ondan (s.a.a) başkasını kastetmiştir. İmam Sadık’tan (a.s) nakledilen bir diğer rivayette de Hazret (a.s) şöyle buyurmuştur: Bunun (seni kastediyorum ama sen duy ey komşusu sözü) anlamı şudur: Yüce Allah, “Eğer sana sebat vermemiş olsaydık, neredeyse sen onlara birazcık meyledecektin” sözünde olduğu gibi peygamberini (zahiren) kınadığı sözlerde o Hazretten (s.a.a) başkasını irade etmiştir. Dikkat edilirse rivayetin biraz muğlâk olduğu görülür.

Allame Meclisi şöyle yazmıştır: “Hadisin sonuna kadar olan bu bölüm ravinin sözü olabileceği gibi yazarın da (Kuleyni) sözü olabilir. Bu daha açık ve izaha uygundur. Bu durumda hadisin manası şöyle olur: Bu sözün (seni kastediyorum ama sen duy ey komşusu) yeri, Yüce Allah’ın peygamberi serzenişte bulunduğu ayetlerdir.” (bkz. Mirat’ul-Ukul, c.12, s.521) Ancak Tefsir-i Ayyaşi’de hadisin metni şöyledir: “Yüce Allah peygamberini serzeniş etmemiştir” sözünün anlamı şudur: Yani Kurân-ı Kerim’de geçen “Eğer sana sebat vermemiş olsaydık, neredeyse sen onlara birazcık meyledecektin” sözü gibi ifadelerde ondan (peygamberden) başkasını kastetmiştir. Feyz, Vafi’de (c.9, s.1771) şöyle der: “Kurân’da geçen” ifadesinden maksat önceki ayetlerde zikri geçenler olabilir. Bu ihtimale göre hadisi şöyle tercüme etmek mümkündür: “Yüce Allah’ın peygamberini serzeniş ettiği yerlerde zikri önceki ayetlerde geçen kimseleri kastetmiştir.” Yüce Allah’ın “Eğer sana sebat vermemiş olsaydık, neredeyse sen onlara birazcık meyledecektin” sözünde olduğu gibi ki burada maksat o Hazretten (s.a.a) başkasıdır.




500Tevbe/43.


501Bu ayetin açıklamasında şunu söylemek mümkündür: Ayette muhatabın her türlü günah ve kusurdan münezzeh olan Peygamber-i Ekrem Hazretleri (s.a.a) olması karinesi ile “Allah seni affetsin” cümlesinin onun işlediği bir günahın ardından söylenen bir söz olmadığı ve “neden onlara izin verdin” cümlesiyle de bu günahtan dolayı onun serzeniş edilip, uyarılması anlamı çıkartılamayacağı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla burada ifade edilen “Allah seni affetsin” cümlesi o Hazrete (s.a.a) yönelik duygu yüklü bir duadır. Nitekim bu, Arap arasında da yaygın olan bir yöntemdir. Bazen birisi hiçbir suç işlemediği halde ona karşı besledikleri mahabbet ve duyguyla bu cümleyi kullanırlar. “Neden izin verdin onlara? Vermeseydin de, sence doğru söyleyenler de açığa çıksaydı, yalancıları da bilseydin!” cümlesindeki maksat münafıkların getirdikleri uydurma bahanelerle onların cihaddan imtina etmelerini kınamaktır, peygamberi kınamak değil. Bu şuna benzemektedir: Birisine hücum edip, ona vurmak isteyen birine üçüncü bir şahıs araya girip engel olur. Ortalık yatıştıktan sonra saldırıya maruz kalan şahıs üçüncü şahsa muhabbetle şöyle der: “Allah seni affetsin, ne diye engel oldun ki? Bıraksaydın da vursaydı ve onun ne olduğu ortaya çıksaydı, insanlar onu iyice tanısaydı!” Görüldüğü gibi aslında burada serzeniş edilen ve kınanan kişi olaya engel olan değil, tam aksine, saldırıda bulunan kişidir.


502Zümer/65.


503İsra/74.


504Uyun-i Ahbar’ir-Rıza, c.1, s.204; Tefsir-i Nur’us-Sakaleyn, c.3, s.197.


505“Ve Allah’ı bırakıp da sana ne bir faydası dokunan, ne bir zarar veren şeylere tapma, bunu yaparsan şüphe yok ki zalimlerden olursun.” Yunus/106

Allah’la beraber başka bir mabuda tapınma, sonra kınanmış bir halde ve tek başına, yardımdan mahrum olarak oturup kalırsın.” İsra/22

Allah’la beraber başka bir mabut edinme, sonra kınanmış, kovulmuş bir halde cehenneme atılırsın.” (İsra/39)

Gerçek, Rabbindendir, şüphe edenlerden olma artık.” Al-i İmran/60

Bilgi sahibi olduktan sonra da onların nefsani dileklerine uyarsan sana Allah’tan başka ne bir dost vardır artık, ne bir yardımcı.” Bakara/120

Sana gelen bilginin ardından artık tutar, onların dileklerine uyarsan şüphe yok ki zalimlerden olursun.” Bakara/145

Sakın Allah’la beraber bir başka mabudu çağırma, yoksa azaba uğratılanlardan olursun.” (Şuara/213) “Dünya yaşayışının ziynetini dileyenlere uyup ayırma gözlerini onlardan ve bizi anmamaları için gönüllerine gaflet verdiğimiz heva ve heveslerine uymuş ve işi hadden aşıp taşmış kişiye itaat etme.” (Kehf/28)

Sabah, akşam, razılığını dileyerek Rablerine dua edenleri kovma; ne onlardan, herhangi bir hususta sen sorumlusun, ne de senin amelinden onlara bir şey sorulur, onun için onları kovup da zalimlerden olma.” (En’am/52)

Onlara verdiğimiz mala, evlada göz dikme, onlar için tasalanıp gam yeme…” (Hicr/88)

Ve onları, bunlarla sınamak için dünya yaşayışının ziyneti olarak faydalandırdığımız mala-menale gözünü dikme…” (Taha/131)

Ayetlerimize dair münasebetsiz sözlere daldıklarını görünce bir başka bahse girişinceye dek yüz çevir onlardan. Şeytan, bunu sana unutturursa hatırladıktan sonra artık zulmeden kavimle oturma.” (En’am/68) “Ve Rabbin, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi ve anaya babaya iyilik etmenizi hükmetmiştir; onlardan biri, yahut her ikisi, senin hayatında ihtiyarlık çağına ererse onlara öf bile deme, azarlama onları ve onlara güzel ve iyi söz söyle.” (İsra/23)

Seni bir yetim olarak bulup da yer-yurt vermedi mi sana? Ve seni, yol yitirmiş bulup da yol göstermedi mi sana? Ve seni yoksul bulup da yol göstermedi mi sana? Artık sen de yetimi horlama ve bir şey dileyeni boş çevirme, azarlama.” (Duha/6-10); Şunu da hatırlatmakta fayda var: Tefsir-i Nur’us-Sakaleyn’de (c.5, s.596, hadis 20) sözü geçen ayetlerin manası konusunda Ali b. İbrahim’in tefsirinden bu mesleyi teyit edici bir söz nakledilmiştir. “Suratını astı ve döndürdü, yanına kör geldi diye. Belki o, arınacaktır, ne bilirsin? Yahut da öğüt alacaktır da ondan faydalanacaktır. Fakat ihtiyacı olmayana gelince; artık sen onun üstüne düştükçe düşüyorsun. O arınmazsa sana ne? Fakat sana koşup gelen ve korkan kişi; sen ondan gaflet ediyor, ona aldırış bile etmiyorsun.” (Abese/1-10) Şunu da zikretmekte fayda var Abese suresinin bu ayetlerinin tefsiri konusunda iki görüş vardır: Çoğunluğunu Ehl-i Sünnet müfessirlerinin oluşturduğu bir gruba göre suratını astığı için serzeniş edilen şahıs Peygamber-i Zişan hazretleridir. Çoğunluğunu Şia müfessirlerinin oluşturduğu bir grup ise suratını asan kişinin başka bir şahıs olduğu ve buradaki hitapların da o şahsa yönelik olduğu kanaatindedirler. Fakat bizim görüşümüze göre şunu söylemek mümkündür: Suratını asan kişi o hazretten başka biri olmuştur ve onun bu davranış ve düşünce tarzının yanlışlığı ise “kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit.” kabilinden Peygamber-i Ekrem’e (s.a.a) hitap şeklinde ifade edilmiştir.



506Yunus/94-95.


507İlel’uş-Şerayi kitabında… İmam Muhammed Taki’nin (a.s) oğlu Musa ile arkadaşlık eden Muhammed b. Seid Ezheri’den rivayet edilir ki, Musa ona şu haberi verdi: Yahya b. Eksem İmam Muhammed Taki’ye (a.s) bir mektup yazdı ve o, yazdığı mektupta birtakım meseleleri sordu. Onlardan bazıları şöyle idi: “Bana Yüce Allah’ın “Eğer sana indirdiğimizden şüphede isen o halde senden önce kitabı okuyanlara sor…” sözünden haber ver. Burada muhatap kimdir. Eğer muhatap Peygamberse; nasıl olur da o, kendisine indirilen vahiyde şüpheye düşer?! Yok, eğer burada muhatap peygamber değilse o zaman (“sana indirdiğimiz” ifadesiyle) peygamberden başkasına da mı vahiy indirilmiştir?!” Musa şöyle der: Kardeşim Ali b. Muhammed’e bunu sorduğumda buyurdu: “Eğer sana indirdiğimizden şüphede isen o halde senden önce kitabı okuyanlara sor…” sözüne gelince; burada muhatap Allah Resulüdür. O, Allah tarafından kendisine indirilenler konusunda şüphe içinde değildi. Lakin cahiller şöyle diyorlardı: Nasıl olur da Allah bize meleklerden bir peygamber gönder miyor?! Bu da diğer insanlar gibi yemek yer, su içer, pazar yerlerinde dolaşır ve bu manada diğerleriyle hiçbir farkı yok! Bunun üzerine Yüce Allah peygamberine şöyle vahyetti: Şu karşında bulunan cahillerin huzurunda senden önce kitabı okuyanlara sor; acaba Allah’ın senden önce gönderdiği peygamberler de yemek yiyip pazarlarda dolaşmazlar mıydı ve sen ancak bu şekilde onlara örnek olursun. Peygamber şüphe içinde olmadığı halde Yüce Allah “Eğer şüphede isen” buyurmuştur ki onları emrine boyun eğdirsin. Tıpkı “De ki gelin, çağıralım oğullarımızı ve...” (Al-i İmran/61) ayetinde olduğu gibi. Yüce Allah, peygamberinin ondan gelen sözü yerine ulaştıracağını bilmiştir… Peygamber de (s.a.a) O’nun söylediği sözde doğru olduğunu bilmiştir. Fakat kendi nefsi karşısında insafla davranmak istemiştir. (Nur’us-Sakaleyn, c.2, s.319, h.126).


508Yasin/82.


509Bakara/117; Al-i İmran/47; Nahl/40; Meryem/35; Gafir 68.


510Bkz. Mecme’ul-Beyan, c.1, s.363 ve 364, Bakara/117. ayetin tefsirinde; c.2, Al-i İmran/47; el-Mizan, c.17, s.115, Yasin/82; Tabersi Mecme’ul-Beyan’da Bakara/117. ayet-i kerimenin i’rabında şöyle demiştir: “Ebu Ali şöyle der: “fe yekun” kelimesinin mensub olması caiz değildir; zira “kun” kelimesi her ne kadar emir kipinde olsa da emir değildir; ondan maksat haberdir. Çünkü vücuda gelmemiş menfi bir şeye emrolunmaz ve hitap edilmez.” Onun tefsirinde ise şöyle der: “Fe innema yegulu lehu kun fe yekun/ona ol der, o da oluverir” sözü üzerinde çeşitli vecihlerde ihtilaf edilmiştir. Birincisi; bu cümle bir tür temsildir; zira olmayan bir şeye hitap edilmesi ve emir verilmesi doğru değildir. Gerçekte bunun manası söz konusu fiilin son derece basit ve kolay olması, zorluğun ondan kaldırılmış olmasıdır. Tıpkı “ol” demekle birlikte “olması” gibi… Bu sözler arasında en sahih ve güçlü olanı, Arab’ın sözüne en fazla benzeyeni birinci sözdür.” Allame Tabatabai’nin el-Mizan’daki ibaresi ise şöyledir: “O’nun bir şeyin olmasını istediğinde emri, ona ol, demesidir, o da oluverir”. Bu ayet, yaratma konusunda en göz alıcı Kurân ayetlerindendir ve vücuda gelmesini istediği bir şeyin oluşumunda yüce zatından başka hiçbir şeye ihtiyaç olmadığını beyan etmektedir. Yani o şeyi oluşturacak veya oluşumunda yardım sağlayacak veya onun oluşumuna mani olacak bir engeli kaldıracak bir sebebe ihtiyaç duymaz… Burada telaffuz edilecek bir lafız olmadığı malumdur. Aksi halde onun vücuda gelmesi de başka bir lafza muhtaç olur, o da başka bir lafza ve bu teselsüle yol açan bir durumdur ki batıldır. Burada hitabı duyacak bir muhatap da yoktur ki lafızla vücuda gelsin. Zira bu çelişkiye yol açar. Dolayısıyla buradaki söz bir temsildir ve Allah’ın bir şeyin vücuda gelmesini irade ettiğinde yüce zatının dışında bir şeye ihtiyaç kalmadığını ve o şeyin olmama veya gecikme gibi bir lüksünün olamayacağını ifade etmektedir.”


511Kinaye, lafzın gerekçesinden hakiki manayı irade etmektir. Bizim görüşümüze göre “Bir şeyin olmasını istediğinde, ona ol der, o da oluverir.” cümlesinin gerçek manası şudur: Ne zaman bir şeyin vücuda gelmesini isterse ona “ol” der, o da hemence oluverir. Bu mananın gerekçesi bir şeyin kolaylık ve süratle oluşması, birtakım ön hazırlıklara ihtiyacının olmamasıdır. Bu yüzden şunu söylemek mümkündür: Bu cümle, gerçek manasının makul olmayışı, karinesi ile gereği olan manadan kinayedir.


512Fussilet/11.


513Bkz. Tefsir-i Tibyan, c.9, s.110 ve 111, Fussilet suresinin 11. ayetinin altında; Tefsir-i Ruh’ul-Meani, c.12, cüz.24, s.103, söz konusu ayetin tefsirinde; Minhac’us-Sadıkin, c.8, s.176.


514Şu bilmekte fayda var; konunun özelliklerinden bazıları ayetlerin (daha önce tanımını yaptığımız) sebeb-i nüzul ve şa’n-i nüzuluna dönmektedir. Bir kısmı ise sebeb-i nüzul ve şa’n-i nüzul bahsinin dışındadır.


515Ferheng-i Muin, “makam” sözcüğünde.


516Nebe/1.


517“…soruyorlar” sözcüğündeki zamir, Mekke halkına dönmektedir. Gerçi öncesinde Mekke halkından söz edilmemiştir. Çünkü onların hissedilen hazır bulunuşları buna gerek bırakmamıştır. Buna ilave olarak onlardan direkt söz edilmemiş olmasının, aslında onları tahkir etmek ve küçümsemek anlamında bir nükte taşıdığını söylemişlerdir. Zira Kurân-ı Kerim’in makamı onlardan söz etmekten yücedir. Bunun tersi düşünülemez; çünkü makam buna engeldir.” Tefsir-i Ruh’ul-Meani, c.15, s.1


518Mutaffifin/9.


519Allame Tabatabai’nin görüşüne göre onun diğer sözlerinden de anlaşıldığı kadarıyla bu ayetlerin makamı, eksik ölçmeyi engellemek ve eksik ölçenleri korkutmaktır. Çünkü o bir yerde şöyle yazmıştır: “Yüce Allah’ın “Hayır, kötülerin yazısı Siccin’dedir. Bildin mi sen, Siccin nedir? Yazılmış bir kitaptır o. Vay haline yalanlayanların o gün” sözü söylenildiğine göre onları, düçar oldukları eksik ölçmekten caydırmak, yeniden diriltilmek ve hesaba çekilme konusundaki gafletlerinden uyandırmaktır.” Başka bir yerde de şöyle yazmıştır: “Bildin mi sen, Siccin nedir?” sözü korkutmak siyakındadır.


520“Merkum” rakm kökündendir ve Rağıb şöyle der: “Rakm” kelimesi kalın çizgi anlamına gelir. Bazıları da onun bir yazıya nokta koymak anlamına geldiğini söylemiştir. Yüce Allah’ın “Kitabun merkum” sözünde her iki şekil de geçerli olabilir. İkinci mana makam ile münasiptir. Yani bu kelime onlar için mukadder kılınmış şeyin aşikâr olduğuna ve hiçbir belirsizliğin bulunmadığına işarettir. Yani mukadder kılınmış bu kaza asla değişmez.” (el-Mizan, c.20, s.346). Şunu da belirtmekte yarar vardır ki bazen müfessirlerin sözünde “makam” kelimesi zikredilmeksizin başka bir tabir ve lafızla makam karinesinden istifade edildiği görülmektedir. Örneğin; Allame Tabatabai, “Acaba görmez misin Allah yedi tabakalı göğü nasıl yarattı?” (Nuh/15) ayet-i kerimesi hakkında şöyle yazmıştır: “Bir hüccet, bir delil getirme siyakında zikredilen bu cümlede göklerin “yedi tabaka olmakla” vasfedilmiş olması şunu gösteriyor; onlar, gökleri yedi tabaka olarak görüyorlardı ve bu konu onlarca kabul gördüğü için onlara bununla hüccet getirmiştir.” Dikkat edilecek olunursa Allame, burada istidlal ve ihticac makamı olan makam karinesinden istifade etmiştir. Nuh (a.s) kavminin göklerin yedi tabaka olduğunu kabul ettiklerini ve bu yüzden Nuh’un da (a.s) onlarla bu şekilde konuştuğunu ifade etmiştir. Fakat makam sözcüğünü kullanmamış, “hüccet siyakında” tabiri ile bunu dile getirmiştir.


521Bkz. Lügatname-i Deh-Huda, Ferheng-i Muin, “lehn” sözcüğünde; el-Mucem’ul Vesit, s.820 “Sözün lehni, dinleyicinin ondan ve lafzının ardından anladığı mefhumdur.” Kurân-ı Kerim’de Muhammed (s.a.a) suresinin 30. ayetinde bu kelime geçmiştir. Tefsir-i Şubber’de, (s.510) şu şekilde mana edilmiştir: “Sözün lehni, yani ondan çıkan mana ve müminlere yönelik bir kinayedir.” Ebul-Futuh Razi kendi tefsirinde (c.17, s.308) onu “Sözün kinayesi” şeklinde tercüme etmiş ve sayfa 311’de şunu nakletmiştir: “Abdullah b. Abbas dedi ki: Sözün lehni, onun manasıdır. Hasan dedi: onun mefhumudur. Karzi dedi: Onun maksadı ve meramıdır. Onun aslı sözü va’z edildiği anlamdan başka bir yöne doğru çevirmektir. İrabda lehn de bundandır; zira doğrudan başka bir yöne dönüş vardır. Cümlede lehn iki türlüdür; biri övülmüş, diğeri yerilmiştir. Kinaye manasında olan ve tasrihin zıddı olan tariz anlamındaki lehn güzeldir, övülmüştür.” Tefsir-i Ruh’ul-Meani’de, c.13, cüz.26 ve s.77’de onun beyanında şöyle gelmiştir: “Kelamın üsluplarından bir üsluptur veya bilinen tarzdan, mesela zahiri ve açık manadan tariz/kinaye ve iphama doğru kaymaktır. Bu yüzden noktalamadaki hataya lehn denilmiştir; çünkü bunda da doğru olandan dönmek vardır.” Rağıb şöyle der: “Lehn, sözü, harekesini kaldırmak suretiyle veya farklı yazmakla onun üzerine cari olan kaideye aykırı bir duruma dönüştürmektir; bu da yerilmiştir. Lehn bu manada çok kullanılmaktadır. Fakat onun tasrih ve açık ifadesini ortadan kaldırıp kinaye ve mefhumundan çıkan manaya dönüştürmek anlamına gelen lehn belağat yönünden övülmüştür. “Muhakkak onları, sözlerinin lehninden/üslubundan tanırsın” (Muhammed/30) ayetinde de bu mana kastedilmiştir.”


522Bu manada sözün lehnini bazıları muttasıl ve yapışık lâfzî karinelerden sayabilirler. Fakat bu manada ille de özel sözcüklerin kullanılmasında ısrar ve zorlama yoktur. Aksine bazen cümlenin genel yapısının rolü olduğundan dolayı biz bunu gayr-i lâfzî muttasıl karinelerden saydık ama bu hususta ısrarımız yoktur.


523Nebe/1-5.


524el-Mizan, c.20, s.160. Bu sözde ifade edilen lehn’den maksat, sözün açık bir şekilde beyan edilmeyişi ve kinayeli tarzda gelmesi olabilir. Nitekim bu, Rağıb’ın “Müfredat” kitabında “lehn” için zikrettiği manalardan biridir. Bu durumda şunu söylemek mümkündür: Onun tehdit lehninden maksadı, ayetin tasrihten uzak ve kinaye tarzında bir beyanla konuyu ifade etmiş olmasıdır.


525Tefsir-i Kummi’de Ebu Carud’un İmam Muhammed Bakır’dan (a.s) “Hayır, onlardan her kişi kendisine açılmış sayfalar verilmesini istiyor” (Müddessir/52) ayeti hakkında naklettiği şu rivayete yer verilmiştir: Onlar dediler ki: Ey Muhammed! Bize ulaşan bilgiye göre İsrail oğullarından birisi günah işlediğinde sabahleyin başucunda işlediği günahı ve onun kefaretini yazılmış bir halde buluyordu. Bunun üzerine Cebrail Resulullah’a (s.a.a) gelerek dedi ki: Senin kavmin günahlar konusunda senden İsrail oğullarının geleneğini istiyor. Eğer isterlerse onlara bunu yaparız ve onları da İsrail oğullarını cezalandırdığımız şekilde cezalandırırız. Böylece Resulullah’ın (s.a.a) bunu kavmi için istemediğini zannettiler.” Ben de diyorum ki: Bu hikâye ayetin lehni ile örtüşmemektedir. Rivayet de bu hikâyenin zaafını ima etmekten uzak değildir. (el-Mizan, c.20, s.101).


526Ferheng-i Muin, akl kelimesinde; Muhammed Sadreddin Şirazi, el-Hikmet’ul-Mütealiye fil-Esfar’il-Erbeat’il-Akliyye, c.3, s.513-514; Bihar’ul-Envar, c.1, s.99-101; Mir’at’ul-Ukul fi Şerh-i Ahbar-i Al’ir-Resul, c.1, s.25; et-Tefsir’ul-Kebir, c.5, s.169; Gazali, İhya-u Ulum’id-Din, c.1, s.101-102.


527Bkz. Muhammed Rıza Muzaffer, el-Mantık, c.1, s.21.


528Bkz. Nur’us-Sakaleyn, c.5, s.574, “Rabbin ve melekler saf saf geldi” (Fecr/22) ayetinin altında; Bihar’ul-Envar, c.3, s.318, s.317, s.310, s.330, s.334, c.4, s.4, s.5, s.24, s.64, s.65.


529Bakara/16.


530Nuh/27.


531Bakara/5.


532“Hidayet üzeredirler” sözünde ifade edilen istila (üste çıkmak) manası, onların hidayet zemini bulup, onda istikrara kavuşmalarıdır. Dolayısıyla onların durumu bir şeyin üstüne çıkıp, ona binen kimsenin durumuna teşbih edilmiştir. (Bkz. Tabersi, Cevami’ul-Cami, c.1, s.15). “Hidayet üzeredirler” sözünde geçen istila (üste çıkma), muttakilerin hidayette sebat ve istikrar bulmalarını temsil eden bir manadır. Aynen bir şey üzerine çıkıp, ona binmiş kimseye benzetilmişlerdir. (Menhec’us-Sadikin, c.1, s.144).


533Bakara/60.


534Şunu söylemekte yarar var; Emin Esterabadi “Ahbariliği” savunma konusunda kaleme aldığı el-Fevaid’ul-Medeniyye kitabında bu tür akli delaleti “hitabın lehni” başlığı altında kabul etmiştir. O, akli delili iki kısma ayırmıştır.

a) Hitaba bağlı olan akli delil

b) Sadece aklın delaletiyle anlaşılan delil.

Hitabın lehnini birinci kısımdan saymış ve onun için “…asanla taşa vur demiştik ve o taştan on iki pınar fışkırmıştı” ayetini örnek getirmiş, şu izahta bulunmuştur: “Akli delille hitabın lehninden anlıyoruz ki “asasıyla vurdu” cümlesi takdirdedir.” Bkz. Emin Esterabadi, el-Fevaid’ul-Medeniyye, s.16.



535Kıyamet/22-23.


536Gördüm manasına gelen “nazartuhu, enzuruhu, nazaran ve nazartu ileyhi”; ism-i faili nazırdır… “Falan işe nazar ettim” yani üzerinde düşündüm. Borcu erteledim anlamına gelen “enzartu’d-deyn”; nazire kelimesi de onun masdar ismidir. Nitekim ayette de şöyle geçmiştir: “fe naziretun ila meysere”, yani “borcu genişliğe çıkıncaya kadar ertelemek.” Nazar lügatte sülasi (üç harfli) bir kelimedir. Bir şeyi bekledim anlamında “Nazartuş-şey” denilir. Nitekim bu manada Kurân’da şöyle geçmiştir: “Ma yenzurune illa sayheten vahideten/ Onlar tek bir çığlığı beklerler.” (el-Misbah’ul-Munir, nazar sözcüğünün altında). Nazar, bir şeyi idrak etmek ve görmek anlamında olan basar ve basiret sözcüğünün evrilmiş halidir… Nazar sözcüğü amme arasında çoğunlukla basar/zahiri bakma manasında kullanılırken, havas arasında çoğunlukla basiret/derinlemesine bakış anlamında kullanılır… Falan şeye nazar ettim denildiğinde yani bakışımı ona çevirdim, (gördüm veya görmedim fark etmez) anlamı çıkar… Nazar, intizar anlamındadır… Enzartuhu yani ehhertuhu/erteledim… (Müfredat-ı Rağıb, nazar sözcüğünde).


537Bkz. Nur’us-Sakaleyn, c.5, s.464, h.21; Tevhid-i Saduk, s.262 (Bab’ur-Raddi ala’s-Seneviyye ve’z-Zenadika, hadis.4 bu uzun bir hadistir ve zımnında bu mana beyan edilmiştir).


538Fecr/22.


539Nur’us-Sakaleyn, c.5, s.574, hadis 20.


540Mutaffifin/15.


541Bihar’ul-Envar, c.3, s.318; Muhammed Saduk, et-Tevhid, s.162; aynı kitabın 265. sayfasında Hz. Ali’den (a.s) naklettiği bir rivayette “Rablerinden” ifadesini “Rablerinin sevabından” şeklinde tefsir etmiştir. Fakat orada mezkur karineye istinat etmemiştir.


542et-Tevhid, s.132-133, Bab’ul-Kudret, hadis.15.


543En’am/3.


544Hud/7.


545Bihar’ul-Envar, c.3, s.334, h.45.


546A.g.e, c.4, s.5, h.8.


547Kasas/88.


548Bihar’ul-Envar, c.4, s.5, hadis.8.


549Taha/81.


550Bihar’ul-Envar, c.4, s.64, hadis.5; yukarıdaki rivayetlerin benzeri için bkz. s.67 (hadis 9); et-Tevhid, s.168, bab.26, hadis.1.


551Zuhruf/55.


552Bihar’ul-Envar, c.4, s.65, h.6; et-Tevhid, s.168, bab.26, bab-ı rızahu azze ve celle ve sehatuh, hadis.2.


553Mirza Kummi Kavanin’ul-Usul kitabında (s.241), En’am suresinin 102. ayetinde geçen
Yüklə 3,24 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   41




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin